Abbasiler Devrinde Aleviler

Kısaca: === Abbâsîler devrinde Alevîler ======= Ebû Müslim Horasânî’nin Abbâsîler’in iktidara gelmesindeki hizmetleri ====H. 129, M. 747 yılında Ebû Müslim Horasânî’nin İmâm İbrahim tarafından bütün bu kıt’alar ile Irak dâîlerinin fiilen riyasetine tâyin edilmesiyle artık Türkistan’ın tamamı Şîʿa-i Bâtın’îyye adına hazırlanmış oluyordu. ...devamı ☟

Abbasiler devrinde Aleviler

Ebu Müslim Horasani’nin Abbasiler’in iktidara gelmesindeki hizmetleri

H. 129, M. 747 yılında Ebu Müslim Horasani’nin İmam İbrahim tarafından bütün bu kıt’alar ile Irak dailerinin fiilen riyasetine tayin edilmesiyle artık Türkistan’ın tamamı Şiʿa-i Batın’iyye adına hazırlanmış oluyordu. Ebu Müslim Horasani’nin komutasında Emeviler aleyhine başkaldıran ihtilal fırkalarının çoğunluğunu oluşturan Türkler, Abbasiler’in kazandıkları başarılarda da en büyük pay sahibi olmuşlardı. Sonunda hilafet makamı Türkler’in sağlamış olduğu destek sayesinde Abbasiler tarafından ele geçirilmiş oldu. Fakat Şiʿa’nın feda ettiği bu kadar canlar, Ehl-i Beyt’e ait bir hakkın elde edilmesi için nehirler gibi akıtılan kanlar ve Ehl-i Beyt namına yapılan onca büyük fedakarlıkların dahi Alevilerin hilafeti ele geçirmeleri için yeterli olamaması gönüllerde kapanmaz yaralar açtı. Abbasiler’in ikinci halifesi olan Halife El Mansur’un Türkler’e karşı takındığı hasmane tavırlar ve bilhassa Ebu Müslim Horasani’in katli üzerine ihtilalciler derhal fa’aliyete geçmek suretiyle “Mübeyyize” (Beyazlar) fırkasını oluşturdular.

İmam-ı Â’zam Ebu Hanife’nin Aleviler lehine verdiği fetvalar

Halife Mansur tarafından Kabe’nin bir benzeri olarak Bağdat’ta “Kubbe’t-ül Adra” adında büyük bir kale inşa edilmiş ve halk Kabe’ye Haç’tan menedilmişti. “İmam Dar ül-Hicre” adıyla da tanınan İmam Malik’in bir fetvasıyla, hilafetin vaktiyle Aleviler arasında “Nefs’üz-Zekiyye” namıyla tanınan Hasan bin Ali’nin oğlu Hasan el-Mu’tena’nın torunu Muhammed bin ʿAbd Allah’a ait olduğu tüm Abbasi aleyhtarı fırkalara duyurulmuştu. Emeviler’in son günlerinde Medine toplantısında hazır bulunan bütün Ehl-i Beyt’in, ve hatta Abbasiler’in dahi biatleriyle hilafeti kabul edilmiş olan Hasan el-Mu’tena’nın torunu olan Muhammed bin bin ʿAbd Allah’ın lehine İmam-ı Â’zam Ebu Hanife Nu’man İbn-i Sabit te fetva vermişti. Bunun üzerine, Abbasiler tüm şiddetleriyle Aleviler aleyhine harekete geçtiler. H. 145 / M. 763 yılında “Hasan el-Mu’tena’nın torunu Muhammed bin ʿAbd Allah” Medine’de Halife Mansur’un amcası İsa tarafından öldürüldü. Hemen akabinde olayların kanlı bir biçimde gelişmesi ve Abbasiler’in gittikçe artan zulmü karşısında, Aleviler yeni bir huruç hareketi başlattılar. Nefs’üz-Zekiyye’nin kardeşi “İbrahim bin ʿAbd Allah” Ehl-i Beyt namına hilafeti ele geçirmek amacıyla İmam-ı Â’zam Ebu Hanife’nin de fetvasını alarak, Abbasiler aleyhine kendi hayatına mal olan başarısız bir isyan girişiminde bulundu.
İmam-ı Â’zam Ebu Hanife ile İmam Zeyd arasındaki fikir benzerlikleri
Aynı İmam-ı Â’zam, H. 121 / M. 739 yılında “Hanedan-ı Aleviyye” mensuplarından İmam Zeyd bin Ali Zeyn el-Âb-ı Din tarafından Emevi Halifesi Hişam bin Abd’ul-Melik’in zalimane idaresine karşı çıkarılan isyanı da Hazreti Muhammed’in komuta ettiği Bedir Savaşı’na benzetmiş, ve destek vermekten hiç te çekinmemişti. * İmam Zeyd”, – “Afdal olarak nitelendirilen daha seçkin bir şahıs varken, mafdul olarak adlandırılan daha az seçkin olan bir başka şahıs tercihen hilafet makamına getirilebilir” görüşüyle İmamiye Şiası’ndan, * İmam-ı Â’zam ise, – Zalim yönetimlere kılıçla isyan etmeyi farz kabuleden görüşüyle, önderi olarak gösterilen günümüz Ehl-i Sünnet vel Cemaat i’tikadından, ayrılmaktalardı. Akabinde verdiği fetvalar ile sürekli olarak Ehl-i Beyt’e arka çıkan, ve Aleviler’i destekleyen Ebu Hanife Nu’man İbn-i Sabit te Halife Mansur tarafından katledildi.
Alevilerin Türkistan bölgesine çekilmeleri
Bu başarısız huruç hareketinden sonra Aleviler, hilafet merkezi olan Bağdat’tan uzak Mağrip, Horasan ve Türkistan gibi yerlere kaçtılar. Bütün bu bölgelerde Alevi propagandaları hızla yükseldi. Horasan, hem Şiilik ve Alevilik teşkilatının hem de coğrafi açıdan Orta Asya, İran ve Afganistan’ın bir merkezi konumu durumunda yer almaktaydı. Alevilerin en serbest fa’aliyetlerde bulundukları bölgelerin başında Türkistan şehirleri başta gelmekteydi.

Türklerin asırlarca İran kültürünün etkisi altında kalmaları

İran ve Irak ihtilallerinde “Bermeki” Hanedanının oynadığı rôllerden dolayı Süffahi Abbasi’nin nazarında İranlılar, sanki bir halaskar olarak algılandılar. Bütün devlet memuriyetleri birer birer onlara tahsis edildi. Halbuki, bütün inkılabı filen yürüten ve sonra da kılıçla müdafaa eden Türkler bu gösterdikleri çaba ve hizmetlerine karşılık hiçbir mevki elde edemediler. Fergane ve Şaş Türkleri'nden oluşan Alevi daileri aldıkları tesirlerin etkisi altında kalarak farkına varmadan Fars milli kültürünün nüfuz alanının içine düştüler. İranlılarla Türkler’in karşılıklı uygar ilişkilerinin başlangıcı hakkında verilen bilgilere göre İskender ve Selefkiyan devirleri kadar geçmişe uzanan birtakım hadiselerin arasında Türk kamları ile İran mübidleri Maveraünnehir topraklarında İslamiyetin bir hayli ilerlediği zamanlarda dahi aynı kudsiyyet ile karşılanmaktaydılar. Diğer taraftan ise, Türkler ve İranlılar Arap mezalimi karşısında “ortak Alevi propagandalarına ihtiyaç gerektiren ihtilal fikirleri” ile meşgul olmaktaydılar. Yüzyıldan fazla bir süredir devam eden muharebelerin uyandırdığı kin ve husumet, Emeviler’e karşı her iki mağlup olmuş olan Fars ve Turan akvamını çok haklı bir davanın kazanılması uğrunda birleştirmişti.

İranlılar’ın Abbasiler’e karşı ayaklanmaları

Tam bu sıralarda Merv şehrinde El-Mukannaʿ (Peçeli) adında bir yalancı peygamber ortaya çıktı. Fosforlu maddelerle yüzünü parlatan ve üluhiyet davasına kalkışan bu “peçeli” kişi, halka Allah’ın da insan suretinde olduğunu söylüyordu. Ebu Müslim Horasani’nin Abbasiler tarafından gaddarane bir şekilde katli Emeviler aleyhine ihtilale katılan Horasanlılar ile tüm Maveraünnehir halklarını son derece müteessir etmişti.
El-Mukannaʿ ayaklanması
Abbasileri iktidara taşıyan bu müthiş inkılabı meydana getiren Ebu Müslim Horasani’ye yine Abbasilerin reva gördükleri bu menfur cinayet karşısında sonsuz nefret duyanlar, El-Mukannaʿ gibi ilahi kuvvetleri kendinde topladığına inanılan bir başbuğa muhtaçtılar. İşte El-Mukannaʿ böyle bir ortamda kendisinde gördüğü sonsuz bir kuvvetle ortaya çıktı. “Ebu Müslim Horasani Hazreti Muhammed’den efdaldir,” diyordu. Bu fikrin altında Abbasilerin Hazreti Muhammed adına haksız olarak taşımakta oldukları hilafet tacının değerini düşürmek ve Arap varlığını sarsmak amacı yatmaktaydı.
İhtilalci Mübeyyize fırkasının mağlubiyeti
İhtilal Irak’ta başladı. Ebu Müslim Horasani’nin taraftarlarından oluşan “Mübeyyize” fırkaları El-Mukannaʿnın komutası altında birleştiler. Hatta Buhara hükümdarı da önemli destek kuvvetleri ile El-Mukannaʿya yardımcı oldu. Abbasi Halifesi Muhammed el-Mehdi (H. 169, M. 786) Oğuz Türklerinden oluşan kuvvetli bir ordu ile bu isyanı bastırmağa çalıştı. İhtilalciler, hep geçmişteki İran ruhanilerinin elbiseleri gibi beyazlar giymişler ve beyaz bayrak altında toplanmışlardı. Bu renk hürriyete, nura ve hayata işaret etmekteydi. Abbasiler’in bayrakları ve kıyafetleri ise onlara göre efendilik nişanesi ve hakimiyetin alameti olarak algıladıkları siyah renkten oluşmaktaydı. Halife Mehdi’nin sevk ettiği kuvvetler “Kiş” kalesini kuşattı. Kalede mahsur kalan Ebu Müslim Horasani’nin taraftarlarının hepsi teslim olmayı ret ederek intihar ettiler. El-Mukannaʿ ise, katledilmişti. Fakat onun yandaşları efkar-ı umumiyeyi kaybetmemek amacı ile yeni bir çare buldular. “El-Mukannaʿ ölmedi ama İsa gibi göğe çekildi,” diyorlardı. Sonunda bu mühim ihtilali desteklemiş olan Buhara hükümdarı da yakalanarak i’dam edildi. Fakat “Beyazlar” fa’aliyetlerini gizliden gizliye devam ettirmekten geri kalmıyorlardı. “Mübeyyize” akideleri sönmüyor, aynı fikir ve maksatları doğuran yeni mezhebe ait gizli oluşumlara da bu i’tikatlar aktarılıyordu.
Mukannaʿiyye mezhebi
Her şeyde ortaklığı savunan El-Mukannaʿ görünüşte tam bir Mazdekçi idi. Ortaya attığı “Eşitlikçilik Davası” halkın üzerinde bir yıldırım etkisi yapmış ve kitleler onun bayrağı altında hürriyete kavuşacaklarına içtenlikle inanmışlardı. İslam yazarları Beyazlar fırkasını dava itibarı ile Mazdekçilerle özdeştirdiklerinden onları “Zındik” olarak tanımladılar.

Horasanlılar’ın Abbasiler’e karşı teşkilatlanmaları

Abbasiler hilafeti ele geçirmeden evvel Horasan Şiileri ile onlara iltihak etmiş olan Taberistan ve Deylem Alavileri Ebu Müslim Horasani’nin nüfuzundan çekindikleri için Abbasiler’in iktidarını kabullenmişlerdi. Daha sonra ise Ebu Müslim Horasani’nin katli üzerine ayaklanan “Ravendiler”, İslam Sünniliğini temsil eden Abbasiler tarafından perişan edildiler. Bunun üzerine “Taberistan ve Deylem Alavileri” ile bütün Horasanlılar intikam almak maksadıyla birleşerek Abbasiler’e karşı kin ve husumet beslemeye başladılar. İkinci hicri yüzyılın ortalarında Deylem’de yeni bir önderin yıldızının parladığı görüldü. Bu, Aleviler’in en mümtaz şahsiyetlerinden Nefs’üz-Zekiyye’nin diğer kardeşi olan “Yahya bin ʿAbd Allah” idi. H. 176 / M. 793 yılında hilafetini ilan etti. Dehşetli bir telaşa kapılan Abbasi Halifesi Harun er-Reşid Bermekiler’den Fazl’ı Yahya’nın başlattığı ihtilali bastırmakla görevlendirdi. Bermekiler ise, Aleviler’e son derece sevgi ve hürmet beslemekte ve Harun Reşid’in Aleviler’e karşı yürütmekte olduğu zulüm ve baskı politikalarına şiddetle muhalefet etmekteydiler. Sonunda Fazl, Harun Reşid ile Yahya’yı barıştırmayı başardı. Bütün Haşimi hanedanının imzalarını taşıyan bir iman-name ile “Yahya bin ʿAbd Allah” serbes bırakıldı. Fakat, daha sonra Harun Reşid sözünde durmayarak Yahya’yı öldürttü.

Aleviler’in fa’aliyetleri ve Şiʿa-i Batın’iyye mezhebinin Türkler arasında yayılmaya başlaması

Abbasiler’in şiddetlenen bu mezalimi karşısında, Aleviler nerdeyse Emeviler’i arar hale gelmişlerdi. Âli Büveyh’in hüküm sürdüğü Deylem bölgesinin en meşhur daisi olan “Hasan bin Ertuş” halkı Abbasiler aleyhine isyana teşvik etmekteyken Deylemliler’in Abbasiler’e karşı duydukları kin ve öfke her geçen gün artmaktaydı. Abbasiler’in Ehl-i Beyt aleyhine yürüttükleri bu tedhiş siyaseti olumsuz neticeler doğurmuş ve halk kitleler halinde Şiiliğe girmeğe başlamıştı. Bu sıralarda, Abbasi Halifesi El Emin’in hilafet makamına yakışmayan tavırlarından öfkelenen halk kardeşi El Me’mun’a taraftar oluyorlardı. El Emin’in mağlubiyetiyle sonuçlanan iktidar kavgasından sonra Abbasi tahtına oturan El Me’mun hür bir fikirle yetiştirilmişti. Aleviler’in Abbasi halifelerinden geçmişte sürekli olarak görmüş oldukları gadr ve zulmü telafi etmeya kalkışan El Me’mun hulefa-i Abbasiyye’nin pek azında bulunan serbesti ve taşıdığı hür fikirleriyle filozoflar ve diğer İmamiye Şiası ile Şiʿa-i Batın’iyye mensuplarına karşı sonsuz iltifatlarda bulundu. Bu devirde ilmi nüfuzu ile büyük şöhret kazanan Ebu Ca’fer Tusi’nin fıkıh, tefsir ve bilhassa mukaddes metinlerin te’vili alanında yayınlamış olduğu eserleri muasır ulema arasında hürmetle elden ele dolaşmaktaydı. El Me’mun’nun hilafete geçtiğinde, izlediği ılımlı siyasetiyle Horasan’daki Türkler arasında İslamiyetin yayılmasını teşvik etmeye başladı. Türk dostluğu ile tanınan Esed bin Saman’nın oğulları Maveraünnehir ve Herat yöneticiliklerine atandılar. Bu teşvikkar fa’aliyetlerin bir semeresi olarak İslamiyet Oğuz Türkleri arasında sür’atle yayılmaya başladı. Merv şehri civarındaki Oğuzlar’ın tamamı İslamiyeti kabul ettiler. Bu sırada, Karluklar, Oğuzlar ve Batı Türklerinden birçok kabile Şaş ve Farab’ın çevresindeki bereketli ovalara inmekteydiler. Mezhebi kanaatlerinde daha serbest olan bu halife Aleviler’e karşı da daha müsamahakar bir tutum sergilemekteydi. Halifenin izlediği bu ılımlı siyaset sayesinde Şiʿa-i Batın’iyye daileri de Türkistan’ı karış karış dolaşmakta, ve bu yeni mezhebin Türk kabileleri arasında yayılabilmesini kolaylaştırmak amacıyla her türlü dini eğilimlere uygun bir ortam hazırlamakla uğraşmaktaydılar. Eski Türk ve Moğol inançlarıyla “Şiʿa-i Batın’iyye” arasında çok sıkı ilişkiler kuruldu. Hatta “Rafi bin Leys” isyanında, bütün bu fırkalar ile Şaş, Hocend, Buhara, Harezm’deki Dokuz Oğuzlar, Karluklar ve Tibetliler hep birlikte ayaklandılar. Bu çeşit başkaldırmaların, göçebe Oğuzlar arasında Ehl-i Sünnet akidelerinden farklılaşan Batıni toplulukların gelişimine büyük katkıları olmuştu.

Türkler’in ordu ve saraylardaki seçkin yeri

Irak’ta çıkan ihtilal ile bütün bu bölgelerden Arapların sürülmeleri ve tüm Emevi memurlarına yol verilmesi ve neticede “Hanedan-i Ehl-i Beyt” adına ayaklanarak nihayetinde Abbasiler’in hilafet makamını ele geçirmelerinde baş rôlü oynayan da yine Türkler olmuştu. Sonunda, bu kadirşinaslığı takdir eden Abbasi halifeleri Türkler hakkında unutulmaz minnettarlık hisleri duydular. Hatta Halife Mansur divandan Arap isminin kaldırılması ve yerine “Türk” yazılmasını emretti. Türkler’i hilafet makamına daha sıkı bağlamak için halifeler onların İslamiyetine çok önem verdiler. Özellikle Harun Reşid’in bir Türk cariyesinden doğan oğlu Halife El Me’mun bununla başlı başına meşgül oldu. El Me’mun’nun Horasan valiliği esnasında oralara göç eden Türkmen boylarıyla birçok Oğuz ve Kanıklı Türklerini maiyetine almıştı. Me’mun’dan sonra hilafete geçen Harun Reşid’in üçüncü oğlu Abbas El-Mu’tasım Billah’ın annesi de Türk’tü. Bu kadın oğluna çok kuvvetli bir milliyet duygusu aşıladı. Türkler’in doğruluğu, fedakarlığı ve temiz yürekliliği bütün Araplar’ca da i’tiraf edilmişti.

Türkler arasında Müslümanlığın sür’atle yayılmaya başlaması

Kaşgar’da oturan “İlk Han” iktidarının kurucusu Abd’ul-Kerim Satuk Buğra Han’ın maiyetinden iki yüz bin çadır halkı İslam olmuştu. H. 346, M. 958 tarihinde Tibet yaylasında yaşayan Şamani Türkler de Arslan bin Kadir Han’ın yönetimi altına girdi. Arslan bin Kadir Han’ın İslama davetini kabul eden on bin çadır halkı Müslüman oldu. Artık muhtelif Türk aşiretleri birbirlerini görerek İslama girmeye başlamışlardı. Türk devletlerinden olan Toluniler, Ahşidiler, Gazneviler gibi Selçuklular da Abbasiler’in resmi mezhebi olan Sünnilik aleyhinde bir cephe oluşturmaktan kaçındılar. Bu Türk devletlerin hükümdarları “Es-Sultan’ul-Galib”, En-Nasır’ed-Din”, Es-Sultan’ul-Kahir” gibi lakaplar ile anılıyordu.

Kaynaklar

Kaynaklar

Vikipedi

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Miraç
3 yıl önce

geceye “süt gecesi” de denilmektedir. Alevi inancında Muhammed’in bedenen miraca çıktığı kabul edilir ve Alevilere özgü menkıbevi bir anlatımla dile getirilir...

Mirac, Kudüs, Mirac Kandili, Muhammed Peygamber, Namaz, Tasavvuf, Vizyon, Yükseliş yayı, İslam, Sidretül münteha, Levh-i mahfuz
Erzincan
3 yıl önce

bu bölgeyi tamamen Müslümanların yönetimine kattı. Erzincan ve yöresi Abbasiler döneminde de çeşitli saldırılara maruz kaldı. Halife Mütevekkil Alallah...

Erzincan, Erzincan (il), Kemah, Erzincan, Kemaliye, Erzincan, Otlukbeli, Erzincan, Refahiye, Erzincan, Taslak, Tercan, Erzincan, Türkiye yerleşim yerleri, Çayırlı, Erzincan, İœzümlü, Erzincan
Humus, Suriye
3 yıl önce

Kalabalık nüfusu, Suriye'nin, genellikle Arapça konuşan, Sünni Müslümanlar, Aleviler ve Hristiyan azınlıklardan oluşan, dinsel çeşitliliğini fark edilir ölçüde...

Humus, Suriye, Arapça, Humus, Suriye, Taslak
İslam
3 yıl önce

Haricilerin de katlinin farz olduğuna inanmışlardır. Tabiatıyla kendileri Abbasiler devrinde öldürülmüşlerdir. Bugün bu mezhep grubuna bağlı kimselerden sadece...

Türkiye Türkmenleri
3 yıl önce

tabirini kullanır. Fakat, Aleviler hem Sünnilik içinde değerlendirildiği hem de Zazalar ve Kürtler gibi Türkmen dışı Aleviler de bulunduğu için bu tabirin...

Kürtler
3 yıl önce

Piranşehr'i topraklarına katmıştır,Sadakilerin yıkılışı Abbasiler ile yapılan bir savaş sonucu olmuştur,Abbasiler döneminde, 764'te Ermenistan'ın Hazarlarca istilası...

Kürt, Türkiye, Irak, Kuzey Irak, İran, Suriye, Kültür, Sanat, Tarih, Siyaset, köken, Doğu anadolu, Coğrafya, Bağımsızlık, Devlet