Doğuda Bingöl ili Genç ilçesi, güneyde Arıcak ve Alacakaya ilçeleri, batıda Elazığ il merkezi, kuzeyde Kovancılar ilçesi ile komşu olup il merkezine uzaklığı 72 kilometredir. Rakımı 850 metredir.
Tarihçesi
Tarihi milattan önceki yıllara dayanır. Bölgenin Sümerler, Akkadlar eğemenliginde kalmasına rağmen Palu ve yöresinin tarihçe bilinen en eski sakinleri Hurriler`dir. Palu ismi, M.Ö. 2000 yıllarından itibaren Doğu Anadolu`ya yerleşmiş olan Hurriler döneminde kullanılmaya başlanmıştır.Hititler çağından itibaren uzun bir dönem boyunca Balahovid (Palahovid) adını taşıdığı söylenebilir. Bu adı Palu Vadisi olarak yorumlayan yazarlar var. Toumanoff`un da açıkladığı gibi bu adın orijini Hitit kayıtlarında anılan Bala (Pala, Balu, Palu) halkının etnik adıdır. Paluni (Baluni) Prensliğini kuranlar onlardı.
M.Ö. 2000 yıllarının sonlarına doğru, Hititliler Anadolu`ya doğru gelerek burayı ele geçirdiler. Hitit kralı Şuppiluliuma`nın öneminde Mittaniler`le yapılan anlaşmadaki “ (a€¦) ``Fırat`ı geçtim ve İşuwa`ya girdim`` (a€¦)” ifadesi ile (M.Ö. 1380-1345) Palu ve bölgesi Hitit egemenliğine girdiğini göstermektedir.
Asur kralı I. Salmanassar`ın oğlu ve halefi I. Tukilti- Ninurta`ya ait (M.Ö. 1244-1208) ait yazıtlarda “(a€¦) ``Alzi kralı ehli Teşub`un başkentini ve Amadani`nin güçlendirilmiş kentini fethettim(a€¦). Alzi, Nihani, Alaya, Teperzi ve Prulumza`yı ülkemin sınırlarına kattım``” şeklindeki ifadesi Palu ve bölgesinin Asur hakimiyetine girdiğini göstermektedir.
M.Ö. 804 yılında Urartu Kralı Menua Fırat`ı geçmiş ve fetihlere başlayarak Palu`yu fethetmiştir. Palu kalesindeki Menua`ya ait kitabeden Palu`nun adının “Şebeteria” olduğunu, Asurlular`ın elinde bulunan Alziyurdunu ele geçirdiğini, Şebeteria, Huzana ve Şupa`yı topraklarına kattığını, Şebeteria`da bir tapınak yaptırdığını, Meletia (Malatya) şehrini haraç vermek suretiyle anlaşma yaptığını öğreniyoruz.
İki ülke yöneticileri arasındaki önemli anlaşmaların genellikle yönetimde etkin büyük kentlerde yapıldığı gerçeğinden yola çıkarsak, Menua`nın Milidi kenti kralına vergi ödeme önerisini Şebeteria`da yani Palu`da yapması, ancak bu kentin Batı Urartu`daki başkentlik konumuyla açıklanabilir.
Urartu kralı Menua`nın başkenti ve gözdesi olan Palu`da, Palu kalesindeki yazıttan, Menua`nın bir tapınak yaptırdığını ve kaleyi bir karargah olarak kullandığını öğreniyoruz. Kale nitelik ve anıtsallıklarıyla kendi türleri içinde Urartu dünyasının seçkin örneklerini oluşturan, görkemli bir yaşamın izlerini taşımaktadır.
Urartu`nun eyalet merkezi, batı başkenti ve gözdesi olan Palu`da Urartu döneminden günümüze kadar gelmiş birçok eserleri mevcuttur. Bunların başında tarihi Palu Kalesi gelmektedir. Kale`de bulunanlar eserler arasında; Urartu kralı Menua`ya ait kaya kitabesi, üç adet kaya mezarları, üç adet su sarnıcı, üç adet kaya tüneli, bir adet batı girişi, kalenin dört bir etrafında Urartu sur kalıntıları, kalenin zirvesinde ve doğusunda Kındik kayasındaki kutsal alanlar bulunmaktadır.
Palu, Urartulardan İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar ve Büyük İskender, Selevkoslar, Partlar gibi çeşitli medeniyetlerin hakimiyetinde kalmıştır.
Palu`yu ikinci başkent olarak Sophene Krallığının başkenti olarak görmekteyiz. Sophene Krallığı Dicle ve Fırat nehirlerinin arasından M.Ö. 290 yıllarında Sames tarafından kurulmuş bir krallıktır. Sophene Krallığı Urartuların, Perslerin ve Romalıların hakimiyetine girmiştir. Sophene Krallığı bugünkü Elazığ-Dersim bölgesine tekabül ediyordu.
Urartu kralı Menua`nin bölgedeki fetihlerini anlatan Palu kalesindeki kitabesinde de Elazığ-Dersim yörelerine Sofene denmektedir. Bu fetihleri anlatırken “Sofene kentini fethetti” şeklinde geçtiğini görmekteyiz.
Sophene Kralı Arsames (M.Ö. 240) Fırat`ın ana kollarından bugünkü Murat Nehri havzasında kendi adını verdiği Arsamosata (Arşamaşat) kentinin kurucusudur.
Batı kaynaklarında Sophene Krallığı olarak anılan devletin kendi sakinlerinin dilindeki adı `Şupani`dir. Batılı kaynaklarda ismi Arsamosata (Arşamaşat) olarak geçen Sophene`nin başkenti Bizans çağında Asmosata olarak anılmıştır. Aynı isim Ermenice`de Aşmuşat`a dönüşmüş, Süryaniler kente Arşemşat, Araplar ise Sumaysat ya da Şemşat (Şimşat) demişlerdir. Günümüzde ise halen bu bölgeye Aşmuşat veya Şimşat denmektedir. Şatır eski dilde site ya da şehir yöneticisi anlamına gelmektedir.
Şemşat (Şimşat) adının Farsça dilinde Şem (Güneş) ve Şat (Şehir)`den hareketle Güneş-Şehir, Baş-şehir anlamına geldiği söylenmektedir.
Şimşat, Palu sınırları içerisinde, Murat ırmağının Güney kıyısındadır. Palu merkeze bağlı Haraba Köyü`nün Şupani krallığının tarihi başkenti olduğunu aynı yerdeki Şimşat Kalesinin varlığından anlıyoruz. Günümüzde ismi `Örencik` olarak değiştirilmiştir.
Sophene (Şupan, Supani) krallığı, M.Ö. 95`te II. Tigran tarafından devrildi. M.Ö. 95 yılında tahta çıkan ve a€˜Büyük` unvanı taşıyan Tigran`ın ilk işi küçük Sophene krallığını fethetmek oldu ve M.Ö. 85 yılında Palu ve bölgesini aldı.
Palu ve bölgesi M.Ö. 58 yılından M.S. 117 yılına kadar Palu ve bölgesi Romalılar ile Partların egemenliği arasında el değiştirip durdu.
Yine Palu ve bölgesi Partlardan sonra kurulan Sasaniler ile Romalıların arasında 395 yılına kadar el değiştirdi.
395 yılında kurulan Bizans veya Doğu Roma İmparatorluğu ile Pers, Part ve Sasaniler arasında ki mücadeleler arasında bölge sürekli el değiştirmiştir.
İran (Sasani) ve Bizans`ın sürekli mücadelesi her iki devleti de çok yıpratmıştı. Bu sırada İslam orduları Kuzey Mezopotamya`nın fethine başlamış bulunuyordu. 639-640 yıllarında Hazreti Ömer`in halifeliğine rastlayan bu dönemde, Bizans, İmparator Heraklius`un (610-641) yönetiminde bulunuyordu. İslam orduları h.15/m.636 yılında yapılan Yermuk Savaşı`nda, Heraklius`un ordusunu yenerek Suriye`yi istila etti. Sıra, Kuzey Mezopotamya`nın alınmasına gelmişti. Hazreti Ömer bu görevi, İyaz bin Ganem`e verdi. İyaz bin Ganem, sekiz bin kişilik bir kuvvetle harekete geçti. Ordusunda bine yakın sahabe vardı.
İslam ordusu yol boyunca mevcut kaleleri fethede ede ve bazılarını da barışla alarak Diyarbakır kalesi önüne geldi. Ordunun sol kanadına komutanlık eden Halid bin Velid Diyarbakır, Maden, Palu ve Kiğı bölgesini fethetti (h. 18 / m. 639). İyaz bin Ganem ise, Bitlis, Ahlat, üzerinden İran ülkesini ele geçirmiştir. 641 yılında Muş, İslam orduları tarafından ele geçirildi.
Sultan Kubeys olarak bilinen Hz. Kibes`de bu dönemde şehit olmuş ve Sultan Dağına defnedilmiştir.
Palu ve bölgesi 639 yılından 1087 yılına kadar Üç halife (Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali), Emeviler ve Abbasiler döneminde de zaman zaman Bizans hakimiyetine geçmiştir. Abbasiler döneminde Palu tarihi açısından unutulmayacak olan bir olay yaşandı. Abbasi halifesi Mu`tasım (833 - 842) döneminde Bizans İmparatoru Theophilos topladığı büyük bir ordu ile İslam memleketleri üzerine yürüdü. Oldukça büyük bir kuvvetle İstanbul`dan hareket eden imparator orta Anadolu`ya geldiği sırada kuvvetlerini iki kısma ayırarak bir kısmını doğuya, Erzurum üzerine gönderdi. Kendisi de asıl kuvvetlerinin başında olduğu halde yukarı Fırat havzasına doğru yürüdü. Zibatra (Zopetra, bugünkü Doğanşehir) yı büyük bir vahşetle yağma ve tahrip etti. Daha sonra da Şimşat (Arsamosata, Palu) ise tamamen yıkılıp, yakılıp kül haline getirildi.
Zibatra (Doğanşehir) ve Şimşat (Palu)`ın tahribi ve halkın katledilmesi İslam aleminde büyük heyecan ve yankı uyandırdı.
Abbasiler döneminde Diyarbakır hududunda bulunan ve en uç karakolunu teşkil eden Palu kalesi büyük bir öneme sahipti. Abbasiler döneminde sınır bölgeleri Sungur ve Avasım adıyla anılmış olup, idari yönden müstakil hale getirilmişlerdir. Bu uç sınır bölgeleri içinde Palu da yer almaktaydı.
Çok verimli bu uç sınır şehirlerinden biri olan Palu`ya Horasan ve Türkistan`dan getirilen gaziler yerleştirilmiştir.
Palu daha önceki dönemlerde olduğu gibi Emevi ve Abbasiler döneminde de hem ticari hem de askeri yönden büyük bir önem taşıyordu.
Daha sonra bölgenin kısa sürelerle Hamdaniler`in (930-980) ve Büveyhoğulları`nın (980-984) egemenliğine girdiğini görmekteyiz. Bölge uzun süre Mervaniler`in (984 - 1085) egemenliğinde de kalmıştır.
1031/1032 yılları arasında Bizanslıların hakimiyeti döneminde I. Romanos, Palu`yu yeniden inşa ettirerek Romanopolis adını vermiştir.
Roma ve Bizans dönemine ait eserlerden günümüze ulaşanlar içinde Palu kalisinde bulunan sur kalıntıları, iki adet su sarnıcı, kilise ve tarihi Palu köprüsünün ayaklarında kullanılan Roma dönemine ait resimli mezar taşlarıdır.
1069 yılında Selçuklu şehzadelerinin yönetiminde Anadolu`ya giren Türk boylarının Bizans sınırlarını zorlamaya başladığını gören Bizans İmparatoru Romaneos Diogenes (Romen Diyojen) Bizans`ın doğu hududundaki hadiseleri de dikkatle takip ettirdi. Fırat`ı geçerek 1069`da Palu`ya kadar geldi ve Malatya`da bırakmış olduğu ordusunun Türkler tarafından perişan edildiğini haber alınca Palu`dan ayrılarak seferi yarıda bırakıp Sivas`a dönmüştür.
1071 Malazgirt savaşından sonra Türkmenler, Selçuklu Devleti`nin de müsait davranması ile bir insan seli gibi doğudan Anadolu`nun içlerine doğru akmaya başladılar. Alparslan`ın ölümünden kısa bir zaman önce meşhur Selçuklu emirlerini her biri için fetih ve istila edeceği yerleri tayin ederek Anadolu`ya gönderdi. Artuk`a; Mardin, Diyarbakır, Malazgirt, Malatya, Harput, Palu ve çevresini fethetmelerini emretmişti.
1085 yılında Diyarbakın`ın fethinden sonra Harput ve dolaylarını çok iyi bilen Çubuk Bey idaresine verilmiş ve 1085 (veya 1087) yıllarında Harput ve çevresini Bizanslılar`dan almış ve hakim olduktan sonra diğer beylikler gibi Selçuklu sultanına bağlı olmak şartıyla bir hükümet kurmuş ve kendisine oğlu Mehmet Bey halef olmuştur. Melikşah tarafından kendisine verilen Harput Kalesi yanında Eğin, Arapkir, Çemişgezek, Palu, Çabakçur ve Genç bölgesini ele geçiren Emir Çubuk, Palu merkez olmak üzere Çubukoğulları beyliğini kurmuştur. Çubuk Bey`in Palu`da ne zamana kadar hüküm sürdüğü bilinmemekle beraber oğlu Mehmet Bey`in 1106 - 1107 yıllarında Harput`ta hüküm sürdüğü sabittir. Çubuk Bey`in ölümünden sonra idareyi devralan oğlu Mehmet, beyliğin merkezini Palu`dan Harput`a taşımıştır.
1085 (veya 1087) yılında Çubuk oğullarının eline geçen Palu, daha sonra 1113 yılında Artuk oğullarının eline geçene kadar Çubuk oğullarının hakimiyetinde kalmıştır.
Artuk hanedanına adını veren Artuk Bey, Sultan Alparslan`ın ümerasından olup, Selçuk Beyleri`nin hemen hepsi gibi, büyük Türkmen boylarına hakim idi.
Artuk Bey, Malazgirt Meydan Savaşında bulunmuş ve Selçuklu Devleti`nin muhtelif vazifelerini görmüştür. Oğulları Sukman ve İlgazi Beyler, Suriye`nin istilasına iştirak etmişler ve Kudüs`te yerleşmişlerdi. Fakat Kudüs`ün Fatimiler tarafından zaptı üzerine Türkmenleri ile beraber Doğu Anadolu`ya gelerek burada hükümetlerini kurmuşlardır. Mardin`de İlgazi Bey tarafından teşkil edilen “Mardin Artukluları” ve Diyarbakır çevresinde Sukman Bey tarafından kurulan “Hısn-ı Keyfa Artukluları” tarihte büyük bir isim bırakmışlardır. Diyarbakır`daki Artukoğullarından bir kol da Harput`da hüküm sürmüştür ki buna da “Harput Artukluları” diyebiliriz.
Nuruddevle Belek Gazi evvela Suruç kalesine ve civarındaki kalelere hakim bulunuyordu. O sıralarda yani 12. asır başlarında ön Asya`yı istila eden Haçlıların Kudüs`te bir krallık kurdukları bilinmekteydi. Diğer taraftan Urfa`da, Antakya`da ve Trablus`ta birer kontluk tesis etmişlerdi. Belek Gazi Suruç`ta iken Urfa Kontu Baudouin ile girdiği mücadeleyi kaybederek Suruç`tan ayrılmış ve civardaki bir kaleye çekilmişti.
Belek Gazi daha sonra bu kaleyi haçlılara kaptırarak Şimal Suriye ile alakasını kesmiştir. Kendisi bir aralık Selçuklu Sultanı Berkyaruk tarafından zincire vurularak Daron (Muş) çevresinde Aidziats Kalesi`inde hapsedilmiştir. Bu kaleden kurtulduktan sonra, Çubuk oğlu Mehmet Bey`in ölümünü (1106) duyunca etrafına toplayabildiği Türkmenlerden mühim bir kuvvet ile El-Cezire`den hareket ederek Harput hariç olmak üzere 1112 yılında Genç, Çapakçur, Palu ve Tunceli`nin güney kısımlarını ele geçirerek Palu`ya yerleşti ve burasını emaret merkezi yaptı. Belek Gazi bu seferinde Harput hükümdarı Mehmet Bey`in vefatından sonra yerine geçen oğlunun bir mukavemeti ile karşılaşmadı. Çubukoğulları egemenliğini, hasta olan Mehmet Bey`in oğlunun elinden aldı.
Bu arada Malatya hükümdarı Tuğrul Aslan`ın annesi Ayşe Hatun memleketini korumak için Belek Gazi`nin himayesini istemişti. Zira Ayşe Hatun`un kocası Selçuklu hükümdarı Kılıç Aslan ölünce çocuk yaşta olan oğlu Tuğrul Aslan namına memleketi idare ediyordu. Ayşe Hatun 1113 senesi başlarında Malatya`dan kalkıp Palu`ya geldi. Belek Gazi`yi Malatya`ya davet etti. Bu görüşme esnasında Belek Gazi ile Ayşe Hatun Palu`da evlendiler. Belek Gazi Malatya`ya geçerek buraları da idaresi altına aldı.
Suruç yakınlarındaki Daftil köyü civarında 13 Eylül 1122 günü haçlılar yapılan savaşta Belek Gazi burada hepsini imha ederek Josselinr de Courtenay ile Galeran de Puiset`yi ve diğer şövalyeler esir etmiştir. Belek Gazi esirlerini Harput`a getirerek zincire vurdurup kalenin zindanlarına hapsettirmiştir. 25 şövalyeyi de Palu kalesine hapsettirmiştir. Bu hadise İslam ve Hıristiyan aleminde geniş yankılar uyandırmıştır.
Palu; “Harput Artuklular” kolu, “Mardin Artuklular” kolundan sonra “Hısn-ı Keyfa”daki Artukoğulları kolunun hakimiyetine geçti.
Artuklu dönemine ait eserlerden günümüze kadar ulaşanların içinde Alacalı Mescid, Kındik Mescidi ve Tarihi Palu köprüsüdür.
Rükneddin Davud, Harput va Palu beylik bölgesine sahip olduktan sonra yerine oğlu Fahreddin Kara Aslan geçti. Kara Aslan Harput ve Palu bölgesini babasının mülkü olarak ele aldı. Diğer oğlu Arslan Doğmuş Mazgirt kalesine sahip oldu. Daha sonra bu bölgelere Rükneddin Davud`un diğer oğlu Arslan Doğmuş`un sahip olduğunu görmekteyiz. Arslan Doğmuş ölümünden (1146) sonra bu bölgelere kardeşi Kara Aslan tekrar hakim olmuştur.
1150 yılında Suriye Haçlılarının saldırıları üzerine tekrar bir araya gelen Türkmenler haçlıların işgal etmiş oldukları yerleri geri aldılar. Bu arada Kara Aslan da Palu`da Frankları temizledi ve Gerger Ermenilerini de cezalandırdı.
Artuklu Karaaslan ile beraber haçlı topraklarına saldıran Malatya Emiri Ayn`uddevle 1151 yılında Kahta, Gerger, Adıyaman ve Palu bölgelerini ele geçirerek çok sayıda esir aldı. Bu bize bu bölgelerin 1150-1151 yılları arasında tekrar Haçlılar ve Ermenilerin eline geçtiğini göstermektedir. Bu hakimiyet 1124 senesinden 1185 yılına kadar devam etmiştir.
Fahreddin Karaaslan`ın iki evladı bulunuyordu. Nureddin Mehmet ve İmameddin Ebubekir`dir. Fahreddin Karaaslan`ın ölümünden sonra yerine Hısn-ı Keyfa ve Harput`a Nureddin Mehmet`e geçmiştir. Diğer oğlu İmameddin Ebubekir ise Palu beyi olmuştur (1167 - 18 Ramazan 562). O sıralarda Selahaddin Eyyubi Şimal Irak ve Cenup Şarki Anadolu`ya seferlerde bulunuyordu. Birçok küçük beylikler gibi Nureddin Mehmet de onun hakimiyetini kabul etti. 1185 senesinde Selahaddin Eyyubi Cenup Anadolu`ya geldiğinde Nureddin Mehmet hastaydı. Kardeşi Palu Beyi İmameddin Ebubekir`i kendini temsilen askerle gönderdi.
Harezmliler`in hükümdarı olan Celaleddin Harezmşah (öl.1231) 1227 yılında bölgeyi fetheder. Moğollara karşı savaşır ve Moğolların saldırılarına dayanamıyarak geri çekilir ve Palu İlçesi`nin Ohi Bucağı`nın yerli halkı olan Dümbelli Zazaları tarafından öldürülür. 1231 yılında da Moğollar bölgeyi istila etmişlerdir.
1234 senesinin 2 Ağustos Salı günü Harput`taki Artuk hanedanının hakimiyeti de son bulmuştur. Harput Selçuklu devletine ilhak edilmiş ve Harput hükümdarı ve ailesi de sürgün edilmiştir. Selçuklu Devletinin son bulmasından sonra Harput, Palu ve çevresine İran`daki İlhanlıların ve daha sonra Dulkadiroğulları`nın hakim olduklarını ve kendi topraklarına dahil ettiklerini görmekteyiz.
1405`ten sonra kendisinden söz edilmeyen Bayburt Beyi Ahmet Bey`in 1397`de boy beyliğini Osman Bey`e kaptırınca Akkoyunlular üzerindeki etkinliğini yitirmiş ve beylik görevinden ayrılarak Palu`ya yerleşerek Akkoyunlular`ın Palu kolunu kurmuştur.
1436 yılında Karakoyunlu beyi İskender Bey Sivas bölgesinden Malatya`ya geldi ve burada aralarında dostluk olan Akkoyunlu şehzadelerinden Palu Beyi Kılıç Aslan`ı yanına çağırdı. Palu`da bulunan Kılıç Aslan, kardeşlerinden Pir Hüseyin`i İskender`in yanına gönderdi ve sonra kendisi de İskender ile buluştu. Bunlar hep birlikte Kara-Yülük Osman Bey`in oğlu Ali Bey`e ait Harput`u kuşattılar. Fakat kalenin muhafızı olan Pehlivan Seyyidi Ali, beklenmeyen bir savunma göstererek İskender`i muhasarayı terke mecbur etti.
Bu bölgede 40 yıldan fazla bir zaman Akkoyunlular`ın hakimiyetinde kaldıktan sonra 1504 yılında Timur Anadolu`ya girdiği zaman Palu ve Harput kalesini kuşatmış, fakat alamamıştı. Ancak Ankara savaşından sonra Yıldırım Beyazıd Han`ın mağlubiyeti ve esareti sonrasında Anadolu`dan dönüşte kuşatıp aman ile teslim almıştır.
Palu, Harput, Diyarbakır ve çevresi 1507 yılında Safevilerin yani Şah İsmail`in idaresine geçmiştir.
“Kara” sıfatıyla tavsif edilen Cemşid Bey, Akkoyunlu devletinin yıkılmaya yüz tuttuğu sıralarda Palu`ya hakim olmuştur. Ancak bu hakimiyet kısa sürmüş ve 16. yy.ın başlarında Safeviler Palu ve çevresini yeniden ele geçirmişlerdir.
Cemşid Bey, Çaldıran zaferine giderken Yavuz Sultan Selim`e itaatini arzetmiş ve bu sefere katılarak Safevilere karşı savaşmıştır. Zafer sonrasında kendi kuvvetleri ve Karaçin-Zade Ahmet Bey`in yardımlarıyla Palu ve çevresini Safeviler`den İran Valisi Bahti Bey`den geri almıştır.
1514 yılında meydana gelen Çaldıran zaferinden sonra Doğu Anadolu`nun büyük bir kısmı Osmanlılar`ın hakimiyetine girmişse de, Güneydoğu Anadolu Safeviler`in elinde bulunuyordu. Bu bölgenin de Osmanlı idaresine girmesini sağlamak için Yavuz Sultan Selim, bu civarı iyi tanıyan ünlü bilgin İdris-i Bitlisi`yi görevlendirilmiştir. Bıyıklı Mehmet Paşa ile birlikte hareket eden İdris-i Bitlisi, bölgede her biri bir kaleye sahip iken bir çoğunun ülkesi ve kalesi Safevilerce ellerinden alınmış olan Kürt beylerinin Osmanlı hizmetine girmelerini sağlamıştır.
Bu seferden sonra İdris-i Bitlisi, bölgenin idari teşkilatlanması konusunda Yavuz Sultan Selim tarafından kendisine verilen yetkileri en iyi şekilde kullanmıştır. O, bölgenin coğrafi özellikleri ve ekonomik yapısını dikkate alarak “yurtluk-ocaklık” ve “hükümet” adı verilen bazı idari imtiyazlara sahip sancakların teşekkülünü sağlamıştır.
Güneydoğu Anadolu`daki Eğil, Cizre, Hazo ve Genç gibi “hükümet” sancakları yanında Palu ve çevresi de Cemşid Bey`e “mülkiyet üzere” tevcih edilmiştir. Bununla ilgili olarak Yavuz Sultan Selim tarafından Cemşid Bey`e “temessük” verildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Cemşid Bey, bölgenin ve doğunun ahvalini iyi bilen tecrübeli bir zat olarak Irakeyn seferi sırasında Kanuni`ye danışmanlık etmiştir. O bu sırada 60-65 yaşlarında olmalıdır.
Cemşid Bey, Palu`yu uzun yıllar istikrarla yönetmiştir. O oldukça uzun bir ömür sürmüştür. Torunları onun 120 yaşında öldüğünü söylemektedir. Şerefhan da onun ömrünün 100 yılı aştığını ve 60 yıl Palu`da hükümdarlık ettiğini kaydetmektedir. Cemşid Bey`in doğum tarihi bilinmemekle beraber 1568 yılı Nisan`ında (Şevval 975) de öldüğü mezar taşı kitabesinde mevcuttur.
Cemşid Bey, Palu`yu uzun yıllar istikrarla yönetmiştir. O oldukça uzun bir ömür sürmüştür. Torunları onun 120 yaşında öldüğünü söylemektedir. Şerefhan da onun ömrünün 100 yılı aştığını ve 60 yıl Palu`da hükümdarlık ettiğini kaydetmektedir. Cemşid Bey`in doğum tarihi bilinmemekle berabar 1568 yılı Nisan`ında (Şevval 975) de öldüğü mezar taşı kitabesinde mevcuttur.
Doğu Anadolu`daki Beyler arasında oldukça tecrübeli, zeki ve basiretli bir şahsiyet olarak dikkati çeken Cemşid Bey, Kanuni zamanındaki bütün İran seferlerine katılmış ve Kanuni Sultan Süleyman`ın şahsi itimadını kazanmıştır. Ayrıca zamanın ölçüleri dahilinde son derece dindar ve hayırsever olduğu dikkati çekmektedir. Üç defa hacca gitmiş ve Palu`da inşa ettirdiği cami, medrese ve türbeden oluşan külliyeden başka Demirkapı denilen derbendde han ve tekke yaptırıp vakfetmiş ve Diyarbakır şehrinde Dağköyü mahallesinde de bir cami inşa ettirmek için izin istemiştir. Yine Harput`ta yaptırdığı hamam hala hizmete açıktır.
Palu, Yavuz Sultan Selim zamanından başlayarak “Palu Hükümeti” satatüsünde imtiyazlı Cemşid Bey sülalesi tarafından Tanzimat dönemine kadar yönetilmiştir.
Osmanlı dönemi eserleri arasından günümüze ulaşanlar içinde Cemşid Bey külliyesinden başka Dükkanönü Cami, Ulu Cami, Küçük Cami, Çarşıbaşı ve Aşağı Mahalle Hamamları, Zeve`deki hamam kalıntıları ile birçok çeşmedir.
Palu, 1921 yılına kadar Diyarbakır iline bağlı Ergani Maden sancağının bir kazası olarak idare edilmiştir. 1927 yılında ise Palu Elazığ`a bağlanmıştır. Palu, Egil, Kocaköy, Bingöl ile Genç ve Licenin bir kısmının ayrılmasıyla küçülme sürecine girmiştir.
1948 yılına kadar 360 küsür köyü kalan Palu; Karakoçan ve Sivan (Servi)`nın ayrılması ve köylerinin bazılarının Bingöl merkeze bağlanması ile bu süreç devam etmiştir.
150`ye yakın köyü kalan Palu; nihayet 1988 yılında Kovancılar, Arıcak ve Alacakaya`nın ilçe olması ile Palu`nun köy sayısı 36`ya düşmüştür.
Haz. Süleyman YAPICI
Turizm
İlçenin gezilip görülebilir yerleri arasında Palu Kalesi, Eski Hamam, Kilise, Urartu Kralı Menaus`a ait taş kitabe, Cemşitbey Camii ve türbesi, Dükkanönü Camii, Küçük Camii, Ulu Camii, Alacalı Mescid ve Tarihi Palu köprüsü sayılabilir.Coğrafya
Kasaba ve köylerinin %70`i dağlık ve engebeli arazide kurulmuş olup, dağınık bir yerleşim şekli arz etmektedir.İlçe arazisi Murat Nehri civarındaki düzlükler ile güneydeki doğu toros silsilesini oluşturan Akdağlar`dan meydana gelir. İlçe toprakları 410 kilometrelik bir alana sahip olup bu yüzölçümün %70`i dağlık, % 24 dalgalı, %10 ova ve % 3.1 yayladır. Dalgalı ve dağınık arazi ilçe topraklarının %86.9 gibi bir oranın oluşturmaktadır. Doğu Toros silsilesi içinde bulunan Akdağlar en yüksek noktası 2500 metre rakımlıdır.
Murat nehri ilçe topraklarının içinden geçmekte olup, vadisi genellike dik ve sarptır. Palu karasal iklim bölgesinde olup yıllık sıcaklık ortalaması 13 C° dolaylarındadır. Yağışlar genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında görülür.
Yıllık yağış miktarı 430 m³`tür. Keban Barajı`nın yapılmasından sonra Palu ve çevresinde iklim hissedilir derecede yumuşamıştır. İlçe, orman örtüsü bakımından zengin olmayıp sınırları içerisinde 615 hektar bozuk baltalık orman bulunmaktadır.
Nüfus
İlçe nüfusu 2000 yılı genel nüfus tespit çalışmalarında 8.500, Beyhan beldesi merkez nüfusu 7228, Baltaşı Beldesi merkez nüfusu 2.037 ve köyler nüfusu 9.288 olmak üzere toplamda 30.558 kişiden oluşmaktadır.Tarım
İlçe arazilerinin büyük bir çoğunluğunun dağlık olması ilçede toprağa bağlı tarımcılık yapılmasını olumsuz yönde etkilemektedir. Son yıllarda bölgede başgösteren terör hareketleri hayvancılığı uğraş alanı olmaktan neredeyse çıkarmıştır. Bu sebeplerle hem tarım ve hem de hayvancılık çok küşük işletmeler bazında yapılabilmektedir. Ancak sulanabilir arazisi olan bazı köylerinde şekerpancarı, tütün gibi endüstriyel bitkiler ve sebzeler yetiştirilebilmektedir.Şuan ekonomi bakımından yükselen bi trend göstermektedir.Sanayi
İlçede faaliyet gösteren T.C Ziraat Bankası ve Sümerbank satış magazası dışında ticaret hukukuna göre hiçbir sanayi ve ticari işletme mevcut değildir. Ancak ölçekli marangozhane ve doğrama atölyeleri mahalli ihtiyaçları karşılayacak düzeydedir.Ulaşım
İlçem sınırları içerisinde karayollarına ait 96 kilometrelik il yol ağı mevcuttur. Bunlardan 8 kilometrelik Palu - Kovancılar arası ve 29 kilometrelik Palu-Baltaşı-Gülüşkür köprüsü, 23 kilometre Palu-Beyhan asfaltı, 14 kilometre Palu - Arıcak asfaltıdır. Geriye kalan kısım ise geçit vermeyen yol olduğu tespit edilmiştir.Takriben 200 kilometre uzunluğunda olan köy yollarından, Palu - Üçdeğirmenler, Palu-Seydili ile Palu-Baltaşı yol bağlantısı üzerinde Karasalkım, Gömeçbağlar, Karacabağ Köy yolları asfalttır. Ayrıca ilçe merkezi ile Elazığ il merkezi arasında her yarım saatte olmak üzere gerek belediye otobüsleri ile gerekse özel halk minibüsleri ile ulaşım yaz-kış sağlanmaktadır.
Dış bağlantılar
üçdeğirmenler köyü palula 15 km olup çokgüzel dir