Eskiden Arapların anayurdu olan Arabistan`da Arap sözcüğü, yerleşik halkın karşıtı olan "göçebe" anlamında kullanılırdı.
Tarihçe
İslamiyet öncesi
Araplar İslamiyet öncesinde bazı devletler kurmuşlardır (Himyeriler, Gassaniler vb). Ancak cografyanın yarattığı koşullar geregi genelde kabileler halinde yaşarlardı ve her kabilenin başında şeyh, emir benzeri liderler bulunurdu. Bu nedenle İslamiyete kadar tek bayrak altında toplanamamışlardır.İslam Devleti
İslam geleneğine göre İslam peygamberi Muhammed ve Arapların atası, İsmail`dir. Bununla birlikte Yahudi ve Müslüman kaynaklarına göre İshak`ın oğlu Yakup`un (İsrail) soyundan gelenler İsrailoğulları`nı meydana getirirler. Arapların atası İsmail ve Yahudilerin atası İshak farklı annelerden olma kardeştirler. Oxford İngilizce Sözlük: ``Arab, Ishmael, Isaac``Kendisi de bir arap olan Muhammed`in (İ.S. 571-632) kurduğu İslam dinini ilk olarak Araplar benimsediler. Bu dini benimseyenler kendilerine, "Allah`ın iradesini kabul eden" anlamında Müslüman adını verdiler. İlk Müslümanlar, dinlerini yaymak amacıyla birçok ülke ele geçirdiler ve büyük bir devlet kurdular. Bu devlete o dönemde bir isim verilmemiş olmakla beraber günümüzdeki referanslarda daha çok İslam Devleti olarak nitelendirilir. İslam Devleti dört halifeden sonraki dönemlerde yönetimi ele geçiren sülalelerin isimleri ile anılır olmuştur (Emeviler, Abbasiler vb).
Müslümanlar Muhammed`in ölümünden sonra da kendilerine bir halife seçtiler. Halifeliğin yönetim merkezi önce Mekke, sonra Suriye`deki Şam kentiydi. 750`de halifeliği Emevilerden alan Abbasiler, Irak`taki Bağdat kentini halifeliğin başkenti yaptılar.
Araplar askeri başarılarının yanı sıra, sanat ve bilimde de büyük gelişme gösterdiler. Abbasi Halifesi Harun Reşid döneminde (786-809), başkent Bağdat önemli bir kültür merkeziydi. Avrupa`da ve doğu ülkelerinde, tanınmış eğitim kurumlarıyla olduğu kadar mimarlık, astronomi, tıp ve matematik alanlarında da ün kazandılar. Bugün kullanmakta olduğumuz sayı sistemini Avrupa`ya Araplar tanıtmış, bir matematik dalı olan cebir de onların katkılarıyla gelişmiştir. 11. yüzyılda Avrupa`daki Hıristiyan ülkelerin Suriye ve Filistin`e düzenlediği Haçlı Seferleri de, Avrupa ile Arap ülkeleri arasındaki ticaretin gelişmesine, ayrıca Arap sanat ve biliminin dünyaya yayılmasına yol açtı.
Arapların sonradan fethettikleri Mısır`daki Kahire, İspanya`daki Kurtuba (bugünkü Cordoba) gibi kentlerde de sanat ve bilim çok ileriydi. Ne var ki Araplar, ele geçirdikleri topraklar uzun süre tek bir yönetim altında tutamadılar. Mısır ve İspanya`da ayrı halifelikler ortaya çıktı. Orta Asya`dan gelen Moğolların bir kolu olan İlhanlılar 1258`de Bağdat`ı ele geçirerek Abbasi Halifeliği`ne son verdiler. Bu tarihten sonra Araplar bir daha güçlü bir devlet kuramadılar.
Arap Yarımadası`nda Osmanlı idaresi
Osmanlılar 15. yüzyılda Anadolu`da güçlü bir devlet haline geldikten yaklaşık 100 yıl sonra, Arapların yaşadığı toprakları ele geçirdiler. Yavuz Sultan Selim 1517`de Mısır, Suriye ve Hicaz`ı, oğlu Kanuni Sultan Süleyman da Bağdat, Irak, Aden ve Yemen`i Osmanlı topraklarına kattı. Daha sonra Avrupa`daki teknik ve ekonomik gelişmelerin gerisinde kalarak zayıf düşen Osmanlılar, 19. yüzyıldan başlayarak Arap topraklarını yitirdiler. ] Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı`nda Almanya`nın yanında savaşa girince, İngiltere Mekke Emiri Hüseyin bin Ali`nin önderliğinde Arapları kışkırtarak ayaklandırdı. Arapça`yı anadili gibi bilen Yarbay T. E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence) gibi bazı İngiliz casuslarının yardımıyla Araplar, Osmanlıların 1918`de uğradığı yenilgide önemli rol oynadılar. Savaştan sonra bağımsız devletler kurmayı uman Araplar, kendilerini İngiliz ve Fransız mandası altında buldular.Bağımsızlıklarını kazanmaları
Birinci Dünya Savaşı`nı izleyen 50 yıl içinde Arap devletleri birbiri ardından bağımsızlıklarını kazandılar. Bu devletlerin birçoğu 1945`te kurulan Arap Birliği`ne katıldı. Birliğin amacı Araplar arasında ekonomik, siyasal ve askeri dayanışmayı sağlamaktı. 1990`da Irak`ın Kuveyt`i işgal etmesiyle başlayan ABD ile Saddam yönetimi arasındaki ilişkilerin gerilmesi, 2003`te ABD`nin Irak`ı işgal etmesiyle sonuçlanınca Araplar yeni bir sorunla karşı karşıya geldiler.Arap toplumu ve kültürü
Arapların tamamına yakını Arapça konuşur ve çoğunluğu da aynı dine (İslam) inanır. Ne var ki, Arabistan dışındaki bölgelerde yaşayan Araplar, yerli halkla karıştıkları için töreleri de değişikliğe uğramıştır. Öte yandan Afrika-Asya kurak çöl kuşağında yaşadıkları için aralarında büyük benzerlikler de vardır.Çok eski zamanlardan beri kurak çöl kuşağını iki tür topluluk yurt edinmiştir: Göçebeler ve yerleşik olanlar. Yerleşik olanlar çiftçiler ya da kentlilerdi. Göçebeler ise hayvancılıkla uğraşır ve yılın büyük bir bölümünü otlaklar aramakla geçirirlerdi. Yazın otlaklar kuruyunca, yerleşme bölgelerine ya da vahalara çekilir ve buralarda kurdukları çadırlarda yaşarlardı. Böylece yerleşik halk ile göçebeler her zaman yakın ilişki içinde olmuşlardır. Yerleşik halk göçebelerden eti için koyun ve keçi, ulaşım için de deve satın alırlardı. Bunların karşılığında göçebeler de tarım ürünü, silah, giysi gibi gereksinimlerini yerleşik halktan sağlardı.
Güney Arabistan, çok eski çağlarda baharat ticaretinin önemli bir merkeziydi. Anadolu folklorunda da adı geçen Saba Melikesi Belkıs`ın, buradaki baharat krallıklarından birinde kraliçe olduğu sanılır. Baharat Arabistan`dan Akdeniz limanlarına deve kervanlarıyla taşınırdı. Bedevi adı verilen kabileler, Arabistan`dan geçen bütün baharat yollarını denetim altında tutuyorlardı.
Kırsal kesimde yaşayan Arapların çoğunun yaşam biçimi birbirine benzer. Üzerinde oturulan ve uyunan halılar, kilimler ve yastıklar, evlerin başlıca eşyasıdır. Evler genellikle iki bölüme ayrılmıştır. Erkeklerin girip çıkabildikleri bölüme selamlık, ailedeki kadınların yaşadığı bölüme de harem denir.
Geleneksel konukseverlik özellikle kırsal kesimde bugün de sürmektedir. Yörelerinin önde gelenleri, tanımadıkları yolcuları bile evlerinin selamlık bölümünde ağırlarlar. Bedeviler, günümüzde toplam Arap nüfusunun yüzde 5-10`unu oluştururlar. Özellikle Suudi Arabistan`da yaşarlar. Kentlerde yaşayan Arapların sayısı nüfusun yüzde 40`ı kadardır. Geri kalanlar birbirlerinden uzak küçük köylerde yaşadıkları için geleneklerini daha çok korumuşlardır.