Karadeniz ve Akdeniz iklimleri arasındaki geçiş alanında yer alan ve yağış bakımından yoksul sayılmayan yörede, kısa ve düzensiz akışlı birçok akarsu vardır. Çoğu kendi başına bir birim olan ve doğrudan denizlere ya da göllere dökülen bu akarsuları başlıcalan şunlardır: Terkos (Durusu) Gölüne dökülen Istranca Deresi, Küçük Çekmece Gölüne dökülen Sazlıdere ve Nakkaş Dere, Büyük Çekmece Gölüne dökülen Hamzalı, Çakıl ve Eskice dereleriyle Karasu, Haliç'e dökülen Alibey ve Kağıthane dereleri, Karadeniz'e dökülen Riva ve Heciz dereleriyle Gökdere (Göksu), Marmara'ya dökülen Sellimandıra ve Safran dereleri. Yaz aylarında suları iyice azalan, ilkbaharda genellikle taşan bu derelerden Alibey Deresi üzerinde Alibey, Riva Deresi üzerinde Ömerli, Hepiz Deresinin kollarıdan Darlık Deresi üzerinde Darlık, Sellimandıra Deresi üzerinde Gökçe, İstanbul Boğazına dökülen Göksu üzerinde de Elmalı barajları kurulmuştur.
Baraj göllerinden başka il sınırları içindeki başlıca göller Terkos, Büyük Çekmece ve Küçük Çekmece gölleridir. Kentin su gereksinimi, dereler üzerinde ve Büyük Çekmece Gölünde kurulmuş olan barajlardan ve Terkos Gölünden sağlanır. Plato niteliğindeki il topraklarını parçalayan çok sayıda vadinin en önemlileri İstanbul Boğazı ve Haliç'tir. Boğaz'a, Haliç'e ve Marmara'ya genellikle kuzeyden açılan çok sayıdaki akarsu vadisi bugün tümüyle yerleşme alanı olmuştur. Göllere, Karadeniz'e ve genellikle güneyden Marmara'ya açılan, tabanları alüvyal topraklarla dolmuş akarsu vadileri ise ilin başlıca tarımsal üretim alanlarıdır.
İlin İstanbul Boğazı, Haliç ve Marmara kıyıları, doğal yapı ile iklimin elverişliliği ve ulaşım kolaylığı nedeniyle eskiden beri yoğun bir yerleşme alanı olmuş ye özellikle 20. yüzyılın ikinci yansında ciddi bir kirlenmeyle karşı karşıya kalmıştır. Bu yoğun yerleşme kuşağının uzağında bulunan Karadeniz kıyılarıın ardındaki yüksek alanlar iğneyapraklı ağaçlardan oluşan ormanlarla kaplıdır.
Kıyı şeridinin uzunluğuna ve doğal plajla-rı çokluğuna karşın, yoğun konut ve sanayi alanlarıyla bunları yol açtığı kirlenme, özellikle Marmara kıyılarıdaki plajlardan yararlanma olanağını önemli ölçüde sınırlar. Avrupa yakasında Silivri, Selimpaşa, Kumburgaz kıyıları, Büyükçekmece ve Küçükçekmece çevresi ile Asya yakasındaki Dragos, Tuzla çevresi, Yalova ve Çınarcık, İstanbul halkının yazın serinleme amacıyla gittiği, ama yararlanma alanı giderek daralan kıyılardır. Adalar da, plajları ve ormanlarıyla İstanbul'un en önemli sayfiye yerlerindendir. Yerleşimin ve kirlenmenin daha az olduğu Karadeniz kıyısındaki başlıca plajlar Avrupa yakasında Yalıköy (Podima), Karaburun, Kısırkaya, Kumköy (Kilyos) ve Demirciköy ile Asya yakasında Çayağzı (Riva), Şile ve Ağva'dır.
İstanbul'un ekonomik yapısı
İstanbul sosyoekonomik açıdan Türkiye'nin en gelişmiş ilidir. Yönetsel başkent olma işlevini Cumhuriyet döneminde yitirmişse de, ekonomik alanda Türkiye'nin başkenti sayılabilir. Ülke ekonomisinde en önemli karar, iletişim ve yönetim merkezi İstanbul'dur. Türkiye'deki en büyük şirket ve holdingler, en büyük bankalar, en büyük sigorta, pazarlama, reklam ve basın kuruluşlan İstanbul'dadır.Ekonomik göstergeler İstanbul'un egemen konumunu belirgin biçimde ortaya koyar. 1986 verilerine göre Türkiye gayri safi milli hasılasının (GSMH) yüzde 23,3'ü istanbul' da yaratılmıştır. Aynı yıl Türkiye faal nüfusunun yaklaşık onda biri de İstanbul'da çalışıyordu. 1986'da İstanbul'da yaratılan gayri safi hasılanın yüzde 36'sı sanayide, yüzde 30'u ticarette, yüzde 30'u hizmetlerde, yüzde 3 kadarı inşaatta, yüzde l'i de tarım kesiminde gerçekleşti. Metropolitenleşme süreci içinde birçok sanayi kuruluşunun kent ve il dışına taşınmasına karşın İstanbul, Türkiye imalat, sanayisi içindeki önemini korumaktadır. İlde yaratılan katma değer içinde imalat sanayisinin payı büyüktür. 1985'te il faal nüfusunun üçte birinden çoğu imalat sanayisinde çalışıyordu. Bu, Türkiye imalat sanayisinde-ki toplam işgücünün dörtte birinden çoğunu oluşturuyordu.
İstanbul Osmanlı döneminde de sanayinin odaklaştığı bir merkezdi. O dönemde sanayi, sarayın ve ordunun gereksinimlerini karşılamaya yönelik olarak dokuma, ayakkabı, silah ve deri üreten birkaç fabrikadan oluşuyordu. Her biri az sayıda işçi çalıştıran ve geleneksel yöntemlerle üretim yapan küçük sanayi ve el sanatları ağırlıktaydı. Sanayideki asıl gelişme Cumhuriyet'ten sonra oldu. 1927'de yapılan sanayi sayımına göre Türkiye'deki 20'den çok işçi çalıştıran 212 dokuma işyerinden 62'si, kağıt ve karton üreten 33 işyerinden 21'i, metal eşya ve makine üreten 53 işyerinden 22'si, kimya dalındaki 15 işyerinden de 8'i istanbul' daydı.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında izlenen Anadolu sanayisini geliştirme ve yerli sanayi yaratma politikası, ilk bakışta İstanbul'u dışlar görünümdeydi. Bununla birlikte İstanbul bu dönemde de yatıranlardan oldukça önemli bir pay aldı ve gelişimini sürdürdü. 1932'de Teşvik-i Sanayi Kanunu'ndan yararlanan 1.417 işyerinden 444'ü İstanbul'daydı.
İstanbul imalat sanayisinin asıl gelişmesi, II. Dünya Savaşı sonrasında olmuştur. 1960'lara doğru hızlanan sermaye birikimi, özel sektöre sağlanan yoğun desteğin de etkisiyle, imalat sanayisine yöneltildi. Anadolu'da tarım ve ticarette yaratılan sermaye bu yıllarda büyük ölçüde istanbul'a akmaya başladı. Uygulanan ithal ikameci politikalarla rekabetten korunan özel sektör, önce montaj türü işletmeler kurdu, hemen ardından da tümüyle iç pazara yönelik dayanıklı tüketim mallan üretimine girişti. 1950-65 döneminde Türkiye'deki toplam imalat sanayisi yatırımlarının yandan çoğu İstanbul' da gerçekleştirildi. 1964'te İstanbul imalat sanayisinde 10'dan çok işçi çalıştıran 1.293 işletmenin yalnızca 30'u kamu kesimine aitti. Aynı yıl Türkiye imalat sanayisinde yaratılan katma değerin yaklaşık yüzde 4O'ı istanbul'da oluşturuldu, istanbul imalat sanayisi dallan ağırlıklarına göre (o dalda Türkiye çapında yaratılan katma değer içindeki paylanyla birlikte) söyle sıralanıyordu: Dokumacılıkta yaklaşık yüzde 40, gıdada yaklaşık yüzde 30, metal eşya ve makine üretiminde yüzde 50, kimyada yüzde 63, taşa ve toprağa dayalı sanayilerde yüzde 63.
İstanbul sanayisinde 1960'ları ortasında başlayıp 1970'lerde doruğa ulaşan en önemli gelişme, kent merkezinden çevreye yayılma ve taşma sürecidir. 1960'ları ortaları-dan sonra İstanbul nüfusunda büyük patlamalar olması konut, altyapı ve ulaşım gibi çözümü çok güç sorunlar yarattı. Arsa fiyatlarında olağanüstü artışlar görülürken, fabrikalara ayrılabilecek alanlar kısıtlandı. Ulaşımdaki tıkanmaları sanayi kuruluşlarını zorlamaya başladığı bu dönemde büyük sanayinin İstanbul dışına taşınmasını öngören kararlar alındı. Bu kuruluşların kent çevresindeki alanlara ve istanbul'la ulaşım bağlantıları güçlü olan İzmit, Bursa gibi yakın merkezlere taşınmalarını özendirme amacıyla teşvik uygulaması başlatıldı. Yönetim merkezleri istanbul'da bulunan birçok büyük kuruluş, üretim birimlerini batıda Çerkezköy'de, doğuda Gebze-İzmit ekseni üzerinde, güneydoğuda ise Bursa'da kurdu. Bu süreç bir anlamda İstanbul metropoliten alanının yapılanmasına neden oldu.
Bu gelişmeler ve sanayileşmenin büyük hız kazanması sonucunda 1970'lerde İstanbul imalat sanayisi çeşitlendi ve dallarının ağırlıkları değişti. Dokumacılık ve gıda sanayisi ikinci sıraya düşerken, teknolojik olanaklardan yoğun biçimde yararlanarak üretim yapan kimya ve makine sanayisi birinci sıraya yerleşti. Sanayinin çevreye yayılması, 1970'lerde İstanbul sanayisinin ülke sanayisi içindeki payında bir gerileme yarattı. 1972'de Türkiye imalat sanayisinde yaratılan katma değerde yüzde 38, faal nüfus içinde yüzde 37,5 olan İstanbul'un paylan 1979'da yüzde 32,5'e ve yüzde 31'e düştü.
Bugün İstanbul imalat sanayisinde elektrikli makine, madeni, eşya üretimi ve otomotiv sanayi ağırlık taşır. İkinci sıradaysa en önemli ürünleri boya, ilaç ve kozmetik olan kimya sanayisi gelir. Pamuklu ve yünlü iplik üretimi, dokuma, boya, apre, baskı ve hazır giyim gibi altsektörlerden oluşan dokumacılık sanayisi İstanbul imalat sanayisinin üçüncü önemli dalıdır. Türkiye'de deri ve ayakkabı üretimi yapan işyerlerinin tümüne yakını İstanbul'dadır. İstanbul imalat sanayisinin bileşimi içinde gıda sanayisi dördüncü sıradadır. Kamu işyerlerinin ağırlıklı olduğu bu dalın en önemli altsektörleri içki ve tütün ile et ve süt ürünleridir. Daha sonra da en önemli altsektörleri cam, porselen ve çimento sanayileri olan taşa ve toprağa dayalı sanayi dalı gelir.
1980'de İstanbul imalat sanayisi işyerlerinin yüzde 86'sı 10'dan az işçi çalıştıran küçük sanayi işyerlerinden oluşuyordu. İstanbul'daki küçük sanayi işyerlerinin Türkiye geneli içindeki payı yüzde 21'di. Bu işyerlerinde, İstanbul imalat sanayisi işçilerinin yaklaşık yüzde 4O'ı çalışıyor, imalat sanayisinde yaratılan gayri safi hasılanın da yaklaşık yüzde 10'u üretiliyordu. İstanbul küçük sanayisinin üçte ikisini dokumacılık, metal eşya ve makine üretimi yapan işyerleri, oluşturur.
İmalat, sanayisinin bu denli gelişmişliğine karşın, İstanbul'un geleneksel ve en önemli işlevi eskiden beri ticarettir. Daha İÖ 7. yüzyılda, Karadeniz kıyılarında kurulmuş olan kolonileri Akdeniz'e bağlayan suyolu üzerinde ve doğu ile batı arasındaki ticaret yolunun kilit noktasında yer almasının yanı şıra, Haliç gibi bir doğal limanı olması İstanbul'u bir ticaret kenti konumuna getirmişti. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde de İstanbul, her türlü mal ve hizmetin toplandığı ve dağıtıldığı bir merkezdi.
Cumhuriyet'in ilk yıllarıda başkentliği yitirişi ve 1929'da başlayan Büyük Bunalım sırasında hükümetin ithalat ve ihracatı sıkı bir biçimde denetlemesi, İstanbul ticaretini bir süre geriletti. Buna karşın ülke ithalatıma ağırlığı gene de İstanbul'daydı. Cumhuriyet öncesinde genellikle azınlıklar ile yabancıları elinde ve denetiminde olan ticaret, 1930'larda yavaş yavaş Türklerin eline geçmeye başladı; 1950 lere gelindiğinde bu süreç büyük ölçüde tamamlandı ve daha çok Türklerin etkin olduğu yeni bir ticaret burjuvazisi oluştu. 1950'lerde ulaşım yatı-nmlarıın hızla artması, tanmdaki modernleşme, ülke genelinde ulusal pazarın oluşmasını ve en küçük yerleşim birimlerinin bile pazara bağlanmasını sağladı. Bu süreç ülke ticaretini doğrudan etkilediği gibi, ulusal pazarın odağı durumunda olan İstanbul ticaretini büyük ölçüde canlandırdı.
1970'lerde Türkiye karayolu taşımacılığı hızlı bir gelişme gösterdi. 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında Süveyş Kanalı'nın kapanmasıyla, Avrupa-Ortadoğu ticaretinde ulaşım denizden karaya kaydı ve eskiden E-5 adıyla anılan D-100 en güvenli karayolu olarak belirdi. Bu yol üzerindeki en önemli merkez olan İstanbul, bu gelişmeden büyük pay aldı. Türkiye'nin TIR (Uluslararası Karayolu Taşımacılığı) Sözleşmesi'ni imzalamasıyla E-5 üzerindeki transit taşımacılık 1974-1975 yıllarında üç kat artış gösterdi. Bunun yeterli olmamasına bağlı olarak Kınalı-Sakarya otoyolunun inşasına girişildi.
1980'lerde Türkiye ticaret kesiminde yaratılan gelirin yaklaşık yüzde 40'ını İstanbul sağlıyordu. İstanbul, ülke çapında her türlü mal ve hizmetin toplanıp dağıtıldığı ve yurtdışı bağlantılarıın kurulduğu, Türkiye'nin en üst düzeydeki hizmet ve ticaret merkezidir. 1980'lere gelindiğinde Türkiye ithalatının üçte biri, ihracatının ise beşte biri İstanbul'dan yapılmaktaydı.
Gene aynı yıllarda ülkedeki büyük toptancı kuruluşların yüzde 40 gibi büyük bir bölümü İstanbul'da olduğu gibi, Türkiye ticaret borsalarının işlem hacminin beşte biri de İstanbul'da gerçekleşmekteydi. Perakende ticaret büyük ölçüde uzmanlaşmış, farklılaşmış, büyük mağaza zincirleri ortaya çıkmıştı.
İstanbul'un Türkiye ölçeğindeki temel işlevlerinden biri de banka ve finansman merkezi olmasıdır. İlk kez 19. yüzyılın ikinci yansında yabancı, finans kuruluşlarının akınına uğrayan İstanbul, 1950'lere doğru ulusal bankacılığın merkezi olmuş, 1980'lerde ise yeniden uluslararası finans kuruluşlarına kapılarıı açmıştır. Türkiye' deki büyük bankaların tümüne yakını ile bütün sigorta şirketlerinin merkezleri İstanbul'dadır.
İstanbul gerek doğal güzelliği ve zengin tarihsel mirası, gerekse ulaşım ve konaklama olanaklarının gelişkinliği bakımından Türkiye'nin en önemli turizm merkezlerin-dendir. Türkiye'ye gelen yabancı turistlerin büyük bölümü İstanbul'dan giriş yapar. İstanbul'daki Atatürk Havalimanı ülkenin uluslararası standartlara uygun en modern havaalanıdır. Ülkede hizmet veren beş yıldızlı otellerin büyük bölümü de İstanbul'dadır. Ayrıca turistik ticaret de son derece gelişmiştir.
İlde tarım kesiminin payı oldukça küçüktür. Bizans döneminden beri dışandan beslenme özelliği bugün de sürmekte ve Türkiye tarım ürünlerinin büyük bölümü İstanbul pazarına akmaktadır. Osmanlı döneminin ünlü İstanbul bostanları ile Arnavutköy sırtlarındaki çilek bahçelerinin yerlerini apartman ve gecekondular kaplamıştır. Kentin taze sebze ve meyve gereksinmesi 1950'lere değin büyük ölçüde kent içindeki ve çevresindeki bağ, bahçe ve bostanlardan karşılanırdı. Bugün bitkisel üretim ve hayvancılık metropoliten alan dışında kalan Silivri, Çatalca ve Şile ilçeleriyle sınırlıdır. En çok buğday, elma, ayçiçeği, soğan, yulaf, armut ile çeşitli sebzeler ve çiçek yetiştirilir; besicilik ve tavukçuluk yapılır. Geleneksel uğraşlardan olan balıkçılık da önemini korumaktadır.
İlin ilgi gören, ama her geçen gün azalan ve daralan mesire yerlerinden başlıcaları Emirgan Korusu, Yıldız Parkı, Gülhane Parkı, Çamlıca Tepesi ve Adalar'dır. Ayrıca Kemerburgaz'da Odayeri ve Azizpaşa Ormanı, Çatalca'da Çilingoz ve İnceğiz, Sanyer'de Belgrad Ormanı, Binbaşı Çeşmesi, Kurtkemeri, Kemeraltı ve Fatih Ormanı, Adalar'da Dil Burnu, Değirmen Burnu ve Kalpazankaya, Alemdağ'da Taşdelen, Kaynakdolduran, Kavacık ve Hacet Deresi orman içi dinlenme yerleri kurulmuştur.
Yeraltı kaynakları bakımından da zengin olan ilin Çatalca yöresinde manganez ve sanayi kumu, Şile yöresinde bentonit, kil, sanayi kumu, tuğla-kiremit hammaddesi ve linyit (Uvezli köyünde), Bakırköy yöresinde çimento hammaddesi, Kartal yöresinde kireçtaşı ve çimento hammaddesi, Gaziosmanpaşa yöresinde kaolin, Sarıyer yöresinde kil, sanayi kumu ve kaolin, Beykoz yöresinde kuvarsit ve sanayi kumu, Eyüp yöresinde de kil ve linyit (Ağaçlı köyünde) yatakları vardır. Ayrıca Tuzla İçmeleri ünlüdür.