Selçuklular
Kısaca: Selçuklular, Türk-İslam devletlerinin en büyüklerindendir. Oğuzların Üçoklar kolunun, Kınık boyuna mensupturlar. 10. yüzyılın sonu ile 11. yüzyılın başlarında İslamı kabul ettiler. Selçuklular; Çin'den, Batı Anadolu dahil bütün Ortadoğu ülkeleri, Akdeniz sahilleri, Kuzeybatı Afrika, Hicaz ve Yemen'den Rusya içlerine kadar yayılan hakimiyetin, muazzam bir kültür ve medeniyetin temsilcisidir. ...devamı ☟
Adı, hanedanın kurucusu Selçuk Bey'den gelir. Selçukluların kurduğu devletler, Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti, Kirman Selçukluları ile Suriye Selçukluları ve Irak Selçukluları devletleridir.
Devlete adını veren Selçuk Bey, Aral Gölüyle Hazar Denizi arasına hakim olan Oğuz Yabgu Devletinin kumandanlarından Dukak Subaşı’nın oğludur. Dukak ölünce, on yedi-on sekiz yaşlarındaki Selçuk Bey subaşı oldu. Genç yaşına rağmen yüksek mevkilere ulaşan Selçuk Beyin devamlı artan bir itibara sahip olması, Yabgu ve hanımını telaşlandırdı. Onu başlarından atmak için çare aramaya başladılar. Öldürülmekten çekinen Selçuk Bey, kabilesiyle birlikte oradan ayrıldı. Güney yoluyla muhtemelen 985’lerde Seyhun Nehri kenarında bulunan Cend şehrine geldiler. Bölge ve şehir, İslam ülkelerine geçişte sınır durumundaydı.
Selçuk Beyin idaresindeki Türkler, kısa zamanda İslamiyeti kabul ettiler. Bu durum Yabgu ile aralarını iyice açtı. Selçuk Bey, Yabgu’nun haraç memurlarını kovdu ve istiklalini ilan etti. Selçuk Beyin bağımsızlığını ilan edip, Yabgu’ya haraç vermeyerek, Müslüman olmayanlarla mücadeleye girişmesi, çevrede tanınıp, itibar kazanmasına yol açtı. Oğuz Yabgu’suna karşı olan Türkler, etrafında toplandı. Müslümanlardan da destek alan Selçuk Bey, Müslüman olmayan Türkler üzerine yaptığı gazalarla şöhret kazandı. Onun bu şöhreti, Maveraünnehr’de üstünlük sağlamaya çalışan Müslüman devletlerden biri olan Samanilerle anlaşmasını sağladı. Samani sultanı, Selçuk Beye, devlet sınırlarını diğer Türk akınlarına karşı korumasına kaşılık, Buhara yakınlarındaki Nur kasabasına yerleşme izni verdi.
Selçuk Bey; Mikail, Arslan, İsrail, Yusuf ve Musa adındaki oğullarıyla Büyük Selçuklu Devletinin temelini atıp, Tuğrul ve Çağrı adında iki torun bırakarak yüz yaşlarında vefat etti. Selçuk Beyin büyük oğlu ve Tuğrul Bey ve Çağrı Beyin babası olan Mikail, babasının sağlığında ölmüştü. İkinci büyük oğlu olan Arslan Bey, babasının yerine geçti. Yabgu ünvanını alarak, Selçuklular da denilmeye başlayan ailesini teşkilatlandırdı. Karahanlıların Samani Devletine son vermesi üzerine, Özkend’den kaçan Samani şehzadelerinden İsmail Muntasır’ın Arslan Yabgu’ya sığınması, Karahanlılarla aralarının açılmasına sebep oldu. Arslan Yabgu komutasındaki Selçuklular, Karahanlılar karşısında başarılı savaşlar yaptılar.
Selçukluların güçlenmesi, bölgenin hakimi Karahanlılar ile Gaznelileri zor durumda bıraktı. Karahanlı-Gazneli işbirliğiyle 1025’te Arslan Yabgu, Gaznelilerce yakalanıp, Hindistan’daki Kalencer Kalesine hapsedildi. Bu olaydan sonra Selçuklularla Gazneliler arasında açık bir mücadele başladı. Onun esareti yıllarında Selçuklular, ortak hükümdar sistemiyle idare edildi. Musa’yı yabguluğa, Yusuf’un oğlu İbrahim’i de yınallığa getirdiler. Mikail’in oğulları Çağrı ve Tuğrul beyler, amcalarının hakimiyetlerini tanımakla beraber, ayrı bölgelerde yaşamaya başladılar.
Yetenkli süvarilerden meydana gelen Selçuklular, kalabalık hayvan sürüleri ve atları için bol otlaklı, geniş yaylalar aradılar. Bu gayeyle zaman zaman komşuları Karahanlılar ve Gaznelilerin sınırlarına taşıp, yerli halkın şikayetlerine sebep oldular. Onların bu halini kendileri için tehlikeli gören Karahanlılar, Selçuklu ailesi içinde karışıklık çıkarmak istedilerse de başarılı olamadılar. Üzerlerine kuvvet gönderildi. Hatta Yusuf Bey öldürüldü. Musa Yabgu ile birleşen Tuğrul ve Çağrı beyler, Karahanlı kuvvetlerini yenerek, Yusuf Beyin intikamını aldılar. Siyasi durum iyice gerginleşti. Bölgede değişiklikler oldu. Bir baskınla Selçuklular bir hayli zayiata uğratıldılar. Bunun üzerine Çağrı Bey, dağılan Selçuklulardan üç bin kişilik bir süvari kuvvetiyle, Gazneli mukavemet mevkilerini aşarak Doğu Anadolu sınırlarına kadar gitti. Van Gölü havzasından kuzeyde Tiflis’e kadar uzanan bölgede keşif hareketi yaptı. Ermeni ve Gürcü kuvvetlerini mağlup ederek, bölgenin otlak ve yaylaklarının keşfiyle gerekli siyasi, etnik, kültürel ve askeri stratejik bilgileri topladı. Bizans şehirlerine girdi. Bol ganimetle geri döndü. Keşif hareketi neticesinde, bölgenin Selçukluların yerleşmesine müsait olduğunu tespit ederek Tuğrul Beye rapor verdi. Tuğrul Bey de, ortalığın yatışması için çöle çekilmişti.
Selçukluların esir yabguları Arslan, 1032 senesinde Hindistan’da hapsedilmiş bulunduğu Kalencer Kalesinde vefat edince, Gaznelilerle münasebet daha da bozuldu. Musa Yabgu ile yeğenleri Çağrı ve Tuğrul beyler kumandasındaki Selçuklu ve Türkmen kuvvetleri, bölgenin en stratejik mevkiinde yer alan ve Gaznelilere ait olan Horasan’a, ani bir taarruzla girerek; Merv, Nişabur ve Serahs havalisini ele geçirdiler. Gazne Sultanı Mes’ud, Selçukluları tanımak mecburiyetinde kaldı. Musa Yabgu’ya, Tuğrul ve Çağrı beylere bulundukları yerlerin valiliklerini verdi. 1035 yılında yapılan bu antlaşma, dört ay gibi kısa bir müddet devam etti. Yeniden başlayan Gazneli-Selçuklu mücadelesi, daha da şiddetlendi. Selçuklular, hafif süvari kuvvetleriyle, Gaznelilerin fillerle takviye edilmiş ağır techizatlı, çoğu piyadeden meydana gelen ordusuna, gerilla harpleriyle çok kayıp verdirdiler. 1038 senesinde Serahs civarında yapılan muharebede, Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Gazneli Sultan Mes’ud büyük bir devlet adamı, cesaretli bir kumandan olmasına rağmen, bu yenilgiden sonra Nişabur’u Selçuklulara terk edip, kesin netice alınacak büyük muharebeyi devamlı geciktirdi. Tuğrul Beyin üvey kardeşi İbrahim Yınal, 1038’de Nişabur’u alıp, Tuğrul Bey adına hutbe okuttu. Nişabur’a gelen Tuğrul Beyi muhteşem bir törenle karşıladı. Tuğrul Bey Sultanü’l-Muazzam, Çağrı Bey de Melikü’l-müluk ünvanını aldılar. Büyük Selçuklu Devletinin kuruluş ve istiklalini ilan ettiler. Selçuklu-Gazneli mücadelesi 23 Mayıs 1040 Dandanakan Meydan Muharebesi ve Selçukluların üstünlüğü ele almasıyla neticelendi. (bkz. Dandanakan Savaşı)
Dandanakan’ın muzaffer başkumandanı Çağrı Bey, zafer sonrasında verilen toy, yani büyük ziyafette üstün idarecilik vasfı ve keskin siyasi zekasını takdir ettiği kardeşi Tuğrul Beyi Selçuklu Sultanı ilan etti. Merv başşehir yapıldı. Toplanan kurultayda fethedilecek yerlerle, idareciler tespit edildi. Ceyhun ile Gazne arasındaki bölge Çağrı Beye, Bust-Sistan havalisi Musa Yabgu’ya, Nişabur’dan itibaren bütün batı bölgeleri Tuğrul Beye verildi. Çağrı Beyin oğlu Yakuti ile İbrahim Yınal, batı cephesinde vazife aldılar. Hanedandan Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış, Cürcan ve Damgan’a, Çağrı Beyin oğlu Kara Arslan Kavurd ise, Kirman havalisine tayin olundular. Vazife taksiminin ardından kısa zamanda; kuzeyde Harezm dahil, Maveraünnehr, Sistan, Mekran bölgesi, Kirman ve civarı, Hürmüz Emirliği hatta Arabistan Yarımadasında Umman ve dolayları ile Cürcan, Badgis, Huttalan tamamen zaptedildi. Tuğrul Bey, Taberistan, Kazvin, Dihistan, İsfehan, Nihavend, Rey ve Şehrezur’u alarak devletin sınırlarını genişletti. 1046’da Gence, 1048’de Erzen, Karaz, Hasankale, Erzurum ve havalisindeki Gürcü, Ermeni ve Bizans orduları mağlubiyete uğratıldı.
Henüz yeni kurulan devlet kısa zamanda, Büveyhilerin işgalindeki Bağdat hariç, bölgedeki bütün İslam topraklarına hakim oldu. Sultan Tuğrul, Büveyhilerin işgalindeki halifelik merkezi olan Bağdat’ı kurtarmak için Abbasi Halifesi el-Kaim bi-Emrillah’ın davetiyle 17 Ocak 1055’te Bağdat’a girdi. Halifenin, alimlerin ve sünni Müslümanların büyük hüsn-i kabulüyle karşılanan Tuğrul Bey, Büveyhi Hükümdarlığını yıkarak Abbasi halifeliğini yeniden ihya etti. İslam aleminin takdirini kazanıp, büyük iltifatlara kavuştu. Halifeliğe karşı yapılan Fatımi saldırılarını bertaraf etti. Halifelik makamına ve Bağdat şehrine hizmetinden dolayı 25 Ocak 1058’de Tuğrul Beye iki altın kılıç kuşatan halife, onu, doğunun ve batının hükümdarı ilan etti. Selçuklu sultanının, halife tarafından “Dünya hakanı” ilan edilmesi, Türklere büyük itibar kazandırdığı gibi, alplik ruhunu okşayarak İslam dininin cihad emrine daha fazla sarılmalarına yol açtı. Aynı sene Tuğrul Bey, tahrikler sebebiyle isyan eden üvey kardeşi İbrahim Yınal’ı cezalandırdı. Çağrı Bey, yetmiş yaşlarında 1060’ta, Tuğrul Bey ise, 1063’te yetmiş yaşında vefat etti. Tuğrul Bey, devletini sağlam temeller üzerine oturtarak, sınırlarını Ceyhun’dan Fırat’a kadar genişletti. Anadolu üzerine yaptırdığı akınlarla, Bizans idaresinde bulunan bölgenin Türk yurdu olması için ilk harcı koydu.
Tuğrul Beyin oğlu olmadığından, Çağrı Beyin oğlu Alparslan Selçuklu sultanı oldu. Başa geçer geçmez amcasının veziri Amidülmülk’ü görevden alarak, yerine Nizamülmülk’ü tayin etti. Sultan Alparslan, tahta geçmek iddiasında bulunan diğer rakiplerini bertaraf ettikten sonra, batıya yönelerek fetihlere başladı. Kafkaslardan dolaşıp mahalli küçük krallıkları itaati altına aldı. Doğu Anadolu’nun Kuzeydoğu ucundaki meşhur Ani Kalesini 1064’te fethederek, 16 Ağustos 1064’te Kars’a girdi. Ani, Hıristiyan aleminin kutsal yerlerinden biriydi. Bu fetihler İslam aleminde büyük sevinç kaynağı oldu ve Halife Kaim bi-Emrillah, Alparslan’a, “fetihler babası”, yani çok fetheden manasına gelen “Ebü’l-Feth” lakabını verdi. Sultan, 1065 senesi sonlarında doğuya yönelerek Üst-Yurd ve Mangışlak taraflarına yürüdü. Başarı ile biten seferin sonunda; ticaret yollarını vuran Kıpçaklar ve Türkmenler itaat altına alındı.”
Alparslan, 1067 senesinde Kirman meliki olan kardeşi Kavurd’un isyanıyla karşılaştı. Bu isyanı kısa sürede bastırdı (bkz. Kirman Selçukluları). Öncelikle Müslümanlar arasında birliğin teminini arzu eden Sultan Alparslan, Bahreyn taraflarındaki Karmati sapıkları ve Önasya’daki Şii-Fatımi kalıntılarını temizlemek için harekete geçti. Şii-Fatımi baskısının İslam ülkeleri üzerinden kalkmakta olduğunu gören Mekke şerifi, Alparslan’a itaatini arz ederek, hutbeyi Abbasi halifesi ve Sultan Alparslan adına okumaya başladı. Doğu ve Batıda sistemli bir şeklide yapılan fetih hareketleri; 1067 senesinde Anadolu’da başlatılan yıpratma ve yıldırma akınları, 26 Ağustos 1071’deki Malazgirt Savaşına kadar devam etti. Malazgirt Zaferiyle Selçuklulara kapıları açılan Anadolu, Türkiye Türklerinin istikbaldeki yurdu durumuna girdi.
Malazgirt Zaferi sonrasında, Bizans imparatoru Diogenes ile yapılan antlaşma, tahttan indirildiği için tatbik edilemedi. Sultan Alparslan, antlaşmanın silah zoruyla tatbikini kumandan ve beylerine emrederek, bütün Anadolu’nun fethini istedi. Selçuklu emrindeki Türkmen boyları, Orta Asya’dan batıya sevk edilerek, Doğu Anadolu’daki Bizans hududuna gönderildi.Selçukluların gaza akınlarına karşı koyamayan Bizans kale ve garnizonları, Türklerin eline geçti. Türk akınları, Marmara Denizi sahillerine kadar uzandı ve fethedilen Anadolu, iskan edildi. Anadolu’nun Türkleşip, İslamlaşması için gerekli bütün tedbirler alındı. Sultan Alparslan, çıktığı Maveraünnehr Seferinde, esir alınan bir kale kumandanı tarafından şehit edildi.Türk tarihinin büyük sultanlarından olan Alparslan, enerjisi, disiplini, yiğitliği ve adaletiyle temayüz etmişti. (Bkz. Alparslan)
Sultan Alparslan vefat ettiğinde, devlet toprakları, doğuda Kaşgar’dan, batıda Ege kıyıları ve İstanbul Boğazına, kuzeyde Hazar-Aral arasından, güneydeYemen’e kadar olan bir bölgeye yayılmıştı.
Alparslan’ın yerine oğlu ve veliahtı Melikşah, Selçuklu sultanı oldu. Sultanlığını tanımayan amcası Kavurd ile Kerez’de yapılan savaşı kazanan Melikşah birkaç gün sonra Kavurd’un ölümüyle devlet içinde asayişi kısa sürede sağladı. İç işlerini halleden Melikşah, taht mücadelesinden faydalanarak Selçuklu hududlarına hücum eden Gaznelilerle Karahanlılara karşı sefere çıkıp onları anlaşmaya mecbur etti.
Doğu sınırlarını garantiye alanSultan Melikşah, babasının veziri ve kendisinin de hocası olan sapık ve batıni akımlara karşı sünniliğin müdafaası için Nizamiyye Medreselerini kuran Tuslu Nizamülmülk Hasan’dan vezirliğe devam etmesini istedi. Bu sayede Selçuklu Devletine veİslam dinine çok hizmet etmesine sebep oldu.
Sultan Melikşah, çok halim-selim, affedici, fakat devlet ve millet işlerinde ciddi, müstesna bir şahsiyetti. Devrinde bozkırlardaki Türk boylarını, bütün İran’ı, Arabistan’ı, Suriye ve Filistin’i idaresi altına aldı. Anadolu’nun fethi üzerinde hassasiyetle durup, babasının vazifelendirdiği amcaoğlu Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve Türkmen beylerinden Alp İlig, Artuk Bey, Mansur, Dolat gibi komutanlarla fütuhatı sürdürdü. Selçuklu kumandanları, Bizans’ın Türklere karşı kurduğu Ölmezler adlı askeri birlikleri mağlup ettiler. Artuk Bey, Bizans kuvvetlerini 1074’te Sapanca çevresinde mağlup ederek, 100.000’den fazla Türk’ü, İzmit’ten Üsküdar’a kadar olan sahaya yerleştirdi.
Kutalmışoğlu Süleyman Şah, güneydoğu harekatıyla, Adana dolaylarını fethetmekle meşguldü. Fırat’ı geçerek Çukurova, Maraş, Tarsus, Antep ve Urfa’ya dağılan Ermeni ve ücretli Frank askerlerini Antakya’da; Gümüştigin de Nizip, Âmid ve Urfa civarında Bizans kuvvetlerini mağlup ettiler.
Artuk Bey, Sultan Melikşah’ın emriyle Doğu harekatını idare etti. 1074-1077 seneleri arasında Sivas, Tokat, Çorum havalisini, Yeşilırmak ve Kelkit havzalarını ele geçirdi. Artuk Beyden sonra yerine Danişmend Gazi geçerek, Amasya ve civarını Karadeniz’e kadar aldı. Mengücük Gazi, Şarki Karahisar, Erzincan ve Divriği havalisini; Ebü’l-Kasım da, Erzurum ve Çoruh bölgesini fethetti.
Orta, Kuzey-batı ve Batı harekatını Süleyman Şah idare edip, Bizanslılarla mücadele ve onların asi kumandanlarıyla ittifak yaptı. Bizanslılar, Balkanlar’daki iktidar mücadelesi ve iç hadiseler üzerine Selçuklulardan yardım istediler. Yardım talepleri Selçukluların menfaatleri doğrultusunda karşılandı. Süleyman Şah, İznik’e yerleşerek, bu şehri Türkiye Selçukluları Devletinin merkezi yaptı. Selçuklular, Anadolu’da sahil şehirleri dışında Toroslar ve Çukurova’dan Üsküdar’a kadar bütün bölgeye yerleştiler. Bu durum karşısında Avrupalılar Çin’e elçilik heyeti göndererek, Selçukluların doğudan tazyik edilmesini istediler. Ancak müracaatları neticesiz kaldı.
Diyarbekir bölgesinin fethi için Selçuklu seferleri, Fahrüddevle Cüheyr’in İsfehan’a gelmesiyle başladı. Fahrüddevle, buradaki Şii itikadlı Karmatilerin yola sokulması için hareket eden Artuk Bey ve bağlı kuvvetlerle beraber Diyarbekir’e doğru yola çıktı.
Fahrüddevle’nin kumandanlığındaki birlikler, çevredeki Mardin, Hasankeyf, Cizre ve daha otuz kadar kaleyi ele geçirdi. Diyarbekir, Fahrüddevle’nin oğlu Zaimüddevle ve emrindeki kuvvetlerin 4 Mayıs 1085’te şehre girmesiyle düştü ve Mervaniler Devleti ortadan kalktı.
Musul’un fethine memur edilen Aksungur ve diğer Türkmen emirleri şehre harpsiz girdiler. Fethi müteakip Musul’a gelen Melikşah, büyük bir törenle karşılandı. Musul emirliğine Şerefüddevle’yi tayin etti.
Sultan Alparslan zamanından beri Suriye ve daha güneye yürüyen meşhur Selçuklu kumandanlarından Atsız, seferlerini Melikşah zamanında da sürdürdü. Uzun süre muhasara ettiği Dımaşk’ı 1076 Martında Selçuklu topraklarına kattı. Dımaşk’ın alınmasından sonra camilerde okunan Şii-Fatımi ezanını yasaklayarak Cuma hutbesini Halife Muktedi ve Sultan Melikşah adına okuttu. Daha sonra Selçuklu Devletinin “Fatımi Devletinin ortadan kaldırılması” politikasına uygun olarak, Mısır’a doğru sefere devam etti. Fakat muvaffak olamadı ve başarısızlığı Suriye emirliğinden alınmasına sebep oldu. Yerine Melikşah’ın kardeşi Tacüddevle Tutuş getirildi.
Sultan Melikşah, kardeşi Tutuş ile Kutalmışoğlu Süleyman Şahın mücadelesi üzerine 1086’da İsfehan’dan hareket ederek Suriye’de asayişi yeniden tesis etti. Halep valiliğini Aksungur’a, Urfa’yı Bozan’a, Antakya’yı da Yağısıyan’a verdi. 1087 senesinde Sultan Melikşah, Süveydiye kıyılarından Akdeniz’e ulaştı. Böylece Uzak-doğudan Orta-doğuya kadar hakimiyet kurdu. Dönüşte hilafet merkezi olan Bağdat’ı ziyaret etti. Halife Müktedi tarafından iki kılıç kuşatıldı ve 25 Nisan 1087’de “Dünya hükümdarı” ilan edildi.
Selçukluların İslama ve insanlığa hizmeti sayesinde kısa zamanda genişlemesi, düşmanlarını hızlı bir faaliyet içine soktu. Bizanslılar ve sapık fırkalara karşı mücadele eden alim ve kumandanlar suikastla öldürülüyordu. 1092 senesinde, önceSelçukluların meşhur veziri Nizamülmülk, Hasan Sabbah’ın fedailerinden bir batıni tarafından; arkasından Sultan Melikşah Bağdat’ta zehirlenerek şehit edildiler.
Melikşah’ın ölümüyle başlayan saltanat mücadelesinde Şam Meliki Tutuş, derhal sultanlığını ilan etti. Bu arada Melikşah’ın hanımı Terken Hatun da küçük oğlu Mahmud’u sultan ve torunu Cafer’i halifenin veliahtı yapmak için bütün kuvvetiyle uğraştı ve 1092’de Mahmud’un saltanatını ilan ederek, namına hutbe okutmaya muvaffak oldu. Yine bu arada taraftarlarıyla Rey’e çekilen Berkyaruk da sultanlığını ilan etti ve Terken Hatunun üzerine gönderdiği orduyu Burucerd’de bozguna uğrattı. Terken Hatunun Gence meliki İsmail’i tarafına çekmesi de bir fayda sağlamadı.
Terken Hatunun bir suikast neticesinde öldürülmesiyle saltanat mücadelesi Tutuş’la Berkyaruk arasında kaldı. Tutuş, Rey üzerine yürüdüyse de 1093 yılında vuku bulan uzun mücadeleler esnasında birçok emir Berkyaruk tarafına geçti. Bu sayede Berkyaruk karşısındaki orduyu bozguna uğrattı. Ayrıca Tutuş’un ölümüyle bütün rakiplerini bertaraf ederek adına Bağdat’ta hutbe okundu.
Sultan Berkyaruk zamanında Selçuklu Devleti; a) Irak ve Horasan, b) Suriye, c) Kirman, d) Türkiye Selçukluları olmak üzere dörde bölündü. Ayrıca Doğu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Türkmen beylikleri ve Atabeglikler ortaya çıktı. Berkyaruk, parçalanan Selçuklu İmparatorluğunu toplamaya başladığı bir sırada Haçlı orduları da Suriye’ye geldiler. Berkyaruk, Haçlılara ve onların Antakya Muhasarasına karşı Kürboğa’yı ve Artuklu beylerini sefere memur etti. Anadolu’dan geçen Haçlılar, Suriye’ye vardıkları zaman sayıları oldukça azalmıştı. Ancak İslam davasına ihanet eden Şii-Fatımilerin, Sünni Müslümanlara karşı Haçlılarla ittifak etmeleri, ayrıca Suriye emirleri arasındaki emniyetsizlik ve rekabetler, Tutuş’un oğlu Dukak ile birlikte Suriye kuvvetlerinin haber vermeden çekilmesi, Frenklerin taarruza geçerek, Türkleri bozguna uğratmalarına sebep oldu. Neticede ilerlemeye devam eden Haçlılar, Antakya’yı işgalden bir sene sonra Kudüs’ü ele geçirip, şehirde meskun olan yetmiş bin Müslüman ve Yahudiyi hunharca katlettiler.
Bu arada Gence meliki ve kardeşi Muhammed Tapar, Berkyaruk’a saltanat iddiasıyla isyan etti. Berkyaruk, 1100 senesinde Sefidrud’da mağlup olmasına rağmen, Muhammed Tapar’ı arka arkaya dört defa bozguna uğrattı. Ahlat’a sığınan Muhammed Tapar, buranın hükümdarı Sülemen’i ve Ani emiri Menuçehr’i hizmetine alarak yeniden savaşa hazırlandıysa da, Sultan Berkyaruk çok kan aktığını memleketin harap, emir ve askerlerin yorgun, hazinenin boş kaldığını, vergilerin tahsil edilemez bir hale geldiğini ve nihayet İslam düşmanlarına fırsat verildiğini beyan ederek, gönderdiği bir elçiyle, kardeşini barışa ikna etti. Böylece 1104’te Âzerbaycan’da Sefidrud hudut olmak üzere Kafkasya’dan Suriye’ye kadar bütün vilayetlerde Muhammed Tapar sultan tanındı. Bağdat, Rey, Cibal, Taberistan, Fars, Huzistan, Âzerbaycan, Mekke ve Medine’nin idaresi de Berkyaruk’ta kaldı.
Büyük Selçuklu Devleti, iki devlete ayrılmak suretiyle Türkiye ile birlikte üç Selçuklu sultanı ortaya çıktı. Lakin bu durum çok sürmedi. Çünkü, Berkyaruk hastalıklı olduğu için 1104 senesinde yirmi altı yaşındayken vefat etti. SultanBerkyaruk, ülkesini düşünen ve milletinin refahı için çalışan bir kimseydi. Ancak kardeş kavgalarının, memleketin birlik ve beraberliğe en muhtaç olduğu bir döneme rastlaması Berkyaruk’u çok üzdü. Buna rağmen fırsat buldukça Haçlı kuvvetleri üzerine asker sevk etmekten ve darbeler vurmaktan geri kalmadı. (Bkz. Berkyaruk)
Berkyaruk’un vefatıyla oğlu Melikşah ile Muhammed Tapar saltanat mücadelesine başladılar. Muhammed Tapar, Bağdat üzerine yürüyerek fazla zorluk çekmeden 1105’te tek başına sultan oldu. Önce amcasının oğlu Mengübars’ın isyanını bastırdı. Daha sonra ülkede uzun zamandır karışıklık çıkaran, anarşiyi tahrik eden Batınilere karşı mücadele etti. 1107’de Batınilerin merkezi olan Alamut Kalesi kuşatıldı ve çok sayıda Batıni öldürüldü. Selçuklular arasındaki karışıklıklardan istifade eden Haçlılar, Birinci Haçlı Seferi sonunda Suriye’de Haçlı devletleri kurmaya başladılar. Sultan Muhammed Tapar, bunların üzerine ordular gönderdiyse de, kumandanlar arasında tam anlaşma sağlanamadığından kesin sonuca gidilemedi. Sefer kumandanı Emir Mevdud, Şam Ümeyye Camiinde bir batıni tarafından öldürüldü. Sultan, Haçlılara karşı Aksungur’u kumandanlığa getirdi. Bu arada kardeşi Sencer’i Suriye ve Horasan’daki Batınilere karşı mücadele etmekle vazifelendirdi. Alamut üzerine de bir ordu gönderdi. Sultan Muhammed Tapar’ın 1118’de vefatı sebebiyle bu fesad ocağı ortadan kaldırılamadı. Sultan Muhammed Tapar, İsfehan’da yaptırdığı medresenin bahçesine defn edildi.
İleri gelen devlet adamları, Muhammed Tapar’ın henüz küçük yaştaki oğlu Mahmud’u tahta geçirdilerse de, Melikşah’ın oğlu ve Horasan meliki olan Sencer, yeğeniMahmud’un sultanlığını kabul etmeyerek, saltanat iddiasında bulundu. 14 Ağustos 1119 tarihinde yapılan Save Savaşını kazanarak sultanlığını ilan eden Sencer, yeğenine evlad muamelesi yaptı ve kendi hakimiyetini tanımak şartıyla Rey hariç, batı ülkelerinin hakimiyetini ona bıraktı. (Bkz. Irak Selçukluları)
Sultan Sencer, batı işlerinden çok doğu ile uğraştı. Gaznelilerle savaştı. Karahanlıları kendisine bağladı. Zamanı, Selçukluların son parlak devriydi. Bu arada Büyük Selçuklu Devletini iki büyük tehlike tehdit ediyordu. Bunlardan birisi batıdan Anadolu ve Suriye’ye saldırmakta olan Haçlılar, diğeri doğudan gelen ve devletin doğu sınırlarını zorlayan Karahitaylardı. Sultan yalnız bu ikinci tehlikeyle uğraştı. Doğu Karahanlılar Devletini yıkarak Seyhun boylarını zorlayan Karahitaylarla çarpışan Sencer, onlarla 10 Eylül 1141 senesinde yaptığı Katvan Meydan Muharebesini kaybetti. Bu muharebeden sonra Seyhun Nehrine kadar olan topraklar Karahitayların eline geçti. Katvan Meydan Muharebesiyle Büyük Selçuklu Devleti tarihinde yeni bir devir başladı ve Selçuklu ülkesi Müslüman olmayan Türk ve Moğol birliklerinin istilasına uğradı.
Sultan Sencer’in bu mağlubiyetinden istifade etmek istiyen Gur hükümdarı Alaeddin Hüseyin, yıllık vergiyi vermemek, sultanlık peşinde koşmak gibi davranışlarla Sencer’e olan tabiliğinden kurtulmaya çalışıyordu. Zaten sınırlarını fazla genişletmesi, bölgenin kuvvet dengesini bozmakta ve bu durum Sultan Sencer’i endişeye düşürmekteydi. Büyük kuvvetlere sahip olan Gurlular üzerine yürüyen Sultan Sencer, Haziran 1152’de yaptığı muharebede Gur ordusunu mağlup ederek Katvan’da kaybedilen itibarı yeniden sağladı.
Gur galibiyetinden sonra erişilen ihtişam fazla uzun sürmedi. Vergi tahsili sırasında yapılan haksızlık yüzünden kendi soyundan olan Oğuzlarla bazı emirler arasındaki ihtilaflar gittikçe büyüdü. Sultan Sencer, bir kısım ümeranın ısrarı ile göçebe Oğuzların üzerine yürümek mecburiyetinde kaldı. 1153 senesi Mart ayında Belh civarında Oğuzlarla yapılan muharebeyi Selçuklular kaybettiler. Bu ağır mağlubiyetin sonunda Sultan Sencer esir düştü. Oğuzlar, Sencer’e, esir de olsa sultan gözüyle baktılar.
Esir Sultanı kurtarmak için ilk harekete geçen, onu harbe sürükleyen Belh valisi Emir Kumac’ın torunu Müeyyed Ayaba oldu. Sencer, her ne kadar gündüz tahtta oturtuluyor ve zahiri bir iltifat görüyorsa da geceleri demir bir kafeste uyuyordu. Onun adına çok usulsüz işler yapılıyor ve bazı vaadlerde bulunuluyordu. Bu durum karşısında Sencer, 1156 senesi Nisan ayında kaçmaya muvaffak oldu. Fakat ağır Oğuz darbesi altında çöken, iç huzursuzluk ve istikrarsızlığa maruz kalan Büyük Selçuklu Devleti, kendini toplamaya muvaffak olamadı. Her ne kadar tabi beyler, Sencer’e kurtuluşundan dolayı memnuniyetlerini ve bağlılıklarını bildirmişlerse de, Selçuklu kumandanları arasındaki mücadele Sultana gerekli imkanı sağlamadı. Sencer, 9 Mayıs 1157 senesinde yetmiş üç yaşında vefat etti. Merv’de daha önce yaptırdığı Darü’l-Apir’de defnedildi. Onun vefatından sonra Büyük Selçuklu Devletinin İran, Irak, Suriye ve Anadolu’daki parçaları, Selçuklu Hanedanına mensup kişilerce idare edilip, on dördüncü asra kadar devam edenler oldu.
Devlet teşkilatı: Selçukluları meydana getiren Oğuzlar, Orta Asya’dan Maveraünnehr ve Horasan’a gelince bütünüyle İslamiyeti kabul ettiler. Müslüman olmalarıyla eski bozkır kültürünün İslamiyete aykırı olmayan unsurlarını müesseselerinde sentezleştirdiler. Türk devlet geleneğinin esasını teşkil ettiği Selçuklu devlet teşkilatı; Karahanlı, Samanlı, Gazneli ve Abbasi devletleri teşkilatından geniş ölçüde faydalanmış ve bunları kendi bünyesinde mükemmel bir surette uygulamıştır.
Hükümdar: Töre ve müesseselerin tanıdığı haklarla devletin tek hakimidir. Sultan ünvanlı hükümdarlara umumiyetle Sultanülazam denilirdi. Türklerdeki Hakan veya Kağan, batıdaki imparator kelimelerinin karşılığıdır. Sultan, Türkçe adının yanında İslami ad da taşırdı. Halife tarafından künye ve lakab da verilirdi. Sultan merkezde oturur, ülke toprakları hanedan mensuplarınca idare edilirdi. Merkeze bağlı beylik ve atabeglikler vardı. Sultanın hakim olduğu ülkelerde adına hutbe okunur ve para basılırdı. Fermanlara ve divanın kararlarına büyük sultanın imzası yerine tuğra çekilip, tevkii (nişan) yazılır ve emir ondan sonra yürürlüğe girerdi. Harplerde ve devlet ileri gelenleriyle yaptığı seyahatlerde, hakimiyet işareti olarak başının üstünde atlastan veya altın sırmalı kadifeden yapılmış çetr (hükümdar şemsiyesi) tutulurdu. Çetre, sultanın ok ve yaydan meydana gelen armaları işlenirdi. Hükümdarlık sarayının kapısında veya saltanat çadırının önünde, namaz vakitlerinde, günde beş defa nevbet (mehter) çalınırdı. Sultan, haftanın belirli günlerinde devlet ileri gelenleriyle yüksek mevkili memur ve kumandanları huzuruna kabul edip, memleket meselelerini görüşür ve ahalinin halinden haberdar olurdu.
Saray teşkilatı: Sarayda sultanın ailesi ve maiyeti otururdu. Saray teşkilatı ve teşrifatçılık önceleri Oğuz töresine göre yapılırken, sonraları İslami hüviyet kazandı. Sarayda, sultanla divanlar arasındaki irtibatı Hacibü’l-hacib denilen Hacib sağlar; örfi meselelerin hallinde kadıya da yardımcı olurdu. Hacibler, sultanın itimad ettiği şahıslar arasından seçilirdi.
Emir-i candar; saray muhafızlarının başı olup, maiyetindeki hassa birlikleriyle sarayın ve sultanın emniyetini sağlamakla vazifeliydi. Silahdar; merasimlerde sultanın silahlarını taşıyıp, silahhanedeki muhafızların amiriydi.
Emir-i alem; sultanın “Rayet-i Devlet” denilen bayrağını, saltanat sancaklarını taşımak ve muhafaza etmekle vazifeliydi. Emir-i alemin maiyetinde alemdarlar vardı. Yasacı; bayrak ve nevbet takımını muhafaza ve idare ederdi.
Camedar; sultanın elbiselerinin muhafızıydı. Emir-i meclis; sultanın ziyafetlerini hazırlatıp, teşrifatçılık yapardı. Emir-i çeşnigir; sultanın yemeklerini hazırlayan ve sofra hizmetlerini yapan çaşnigirlerin amiriydi. Şerabdar-ı has; sultanın şerbetlerini hazırlamak, haftanın belirli günlerinde toplanan mecliste ve yemeklerde hizmetle vazifeliydi. Serhenk (Çavuş); merasimlerde ve sultanın seyahatlerinde yol açardı. Ayrıca, Abdar, Emir-i Âhur, Üstadüddar, Vekil-i Has, Emir-i Şikar, Bazdar ve Nedimler de sarayda vazifeli kimseler arasındaydı.
Hükumet: Devleti idare etmek için işler divanlarda yürütülürdü. Büyük divan denilen divan-ı saltanatta devletin umumi işleri görüşülüp, yürütülürdü. Selçuklularda büyük divandan başka devletin mali, askeri, adli ve diğer işlerine bakan divanlar da vardı. Divan başkanı, sultanın mutlak vekili olan Sahib, Sahib-i divan ve Hace-i büzürg de denilen vezirdi. Vezir bir tane olup, alamet olarak destar (sarık) ve altın divit verilirdi. Vezirin diviti, Devatdar’da olup, aynı zamanda sır katipliği de yapardı.
Selçuklularda, İstifa divanı; mali işlerle alakadar olup, en önemli azasına Müstevfi denirdi. Tuğra divanı; ferman, berat, menşur, name, mektup dahil, yazışmalara tuğra çekerdi. İşraf divanı; Müşrif-i memalik de denilen müşrifin amirliğinde umumi teftiş yapardı. Divan-ı arz’a, Arzü’l-ceyş başkanlık ederdi. Emir-i ariz de denilen bu zatın reisliğindeki teşkilat, milli savunma hizmetleri ve ordunun ihtiyaçlarını karşılamakla vazifeliydi. Şehzadelerin yetişmesiyle alakadar olan atabegler eyalet merkezlerinde güvenlik hizmetleriyle ilgilenen ve şıhne (veya şahne) denilen askeri valiler, mülki idareden mesul olan amiller ve zabıta hizmetleriyle emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker görevini üstlenmiş olan muhtesipler de hükumet teşkilatı içinde yer alırdı.
Adli teşkilat: Adliye, şer’i ve örfi kaza olmak üzere ikiye ayrılırdı. Şer’i davalara kadılar (kadılar) bakardı. Kadı’l-kudat denilen baş kadı, Bağdat’ta bulunur, merkezde mahkeme başkanlığı yapardı. Baş kadı, diğer kadıları da teftiş ederdi. Kadılar, şer’i davalar, tereke(miras), hayrat ve vakıf işlerine bakarlardı. Selçuklu Türkleri,Hanefi olduklarından, davalar ve meseleler bu mezhebin hükümlerine göre halledilirdi. Yanlış bir karar verilmişse, öteki kadılar durumu sultana bildirerek, düzeltme yapılır, hatanın önüne geçilirdi. Kadıların yetişmesine çok dikkat edilirdi.
Örfi mahkemelerin başında Emir-i dad denilen adalet emiri bulunurdu. Bunlar; devlete, kanunlara ve emirlere karşı gelenlerin davalarına, siyasi suçlara bakarlardı. Bir nevi olağanüstü mahkemeler demek olan Divan-ı mezalim’e başkanlık ederlerdi. Kazaskerler (Kadıaskerler), ordu mensuplarının davalarına bakardı. Dine aykırı görülen her harekete muhtesip, anında müdahale ederdi. Adliye mensupları, bağımsız olup, büyük ve eyalet divanlarına bağlı değildiler.
Ordu: Devletin temeli olan ordu, Hassa ordusu ve Timarlı sipahilerden meydana geliyordu. Sarayda hususi olarak yetiştirilip, doğrudan sultana bağlı olan Gulaman-ı saray askerleri çeşitli milletlerden seçilirdi. Bunlar senede dört defa maaş alırlardı. Hassa ordusu; melik, vali, vezir ve diğer yüksek rütbeli devlet memurlarının emri altında, her an harekete hazır askerler olup maaşlıydılar.
Sipahiler, süvari kuvvetleriydi. Sipahi ordusu mensuplarından her biri, devletin çeşitli bölgelerinde kendilerine tahsis edilen toprakların (ikta=dirlik) gelirlerinden geçimlerini sağlıyordu. Selçuklular, askeri iktalar sayesinde, maaş ödemeden bir orduyu beslemiş, mühim bir Türkmen nüfusunu toprağa ve devlete bağlayarak iskan etmişti. Bu sayede istihsalin artmasını, halk ile hükumet arasında yeni askeri ve idari bir kadronun kurulmasını temin etmişti. Bin süvariden fazla asker besleyen ikta sahipleri vardı. Büyük Selçuklularda ordu mevcudu 400.000’e kadar çıktı. Bunun 46.000’i merkezde, geri kalanı devletin diğer bölgelerine dağılmıştı. İkta sistemiyle, memleket menfaatlerini ahenkleştirip, kudretli bir askeri ve idari teşkilata sahip oldular. Aynı sistem, Osmanlılara da tesir etti. Halk arasından Haşer denilen ücretli askerler de alınırdı. Ayrıca gönüllü Gaziyan ve çeşitli askeri sınıflar da vardı.
Selçuklu ordusunun gezici hastahaneleri ve Çerge denilen hamamları vardı. Orduda hafif silah olarak yay, ok, kılıç, kalkan, mızrak, harbe, sökü, bozdoğan da denilen topuz, gürz, balta, nacak, çekre, zemberek, pala, cevşen ve çokal kullanılırdı. Muhasara silahlarından da külünk, miskap da denilen nakkap, mancınık kullanılırdı. Ordunun silahları ülke içinde en iyi malzeme kullanılarak, sanatında pek mahir ustalar tarafından imal edilirdi. Büyük Selçuklularda deniz kuvvetleri olmamasına rağmen, bağlı devletler de vardı. Ordunun ihtiyacının karşılanması ve meselelerinin halline Divanü’l-ceyş bakardı.
Sosyal hayat: Selçuklularda sınıfsız bir cemiyet hayatı vardı. Sosyal yapı, ortaçağ Avrupasından tamamen ayrıdır. Cemiyet; Selçuklu Hanedanı ve mensupları başta olmak üzere askeri ve mülki rical ile devlet teşkilatı dışında kalan ahaliden meydana geliyorsa da, Avrupa’daki gibi sınıf, Hind’deki gibi kast sistemi mevcut değildi. Hanedan ve devlet ileri gelenlerinin büyük yetkileri olmasına rağmen, şehirde ve köyde yaşayan ahalinin, kanun karşısında hak ve vazifeleri vardı. Şer’i hükümler karşısında herkes eşitti. Köylü hür olup, toprağın has ve ikta oluşuna göre hükumetin himayesi altında çalışırdı. Vergisini verirdi. Mülk, topraklar, veraset yoluyla çocuklara geçerdi.
İktisadi ve ticari hayat: Selçukluların hakim olduğu Horasan, İran, Irak, Anadolu ve diğer Ortadoğu ülkeleri bu devirde iktisadi bakımdan en yüksek seviyeye çıkarak, milletler ve kıtalararası ticarette köprü vazifesi görüyordu. Selçuklu ülkesinin her türlü zirai mahsulün yetişmesine müsait iklim, coğrafi ve tabii zenginliklere sahip olması sayesinde bol mahsul yetişiyordu. Tahıl sıkıntısı çekilmeyip, o günkü şartlarda fiyatı da ucuzdu. Ülke içinde ve dışında, kıtalar ve milletlerarası ticareti emniyetle sağlayan yol ve kervansaraylar yapılmıştı.
Yabancı ülkelerle ticari anlaşmalar yapılıp, çok düşük gümrük tarifesiyle ihracat ve ithalat teşvik edildi. Karada eşkiyanın ve açık denizlerde korsanların tecavüzlerine uğrayan tüccarın zararının, hazineden tazmin edilerek garanti altına alınması ticaretin gelişmesinde çok tesirli oldu. Devletin tüccara garantisi, her türlü emniyet, huzur ve imkanının yanında ayrı bir teşvikti.
Ticaretin gelişmesi, gümrüklerin azlığı, istihsalin bolluğu, otlak ve hayvanların çokluğu sebebiyle, Selçuklu ülkesinde zenginlik ve refah vardı. Bol buğday, pirinç ve pamuk ziraati yapılıyordu. Hayvan çok yetiştirilip, diğer ülkelere satılıyordu. Bakır, demir, gümüş ve dokuma sanayii için şap madeni çıkarılıyordu. Halı, pamuk ve yünlü dokuma denizci örtüleri, ipek kumaşlar, ipek tül ve mendil dokunup ihraç ediliyordu. Kaşihanelerde zarif çiniler imal edilip, Selçuklu eserlerini süslüyordu. Yapılan ve satılan mallar sıkı kontrolden geçerdi. Her zanaat kolu bir lonca teşkilatına bağlıydı. Loncalar, meslek ve erbabını kontrol altında tutardı. Lonca reisine Ahi, ahilerin reisine de Ahi Baba denirdi (Bkz. Ahilik). Bu teşkilat daha sonra Osmanlılara geçti. Esnaf ve tüccar mallarının alınıp satıldığı, tanıtıldığı, mahalli, milli ve milletlerarası pazarlar kurulurdu. Selçuklular, şeker ve nadide eşya alıp, at, halı, ipek ve maden satarlardı. Devletin gelir kaynakları, arazi vergisi olan harac, ziraat vergisi olan öşür, iltizam, ganimet, bağlı ve komşu devletlerin hediye ve yıllıkları idi. Hayat pahalılığı yok denecek kadar az olup, 1056 ile 1131 seneleri arasındaki yetmiş beş senelik fiyat yükselmesinin oranının toplamı yüzde onu geçmemiştir.
İlim: Selçuklular İslamiyete tam bağlı, itikatta ve amelde Ehl-i sünnet mezhebine mensuptular. Türkler ekseriyetle itikatta Matüridi, amelde Hanefi mezhebindendir. Ülkede kısmen de itikadda Eş’ari ve amelde Şafii ve diğer hak mezhep mensupları da vardı. Batıniler gibi sapık fırkalar varsa da, bunlarla alimler ve devlet mücadele halindeydi. Devlet, ilim ve alimlerin yanında olup, gelişmesi için bütün imkanlarını seferber etmişti. Dini tahsil ve terbiyenin yapıldığı medrese, tekke ve zaviyeler ülkenin her tarafında yaygındı.
Selçuklu medreselerinde dini ve fenni bütün ilimler, konunun mütehassısları tarafından okutulurdu. Selçuklular zamanında kıymetli alimler yetişip, hala değerini muhafaza eden orijinal eserler yazıldı. Sofiyye-i aliyyeden, Şafii fıkıh alimi olup, Risale-i Kuşeyriyye sahibi Ebü’l-Kasım Abdülkerim Kuşeyri (986-1074); Et-Teysir Tefsiri müellifi Ebu Nasr Abdürrahim; Şafii fıkıh alimlerinden ve Bağdat’taki Nizamiye Medresesi müderrislerinden Ebu İshak Şirazi (?- 1083); pekçok eser sahibiEbu Meali Cüveyni (?- 1085); İslam alimlerinin en büyüklerinden, pekçok sahada eser sahibi Nizamiye Medresesi Müderrisi İmam-ı Gazali (1059-1111); Nizamiyye müderrisi ve Şafii alimlerinden Fahr-ül-İslam Abdülvahid (?- 1108); Hanefi alimlerinden Kadılkudat el-Hatibi (?- 1079); Te’arruf kitabı şarihi ve Menazil-üs-Sayirin sahibi Şeyhülislam Abdullah-ı Ensari (1005-1088); meşhur Besit, Vesit ve Veciz tefsirlerinin sahibi Vahidi (?- 1075); Hanefi fıkıh ve tefsir alimi Fahru’lislam Pezdevi (1009-1089); Hanefi alimlerinden Cami-u Kebir, Cami-u Sagir, Siyer-i Kebir, Muhtasar-ı Tahavi şerhleri ve Mebsut, Kafi Şerhi, Muhit kitaplarının sahibiSerahsi (?- 1090); Hanefi alimlerinden ve evliyanın büyüklerinden Zinet-ül-Hayat, Menazilü’s-Sayirin ve Menazilü’s-Salikin sahibi Yusuf-i Hemedani (1048-1141); büyük fıkıh ve kelam alimlerinden ve meşhur Milel Nihal kitabı sahibi Şehristani (1076-1153); Şafii fıkıh, hadis ve tefsir alimlerinden ve Me’alimü’t-Tenzil Tefsiri ile Mesabih hadis kitaplarının yazarı Begavi (?- 1122); Şafii alimlerinden ve tefsir ilminin üstadlarından Envarü’t-Tenzil, Tavaliü’l-Envar kitablarının sahibiKadı Beydavi; Kadiri yolunun önderi, fıkıh ve hadis ilimlerinde müctehid Abdülkadir-i Geylani (1077-1166); Nizamülmülk (1018-1092) dahil daha pekçok alim Büyük Selçuklu ve onlara bağlı devletlerde çok hürmet ve himaye görüp, kıymetli eserler vererek insanlığa hizmet etmişlerdir.
Bunları Türkiye Selçukluları devrinde; evliyanın büyüklerinden ve gönül sultanı Mevlana Celaleddin-i Muhammed Rumi (1207-1273) ve oğluSultan Veled (1227-1307); evliyadan Şems-i Tebrizi (?- 1247) takip etmiştir.
Selçuklular, İslami ilimlerin öğretim ve eğitiminin yapıldığı ve zamanın fenni ilimlerinin öğretildiği çeşitli fakültelere sahip, üniversite mahiyetinde büyük medreseler yaptırdılar. En büyüğü, Bağdat’taki Nizamiye Medresesi olup, İsfehan, Nişabur, Belh, Herat, Basra ve Amul’da nümuneleri vardı. Buralarda akli ve nakli bütün İslami ilimler okutulurdu. Medreselerde, mütehassıslarınca okutulan İslami ilimlerin yardımcısı riyaziye (matematik), hey’et (astronomi), hendese (geometri), cebir, fizik, kimya sahalarında derin alimler yetişti. Rasadhaneler kurularak, gök cisimlerinin hareketleri takip edildi ve esaslı takvimler yapıldı. Bu sahalarda, edebi cephesiyle de tanınan Ömer Hayyam, Muhammed Beyheki, Ebü’l-Muzaffer İsferayini, Vasıti, Aca’ibü’l-Mahlukat sahibi Ahmed Tusi ve daha pekçok alim yetişip, kıymetli eserler verdiyse de, on üçüncü asırda İslam ülkelerindeki Moğol tahribatı sebebiyle, bunlardan faydalanma imkanı kaybolmuştur. Yazılan pek kıymetli eserler, Moğolların kanlı çizmeleri altında heba olmuştur.
Selçuklu sultan ve devlet adamlarının destek ve himayesiyle kıymetli edip ve şairler yetişerek çok güzel eserler meydana getirildi. Selçuklu sarayında, devlet teşkilatıyla edebiyat çevresinde umumiyetle Farsça, medrese çevresi Arabça, Selçuklu Hanedanı ve Türkmenler arasında ve orduda da Türkçe konuşulup yazılırdı. Nazım ve nesir sahasında kıymetli kitaplarıyla tanınan meşhur Bostan ve Gülistan sahibi Sa’di-i Şirazi, Ömer Hayyam, Enveri, Lami-i Cürcani, Ebü’l-Me’ali Nahhas, Ebu Tahir Hatuni, Ebyurdi, Habbariyye, Ezraki gibi edip ve şairler, nesir ve nazım eserler verdiler. Gaza ve fetih ruhunu canlı tutan destani eserler yazdılar. İbn-i Hassul’un Risale-i Melikşahiyye, Ebu Tahir-i Hatuni’nin Tarih-i Âl-i Selçuk, Muizzi’nin Siyer-i Fütuh-i Sultan Sencer, Hemedani’nin Unvalü’s-Siyer, İbn-i Funduk Beyheki’nin Meşarib-üt-Tecarib, Zinetü’l-Küttab li Ka’ini’nin Kitab-ı Metahirü’l-Etrak, İmadeddin-i İsfehani’nin Zübdetü’n-Nüsra, İbn-i Cevzi’nin Muntazam, Sıbt İbn-i Cevzi’nin Mir’atü’z-Zaman, İbn-i Bibi’nin El-Evamirü’l-Alaiyye, İbn-i Esir’in Kamil ve Üsüdü’l-Gabe tarih alanında yazılmış eserlerdir. İlmi eserlerde olduğu gibi, edebi ve tarihi eserlerin bazıları, Moğol tahribatı sebebiyle ele geçmemiştir.
Mimarlık ve sanat: Selçuklu mimari ve sanat eserlerinin çoğu birer şaheserdir. Batıniler, Moğollar ve asırların tahribatına rağmen mevcutları dahi mütehassıslarınca hala hayranlıkla incelenmektedir. Selçuklu sarayı, köşk, medrese, cami, mescit, türbe, künbet, kervansaray, ribat, han, çarşı, tıp fakültesi mahiyetinde her biri şifa yurdu olan hastahane, kaplıca, hamam, çeşme, ev, yol, kale, sur, kule, tersaneler ve diğer sosyal, sivil ve askeri eserler belli başlı Selçuklu mimari eserlerini meydana getirir. Kitabe, hat, tezhib, süsleme, minyatür, çini, halı, kilim ve seccadeler ise Selçuklu eserlerine ayrı bir zenginlik kazandırır. Çadır şeklinde yapılan kubbeler de Selçuklu mimari eserlerinin bir başka zerafet ve ihtişam örneğidir. Çadır şeklindeki kubbe, türbelerde çok kullanılmıştır. Sultan, evliya, alim, devlet adamları ve hürmete layık şahıslar adına yapılan muhteşem türbeler ülkenin her tarafında mevcuttu.
İlk Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul beyin Rey’de Künbed-i Tuğrul, İsfehan, Hemedan ve Merv’de diğer sultanların muhteşem türbeleri çok süslü, kıymetli eşya ve mefruşatla doluydu. Bağdat’ta İmam-ı A’zam Ebu Hanife’ye ve Necef’te hazret-i Ali’nin makamına muhteşem türbe ve külliyelerin Sultan Melikşah tarafından yapılması, Selçukluların Sahabe-i kiram, Ehl-i beyt, alim ve muhterem zatlara hürmetlerindendir. Selçuklular, Merv, Rey, İsfehan, Hemedan, Bağdat ve Nişabur’da muhteşem saraylar ve camiler inşa ettiler.
İsfehan ve Bağdat’ta rasathaneler kurularak, miladi Gregorien sisteminden daha sağlam ve hassas olan Celali Takvimi, Sultan Melikşah’ın Celaleddin lakabına nisbetle hazırlandı. İsfehan ve Bağdat’ta, büyük şehirler de dahil ülkenin her tarafında şaheser vasıfta büyük ve muhteşem camiler yapıldı. Selçuklular zamanında iki bin kişinin namaz kılabileceği yirmi bin kişinin vaz dinleyebileceği kadar büyük camiler yapıldıysa da, bu muhteşem eserler Batıniler ve Moğollar tarafından tahrip edilmiştir. Melikşah’ın İsfehan’da yaptırdığı Ulu Cami (Mescid-iCuma) Batıniler tarafından kundaklandı.Yanan beş yüz yazma paha biçilmez Kur’an-ı kerim dışında cami bir milyon altın sarfla tamir edildiyse de eski halini alamamıştır.
Han, kervansaray, çeşme, yol, köprü, ribat, hankah, hamam, cami ve medreseler ülkenin her tarafında yaygındı. Selçuklularda hükumetin imar ve inşaat işlerini Emir-i mimar idaresinde bir heyet kontrol ve nezaret ederdi. Ayrıca büyük abidevi eserlerin ihtiyaçları vakıf gelirinden karşılanan, daimi bir mimarları bulunurdu.Selçuklular hakkında detaylı bilgi için: *Anadolu Selçuklu Devleti*Büyük Selçuklu Devleti*Devlet teşkilatı, kültür ve medeniyet *Irak Selçukluları*Kirman Selçukluları*Liste - Selçuklu sultanları*Selçuklu Devleti'nin kuruluşu*Selçuklu fetihleri*Selçuklularda adli teşkilat*Selçuklularda askeri teşkilat*Selçuklularda bilim*Selçuklularda devlet teşkilatı*Selçuklularda edebiyat*Selçuklularda felsefe*Selçuklularda güzel sanatlar*Selçuklularda hükümet*Selçuklularda mimari*Selçuklularda saltanat mücadelesi ve çöküş*Selçuklularda saray teşkilatı*Selçuklularda sosyal ve iktisadi hayat*Selçukluların varoluşu*Selçukluların yükselişi*Suriye Selçukluları
Selçuklular Resimleri
Selçuklu hanedanı
6 yıl önceSelçuklu Hanedanı (Farsça: آل سلچوق, Âl-i Selçuk ya da Farsça: سلجوقيان Selçûkiyân, Selçuklular), Orta Asya kökenli Oğuz Türklerinin bir kolu olan Kınık...
Büyük Selçuklu Devleti, 1009, 1032, 1035, 1038, 1040, 1048, 1063, 1067, 1071, 1092Irak Selçukluları
3 yıl önceöldükten sonra İki Irak (Irak-ı Acem ve Irak-ı Arab)'ı yöneten Selçuklular. Büyük Selçuklu Devleti'nin çöküşünden sonra, bugünkü Irak'ın tamamı ve Suriye'nin...
Büyük Selçuklu İmparatorluğu
3 yıl önceHorasan'ı ele geçiren Selçuklular, buradan İran içlerine doğru ilerledi ve ardından Anadolu'daki şehirleri kontrol altına aldı. Büyük Selçuklu İmparatorluğu,...
Anadolu Selçuklu Devleti
3 yıl öncegerçekleşmiştir. Büyük Selçuklular; 1040 Dandanakan Muharebesi ile Gaznelileri mağlup etmiş ve bağımsız olmuşlardır. Selçukluların bağımsız olmasıyla beraber...
Anadolu Selçuklu Devleti, Melikşah, 1078, Kilikya, 1082, Ak Hun İmparatorluğu, Akkoyunlular, Avarlar, Babür İmparatorluğu, Batı Göktürk İmparatorluğu, Batı Hun İmparatorluğuHorasan Selçukluları
6 yıl önceHarezmşahlar'a geçti (1194). 9.-17. = Irak-ı Arap ve Irak-ı Acem (Batı İran)'ı yönetmiş ve Sencer'ın ölümünden sonra Irak Selçuklular olarak anılmıştır....
Kirman Selçukluları
3 yıl önceKirman Selçukluları, (1092-1187) Çağrı Bey'in oğlu Kavurt , Selçukluların Kirman kolunun başı idi. İran'ın güney kısmında yer alan Kirman'dan başka Fars...
Suriye Selçukluları
3 yıl önceSuriye Selçukluları, 1092-1117 tarihleri arasında Suriye bölgesini yönetmiş Türk devletidir. Suriye'yi fetheden ve 1078 yılından beri Büyük Selçuklu Devleti'nin...
Anadolu Selçuklu Sultanları Listesi
3 yıl önceAnadolu Selçuklu sultanları listesi, 1060-1308 yılları arasında hüküm sürmüş olan Anadolu Selçuklu Devleti sultanlarının listesidir. Kutalmışoğlu Süleyman...
misafir - 9 yıl önce