Divan şairlerinin eserlerini önceleri serbest, daha sonra belli bir düzen içinde topladıkları kitaplar divanlar, divançeler ve hamselerdir. Divan, divançe ve hamseler, yazarlarının adlarıyla anılırlar. Örneğin Nedim Divanı, Fuzuli Divanı gibi.
Divan
Şairlerin şiirlerini belli bir düzen içinde topladıkları kitaplardır. Bir tür antoloji olarak görülebilir. Zamanla divanlarda şiirler belli bir düzene göre sıralanmaya başladı. Bu elemeye "divan tertibi" bu tür divanlara da "mürettep divan" adı verilir. Tam bir divanda sırasıyla, kaside (tevhid, münacat, na't, medhiye), tarih, musammat, gazel bölümleri yer alır. En sonda da lugazlar, muammalar, müfredler, azadeler bulunur. Divanda gazeller kafiye ve rediflerinin son harfinin Arap alfabesindeki sırasına göre dizilir. Yani elif'ten başlayıp ye harfine kadar. Her harften en az bir şiir olması şarttır. Ama buna uymayan şairler de olmuştur.Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleriyle on birinci asırda Karahanlılar devrinde Maveraünnehr’de ve on üçüncü asırda bilhassa Anadolu’da ortak İslam kültür ve medeniyetinin te’sirinde ortaya koydukları edebiyat. Divan edebiyatı, başlangıçta, divan kelimesinin taşıdığı manalar içinde değerlendirilmiş ve gelişmiştir.
Divan kelimesinin ortaya çıkışı hazret-i Ömer zamanına kadar dayanır. Hazret-i Ömer devrinde Medine’de devlet dairesi teşkil edilerek, maaş ve vazife defterleri tutulmuş ve bu defterlere divan adı verilmiştir. Kelime zamanla mana değişikliğine uğrayarak, manzum sözleri bir araya toplayan antoloji mahiyetindeki kitaplara isim olmaya başladı. Daha sonra divan kelimesi, antoloji manasını bırakmış; Fuzuli ve Baki divanı gibi, klasik Türk edebiyatında, bir şairin şiirlerini ihtiva eden defter manasını kazanmıştır. Ayrıca halk edebiyatı mahsullerinin şifahi yani sözlü olup, ağızdan ağıza dolaşması yanında, divan edebiyatı mahsullerinin deftere geçirilmesi ilk mana ile uygunluk gösterir.
On üçüncü asırdan sonra saray, konak, medrese çevrelerinde ve bunlara yakın topluluklarda okumuşlara mahsus yeni doğan Arap edebiyatı yanında, örneğini daha çok İran edebiyatından alan İslam kültürünün bütün kollarından beslenen, Türk ruhunun özelliklerini aksettiren ve mahalli çizgileri veren bu edebiyat; kesintisiz olarak altı asırdan fazla devam etti. Yüksek zümre edebiyatı denen, asırlar boyunca dil ve muhteva bakımından örnek teşkil ettiği ve okullarda okutulduğu için klasik kabul edilen bu edebiyata, divan edebiyatı ismi verilmiştir. Divan edebiyatı daha çok manzum eserlerden meydana gelmiştir.
Divan edebiyatı, Anadolu’da Selçuklular zamanında Hoca Dehhani ile başlamıştır. On dördüncü asırda Ahmedi, Şeyhoğlu, Ahmed-i Dai gibi şairler yetişmişse de, bu edebiyatın ilk büyük üstadı on beşinci asırda yaşayan Şeyhi’dir. Fatih devrinde Ahmed Paşa ve daha sonra Necati’nin yetiştiği divan edebiyatı, on altıncı asırda; Zati, Baki, Hayali, Nev’i, Fuzuli, Ruhi-i Bağdadi, on yedinci asırda; şeyhülislam Yahya Efendi, Nef’i, Naili, Neşati, Atai, Nabi, on sekizinci. asırda; Nedim, Şeyh Galib, Ragıp Paşa, on dokuzuncu asırda; Yenişehirli Avni, Ziya Paşa gibi encümen-i şuara şairleri ile fevkalade gelişme göstererek, dünyanın sayılı edebiyatları arasında yer aldı.
İslam kültürü ile beslenen ve özellikle başlangıçta İran edebiyatını örnek alan divan edebiyatı, muhteva yönüyle çok çeşitli kaynaklara dayanmaktadır. Bu kaynaklar şunlardır: 1- Âyet-i kerime ve hadis-i şerifler, 2- İslami ilimler (tefsir, kelam, fıkıh), 3- İslam tarihi, 4- Tasavvuf, 5- Peygamber kıssaları, mucizeler, efsaneler, rivayetler, 6- Tarihi, efsanevi, mitolojik şahsiyetler ve hadiseler, 7- Türk tarihi ve milli kültür unsurları, 8- Belagat, 9- Deyimler, atasözleri, şekiller, tamlamalar, bileşik sıfatlar.
Divan edebiyatının esasını şiirler meydana getirmiştir. Divan şiirinde rastgele benzetme ve tasavvur, hayal kullanılmaz. Bunlar belirlidir. İnsanın güzelliği ve güzel, muayyen benzetme ve tasavvurlarla çizilir. Bu yüzden divan şairleri belli bir imaj alemi içinde kalmışlardır. Divan şiirinin öz bakımından esasını mazmunlar teşkil eder. Mazmun, beyt içindeki gizli mana demek olup, zımn kelimesinden gelir. Beytte doğrudan doğruya söylenmeyip etrafında dolaşılan ve görünüşte mananın arkasında saklı bulunan mana, o beytin mazmununu teşkil eder. Divan şiirinde çok defa beytlerin zahiri manaları yanında ayrıca ikinci bir manası vardır. Bu saklı mana bazı kereler ikiden fazla olabilmektedir. Kaideci vasıf taşıyan divan şiirinde, teşbih ve benzetme alemi belli olduğu gibi, mazmunlar da muayyendir. Bu yüzden, şairler kelimelerin seçilmesinde büyük bir titizlik ve dikkat gösterdiler. Umumiyetle hiç bir kelime gelişigüzel kullanılmamış olup, her kelime gerektiği için kullanıldı. Bu durum tenasüb san’atı dışında bir hususiyettir. Divan şiirinde kelimelerin bir maksatla seçilmiş olması ve mazmunlar münasebeti, geometrik bir mükemmeliyet meydana getirmiştir. Usta divan şairlerinin şiirleri sağlam ve ölçülü biçili olup, hiç bir kelimesi değiştirilemez.
Divan edebiyatının gelişmesi, asırlar boyunca mazmunlar ve mana bakımından kendi içinde olmuştur. Divan edebiyatının gelişmesini, siyasi tarihle ilgili olarak; kuruluş, yükselme, duraklama, gerileme ve çökme devrilerine ayırmak doğru değildir. On beşinci asrın başında Şeyhi ve Ahmed Paşa sayesinde tam manasıyla kurulan divan edebiyatı, on sekizinci asrın sonlarında Şeyh Galib ile en yüksek derecesine ulaşmıştır. Bu gelişme, beytler içerisinde mana ve mazmunların fazlaca yerleştirilmesi ile ilgilidir. Mücerret ve müşahhas kavramların birbirine bağlanması, hayal içinde hayal, fikir içinde fikir zikretmek suretiyle yapılan oyunlar, beytlere girift bir manzara vermiştir. Bu gelişmede, Hindistan’da yetişip de Farsça yazan şairlerin Sebk-i Hindi denen tarz ve üslublarının te’siri olmuştur. Başlangıçta, çoğunlukla açıkça ifade edilen mazmunlar, sonraları bir kaç kelime, hatta bazan tek kelime ile ima edilmek suretiyle anlatılmak istenmiştir. Şeyh Galib’e geldiği zaman ise, artık bu tek kelimelik ima bile yoktur. Mazmunlar uzak ve yakın çağrışımlar, ufak deliller yardımı ile ve çok dolambaçlı bir şekilde gösterilmiştir.
San’atkaklar ve eserleri:
Divan edebiyatının on birinci asırdan on dokuzuncu asra kadar doğu ve batı Türklüğü içinde devam eden sekiz asırlık tarihi seyri içinde ortaya çıkan büyük san’atkarları ve yazılan başlıca eserleri şöyle sıralanabilir:On üçüncü asırdan önce Anadolu’da divan edebiyatı örneklerine rastlanmadığı veya ele geçmediği için, Anadolu divan edebiyatı on üçüncü yüzyıldan itibaren başlamıştır. Bu asırda, Selçuklular devrinde bilinen ilk eserler Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin (1207-1273) Farsça yazdığı Divan-ı kebir, Mesnevi, Fihi ma fih gibi eserlerdir. Eski Anadolu Türkçesi’nin bilinen ilk şairi Ahmed Fakih olup, eserleri; Çarhname, Kitab-ı Evsaf-ı Mesacid-iş-şerife’dir. Asrın ikinci yarısında dini, tasavvufi ve ahlaki manzumeleriyle Şeyyad Hamza, Sultan Veled ve tasavvufun en karışık mes’elelerini bütün inceliği ile samimi ve sade Türkçesiyle gösteren Yunus Emre vardır. Divan şiirinin ilk büyük temsilcisi; dini olmayan mevzularda eserler veren ve ele geçmeyen yirmi bin beytlik Selçuklu Şehnamesi bulunan Dehhani bu asırda yer alan mühim şahsiyetlerdendir.
On dördüncü asırda Türkçe, Anadolu’da tamamen yerleşmiş, Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemi olması sebebiyle daha ziyade dini, tasavvufi, hamasi, tarihi ve ahlaki eserler verilmiştir. Sade dille, tasavvufi akideye uygun Garibname gibi büyük eserler yazan Âşık Paşa’nın (1272-1333) yanında divan edebiyatının temelini atanlardan biri sayılan, mutasavvıf, nazım tekniği kuvvetli, dile ve aruza hakim Mantık-ut-Tayr yazarı Gülşehri bunların başında gelir. Ayrıca dini olmayan Süheyl ü Nevbahar, Ferhengname-i Sadi adlı mesnevileriyle şöhret kazanan Hoca Mes’ud; Kıssa-ı Yusuf Mesnevisi ile Süli Fakih; Divan, İskendername, Cemşid ü Hurşid, Tevarih-i Müluk-i Âl-i Osman gibi eserleriyle divan edebiyatının kurulmasında büyük rolü olan ve çok eser veren, Türkçe ilk Osmanlı Tarihi müellifi Ahmedi (öl. 1413); Azeri Türkçesiyle eser veren Kadı Burhaneddin; sade nesir dili ile halk için yazan Siyer-i Nebi, Futuh-üş-Şam, Kissa-i Yusuf yazarı Mustafa Darir’in yanında; heyecanlı, coşkun, lirik şair Nesimi, asrın önde gelen temsilcileridir.
On beşinci yüz yılda divan edebiyatı tam anlamıyla yerleşmiş ve klasik hususiyetini kazanmıştır. Osmanlı Devleti’nin bu asırda gösterdiği siyasi başarı, edebiyata da aksetmiştir. Nazım ve nesirde Ahmed-i Dai (Divan, Cenkname, Camasbname); asrın ilk yarısının en büyük ve şeyh-üş-şuara ünvanlı şairi Şeyhi (1371-1431) (Divan, Harname, Hüsrev ü Şirin); kasideleri ve söyleyişleri ile ünlü diğer büyük şair Ahmed Paşa (ÖI. 1479); bilhassa gazelleriyle ve sade dille maharet kazanan, Türkçe deyimleri ve atasözlerini çok kullanan Necati; padişah ve şehzadeler arasında; Muradi (Murad-ll), Avni (Fatih), Adli (Bayezid-ll), Cem Sultan; şehrengiz türünün ilk örneğini veren Mesihi; kadın şairlerden Mihri Hatun ve Zeynep Hatun; Mesnevi yazarları arasında Anadolu sahasında ilk hamse sahibi Hamdullah Hamdi ve diğer mesnevi şairleri; Tacizade Cafer Çelebi, Behişti ve Revani bu asrın belli başlı san’atkarlarıdır. Bu asırda süslü nesir örneğini Sinan Paşa ile Neşri vermiştir. Sade nesir temsilcileri olarak Mercimek Ahmed, Ahmed Bican, Uzun Firdevsi sayılabilir. Devrin mühim tarihlerinden olan Aşık Paşazade’nin Tevarih-i Âl-i Osman ile Oruç Beğ Tarihi ve Dursun Beğ Tarihi gösterilebilir.
Çağatay sahasında ise Sekkaki ve Lutfi’yi devam ettiren Hüseyin Baykara ile Ali Şir Nevai, on beşinci asrın en büyük temsilcileridir. Bilhassa Ali Şir Nevai, Türkçede ilk hamse ve ilk tezkire yazarıdır.
On altıncı asır divan edebiyatı nazım ve nesir alanında san’atkar ve eser yönünden büyük gelişme gösterir. Hele Fuzuli ve Baki bu asrın olduğu gibi divan edebiyatının da yetiştirdiği büyük şairlerdendir. Fuzuli, Azeri lisanını kullanmış lirik bir şairdir. Baki, Sultan-üş-şuara diye anılır ve büyük alimdir. İstanbul Türkçesi’nin en güzel örneklerini vermiştir. Divan şiirini, İran şiiri seviyesine çıkarmıştır. Devrin diğer san’atkarları arasında, üstadlık yapmış, zengin hayalleri olan Divan, Siyer-i Nebi, Şem ü Pervane, Şehrengiz gibi eserleriyle tanınan ve Baki’yi yetiştiren Zati; divan şiirinin inceliklerini bilen Hayali; sade ve yapmacıksız anlatımıyla Füsus-ül-hikem’i tercüme eden Nev’i; sade bir üslubu, akıcı bir dili olan, mesnevi yazmadaki ustalığı ile şöhret bulan Taşlıcalı Yahya Bey; Terkib-i bend denilince ilk akla gelen asrın tenkidcisi Bağdadlı Ruhi ve ayrıca Emri, Figani, Kara Fazlı, Lamii Çelebi, Hakani zikredilebilecek isimlerdir.
Bu asır, nesir türleri bakımından da zengin bir asırdır. Osmanlı sahasında ilk tezkire yazarı olarak Sehi Bey, Heşt-Behişt’le tanınır. Diğer tezkire müellifleri Kastamonulu Latifi ve Âşık Çelebi’dir. Tarih türünde Tevarih-i Âl-i Osman ve Âsafname eserleriyle Lütfi Paşa; vak’anüvis tarihlerinin ilki olan Tac-üt-tevarih isimli eseriyle Hoca Sadeddin; Künh-ül-Ahbar, Kavaid-ül-Mecalis, Nasihat-üs-Selatin gibi eserleriyle Gelibolulu Mustafa Ali ve Tevarih-i Âli Osman isimli eseriyle Kemal Paşazade bu asrın başlıca tarih müellifleridir. Hatırat nevinde ise, doğu Türkçesi içinde yer alan ve divanı bulunan Babür vardır. Ayrıca bu sahada divan sahibi olarak Ubeydullah Han ile Şeybani Han’ı zikretmek yerinde olur. Seyahatname türünde eser veren Seydi Ali Reis ve coğrafya dalında malumat veren Piri Reis, devrin diğer önemli şahsiyetleridir.
On yedinci asırda divan şiirinde kaside ve hiciv vadisinde büyük yeri olan Nef’i; gazel tarzında üstad kabul edilen, hoş nükteli şeyhülislam Yahya Efendi ve hikemi şiir türünü başlatan, akıcı bir dil kullanan Nabi, ilk hatırlanan isimlerdir. Naili ve bu asırda gazel tarzını yeni bir eda ile kullanmış ve şiirimize ilk defa Sebk-i hindi üslubunu getirmiştir. Diğer mühim şahsiyetler; Nev’izade Atai, şeyhülislam Bahai, Neşati, Nedim-i Kadim, Azmizade Haleti, mahalli mevzuları halk tabir ve atasözlerini manzumelerinde çokça kullanan Sabit, Ganizade Nadiri’dir.
Bu asırda nesir sahasında hayli yenilikler görülür. Bilhassa dildeki klasikleşme, konularda çeşitlilik, eserlerin çokluğu, seçili nesir örnekleri dikkati çekici hususiyetlerdir. Devrin en şöhretli seyahat yazarı Evliya Çelebi; ilmi sahada ciddi eserler vermiş, ilk defa Osmanlı ülkeleri coğrafyasını yazmış ilim adamı ve geniş bilgili bir yazar olan Katip Çelebi; hadiseleri tahlil ve tenkid ederek yazan Naima; yine hadiseleri canlı bir üslubla, orjinal tarzda veren Peçevi İbrahim Efendi; dördüncü Murad Han’a devlet idaresinin ıslahı için bir risale yazan Koçi Bey ile süslü nesrin belli başlı temsilcileri Nergisi ve Veysi önde gelen şahsiyetlerdir.
Halk şairleri ile divan şairlerinin on yedinci asırdaki yakınlığı ve birbirlerine te’siri, on sekizinci yüzyılda, divan edebiyatını mahallileşmeye götürür. Bunun neticesinde on sekizinci yüzyılda ortaya çıkan mahallileşme cereyanı ile şarkı türünün kullanılması ve İstanbul Türkçesinin şiir dili olarak benimsenmesi faaliyetleri bu asrın edebiyatına yeni bir hava ve bilhassa Nedim’le gerçek temsilcisini bulmuştur. Divan şiirinin son büyük üstadı, zengin ve geniş hayalleri ile Sebk-i hindi ile üslubunun en kuvvetli temsilcisi olan Şeyh Galib ise bu asrın ikinci yarısında yetişmiştir. Asrın diğer önemli şairleri arasında Sünbülzade Vehbi, Enderunlu Fazıl, Koca Ragıp Paşa, Sururi, Fitnat Hanım ile hiciv ve mizah yönü kuvvetli Haşmet zikredilebilir. Nesir alanındaki tarihçiler Raşid; Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa; şuara tezkirecileri Safai, Salim, Ramiz ve sadece Mevlevi şairlerinden bahseden Esrar Dede: hal tercümesi müellifi Şeyhi, kendi zamanına kadar gelen müftü, şeyhülislam ve hattatlardan bahseden Süleyman Sadeddin Efendi; sefaretname yazarları Yirmisekiz Çelebi Mehmed, Ahmed Resmi Efendi; Kani, İbrahim Müteferrika ve Muhayyelat isimli eski masal ile batılı hikaye arasında yazılmış, orjinal eserin sahibi Giritli Aziz Efendi belli başlı isimlerdir.
On dokuzuncu yüz yılın ikinci yarısından sonra Tanzimat hareketleri günlük hayatta olduğu gibi edebi hayatta da büyük gelişmelere sebeb oldu. Batı medeniyetinin te’siri altında gelişen bu edebiyat cereyanına, batı te’sirinde Türk edebiyatı adı verilir. Ortak İslam kültür ve medeniyeti te’sirindeki divan edebiyatı yanında, batı te’sirindeki Türk edebiyatı da kendi şekli ve muhtevası içinde gelişerek, yeni kültür, medeniyet ve lisanlarının icablarını alıp kullanmıştır. Böylece daha on dokuzuncu asrın başlarında çözülmeye başlayan divan edebiyatı, asrın sonlarında yerini yeni cereyanlara bırakmış ve klasik oluş hüviyetinden uzaklaşmıştır. Bu asır san’atkarları arasında mahallileşme akımının temsilcisi Enderunlu Vasıf; üslub, nazım tekniği ve Mesnevileri ile tanınan Keçecizade İzzet Molla; Tanzimat nesir dilinin öncüsü sayılan ve Âdem kasidesiyle tanınan Âkif Paşa; dil ve tekniği kuvvetli şeyhülislam Ârif Hikmet Bey; Encümen-i şuara adıyla bilinen divan şiirinin son temsilcileri Leskofçalı Galib, Yenişehirli Avni ve Hersekli Ârif Hikmet zikredilebilir.
On dokuzuncu asrın ikinci yarısından sonra batılı eğitim görmüş aydın kesimi Türk edebiyatı temsilcileri, klasik gelenekçi edebiyatı ve kültürümüzle bağlantılarını kopardılar ve hatta cephe olarak divan edebiyatını batı ölçüleriyle tenkid ettiler. Ziya Paşa; “Şiir ve inşa” makalesinde divan edebiyatını milli olmamakla suçlar. Fakat bir süre sonra da Harabat isimli şiir antolojisini yazarak divan şiirini över. Tanzimatçılarda da bu ikili tavır, şekil ve muhtevada devam etmiştir. Daha sonraları aruz-hece tartışması, milli edebiyat akımının ortaya çıkması ve dilde sadeleşme hareketleri, divan şiirini maddi sahada artık kullanılmaz hale getirmiştir. Fakat, divan şiirinin kalıcılığı, tesir güzelliği ve çarpıcılığı, yirminci asır Türk edebiyatının büyük şairlerini zaman zaman cezbetmiştir. Divan şiirinin tür ve nazım şekillerini çok başarılı kullanmasından dolayı, Yahya Kemal’i divan şiirinin son temsilcisi sayanlar olmuştur.
Nazım Şekilleri
Divan şiirinde vezin olarak aruz kullanılmıştır. Nazım şekilleri ise çok çeşitli olup, büyük bir kısmı İran edebiyatındakiler ile ortaktır. Kaside ve gazel ise, Arap şiirinden alınmıştır. Tuyuğ ve şarkı, Türklerin; Mesnevi ve rubai ise, İranlıların divan edebiyatına kattıkları nazım şekilleridir. İran, Türk ve Arap edebiyatında müşterek olan bu nazım şekillerinde birim, beyttir.Kaside
Kaside ilk beytinin mısraları kendi arasında kafiyeli, diğer beytlerinin ilk mısraları ise kafiyesiz, ikinci mısraları ilk beytle kafiyeli olan 33 veya 99 beytli manzumelerdir. İlk beyte matla’; şairin mahlasının geçtiği beyte tac beyit; en güzel beyte, beyt-ül-kaside adı verilir. Kaside bir maksat için yazılmış olduğundan, yazılış gayesine göre ayrı ayrı isimler alır.Kasidelerin ilk kısmına nesib veya teşbih denir. Bu kısımları oldukça uzun bir gazeli andırır. Tabiat, çevre, önemli günler, bir nesne veya olay üstüne yazılmış olabilir. Nesib, kasidenin en zengin ve güzel bölümü ile yaşayan tarafıdır. Beyt sayısı sınırlı değildir. Kasideler ya teşbihlerine göre; bahariyye, şitaiyye, ramazaniyye veya kafiye ve rediflerine göre; lamiyye, raiyye, Kerem kasidesi, Su kasidesi suretinde de adlandırılır.
Belirli bir maksadla yazılan kaside, divan şairinin bir nevi dilekçesi hükmündedir. Zaten kelimenin kasd kökünden gelişi bunu ortaya koyar. Devlet büyükleri, kasidelerine göre şairlere ihsan ve lütufda bulunmuşlar ve kültür hareketlerini daima desteklemişlerdir.
Gazel
Beyt birimi üzerine kurulmuş bir nazım şeklidir. Aruz vezninin her kalıbıyla yazılabilen genellikle aşk, tabiat ve toplum temalarının işlendiği, duygularda derinlik ve yakınlık, hayalde genişlik ve nüktede incelik isteyen bir şiir türüdür. Türk edebiyatında en büyük şairler, aynı zamanda gazel üstadlarıdır. Şairlerin san’at kudreti, gazeldeki başarılarıyla ölçülür.Gazelin ilk beytine matla’ (doğuş, giriş), son beytine makta’ (kesiliş, bitiş), en güzel beytine de beyt-ül-gazel denir. Gazelde her beyt, iyice işlenmiş bağımsız bir bütün sayılır. Bu yüzden gazelin beytleri arasında mana birliği aranmaz. Beytlerin her biri ayrı şeyler anlatabileceği gibi, bazan bir kaç beyt, bazan da gazelin bütün beytleri tek bir tema üstüne olabilir. Beytleri arasında mana birliği taşıyan gazellere yek-avaz veya yek-ahenk gazel denir. Şair, genellikle son beytte mahlasını kullanır. Bu beyte taç beyti denir.
Gazel, Arab edebiyatından İran’a, oradan da Türk edebiyatına geçmiştir. Gazelin şekil bakımından özellik taşıyan iki çeşidi olup, bunlar müstezat gazel ve musammat gazeldir. Müstezat gazel; iç içe konulmuş iki gazeli andıran bir gazel çeşididir. Bu gazel türü halk edebiyatında da kullanılmıştır. Musammat gazel ise; ortadan ikiye ayrılabilen, eş bölümlü vezinlerle yazılan gazellerdir. Bu tür gazellerde mısra ortasında da kafiyeler bulunur. Bu iç kafiyeler, beytleri ikiye bölünebilir hale getirir. Gazelin mahlas kullanılmayan şekline ise nazm denir. Bu da bir nazım şeklidir.
Kıt’a
Gazel gibi kurulmuş, ilk beyti yani matla’ı olmayan bir nazım şeklidir. İki, üç veya daha çok beytlik olabilir. Genellikle iki beyt halinde yazıldığı gibi, dörtlük anlamında da kullanılır. Kıt’a şekli, daha çok fikir konularına, nükteye ve hicve elverişlidir. Ebced hesabı denilen usulle, tarih düşürmek için kullanılan kıt’alar da vardır.Terkib-i Bend
Beş bendden on yedi bende kadar, takım halinde şiirlerin özel bir şekil altında toplanmasıdır. Şiirin her bendi kendi içinde hane ve vasıta olmak üzere iki bölüme ayrılır. Bendlerin hane kısmı, tam bir gazel gibi kafiyelenir. Çoğu yedi-sekiz beyt olur. Vasıt ise, tek bir beyttir. Beytin mısraları kendi arasında kafiyelenir. Hanelerden sonra gelir ve her bendin sonunda değişir. Bu nazım şekli, daha çok; hikmetli, öğretici ve yerici şiirlere uygundur. Terkib-i bendler, takım halinde uzun şiirler olduğu gibi, çoğu şairlerinin isimleri ile anılır.Terci-i Bend
Terkib-i bende çok benzeyen bir nazım şeklidir. Terkib-i bendden farkı, vasıtın bir tek ve aynı beyt olup, her bendin sonunda tekrar edilmesidir. Terci-i bendde daha çok din ve tasavvuf konuları işlenmiştir. Kafiyelenişi terkib-i bend gibidir.Rubai
Kafiye dizilişi bakımından, bir gazelin ilk iki beytini andıran nazım şeklidir. Bu yüzden rubaiye du-beyt adı da verilmiştir. Ancak rubai, beytler halinde değil, dörtlük esasına göre kurulmuştur. Dört mısradan müteşekkil bütün bir şiirdir. Kendine mahsus aruz kalıplarıyla yazılır, İran edebiyatından bize geçmiştir. Rubai şairi, dört küçük mısra içinde bir dünya görüşü, bir düşünce teması işliyeceği için, büyük üstad ve fikir olgunluğuna erişmiş biri olmalıdır. Başlangıçtan beri, hikmet, tasavvuf, felsefe konularının anlatımı için kullanılmıştır. İran şairlerinden Ömer Hayyam ile büyük Türk mutasavvıfı Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri en büyük rubai şairleri kabul edilir. Edebiyatımızda en meşhur rubai şairi on yedinci asırda yaşayan Azmizade Haleti’dir. Yahya Kemal ile Arif Nihat Asya yirminci asırda bunu devam ettirmişlerdir.Tuyug
Rubai gibi, bir gazelin iki beyti şeklinde kafiyelenen; dörtlük esasına göre kurulmuş bir nazım şeklidir. Tuyuğ, Türk halk edebiyatındaki maninin aruz veznine uygulanmış şeklidir. Çağatay, Azeri ve on altıncı asra kadar Anadolu divan şairleri arasında çok kullanılmıştır. Rubai gibi, hikmetli, tasavvufi, felsefi duyguları işler.Mesnevi
Beytler halinde kurulan ve her beytin iki mısraı kendi aralarında kafiyelenen bir nazım şeklidir. Klasik şark nazım şekillerinden olup, Arap ve Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir. Mesnevinin beytleri arasında kafiye birliği yoktur. Her beyt yalnız kendi mısraları arasında kafiyelidir. Bu beytler peşpeşe sıralanarak mesnevi şeklini meydana getirirler.Bu nazım şekli ile çok uzun manzumeler yazılır ve sayısı pek çok olan beytler için aynı kafiyeyi bulmak zahmeti çekilmez. Firdevsi’nin Şehname’si 60 bin beytlik bir mesnevidir. Yine Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi’si 26 bin beyt tutar. Bir çok milletlerin tarihi kahramanlık masalları olan destanları, efsaneleri, manzum aşk ve macera masalları Mesnevi şeklinde yazılmıştır. Ancak, divan edebiyatında mesnevi denince, içinde olay veya hikmetler bulunan manzum eserler akla gelir. Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’u ve Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ı Mesnevi türünde yazılmış eserlerdir. Destani ve tasavvufi Mesneviler, Türk edebiyatında fazla bir yer tutmaz. Mesnevilerde genellikle aruz vezninin kısa kalıpları kullanılmıştır. Divan şairleri, Mesnevilerini arada bir gazel, murabba, muhammes, kıt’a gibi nazım şekillerinde yazdıktan şiirlerle süsleyerek, mevzudaki monotonluğu gidermeğe çalışırlar ve eserlerine bir heyecan ve zenginlik verirler. Bu şiirler, mesnevi kahramanlarından birinin diğerine ya şiirle hitabı olur veya şiir diliyle yazdığı bir mektup diye mesneviye ilave edilirler.
Murabba
Dört mısralı bendlerden meydana gelen bir nazım şeklidir. Bend sayısı üçten; dokuza kadar olabilir. Murabba, divan edebiyatında Türk şairlerinin kullandıkları yarı milli bir nazımdır. Çünkü Türk halk şiirlerinde, terennüme elverişli olsun diye, dördüncü mısraları aynen tekrarlanan, koşma ve türkülerin, divan şiirinde aruzla söylenmesi, murabba şekline milli bir özellik vermiştir. Murabbanın ilk bendinin dört mısraı kendi aralarında kafiyelidir. Diğer bendlerin ilk üç mısraı kendi arasında, dördüncü mısrası ise ilk bend ile kafiyeli olur. Böyle murabbalara mütekerrir adı verilir.Şarkı
Divan şiirine Türklerin kattığı bir nazım şekli olan şarkı, aslında mütekerrir bir murabbadır. Edebiyatımızda daha çok on yedinci asırdan sonra görülür ve Nedim’de zirveye çıkar. Halk edebiyatındaki koşma şeklinin değiştirilmesinden ortaya çıkan şarkı, Lale devrinde, en yaygın terennüm edilen ve tamamiyle Türk zevkinin eseri olan, milli bir nazım şekli haline girmiştir. Umumiyetle şarkılar, bestelenmek için yazılır. Bu yüzden, daha çok aruzun kısa vezinli olanları tercih edilir. Sade ve canlı bir konuşma dili ile söylenirler. Şarkıda, hafif aşk konuları, günlük konular, günlük maceralar işlenir. Şarkının en güzellerini Nedim söylemiştir.Şarkı, iki bendden beş bende kadar olabilir. Her bendin en kuvvetli olması gereken üçüncü mısraına miyan denilir. Şarkıların çoğu kafiye dizilişi bakımından murabbaya benzer. Bazı şarkıların ilk bendleri koşma gibidir. Mütekerrir şarkılarda murabbalar gibi ilk bendin birinci ve üçüncü mısraları nakarat halinde aynen tekrar edilir.
Musammatlar
Bendlerden meydana gelen manzumelerin umumi adı musammattır. Bendleri dört mısradan meydana gelen musammatlara murabba, beşli olanlara muhammes, altılı olanlara müseddes, onlu olanlara muaşşer adı verilir. Bendler yedili, sekizli de olabilir. Muhammes ve müseddeslerde kafiyelenme murabba gibidir. Son mısraları tekrarlanan muhammes ve müseddeslere de mütekerrir denir. Daha önce yazılmış bir gazelin her beytinin başına iki, üç, dört mısra ilavesiyle meydana getirilen murabba, muhammes ve müseddese; terbi’, tahmis ve tesdis adı verilmiştir. Tahmis; başkası tarafından yazılmış bir gazel olup, her beytin baş tarafına, o beytin ilk mısraı ile kafiyeli, üç mısra eklemeye denir. Eklenen beytlerin vezin, kafiye ve mana bakımlarından esas gazele uyması şarttır. Yine bir gazelin her beytinin iki mısraı arasına, ilk mısra ile kafiyeli olarak üçer mısra yerleştirmeye de taştir denir. Vezin, kafiye ve mana uyumu burada da lazımdır. Her bendin (beşinci) son mısraları, bendlerden ayrı olarak kendi arasında kafiyelenen muhammes çeşidine tardiyye adı verilir. Tardiyye; “Mef’ulü mefailün feulün” vezniyle yazılır.Divan Edebiyatında Türler
Divan edebiyatında tür ve nazım şekli hep birbiriyle karıştırılmıştır. Tür denilince yazılan manzumenin veya nesrin hangi konuda yazıldığı anlaşılmalıdır. Yani tür; konudur, mevzudur. Şekil ise, şiirin dış yapısına hakim olan fiziki hususiyetlerdir. Divan edebiyatında kullanılan dini tasavvufi ve ahlaki nazım eser türleri şöyle sıralanabilir:Tevhid
Allahü tealanın birliği ve yüceliği konusunda yazılan manzum ve mensur eserlerdir. Tevhidin lügat manası; birleme, bir olduğunu kabul ve ifade etmedir. Divanlar, Mesneviler ve diğer kitaplar, tevhid ve münacatla başlamaktadır. Çok defa tevhid ve münacat tek bir manzume veya parça halinde yazılır. Mensur tevhidlerin en güzeli, onbeşinci asır edebiyatçılarından Sinan Paşa’nın Tazarruname’sinde yer alır.Münacat
Allahü tealaya dua etme, yalvarma tarzındaki manzumeleridir. Münacat; sıkıntılı ve üzüntülü durumlardan kurtuluş için, Allahü tealaya hafif sesle sır söyler gibi, yalvarma, yakarma demektir. Münacat, manzum ve mensur olabilir. Tazarruname bu kabilden mensur metinlere güzel bir şekilde yer verir.Na’t
Başta Peygamberimiz olmak üzere, çiharyar-ı güzin ile tarikat büyüklerini öven manzum ve mensur manzumelere na’t denilir. Na’t; iyi vasıfları belirtme, bir kimseyi övme demektir. Na’tlarda Peygamberimizin vasıfları, mucizeleri övülür. On sekizinci asrın başında yaşayan Nazım, divanında daha çok na’tlara yer vermiştir.Siyer
Peygamberimizin hal tercümesini anlatan manzum ve mensur eserlerdir. Siyer, hal ve hareket, hayat tarzı demek olup, sire kelimesinin çoğuludur. Türk edebiyatında siyer konusunda ilk eser veren şair on dördüncü asırda yaşayan Erzurumlu Mustafa Darir’dir. Mensur olan ve yer yer manzum parçalar da ihtiva eden ve Terceme-i Siret-ün-Nebi adını taşıyan eserde bulunan veladetle ilgili manzume, Süleyman Çelebi’nin, Mevlid’ine büyük ölçüde te’sir etmiştir.Mevlid
Manzum siyere Türkçe’de umumiyetle mevlid denmiştir. Mevlid kelimesi masdar, yer ve zaman ismi olarak; doğma, doğum yeri, doğum zamanı demektir. Peygamberimizin doğumunu anlatan eserlere Mevlid adı verilir. Mesnevi şekliyle yazılan böyle eserlerde Peygamberimizin doğumu ile birlikte; vasıfları, ahlakı, mucizeleri, miracı, vefatı anlatılır. Türk edebiyatında yüze yakın mevlid yazılmıştır. Bunların içerisinde en tanınmışı ve sevileni bugün de söylenen Süleyman Çelebi’nin Vesilet-ün-Necat adlı eseridir.Hilye
Süs, ziynet demek olup, Peygamberimizin vasıf ve güzelliklerini anlatan eserlerdir. Mevlidin bölümleri arasında yer aldığı gibi, ayrıca bu ad altında müstakil eserler de yazılmıştır. Bu alanda ilk eseri on altıncı asır şairlerinden Hakani yazmıştır.Miraciye
Peygamber efendimizin miracından bahseden manzumelerdir. Mirac; göğe çıkma, merdiven demektir. Mevlidler içerisinde mirac bölümleri de bulunmaktadır. Konu müstakil olarak da işlenmiştir. Bu türün edebiyatımızda ilk örneğini Ahmedi vermiştir.Kırk Hadis Tercümeleri
Hadis, Peygamberimizin mübarek sözlerine denir. Bunlar itikad, ibadet, muamelat, ölüm ve ahlak konuları hakkındadır. Bunlardan başlıca dini kaideleri gösteren kırkı seçilerek Hadis-i erbain (Kırk hadis) mecmuaları meydana getirilmiştir. Bu eserler, Türkçe’ye çoğunlukla kıt’a şeklinde manzumelerle çevrilmiştir.Makteller - Mersiyeler
Bir kimsenin ölümü üzerine onun iyi vasıflarını anlatmak maksadıyla yazılan manzumelerdir. Maktel ise; hazret-i Ali’nin oğlu hazret-i Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmesi konusundaki eserlerdir.Hezl, Tehzil
Mizah güldürmece tarzındaki manzumelerdir. Çeşitli nazım şekilleri ile yazılmışlardır.Medhiye
Dört halifeyi, din büyüklerini, padişahları ve devlet büyüklerini övmek için yazılan manzumelerdir. Çoğunlukla kaside şeklindedir.Hicviye
Bir kimsenin kusurlarını ortaya koymak, onu yermek için yazılan manzumelerdir. Genellikle kaside şeklinde olur. Kıt’a şeklinde yazılanları da bir hayli fazladır.Fahriye
Övünmek için yazılan manzumeler olup, kaside içinde veya müstakil olabilirler.Lügaz ve Muamma
Lügaz, manzum bilmecedir. Bir şahıs ismi gizleyen bilmecelere ise muamma denir.Sakiname
Sakiden, içki meclisinden, içki çeşitlerinden, kadehden bahseden manzumeler gibi görünürlerse de gerçekte bunların kelime kadrosunu kullanarak yazılan tasavvufi eserlerdir.Surname
Şehzadelerin sünnet düğünleri ile hanım sultanların evlenme törenlerini anlatan eserlerdir. Mensur olarak yazılanları da vardır.Gazavatname
Savaşlardan, savaşlarda gösterilen kahramanlıklarla, zafer ve fetihlerden bahseden eserlerdir. Mensur olarak yazılanları da vardır. Bunlar zafername ve fetihname gibi adlar da taşırlar.Şehrengiz
Bir şehri ve güzellerini anlatan tasvir maksadiyle yazılan manzumedir. Çoğunlukla mesnevi şeklinde olur.Ta’rifname (Ta’rifat)
Çeşitli makam sahiplerini, vazifelerinin hususiyetlerine göre bir kaç beyt içerisinde anlatan mesnevi şeklindeki eserlerdir.Nesir
Divan edebiyatındaki nesir türlerinin belli başlıcaları ise şunlardır:Münşeat
Resmi yazılar ve mektuplardan toplanmış eserlerdir. On altıncı asırda yaşamış olan Feridun Bey’in Münşeat-üs-Selatin’i meşhurdur.Tarihler
Eskiden tarihler, üslub gözetilerek yazıldığı için edebi eser sayılmıştır. Anonim olan ilk Osmanlı tarihleri ve Aşık Paşazade’nin eseri hikaye karekteri taşır.Hamse
Beş hikaye veya değişik beş konudan meydana gelen hamselerin mensur olanları için Nergisi’nin Hamse’si en iyi örnektir.Tezkireler: Büyük velilerin, alimlerin ve şairlerin hayatlarını anlatan eserlerdir. Velilerin hayatını anlatanlarına Tezkiret-ül-evliya, şairlerden bahsedenlere ise Tezkiret-üş-şuara denir. Türk edebiyatında ilk şairler tezkiresini on beşinci asırda Ali Şir Nevai yazmıştır.
Seyahatname
Elçilerin yurda döndükten sonra gittikleri memleketler ve yaptıkları görüşmeler hakkında yazdıkları eserlerdir. Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Sefaretnamesi meşhurdur.Kısas-ı Enbiya
Peygamberlerin hikayelerini anlatan ve hayatlarına yer veren eserlerdir. Türk edebiyatında ilk Kısas-ul enbiyayı onbeşinci asırda Rabguzi yazmıştır. Osmanlıca türkçesi ile yazılan Kısas-ül-enbiyaların en güzelini Tanzimat devrinde Ahmed Cevdet Paşa yazmıştır.Dil ve Üslub
Divan edebiyatının dili on beşinci asra kadar Arap ve Acem dillerinin te’sirinden uzak kalmıştır. Bu asırla birlikte Arapça ve Farsçaya yabancı dil gözüyle bakılmadığı için bu dillerden Türkçe’ye pek çok kelime yanında, tamlamalar da girmiş ve gitgide çoğalmıştır. Sonraları şiir ve nesirde kullanılan bu kelimelerin belagat kaidelerine bağlı bir edebi san’at anlayışı içinde kullanılmasıyla üslubun esası meydana getirilmiştir. Üsluba te’sir eden başlıca edebi san’atlar şunlardır: Cinas, tenasüb, mecaz, mecaz-ı mürsel, telmih, tevriye, hüsn-i ta’lil, tecahül-i arif, mübalağa, teşbih, istiare, teşhis ve intak, tezat, seci’, akis, rücu’.Divan edebiyatında rastgele benzetme ve hayal kullanılmaz. Şairler, insanın iç ve dış dünyasındaki güzelliklerini ve tabiatı belli bir benzetme ve tasavvurla çizerler. Şiirin özünü, çekirdeğini, esasını mazmunlar teşkil eder. Mazmun, beytlerdeki gizli mana demektir. Mazmun, değişmez kalıp halinde olup hükümdür. Bütün mes’ele, mazmundaki gizli manayı yani hükmü çözmektir. Bu sebeble her şair kendine has üslubu ile bir mazmunu san’atlı biçimde ortaya koymaya çalışır. Mazmun çözmek demek, maddeye bakıp manayı anlamak demektir. Mesela, yanak ve yüz; şekli ve rengi göz önünde tutularak sabah, güneş, mum, gül, ateş, ayna, ay suretindedir. Saç kokusu; rengi ve şekli ile misk-i anber, ud, sünbül, ejder, zincir, perişan, kafir, gece ve kemenddir. Bu mazmunlar, divan şiirinde kalıplaşarak tamamen mecazi manaya bürünmüştür.
Divan Edebiyatı'nın tarihsel gelişimi
Divan edebiyatının ilk örnekleri 13. yüzyılda ortaya çıktı. Bu edebiyatın ilk ürünlerini veren Mevlana Celaleddin Rumi bütün yapıtlarını Farsça yazdı. Aynı yüzyılın bir başka büyük şairi Hoca Dehhani'ydi. Horasan'dan gelip Konya'ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair Firdevsi’nin etkisinde şiirler kaleme aldı. 14. yüzyılda Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür merkezlerinde şairler ve yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini verdiler. Bunların çoğu kahramanlık hikayeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı. Bu arada İran edebiyatının konuları da Türk edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin'in 1350'de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa'nın 1387'de yazdığı Hurşidname, Süleyman Çelebi'nin (1351-1422) Vesiletü'n-Necat başlığını taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran edebiyatının etkisiyle yazılmıştır.Divan edebiyatı, özellikle şiir alanında en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşadı. Baki ve Fuzuli Divan şiirinin en iyi örneklerini verdiler. 17. yüzyıla girildiğinde Divan edebiyatının ulaştığı düzey, İran edebiyatınınkinden geri değildi. Divan şairleri, şiirlerinde fahriye denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığının doruğuna çıkmışlardı. Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef'i bu yüzyılın ünlü şairleriydi.
Divan edebiyatı, en özgün şairlerinden olan Nedim’in ve Şeyh Galib'in ardından, 18. yüzyılda bir duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle bu iki şairi taklit ettiler ve özgün yapıtlar ortaya koyamadılar. 19. yüzyılda Divan edebiyatı artık gözden düşmüş ve eleştiri konusu olmuştu. İlk eleştiriyi getiren Namık Kemal'di. Tanzimat'la birlikte Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler, konular denenmeye başlandı. Divan edebiyatı böylece önemini yitirmekle birilikte, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı, Türk edebiyatının aruz ölçüsüyle son şiirlerini yazdılar, denilirse de zamanımızda da bu vezni kullanabilen şairler vardır.
Aruzun az kullanılıyor olması, zorluğundandır. Yoksa başka ölçülerle veya ölçüsüz yazılan şiirlerdeki lirizm ve ahenk aruzla yazılan şiirlerin yerini tutamaz.
Divan Edebiyatı'nda Nazım Birimi
Nazım sözlük anlamıyla "sıra", "düzen" demektir. Ama Divan edebiyatında nazım dendiğinde şiir anlaşılır. Divan edebiyatı, daha çok şiir türünde örnekler içerir ve düzyazı eserler azdır. Divan şiiri, kurallarını Arap ve İran edebiyatından alan aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Bunun yanında Nedim ve Şeyh Galip gibi bazı şairlerde hece ölçüsüyle yazılmış şiirlere de rastlamak mümkündür. Divan şiirinde daha çok Kur'an, Muhammed'in sözleri olan hadisler, peygamber ve kutsal kişilere ilişkin öyküler, tasavvufun ortaya attığı sorular, ünlü bir İran efsanesini konu alan Şehname gibi konular işlenmiştir. Bu şiirlerde Türk kültürüne ilişkin ögelerden de yararlanılmıştır.Divan şairi bu konuları, aruz ölçüleri içinde ve çok yaygın biçimiyle beyitlerle yazmıştır. Tek satırdan oluşan dize ya da mısra, genelde şiirin en küçük birimidir. Divan şiirinde ise en küçük birim beyitten, yani iki mısradan oluşur. Sözcük olarak beyit "ev" anlamına gelir. Mısra ise, çift kanatlı bir kapının kanatlarından her birine verilen addır.
Aruz ölçüsünde açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi Fatih Erduran tarafından kullanılmıştır. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağlamıştır.
Aruz ölçüsü nazım şekillerine göre değişik kalıplarda kullanılır. Örneğin Rubai nazım şekli ahreb ve ahrem adı verilen belli aruz kalıplarıyla yazılabilir. Rubai'de mısralar; a+a+b+a şeklinde kafiyelidir.
Divan Şiiri'nin konuları ve özellikleri
Aşk teması,divan şiirinin merkezini oluşturur.Divan edebiyatı eserlerinde aşk aşık-maşuk kalıbı her daim bulunur. Aşk uzlaşımsaldır; yani temel özellikleri hiç değişmez. Mesela bütün aşklar tek yanlıdır, aşık hep sever, acı çeker, hiçbir karşılık görmez, her zaman ondan ayrı kalışını dile getirir; ayrıca rakipleri de vardır. Bu yüzden hep kıskançlık içinde kıvranır durur. Sevgili ise hemen her zaman aşığa ilgisiz davranır, onu tanımazlıktan gelir. Sevgili (maşuk) hep bir sultan, efendi, sahip kimliğinde gösterilir. Sevgili şah, aşık ise kuldur. Aşık için en tehlikeli durum, sevgilinin eziyet ve cefa çektirmekten vazgeçmesidir.Divan şiirinde betimlenen sevgili tipi de tektir ve değişmez. Bütün divan şairleri farklı çağrışımlara yol açabilecek mazmunlar kullansalar da, gerçekte tek bir tip sevgili imajı çizerler. Bu geleneksel sevgili tipinin boyu servi gibi uzun, beli ince, saçları uzun ve siyah, yanakları gül kırmızısı, gözleri siyah, bakışları kılıç gibi keskin, ok gibi yaralayıcıdır. Başka bir özelliği de hep genç oluşudur. Böyle betimlenen sevgilinin aşığının (yani şairin) gözyaşı Nil ya da Fırat ırmakları gibi akar. Divan şiirinde bütün şairlerin kullandığı bu tür benzetmelere "mazmun" denir. Bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı bir biçimde kullananlar başarılı şair sayılırdı.Divan şiirinde aşk iki türlü işlenmiştir. Dünyevi aşk ve ilahi aşk. Aşk konusu ozanın dünya görüşüne koşut olarak anlam kazanırdı.(ilahi aşk) Tasavvuf yoluna giren ozan için amaç mutlak güzellik olan tanrıya kavuşmaktır. Bu da ancak maddeden sıyrılıp benliği yitirmek ve aşk (dervişlik) yoluna girmekle olur. İlahi aşk; maddi aşkla başlar: dünya üstündeki bir güzele aşık olan ozan, dünyanın güzelliklerine aşık olan ozan, bu durumu soyutlama yoluyla ilahi aşka dönüştürür ve Tanrı’nın benliğine kavuşmaya çalışır; Tanrı’da kendi benliğini eritme anlamına gelen "fenafillah" aşamasına erişince de gerçek mutluluğu bulur. Ama bu aşama ölümden sonra gerçekleşebilecektir. Divan şiirinde sevgilinin, erkek kimliğinde görülmesi, doğrudan doğruya tasavvuftan kaynaklanır. Yunan düşünürü Platon’a kadar uzanan bu yaklaşımda, en saf ve en gerçek aşk önemlidir; tensel zevkler, cinsellik söz konusu edilemez. Tensel zevkler ancak neslin devamı sağlanması açısından kadınlara duyulan aşklarda söz konusu olabilir. Bu nedenle Tanrı’nın gerçek güzelliğinin yansıdığı, gerçek aşk kaynağı genç erkekler, ilahi aşkın nesnesi olmuştur.(dünyevi aşk) Aşk konusu, yaşama bağlı ozanlar tarafından da dindışı bir anlayışla ele alınmış ve işlenmiştir. Yaşamdaki güzellikler ve güzelliğiyle simgeleşen kadın, divan şiirinde önemli yer tutar. Dünya nimetlerine bağlı divan edebiyatı ozanları, bu nimetlerden zevk alarak yararlanmasını bilmişlerdir. Söz konusu ozanlar için kadın tapılacak biridir: güzelliğiyle büyüler, zaman zaman ilgi gösterip zaman zaman rakipleriyle gönül eğlendirerek ağşığını üzer. Aşık sürekli bir üzüntü içinde kıvranıp durur, daha doğrusu platonik aşkın girdabında boğulacak gibi olur.
Divan şirinde yaygın işlenen konulardan biri de doğadır. Ama doğa, şairin hünerini göstermesi için bir araçtır. Çünkü şair, doğayı kendisinin gördüğü gibi değil, önceki usta şairlerin gözüyle yansıtır. Doğa, daha çok kasidelerin ve mesnevilerin konusu olmuştur. Bahar ve kış mevsimleri o kadar çok işlenmiştir ki, bu iki mevsimi anlatan şiirlere ayrı adlar bile verilmiştir. Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şitaiye denmiştir. Bahar, şair için sevinç kaynağıdır. Bahar için yapılan benzetmelerden biri sultandır. Örneğin bahar sultanı ordusunu toplar, kış sultanına hücum ederek onu yener. Baki'nin "Bahar Kasidesi", en güzel bahariye örneğidir. Bahar betimlenirken gül, bülbül, lale, sümbül, çimen gibi sözcüklere sıkça başvurulmuştur. Divan şairine göre bahar, yaşam ve canlılığın kaynağıdır. Kış ise can sıkıcı ve bunaltıcıdır; zalim bir padişaha benzetilir.
Divan şiirinde, işlendiği biçimiyle doğa belli öğelerle sınırlı kalmıştı. Örneğin orman, dağ, ova, rüzgar, yağmur gibi öğeler Divan şiirinde hemen hiç kullanılmamıştır. Divan şiirinde kayıklar vardır, ama deniz yoktur. Divan şiirinde bilinçli olarak yapay bir dünya yaratılmıştır.
Divan Şiiri'nde söz sanatları
Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin inceliklerini bilmesi gerekirdi. Şairin söz sanatlarındaki ustalığı şiirinin değerini arttırırdı. Bu nedenle şairler, hüsn-i ta'lil ve teşbih sanatına sıkça başvurmuşlardır. Hüsn-i ta'lil, nedeni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklama ve anlamlandırma sanatıdır. Benzetme de denen teşbih ise, bir durumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir duruma, bir oluşa, bir varlığa benzetmektir. Divan şairi için benzetilenler, daha doğrusu neyin neye benzetileceği belliydi ve kalıplaşmıştı. Bu amaçla hazırlanmış listeler bile vardı. Ama asıl yenilik hüsn-i ta'lil sanatıyla ortaya koyulurdu. Böylece şair bir sözcüğe ya da deyime, kullandığı dili iyi bilmesi oranında artan anlamlar yüklenmiş oluyordu...Divan Edebiyatında Nesir
Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde yazılmıştır.Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca’yı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk klasik örneğini, 16. yüzyılda Aşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatih Efendi’ye değin sürmüştür.
Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri, söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din kitapları bu türde yazıldı.
misafir - 9 yıl önce