Bu yeni rejim I. Dünya Savaşı sonrasında yenik düşen ve toprakları paylaşılan Osmanlı Devleti`nin son ordusu ve milis kuvvetlerinden oluşan Kuvayi Milliye denilen bir halk direnişinin Atatürk tarafından organize edilerek işgalci devletlere karşı konularak kurulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti`nin temel nitelikleri, Lozan Antlaşması`nda da yer almıştır. Buna göre, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün oluşturan Türkiye`de yaşayan ve Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes eşit ve aynı haklara sahip Türk ulusunu oluşturmaktadır.
Saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Antlaşması`nın ardından TBMM`de en çok tartışılan konulardan biri olan yeni devletin niteliği sorunu Mustafa Kemal Paşa`nın 28 Ekim gecesi İsmet İnönü`yle, devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırlaması ile son buldu. 29 Ekim 1923 günü;
Cquote|"Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye Devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir" esasına dayalı olarak Cumhuriyet ilan edildi ve yeni Türk Devleti`nin adı artık Türkiye Cumhuriyeti idi. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk
Devletin kuruluşu
Kurtuluş savaşı
anamadde|Türk Kurtuluş Savaşı I. Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri`nce Osmanlı Devleti`ne imzalatılan Sevr Antlaşması neredeyse devleti haritadan silmiş ve egemenliğini ciddi biçimde sınırlayan hükümlere yer vermiştir.İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti ile hemen barış yapmaya yanaşmıyorlardı. Hazırlayacakları barış şartlarını Osmanlı Hükümetine kabul ettireceklerinden emindiler. Fakat mütarekeden sonra, aradan geçen iki sene içinde, Kurtuluş Savaşı Milli Kurtuluş hareketi başlamış, Ankara`da yeni bir Türk Hükümeti kurulmuştur. Bu hükümetin yapmış olduğu savaşlar neticesinde Türk halkı istiklale kavuşmıştur. Vikikaynak|Lozan Barış Antlaşması`nın TBMM Görüşmelerinde Dışişleri Bakanı İsmet İnönü`nün yaptığı konuşma Ayrıca bakınız|Türkiye Büyük Millet Meclisi`nin kuruluşu|Türkiye Büyük Millet Meclisi|Türkiye Cumhuriyeti`nin ilanı|Saltanatın Kaldırılması
TBMM`nin kurulması
Atatürk, İstanbul`un işgalinden üç gün sonra, ünlü 19 Mart 1920 tarihli bildiriyi yayımladı. Bildiride, "Olağanüstü yetkiler taşıyan bir Meclisin Ankara`da toplanacağı, Meclis`e katılacak üyelerin nasıl seçilecekleri, seçimlerin en geç onbeş gün içinde yapılması gereği, kesin ve kararlı ifadelerle yer alıyordu.
23 Nisan 1920 tarihinde, Parlamento geleneklerine göre, en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey (1845), Başkanlık kürsüsüne çıktı ve konuşma yaparak Meclis`in ilk toplantısını açtı.
Meclis "Misak-ı Milli"ye yemin ederek, Türk topraklarının parçalanmasına müsaade etmeyeceğini dünyaya ilan etti.
Cumhuriyetin İlanı
TBMM`de 30 Ekim 1922`de başlayan saltanatın kalkması hakkındaki görüşmeler 1 Kasım 1922`de çıkarılan bir yasa ile son buldu ve Osmanlı Hanedanı`nın Türk toplumu üzerindeki otoritesi yıkılarak monarşi kaldırıldı. Mustafa Kemal Atatürk, NutukSaltanatın kaldırılması ile Osmanlı İmparatorluğu tasfiye ediliyor, Türkiye Cumhuriyeti`nin temelleri atılıyordu.
24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre`nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle ``İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, S.S.C.B, Yugoslavya`` temsilcileri tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalanan Lozan Antlaşması barış antlaşması ile Atatürk önderliğinde Milli Mücadele`ye başlayan savaş meydanlarında büyük zaferler kazanan Türk ulusu siyasi ve hukuki olarak varlığını tescil ettirmiştir.
Lozan barış görüşmeleri 8 ay sürmüş ve Türk tarafının kayıtsız şartsız bağımsızlık talebi nedeniyle çetin geçmiştir. Görüşmelerde Türkiye`yi temsil eden İsmet Paşa başkanlığındaki heyetin bu başarıdaki rolü büyüktür.
Tek partili Dönem
anamadde|Türkiye Cumhuriyeti`nin Tek Partili Dönemi Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, devlet-hükümet başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927, 1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk`ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.9 Eylül 1923`te Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan ``Cumhuriyet Halk Partisi`` (CHP), Türkiye Cumhuriyeti`nin ilk siyasi partisidir.
Başlangıçta adı ``Halk Fırkası`` olan parti 1924 yılındaki kurultayda adını ``Cumhuriyet Halk Fırkası`` olarak değiştirdi. 1927yılında ``Cumhuriyetçilik``, ``Halkçılık``, ``Milliyetçilik``, ve ``Laiklik-1937`` ilkelerini tüzüğüne ekledi. 1935 yılındaki kurultayda daha önceki dört ilkeye ``Devletçilik`` ve ``Devrimcilik`` ilkeleri de eklenerek ilkeler altıya çıkarıldı ve partinin adı ``Cumhuriyet Halk Partisi`` oldu.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili talimatlar verdi. Yurt dışına hiçbir resmi ziyaret için çıkmamakla birlikte, Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye`yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını ve komutanlarını ağırladı.
Atatürk Devrimleri
anamadde|Atatürk Devrimleri Atatürk Devrimleri veya diğer adıyla Atatürk İnkılapları, Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk tarafından öncülük edilen, günümüzde Atatürk İlkeleri olarak bilinen ilkeler doğrultusunda, 1922 ve 1938 yılları arasında hayata geçirilen bir dizi yasal değişikliktir. Bu devrimlerin amacı, Atatürk tarafından; "``Türkiye`yi gelişmiş devletler seviyesine çıkartmak``" olarak beyan edilmiştir.Atatürk Devrimleri 5 ana kategoride gruplanabilir
- Siyasal alandaki inkılaplar
- Toplumsal alandaki inkılaplar
- Hukuk alanındaki inkılaplar
- Eğitim ve kültür alanındaki devrimler
- Ekonomi alanındaki devrimler
Atatürk Devrimleri`nin esas amacı, Osmanlı`nın son dönemlerinde ilmen geri kalmış Türk toplumunu, çağdaş ve modern bir ulus haline getirmektir.
Atatürk`e göre bu devrimlerin amacı; Türk Milletinin son asırlarda geri kalmasına neden olan bütün kurumları kaldırarak yerine milletin karakterine, şartlara ve çağın gereklerine uygun ve ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmaktır.
Milli Şef Dönemi
İsmet İnönü Atatürk`ün ölümü üzerine 11 Kasım 1938`de cumhurbaşkanlığına seçildi. Cumhurbaşkanlığının yanı sıra CHP genel başkanlığına da getirildiğinden yönetim üzerinde geniş otorite sahibi oldu. CHP`nin 26 Aralık 1938`de toplanan I. Olağanüstü Kurultay`ında partinin "değişmez genel başkan"ı seçildi. Ayrıca kendisine ``Milli Şef`` sıfatı verildi.Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra başlayan II. Dünya Savaşı (1939-1945) döneminde İnönü ülkeyi savaştan uzak tutmaya çalıştı. Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ise, dönemin unutulmayan mirası olarak kaldı. Gene bu dönemde Hasan Ali Yücel`in öncülüğündeki Köy Enstitüleri kuruldu ve geliştirildi.
II. Dünya Savaşı
anamadde|II. Dünya Savaşı Amerikalı general McArthur`la 1931 senesinde yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal Atatürk şöyle demektedir;Cquote|Versay Anlaşması I. Dünya Savaşı`nı hazırlayan nedenlerin hiç birini ortadan kaldırmamış, aksine dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu daha fazla derinleştirmiştir. Galip devletler yenilenlere barış koşullarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini dikkate almamışlar, yalnız düşmanlık duygularının üzerinde durmuşlardır. Böylelikle de bugün içinde yaşadığımız barış, ateşkesten öteye gidememiştir. Bence dün olduğu gibi yarın da Avrupa`nın kaderi Almanya`nın tutumuna bağlı kalacaktır.
20. yüzyılın iki topyekun savaşından ikincisidir. Altı yıl boyunca, dünyanın çeşitli bölgelerinde süren kesintisiz savaşlarla süregiden II. Dünya Savaşı, Alman ordularının Polonya`ya saldırıdığı 1 Eylül 1939`da başlamış kabul edilir. Ne var ki birbirinden kopuk görünseler de bu tarihten önceki çatışmalar ve I. Dünya Savaşı sonrası yapılan ancak mağlup devletleri memnun etmemiş olan antlaşmaların geçersiz kılınması, savaşta birincil rol oynayan tarafların stratejik hedefleri arasında yer aldığından, savaşın başlangıcı tarihsel olarak daha gerilerden başlamaktadır.
İnsan kaynakları yönünden ağır sonuçları yaşanan birKurtuluş Savaşı`nın hemen ardından yeni bir savaşa girmemek konusunda kesin olarak kararlı olan Türk yönetimi, sonuna kadar denge politikasını sürdürebilmiştir.
Kaçınılmaz görünen Avrupa savaşı dışında kalabilmeyi sağlamak üzere, İngiltere ve Fransa`yla 19 Ekim 1939`da Ankara`da bir ittifak anlaşması imzalandı.
Alman ordularının Balkanları istilasının hemen ardından Alman hükümeti Türkiye`ye bir saldırmazlık anlaşması önermiştir. Hitler, devrin Türk başbakanı İsmet İnönü`ye gönderdiği kişisel mektubunda, Alman ordularının Türk sınırlarına 85 km.den daha fazla yaklaşmayacağı garantisini kişisel olarak verdiğini belirtmektedir.
18 Haziran 1941`de imzalanan saldırmazlık anlaşması Türkiye`nin Almanya ile olan ilişkileri yönünden bir kilometre taşı oldu. Ne var ki 10 Ağustos 1941`de Rusya ve İngiltere, ortak notayı Türk hükümetine ilettiler.
Bu notada, Türkiye`nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı ancak, Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereği Türkiye`nin boğazları savaş gemilerine kapalı tutma taahhüdüne sadık kalmasının gereği belirtilmiştir.
İzleyen yıllar, Müttefiklerin Türkiye`nin kendi cephelerinde savaşa girmesi konusunda baskılarının giderek arttığı yıllar olmuştur.
2 Ağustos 1944 tarihine kadar Türk yönetimi bu baskılara direnmiş, savaşın kaderinin belli olduğu tesbitiyle Müttefiklerle anlaşmaya yönelmiştir. Almanya ile ve hemen ardından Japonya ile tüm diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kesme kararı alan Türk yönetimi, Müttefik liderleri Şubat 1945`te toplanan Yalta Konferansı`nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler`e yalnızca 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya`ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar almaları üzerine, 23 Şubat 1945`te Almanya`ya savaş ilan etmiştir.
Kuşkusuz göstermelik bir karardır bu, Almanya yenilmiştir ve Türk Silahlı Kuvvetleri`nin bir çatışmaya girmesini gerektiren bir durum yoktur.
50`li yılllar
anamadde|Türkiye Cumhuriyeti`nin Çok Partili Dönemi Türkiye`nin en eski partisi ise 21 Mayıs 1889`da İttihad-ı Osmani adı altında kurulan padişah II. Abdülhamit`i tahttan indirmek amacıyla kurulan dernektir. Sonradan İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan bu örgüt II. Meşrutiyet`in ilanının ardından 18 Ekim-8 Kasım 1908 tarihleri arasında toplanan kongresinde siyasi fırka (parti) haline geldiğini ilan etti.2.Dünya Savaşı`nın bitmesiyle basında ve mecliste çok partili siyasal sistemi savunan bir anlayış oluştu. Buna CHP genel başkanı ve cumhurbaşkanı İsmet İnönü de yaptığı konuşmalarla destek verdi. Bunu takip eden gelişmelerde, meclisteki bütçe görüşmeleri sırasında, CHP içinde başını Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak gibi bazı milletvekillerinin çektiği bir muhalefet oluştu. 11 Haziran`da kabul edilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, parti içindeki muhalefetin güçlenmesine yol açtı. Bu yasanın görüşüldüğü sırada Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan, parti Meclis Grubu`na Dörtlü Takrir olarak bilinen bir önerge verdiler. Ülke ve parti yönetiminde liberal düzenlemeler yapılmasını isteyen bu önerge, 12 Haziran`da reddedildi. Bu gelişmelerden sonra Menderes, Köprülü ve Koraltan partiden çıkarıldı. Bayar ise önce vekillikten sonra partiden istifa etti.
``Demokrat Parti`` (DP), 7 Ocak 1946`da Dörtlü Takrir`e imza atanlar tarafından kuruldu. Parti genel başkanlığına Bayar getirldi. DP, ekonomi ve siyasette liberal düzenlemeleri savunuyordu. DP`nin kuruluşu iktidar tarafından önceleri hoş karşılanmıştır.
1950 genel seçimlerinde Demokrat Parti galip olarak çıkmıştır. Adnan Menderes liderliğindeki DP ilk başlarda çok popülerken 1950`lerin sonlarına doğru yaşanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle sıkıntılı bir döneme girmiş ve 1960 yılında yapılan askeri darbe ile çok partili yaşam kesintiye uğramıştır.
Kore Savaşı
Anamadde|Kore Savaşı Türkiye Cumhuriyeti, 1950 yılında başlayan Kore Savaşı`na fiilen katılmış ve 1950`den 1953`e kadar tugay büyüklüğünde bir kuvvetle Kuzey Kore`ye karşı savaşmıştı. Kunuri Muharebesi`ndeki başarılarıyla dikkat çeken Türk Tugayı, başta Koreliler olmak üzere bütün dünyanın takdirini kazanmıştır.İkinci Dünya Savaşı`nın bitip Soğuk Savaş`ın başlamasıyla Türkiye, uluslararası ortamda kendini yalnız buldu. İkinci Dünya Savaşı`nda tarafsız kalarak bütünlüğünü Almanya`ya karşı korumuş ancak savaş sonrasında Sovyetler`in Doğu Anadolu`da toprak ve Boğazlar`da üs ve ortak savunma talepleriyle karşılaşmıştı. Böylece Sovyet tehdidine karşı müttefik arayan Türkiye Batı Bloğu`na ve Amerika`ya yaklaşmaya başladı.
Türkiye, NATO`ya girişini hızlandırmak için başlayan Kore Savaşı`na birlikler göndermiştir. Özellikle sol kesimler tarafından "Türk gencinin kanının Amerika`ya satılması" şeklinde eleştirilen bu davranış, Türkiye ile Batı Bloğu arasındaki yakınlaştırmayı hızlandırmış ve 18 Şubat 1952`de Türkiye bir NATO üyesi olmuştur. Ayrıca bakınız|Kore Savaşı`nda Türkiye
60`lar
27 Mayıs 1960 İhtilali
Ana madde|27 Mayıs 1960 Darbesi Türk Silahlı Kuvvetleri 27 Mayıs 1960 tarihinde Demokrat Parti hükümetini görevden uzatlaştırıp, Meclis`i lağvetmiştir. Silahlı Kuvvetler adına ülke yönetimini Milli Birlik Komitesi üstlenmiş, Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi`nin başına getirilmiştir. Milli Birlik Komitesi ilk iş olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi`ni ve hükümeti fesh etti ve her türlü siyasi faaliyeti yasakladı.Emir komuta zinciri içinde yapılmayan ve küçük rütbeli subayların etkin olduğu 27 Mayıs 1960 Darbesi ardından başlatılan Yassıada duruşmalarında, başbakan Adnan Menderes, maliye bakanı Hasan Polatkan ve dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu idama mahkum edildiler ve Marmara Denizi`ndeki İmralı Adası`nda asılarak idam edildiler. Yassıada duruşmalarında çok sayıda hapis cezası da verildi.
70`ler
Kıbrıs Barış Harekatı
Ana madde|Kıbrıs Barış Harekatı vikikaynak|Zürih Antlaşması|Zürih Antlaşması1960`da Kıbrıs`ta yaşayan Rum ve Türk cemaatleri arasında kurulan ortaklık Kıbrıs Cumhuriyeti yaşanan iç çatışmalar sonucu sürdürülemez olmuş ve 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan cuntasının Kıbrıs`da darbe yaptırması sonucu 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk Silahlı Kuvvetleri`nin Garanti Anlaşması`nın III. maddesine istinaden Kıbrıs Barış Harekatı`nı gerçekleştirmiştir.
20 Temmuz 1974 sabahı Türk Ordusunun Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Kıbrıs`a havadan indirdirme ve denizden çıkarma yapmaya başladı. Türk kuvvetleri 22 Temmuz`da Girne`yi ele geçirdi. Türk paraşütçüleri Kıbrıs`ın başkenti Lefkoşa`nın Türk kesimine indi. Yunan birliklerinin Ada`da garantör olarak bulunan Türk birliğine saldırması ise, çarpışmaların Ada geneline yayılmasına neden oldu. 22 Temmuz akşamı Türkiye, BM Güvenlik Konseyi`nin ateşkes kararını kabul etti. Türk müdahalesi sonucu Yunanistan`daki cunta idaresi ve Kıbrıs Nikos Sampson Hükumeti de yıkılmıştır.
8 Ağustos`ta II. Cenevre Konferansı sırasında yapılmakta olduğu sırada Rum Milli Muhufız Alayı ve EOKA-B işgal ettikleri yerleri tahliye etmedikleri gibi ellerindeki esirleri de serbest bırakmamışlardır. Bunun üzerine Türkiye 14 Ağustos`ta başlayıp 16 Ağustos`ta sona eren üç günlük II. Barış Harekatını gerçekleştirdi.
25-26 Ağustos 1974 tarihinde Kıbrıs`a gelen BM Genel Sekreteri toplumlar arasında ikili görüşmelerin başlatılmasını istemiş, mutabakat gereği nüfus mübadelesi yapılmış ve iki bölgeli ve iki toplumlu bir federal yapı için uygun ortam sağlanmış oldu. 13 Şubat 1975 günü Kıbrıs Türk Federe Devleti`nin ilanı Doktor Fazıl Küçük tarafından açıklanarak gerçekleşti. Ancak hedeflenen federal yapı gerçekleşmediğinden 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC`nin ilanı gerçekleşti.
Yıllarca süren toplumlararası görüşmelerden bugune değin herhangi bir sonuç çıkmamıştır. En son BM Kıbrıs Çözüm Planı ile iki toplum arasında yeniden birleşme imkanı da referandum`da Türklerin "evet"ine karşı Rumların "hayır" demesi sonucu gerçekleşmemiştir.
80`ler
12 Eylül 1980 darbesi
Ana madde|12 Eylül Darbesi 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi 12 Eylül 1980 darbesi.Bu müdahale ile Süleyman Demirel`in Başbakan`ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen 1960 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir baskı dönemi başladı.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler, Türkiye Büyük Millet Meclisi`nin birçok tur ardından Cumhurbaşkanı`nı seçememesi ve 6 Eylül günü Konya`da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği yürüyüş gösterildi.
Darbe ardından, siyasi cinayetlerin çok kısa sürede sona ermesi, güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerini darbe öncesinde neden önlemediği / önleyemediği sorularını da beraberinde getirdi. Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter`a Cquote|bizim çocuklar işi bitirdi anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül`de ABD`nin rolü konusunu da tartışmalara açtı.
90`lar
Post-modern darbe; 28 Şubat
12 Eylül Darbesi sonucu ortaya çıkan siyasetin etkisiyle 1980 ve 1990`larda radikal sağcı grupların güçlenmiş ve bunun sonucu olarak Refah Partisi 1995`teki genel seçimlerinde siyasette güçlü duruma gelmiştir. 1996 yılında, seçimlerinin ardından kurulan DYP - ANAP hükümetinin kısa sürede dağılmıştır. Bunun üzerine TBMM`de birinci parti durumunda olan RP ile DYP arasında kurulan 54.hükümet,8 Temmuz 1996`da TBMM`de yapılan oylamada güvenoyu almayı başarmıştır.28 Şubat 1997 Cuma günü yapılan MGK Toplantısı`nda radikal dinci faaliyetlere ilişkin bir MİT raporu ele alınmıştır. Bu rapordan yola çıkarak alınan kararlar için bir çeşit "``sivil muhtıra``" yorumu yapıldı. Türk siyaset tarihine 28 Şubat Kararları olarak geçen kararlar Türk siyasi tarihinde önemli değişikliklere neden oldu.
Başbakan Necmettin Erbakan`ın `havada yakıt ikmali` olarak tanımladığı başbakanlık görevini hükümet ortağı DYP genel başkanı Tansu Çiller`e vermek amacıyla 18 Haziran 1997`de istifasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel`e sundu. Ancak Demirel, hükümet ortaklarının arasındaki protokolü dikkate almayarak hükümeti kurma görevini ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz`a verdi. 12 Temmuz`da Mesut Yılmaz başkanğında ANAP - DSP - Demokrat Türkiye Partisi arasında kurulan 55. hükümet TBMM`den güvenoyu aldı.
MGK`nun 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997`de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM`de kabul edildi. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri dahil Meslek Liselerini ortaokul bölümleri kapatıldı.
1998 Kasım ayında eski RP`li İstanbul Büyükşehir belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan`ın belediye başkanlığı düşürüldü.
28 Şubat süreci sırasında TSK içinde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı yerine iki ismin ; dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak`ın adları daha çok ön plana çıktı. 2001 yılında bir televizyon programın katılan döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat süreci`ni "``post-modern bir darbe``" olarak tanımlayan bazı yazarları haklı bulduğunu söyledi.
İç isyanlar ve Terörle mücadele
anamadde|Kürt isyanları|PKKİlk ayaklanma 1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi`ne karşı bağımsız Kürt devleti amacıyla girişilen Koçgiri aşireti tarafından başlatılan Dersim aşiretlerinin de desteklediği (Tunceli) yöresinde gerçekleşen Koçgiri İsyanı ayaklanmasıdır. Koçgiri ayaklanmasını Kürtlerden; Haydar ve Alişan beyler ile Gülağaoğullarından Mehmed İzzet, Naki, Hasan Askeri, Kazım ve Alişir yönetmiştir. İsyan, Nurettin Paşa ve Topal Osman yönetimindeki [1] muhafız alayı tarafından kısa sürede bastırılmış ve isyandan netice alınamamıştır. İsyana katılıp yakalananlara idam cezası verilmiş ancak daha sonra Dersim aşiretlerinin araya girmesiyle Mustafa Kemal Paşa cezaları kaldırmıştır.
1930`larda meydana gelen ayaklanmaı, yapılan bir askeri harekattan sonra 13 Kasım 1937`de sona erdi. Ayaklanmanın lideri Seyit Rıza ile 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı. Durulmayan olaylar üzerine 1938`de yeni bir ayaklanma çıktı ve başlatılan ikinci askeri harekat sonunda Eylül 1938`de ayaklanma tamamen bastırıldı.
TBMM`de yapılan görüşmelerde, bu gelişmelerin başta Fransa ve Fransa`nın mandası altındaki Suriye tarafından kışkırtıldığı ileri sürüldü. Başbakan İsmet İnönü ise, Tunceli ilinde iki yıldır izlenen reform programının amacının bölgenin uygar bir hale getirilmesi olduğunu belirterek, programa karşı bölgede direniş olduğunu belirtmiştir.
Kurtuluş Savaşı sırasında dahi yaşanan isyanlar Cumhuriyetin ilanından sonrada devam etmiş ve etmektedir.
1970`lerin başında örgütlenmeye başlayan, 1984`te dağ kadrolarını oluşturarak paramiliter yapıya bürünen, Kürdistan İşçi Partisi (Kürtçe:``Partiya Karkerên Kurdistan``, daha alışılmış haliyle PKK), KADEK ve Kongra-Gel isimlerini kullanmış olan, kendisine Türkiye`nin güneydoğusu, Irak`ın kuzeyi, Suriye`nin kuzeydoğusu ve İran`ın kuzeybatısını kapsayan bölgede bir devlet kurmayı amaçlayan ve bu amaçla söz konusu toprakların Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde kalan kısmına sahip olabilmek için Türk Silahlı Kuvvetleri ve sivillere karşı silahlı eylem yapan örgüt, 15 Şubat 1998`de Abdullah Öcalan`ın Kenya`da uluslararası bir operasyonla yakalanması ile büyük oranda çökertilmiş ve etkinliği yok denecek noktaya getirilmiştir. Bugün ise ad değiştirip siyasallaşarak meşrulaşma çabasına girmiştir.
İktisadi tarih
anamadde|Türkiye Ekonomisi Mustafa Kemal Atatürk;Cquote|Askeri ve siyasi zaferler iktisadi zaferle taçlandırılmazlarsa elde edilen zaferler sürüp gidemez, az zamanda söner...
diyerek bir ülkenin varlığını ve bağımsızlığını sürdürebilmesinin yegane koşulunun iktisadi alanda gelişmek olarak dile getirdiği anlayışını birçok devrim niteliği taşıyan atılımlar yaparak uygulamaya geçirmiştir.
Atatürk`ün uyguladığı modelin özgünlüğü de burada kendini göstermektedir. Bu modelin ``ulusal`` çıkarları öne alan, tam bağımsızlık ilkesine dayalı, ``demokratik`` nitelikleri sıklıkla vurgulanmıştır.
Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı bir dönemde (17 Şubat - 4 Mart 1923) düzenlenen “Türkiye İktisat Kongresi” ekonomik bağlamda ``ulusalcılık`` yönelimine ilişkin atıfların oldukça yoğun yapıldığı bir toplantı olmuş, devletin ``milli iktisat`` ilkelerini benimsediğini ifade eden kararlar alarak ``Misak-ı İktisadi`` olarak adlandırılan ekonomik hedef ve yöntemleri ortaya koymuştur. Bu esaslar bütün zorluklara ve sorunlara rağmen Türkiye Cumhuriyeti`nin ekonomik siyasetinin esaslarını teşkil etmiştir.
Türkiye`nin bu yıllarda belirlediği ekonomik model “Karma-ekonomik” bir modeldir. Özel sektörün serbest faaliyeti desteklenmekle birlikte, bu noktadaki çeşitli yetersizlikler yüzünden devletin ekonomik alanda faaliyeti adeta bir zorunluluk olmuştur. Fakat bu kararların asıl dikkati çeken tarafı : devletin düzenleyiciliğine ve destekleyiciliğine yoğun olarak vurguda bulunulmasıdır.
Türkiye`de çok partili sisteme geçiş ve dünya ile ekonomik ilişkilerin sıkılaşması, İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD), Dünya Bankası (IBRD) ve Uluslararası Para Fonu`na (IMF) üyelikle birlikte liberal düşüncelerle etkileşimin arttığı görülmektedir. [2]
Bakınız
Avrupa konusu|tarihi