Alman Kültür Tarihi

Kısaca: Alman kültür tarihi Türkiye'de kullanılan bu kavram Almanca "Deutsche Kulturgeschichte" kavramından biraz farklıdır. ...devamı ☟

Alman kültür tarihi Türkiye'de kullanılan bu kavram Almanca "Deutsche Kulturgeschichte" kavramından biraz farklıdır. Bu kavram Almanya'da daha çok "düşünce tarihi" olarak anlaşılırken bizde Almanca eğitim veren yüksek öğrenim kurumlarında Türk tarihini bilen öğrencilere Alman edebiyatı ve Alman dili öğretilirken tarih boyutu ön plana çıktığı için Alman tarihi öğretmenin bir aracı olarak işlev görmüştür ve görmektedir.

Almanların Kültür Tarihini Avrupa'nın kültür tarihinden ayırmak oldukça güçtür. Çünkü Avrupa'nın merkezinde bulunan bu ülke, tarih boyunca İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya ile birlikte Avrupa'nın, dolayısıyla dünyanın kaderini belirleyen ülkelerden birisi olmuştur. Ayrıca, herhangi bir Avrupa ülkesini (kültür) tarihi ancak diğer ülkelerle ilişkisi içinde anlaşılabilir. Bu nedenle burada anlatılanlar Avrupa Kültür Tarihi olarak da görülebilir.

Aslında Alman Kültür Tarihi bugünkü Almanya'nın siyasi sınırları tarafından belirlenen alandan çok daha büyük bir alanı kapsar. Düşünce tarihi açısından Almanca konuşulan ülkeler olarak Almanya, Avusturya ve İsviçre birbirleriyle çok yakın ilişkiler içindedir. Ayrıca, Almancanın Avrupa'nın diğer ülkelerinde yaşayan birçok azınlık tarafından da kullanıldığı göz önüne alındığında "Alman Kültür Tarihi" kavramının neredeyse bütün Avrupa'yı kapsadığı ileri sürülebilir. Bu nedenle bu maddede kullanılan "Alman" kavramı Almanca konuşulan bütün ülkeleri ve azınlıkları kapsamaktadır.

Alman kültürünün tarihsel kökenleri

Antik kültür

Batı kültürünün, dolayısıyla Alman kültürünün de ilk kaynağı Antik kültürdür. Antik dönem ise antik Yunan ve Roma Dönemleri kapsar. Antik Yunan düşünsel ve felsefi açıdan belirleyiciyken Roma Dönemi hukuk ve devlet yönetimi açısında belirleyici olur.

Antik Yunan

Antik Yunan kültürünün ilk kaynakları Homer'e kadar uzanır (M.Ö. 800). Homer yazdığı Ilyada ve Odisse adlı destanlarında Antik Yunan kültürünü oluşturur. Homer, dönemin insanları tarafından da bir öğretmen olarak görülür. Kültürel gelişmenin bu ilk aşaması aristokrat tavır tarafından belirlenir. Destanlardan sonraki aşamada trajedi öne çıkar. Aichilos, Sophokles ve Euripides tarafından yazılan oyunlar aracılığıyla siyasal ve dinsel dünya düzeni kavranmaya çalışılır. Avrupa kültürünün temelini oluşturan felsefe işte bu koşullar altında ortaya çıkar. Yunan filozofların en önemlililerinden birisi de Sokrat'tır ve gerçeğe ulaşmak için "sorgulama" yöntemini kullanır. Dönemin önemli filozoflarından Aristoteles (Aristo) ve Platon (Eflatun) da kendi anlayışlarınca düşünsel dünya düzenini kavramak isterler. Platon'un diyalogları sayesinde düşünce, özgürlük, ölümsüzlük, akıl, eros, yasa ve siyasal düzen gibi felsefenin temel kavramları şekillenir. Aristoteles ise varlık alanlarını gözönüne almak suretiyle felsefeyi sistematik hale getirir. Yunan felsefesi insan aklının önemini keşfeder ve bilimin insan için öneminin farkına varır.

Felsefeyle birlikte, hatta onunla içiçe gelişen bir diğer alan da Sofistlerin retorik sanatıdır. Hitabet sanatı olan retorik, kamu yararına olmak üzere gençlere bilgi ve deneyimlerin aktarılma bir aracı olarak kullanılır. Eğlencelerde, toplantılarda ya da mahkemelerde yapılan konuşmalarda demokratik yaşam biçimlerinin izleri görülür. Toplumsal ve kültürel faaliyetler yeri Polislerdir. Polis, bütün kültür, edebiyat, bilim ve siyaset sanatının merkezidir. Polisler arasında ise Atina özellikle Perikles döneminde öne çıkar. Atina'nın tarihinde neredeyse bütün siyasal sistemler ortaya çıkar, hatta günümüz eşit haklara sahip vatandaşlık anlayışının (demokrasi) temel ilkeleri de orada oluşmuştur.

Antik Roma

Antik Roma Döneminde düşünsel alanlardan çok uygulama alanlarında önemli gelişmeler yaşanır. Romalılar dünyayı kavramaktan çok, geniş kapsamlı bir devlet düzeni oluşturmayı düşünce sistemlerinin merkezine yerleştirmişlerdir. Bu nedenle Batı dünyasındaki hukuk ve adalet kavramları zamanla Roma döneminde oluşmuştur.

Dönemin düşünsel ve kültürel merkezi, tarihi çok eskilere dayandığı için "Roma aeterna" (ebedi Roma) diye adlandırılan Roma kentidir. Roma giderek büyüyen bir dünya imparatorluğunun merkezi olmuştur. Böylece, tarihsel gelişimin belirleyicisi olarak kavimler ya da kentler ya da ülkelerin ötesinde, bünyesinde birçok topluluğu barındıran imparatorluk düşüncesi ortaya çıkmıştır.

Romalıların devlet yönetimindeki becerisi sayesinde ticaret ve ekonomi gelişmiş, düşünsel alanda yapılan karşılık alışverişler sonucunda Antik uygarlığın geniş çerçevesi oluşmuştur. Bugün bile Roma kentlerinde Romalıların caddelerinin ve su yollarının ne kadar başarıyla inşa edildiğini görmek mümkündür. Limanlar ve deniz fenerleri ile deniz ulaşımının güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır. Gümüş ve altının değişim aracı olarak kullanılması pazar ekonomisinin gelişmesini sağlamıştır.

Böylesine büyük bir imparatorluğun ayakta kalabilmesi için belirli siyasal ve dinsel kuralların uygulanması gerekir. Uzunca bir süre Roma vatandaşları kırsal özellikler tarafından belirlenmiştir. Ama Roma vatandaşları kendilerini res publika (toplum) içinde özgür bireyler olarak görür ve Antik Kültür kapsamındaki dünyada içsel ve dışsal barışı (pax Romana) korumayı en önemli görevi sayar. İşte bu düşünce bütün çalkantılı Roma dönemi boyunca sabit kalmış ve kültürel gelişmede sürekliliği sağlamıştır.

Roma kültürü Yunan kültürü üzerinde şekillenir, hatta öyle ki Helenistik dönemde Roma'da Latince yerine Yunanca konuşulmaya başlanmıştır. Ama daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan Vergil, Cicero, Tacitus gibi büyük şair, yazar ve tarihçiler Latinceyi sanatsal düzeye yükseltmiştir.

Hıristiyanlık

Avrupa kültürünü derinden etkileyen bir din olarak Hıristiyanlık tarihsel olarak kendisinden önce gelen Musevilik ile birlikte kavranmalıdır, çünkü Eski Akit'i de (Eski Antlaşma) içinde barındırır. Avrupalılar Hıristiyanlık ile Antik kültürden çok farklı bir dünya anlayışıyla karşılaşır. İnsanın kaderinin tanrının elinde olduğu bilinci... Bütün tek tanrılı dinler gibi Hıristiyanlık da insanlığın tarihinde tanrının müdahalesini görür; yani tarih suçlar ve bağışlamalardan ibarettir.

Kutsal kitaplardan oluşan ve Eski Akit'i de kapsayan Yeni Akit kitapların kitabı, yani İncil olarak adlandırılır. İncil, kutsal kitaplardan birisi olmasının yanı sıra kültür tarihi açısından dünya edebiyatının önemli belgelerinden birisi olarak da görülebilir. Nazaretli İsa'nın hayatı ve yaptıkları Hıristiyanlık için din anlayışında önemli bir dönüm noktasıdır. Hıristiyanlar İsa için sadece bir peygamber değildir, hakkındaki bilgiler din hakkındaki bilgilerin aktarılmasını sağlamıştır. Bu nedenle, İsa hakkındaki bilgiler artıkça yorumlar da çoğalır ve tanrının oğlundan sosyal devrimciliğe kadar uzanan farklı yorumlar getirilir.

Hıristiyan tanrı anlayışındaki ödünsüzlük mutlaklık ve evrensellik düşüncelerini engeller. Hıristiyanlığın dünya anlayışı, dünya üzerindeki olaylardan insanları sorumlu tutar. Bu nedenle Hıristiyanlık kendi anlayışına uygun olarak dünyayı biçimlendirmeye çalışır ve mevcut otoriteye teslim olmadıkları için Hıristiyanlar ilk başlarda Roma İmparatorluğu'nda takibe uğramışlardır.

Hangi tabakadan olursa olsun diğer insanlara duyulması gereken sevgi, topluluk oluşturmada itici güç olmuştur. Antik kültürün aksine acı ve ölüm düşüncesi, İsa'nın çarmıha gerilmesi ile etkisinin son bulmadığı göz önüne alınarak kutsanma ve kurtuluş olarak görülür. Bu nedenle ilk yüzyılda ortaya çıkan ve bugün de kutlanan Hıristiyan bayramları (Noel, Paskalya, Pantkot) İsa'nın yaşamı ile ilgilidir.

Romalılar Dönemi Roma'nın sınırlarını belirlemesinden sonra ticaret ve kültür ilişkileri de en az çatışmalar kadar önem kazandı. İS 50'de Ren kıyılarındaki kabileler Roma parasını kullanmayı öğrendi. Seramik, cam ve metal işi gibi lüks Roma malları Germen zenginlerine, kehribar, deri gibi hammaddelerle pek çok köle de Roma'ya ulaşmaya başladı. Roma ordularında Germen askerleri yer aldı. Sınır çatışmalarıysa zaman zaman büyük hareketlere dönüştü. 150'de Germen kabilelerinden Markomanlar güneye, Orta Tuna boylarına, ilerlediler; hatta 167'de İtalya'ya akın ettiler. Bu hareket tekil değildi. 150-200 yılları arasında Germen kabileleri akın akın Orta ve Doğu Avrupa'ya ilerlediler ve 3. yüzyılda sınır boyunda yıkıma yol açtılar. Galya Tuna bölgesini yağmaladılar, hatta 251'de İmparator Decius'u öldürdüler. Yaklaşık 280'de Ren ve Tuna havzalarında yeniden istikrar sağlandı. Roma ordusu ve başını Frankların, Almanların ve Gotların çektiği bir Germen ittifakı yaklaşık 370'e kadar sınırını korudu.

Bu arada Germen dünyası dönüşüme uğruyordu. Avrupa'daki güç dengeleri açısından bu gelişmelerin en önemli yanı, daha büyük ve tutarlı Germen siyasal birimlerinin ortaya çıkmasıydı. Roma'yla savaşlar Germenlere büyük toplulukların yaşama şansının daha fazla olduğunu öğretmişti. 4. yüzyılda iki güçlü Germen konfederasyonu vardı: Ren boylarında Almanlar ve Tuna boylarında Gotlar. Bunları ayakta tutan savaşçı sınıfın kabile üzerindeki denetimi gittikçe artıyordu. 3. yüzyılda Germenler Romalılardan yeni tarım teknikleri ve çömlekçi çarkını öğrendiler. Germen edebiyat dillerinin eskisi olan Got dili, yaklaşık 350'de Ulfilas'ın çalışmalarıyla ortaya çıktı. Roma'nın desteklediği bir misyoner olan Ulfilas Kitabı Mukaddes'in Got diline çevirisini yaptı.

Hunların batıya doğru hareketinin yol açtığı Kavimler Göçü Germen kabilelerini dalgalar halinde Roma imparatorluğuna itti. İlk kez 376'da İmparator Valens, isteksizce de olsa Vizigotlara sığınma hakkı tanıdı, ama çok geçmeden aralarında çatışma çıktı. 378'de Vizigotlar Adrianopolis'te (Edirne) kesin bir zafer kazanarak Valens'i öldürdülerse de izleyen dört yıl içinde Roma'ya boyun eğmek zorunda kaldılar. Hunlar batıya ilerledikçe Roma sınırları Germenlerin ve başka halkların artan baskısı altında kaldı; 386, 395, 405 ve 406 yıllarında büyük akınlar yaşandı. Germen halklarından Vandallar ve Suevler İspanya ve Kuzey Afrika'da güçlendiler. Karışıklıktan yararlanan Vizigotlar ayaklandılar; İtalya'ya yürüyerek daha iyi koşullarda anlaşma istediler ve istekleri yerine getirilmeyince 24 Ağustos 410'da Roma'yı yağmaladılar.

Roma ve Hun imparatorlukları karşısında Germen siyasal birimleri daha da büyümüştü. Ayrıca Roma İmparatorluğu güçsüzleştikçe eyalet halkları çoğu kez oralara yeni yerleşen Germenlerin korumasına sığınmış, bu arada Germenler de egemen oldukları Romalı nüfusun etkisinde kalmaya başlamıştı. Romalıların eğitim düzeyi Germen krallarının düzenli vergi toplamasına ve yasal iktidarlarını genişletmesine olanak verdi.Böylece Batı Roma İmparatorluğu'nun yerini alan Germen askeri gücüyle Roma eyaletlerindeki soylu sınıfın yönetim bilgilerinin birleştiği siyasal birimler oldu. Germen askeri sınıfıyla Romalı eyalet seçkinleri arasındaki evlilikler de dönüşüm sürecini tamamlayarak Ortaçağ Avrupa'sını biçimlendirecek yeni bir aristokrasinin doğmasını sağladı.

Başlangıç Dönemi (1150'ye kadar)

Romalılar Dönemi

Roma'nın sınırlarını belirlemesinden sonra ticaret ve kültür ilişkileri de en az çatışmalar kadar önem kazandı. Güçlü kalelerle korunmasına karşın sınır hiçbir zaman ticareti ve insanları engellemedi. İS 50'de Ren kıyılarındaki kabileler Roma parasını kullanmayı öğrendi. Seramik, cam ve metal işi gibi lüks Roma malları Germen zenginlerine, kehribar, deri gibi hammaddelerle pek çok köle de Roma'ya ulaşmaya başladı. Roma ordularında Germen askerleri yer aldı.

Sınır çatışmalarıysa zaman zaman büyük hareketlere dönüştü. 150'de Germen kabilelerinden Markomanlar güneye, Orta Tuna boylarına, ilerlediler; hatta 167'de İtalya'ya akın ettiler. Bu hareket tekil değildi. 150-200 yılları arasında Germen kabileleri akın akın Orta ve Doğu Avrupa'ya ilerlediler ve 3. yüzyılda sınır boyunda yıkıma yol açtılar. Galya Tuna bölgesini yağmaladılar, hatta 251'de İmparator Decius'u öldürdüler. Yaklaşık 280'de Ren ve Tuna havzalarında yeniden istikrar sağlandı. Roma ordusu ve başını Frankların, Almanların ve Gotların çektiği bir Germen ittifakı yaklaşık 370'e kadar sınırını korudu.

Bu arada Germen dünyası dönüşüme uğruyordu. Avrupa'daki güç dengeleri açısından bu gelişmelerin en önemli yanı, daha büyük ve tutarlı Germen siyasal birimlerinin ortaya çıkmasıydı. Roma'yla savaşlar Germenlere büyük toplulukların yaşama şansının daha fazla olduğunu öğretmişti. 4. yüzyılda iki güçlü Germen konfederasyonu vardı: Ren boylarında Almanlar ve Tuna boylarında Gotlar. Bunları ayakta tutan savaşçı sınıfın kabile üzerindeki denetimi gittikçe artıyordu. 3. yüzyılda Germenler Romalılardan yeni tarım teknikleri ve çömlekçi çarkını öğrendiler. Germen edebiyat dillerinin eskisi olan Got dili, yaklaşık 350'de Ulfilas'ın çalışmalarıyla ortaya çıktı. Roma'nın desteklediği bir misyoner olan Ulfilas Kitabı Mukaddes'in Got diline çevirisini yaptı.

Hunların batıya doğru hareketinin yol açtığı Kavimler Göçü Germen kabilelerini dalgalar halinde Roma imparatorluğuna itti. İlk kez 376'da İmparator Valens, isteksizce de olsa Vizigotlara sığınma hakkı tanıdı, ama çok geçmeden aralarında çatışma çıktı. 378'de Vizigotlar Adrianopolis'te (Edirne) kesin bir zafer kazanarak Valens'i öldürdülerse de izleyen dört yıl içinde Roma'ya boyun eğmek zorunda kaldılar. Hunlar batıya ilerledikçe Roma sınırları Germenlerin ve başka halkların artan baskısı altında kaldı; 386, 395, 405 ve 406 yıllarında büyük akınlar yaşandı. Germen halklarından Vandallar ve Suevler İspanya ve Kuzey Afrika'da güçlendiler. Karışıklıktan yararlanan Vizigotlar ayaklandılar; İtalya'ya yürüyerek daha iyi koşullarda anlaşma istediler ve istekleri yerine getirilmeyince 24 Ağustos 410'da Roma'yı yağmaladılar.

Roma İmparatorluğu'nun hala Avrupa'da önemli bir güç olması Hunlardan kaçan Germenleri barış istemeye yöneltti; 418'de Vİzigotlar bile Galya'ya yerleştirilmeyi kabul etti. Bu dönemde Germen kabilelerinde bir a€˜ulus' bilinci yoktu; dolayısıyla da birbirlerine karşı kullanılabiliniyorlardı. Yaklaşık 450'ye kadar Hun korkusu Roma'nın hiç değilse Vİzigotları,Frankları ve bu 439'da Galya'ya yerleştirilen Burgonları kendi savunması için seferber etmesine olanak verdi. 435'te Attila'nın ölmesinden ve Hun imparatorluğu'nun parçalanmasından sonra ise Roma bu diplomatik silahını yitirdi. Ayrıca toprak kayıplarıyla gelirleri azaldı.Koşulların yardım ettiği Germenler zamanla Roma'dan bağımsızlaştı. 470'lerde Galya'nın güneybatısında Vizigot, güneydoğusunda Burgonya krallıkları kuruldu. Kuzey'de Clovis Frank Krallığıa€˜nı kurdu, Kuzey Afrika Vandalların, İspanya'nın bir bölümü Suevlerin denetimindeydi. 489-493 arasında Ostrogotlar İtalya'yı fethetti. Tuna boylarına Gepid ve Lombard krallıkları egemen oldu. Böylece Batı Roma İmparatorluğu ortadan kalktı.

Roma ve Hun imparatorlukları karşısında Germen siyasal birimleri daha da büyümüştü. Ayrıca Roma İmparatorluğu güçsüzleştikçe eyalet halkları çoğu kez oralara yeni yerleşen Germenlerin korumasına sığınmış, bu arada Germenler de egemen oldukları Romalı nüfusun etkisinde kalmaya başlamıştı. Romalıların eğitim düzeyi Germen krallarının düzenli vergi toplamasına ve yasal iktidarlarını genişletmesine olanak verdi.Böylece Batı Roma İmparatorluğu'nun yerini alan Germen askeri gücüyle Roma eyaletlerindeki soylu sınıfın yönetim bilgilerinin birleştiği siyasal birimler oldu. Germen askeri sınıfıyla Romalı eyalet seçkinleri arasındaki evlilikler de dönüşüm sürecini tamamlayarak Ortaçağ Avrupa'sını biçimlendirecek yeni bir aristokrasinin doğmasını sağladı.

Karolinler İmparatorluğu

476' da Batı Roma İmparatorluğu yıkıldığında Ren'in batısındaki Germen toplulukları arasında siyasal bir birlik yoktu. Ama bu Germen kabileleri ortak bir dilin lehçelerini konuşuyor, aynı siyasal ve toplumsal geleneği paylaşıyorlardı. Yüzyıllarca Roma dünyasıyla ilişki içinde yaşamaları geleneklerini etkilemişti. İmparatorluğa bağlı kabilelerde güçlü askeri yapılı, başında kral ya da dük denen bir komutanın yer aldığı toplumsal örgütlenme ortaya çkmış, bu yapı imparatorluk sınırlarının dışındaki Germen kabileleri arasında da yaygınlaşmıştı. Benzer biçimde İtalya'daki Ostrogot kralları da Alpler'in kuzeyinde kalan Germen topraklarının büyük bölümünü etkileri altına almıştı.

Romalılaşmış Galya ve Batı Almanya'da yerleşmiş bulunan Franklar Ostrogotlar'ın liderliğini tanımayarak krallıklarını doğuya doğru genişletmeye başladılar. Clovis'in Otodoks Hıristiyanlığı benimsemesi hem doğudaki hem de güneydeki Vizigotlara açıkça meydan okuyan bir tutumu yansıtıyordu. Clovis ve ardılları, özellikle de I.Theodebert daha sonra Almanya'yı oluşturacak toprakların büyük bölümü üzerinde Frank denetimini kurmayı başardı; Orta Almanya'daki Thüringlilerle güneydeki Alman ve Bavyeralılar gibi çeşitli topluluklara üstünlük sağladı. Bu toplulukları yöneten yerel dükler Frank kralını temsil ediyor, ama merkezi iktidarın iç savaş ve çekişmelerle zayıfladığı dönemlerde büyük ölçüde özerk davranabiliyorlardı. Örneğin İtalya'daki Lombard kraliyet ailesiyle yakın akraba olan Bavyeralı yöneticiler, 8. yüzyıla gelindiğinde krallar kadar başına buyruktu. Kuzey'de Frizler ve Saksonlar 8. yüzyılın başlarına kadar Frank denetiminin dışında kaldılar; siyasal ve toplumsal yapılarını korudukları gibi, genellikle Hıristiyanlığı da benimsediler. Frank bölgesinde ise Hıristiyanlık İrlandalı misyonerlerin, Alpler'de yerli Raetialıların ve manastır kuruluşlarını destekleyen Frank soylularının etkisiyle yaygınlaştı.

Frank-Cermen İmparatorluğu ve Büyük Karl (Şarlman)



Şarlman(Karl I.Grosse) Frank ve Lombard kralıdır. Kutsal Roma Germen İmparatorluğunun kurucusu olarak kabul edilir.

Şarlman'ın babası Frankların kralıydı. Öldüğünde krallığın topraklarını iki oğlu arasında paylaştırdı. Şarlman kardeşinin ölümüyle krallığın tek hakimi oldu.Ayrıca Lombardiya ve Saksonya'yı da kattı. Batıda Endülüslerle, doğuda ise Avar ve Macarlar'la çarpışarak ülkesinin sınırlarını genişletmiştir.

Şarlman 800 yılının noel günü Papa III. Leon tarafından Roma İmparatoru ilan edilmiştir. Alman kültür tarihi esas itibariyle Fransızların Charlemange, Almanların 'Büyük Karl' adıyla andıkları I.Karl ile başlar. Büyük Karl kırk altı yıl süresince imparatorluğu yönetti. Karl, devletin sınırlarını genişleterek bütün Cermen boylarını kendi egemenliği altında toplama çabası içindeydi, ancak bu gerçekleştirilmesi o kadar da kolay bir plan değildi, çünkü imparatorluğun güneyinde Araplar ve kuzeyinde de Hristiyanlığı henüz benimsememiş olan Saksonya vardı. Bu iki güç impraratorluğunun sınırlarını genişletmek için fırsat kollayan Karl'ı zorlayan bir etkendir. Devlet yaklaşık otuz yıl boyunca fetih politikasını izledi.

Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, 843 yılında Verdun Anlaşması ile Almanya, İtalya ve Burgonya'da kurulan ve 1806 yılında Napolyon Savaşları ile yıkılan Orta Avrupa'da 963 yıl hüküm sürmüş olan bir imparatorluktur. Bu imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştığında Almanya, İsviçre, Liechtenstein, Lüxemburg, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Avusturya, Hırvatistan, Belçika, Hollanda'nın tamamını ve Polonya, Fransa ile İtalya'nın bir kısmını kapsıyordu. İmparatorluk çöküş dönemine girdiğinde Voltaire "Kutsal Roma İmparatorluğu artık ne kutsaldır, ne Romalıdır, ne de imparatorluktur." demiştir.

Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun yöneticilerinin hepsi Almandı. Bütün Kutsal Roma İmparatorları katolikti. Ama soylu aileler ve üst seviyelerdeki devlet görevlilerinin çoğu Almanca konuşmayan ırklara mensuptu. Ülkede sadece Almanca değil Slav dilleri, Fransızca, Flemenkçe ve İtalyanca da konuşuluyordu. Büyük sayılarda dini azınlık gruplar bulunmaktaydı. Bunlar; Yahudiler ve Ortodokslardı. Ayrıca imparatorluk Protestanlığın ortaya çıktığı ülkedir.

Büyük Otto'nun 2 Şubat 962'de taç giymesinden sonra, bu imparatorluk Batı Roma İmparatorluğu'nun mirasını resmen devralmış oluyordu; "Romanorum İmperium" terimi ancak Konrad II döneminde kullanılmaya başlandı. Friedrich I, imparatorluk unvanının Sancta Ecclesia karşısındaki kutsal niteliğini vurgulamak amacıyla "Sacrum İmperium" kavramını getirdiyse de (Besançon diyeti,1157), bu terim krallık belgelerine ancak 1254'te girdi. Nihayet, "Nationis Germanicae" nitelemesi, Almanların imparatorluk üzerindeki ulusal haklarını belirtmek için 15. yüzyılda kondu, ama tam anlamıyla 17. yüzyılda yaygınlık kazandı. Cermenler hakkındaki ilk bilgilerimiz bize bir Roma tarihçisi olan Publius Cornelius Tacitus tarafından verilmiştir. Tacitus yazdığı Germania adlı eserde Germenlerin yaşayış biçimlerine ve Avrupa'daki nerede yaşadıklarına dair zengin bilgiler vermektedir.

Bugünkü Almanların dedeleri olan Germenler, bundan 2000 yıl önce Ren Nehrinin batısında yaşıyordu. Germenler, savaşçı ve barbar bir kavimdi. Genellikle avcılık ve basit ziraatla geçinirlerdi. O çağda Romalılar Orta Avrupa'ya düzenli ordular göndererek buraları istila etmek istiyorlardı. Germenler Romalıların bu istila hareketlerini durdurabilmek için onlarla bir çok savaşlar yaptılar ve Romalıları yenerek Orta Avrupa'yı almalarını önlediler. Daha sonra Romalılar zayıflamaya yüz tutunca, Germen kabileleri sel gibi Roma'ya akmaya başladılar. Bunun bir sebebi de Hunların Avrupa'ya yayılmaya başlamalarıdır. Roma İmparatorluğu topraklarını işgal eden Germen kabileleleri Romalıların geleneklerini, kültürlerini ve hatta dinlerini benimsediler. Yalnız Ren ile Elbe nehirleri arasına yerleşmiş olan asıl Germenler kendi dillerini geleneklerini koruyabildiler. Büyük Karl (Şarlman) zamanında Saksonlar, Büyük Karl'ın 800 yılında papa tarafından Roma İmparatoru ilan edilmesiyle zorla Hıristiyan yapıldılar.

Cermenler, Kavimler Göçü sonucu İ.S.6.yy.'a kadar Almanya'nın ilk sakinleri olan Keltlerle, Ortaçağ boyunca da Doğu Almanya'daki Slavlar ile karışarak Alman halkını oluşturmuşlardır. 476' da Batı Roma İmparatorluğu yıkıldığında Ren'in batısındaki Germen toplulukları arasında siyasal bir birlik yoktu. Ama bu Germen kabileleri ortak bir dilin lehçelerini konuşuyor,aynı siyasal ve toplumsal geleneği paylaşıyorlardı. Yüzyıllarca Roma dünyasıyla ilişki içinde yaşamaları geleneklerini etkilemişti.

İmparatorluğa bağlı kabilelerde güçlü askeri yapılı, başında kral ya da dük denen bir komutanın yer aldığı toplumsal örgütlenme ortaya çkmış,bu yapı imparatorluk sınırlarının dışındaki Germen kabileleri arasında da yaygınlaşmıştı. Benzer biçimde İtalya'daki Ostrogot kralları da Alpler'in kuzeyinde kalan Germen topraklarının büyük bölümünü etkileri altına almıştı. Romalılaşmış Galya ve Batı Almanya'da yerleşmiş bulunan Franklar Ostrogotların liderliğini tanımayarak krallıklarını doğuya doğru genişletmeye başladılar. Clovis'in Otodoks Hıristiyanlığı benimsemesi hem doğudaki hem de güneydeki Vizigotlara açıkça meydan okuyan bir tutumu yansıtıyordu. Clovis ve ardılları, özellikle de I.Theodebert daha sonra Almanya'yı oluşturacak toprakların büyük bölümü üzerinde Frank denetimini kurmayı başardı; Orta Almanya'daki Thüringlilerle güneydeki Alman ve Bavyeralılar gibi çeşitli topluluklara üstünlük sağladı.Bu toplulukları yöneten yerel dükler Frank kralını temsil ediyor, ama merkezi iktidarın iç savaş ve çekişmelerle zayıfladığı dönemlerde büyük ölçüde özerk davranabiliyorlardı. Örneğin İtalya'daki Lombard kraliyet ailesiyle yakın akraba olan Bavyeralı yöneticiler 8. yüzyıla gelindiğinde krallar kadar başına buyruktu. Kuzey'de Frizler ve Saksonlar 8. yüzyılın başlarına kadar Frank denetiminin dışında kaldılar; siyasal ve toplumsal yapılarını korudukları gibi, genellikle Hıristiyanlığı da benimsediler. Frank bölgesinde ise Hıristiyanlık İrlandalı misyonerlerin, Alpler'de yerli Raetialıların ve manastır kuruluşlarını destekleyen Frank soylularının etkisiyle yaygınlaştı.

I. Alman İmparatorluğunun Kuruluşu



919 yılında alman imparatorluğnun kurucusu olarak bilinen 1.Heinrich öldü.yaşamı boyunca yaptığı savaşlarla imparatorluğunun sınırlarını macaristana ve doğuya doğru genişletti.Ölümünden sonra vasiyeti yerine getirildi ve oğlu prensler tarafından krla olarak seçildi.Bu olay aynı zamanda mirasın en büyük erkek çocuğa kalması kabul edilmiş oldu.Heinrich'in yerine sonralarda büyük lakabını alan 1. Otto geçti.Kendisi cok otoriter bir kişiliğe sahipti ve çok güçlü bir kraldı ve büyük kralın yolunu izleyerek Aachen'deki tahtında taç giydi.bir papaz tarafından takdis edilen kral Ortaçağ görüsüne göre papaz gibi özel bir yere sahip olacaktı. Aynı zamanda bu çağdaki krallar kendilerini tanrının görevlendirdiğine inanıyordu ve sonraki krallarda aynı görüş doğrultusunda ilerledi.

Otto krallığı süresince prensleri kendine bağlı kişiler olmasınık ıstedi fakat prensler buna karşi çıktı,sonuç olarak prensler ve kral arasında ikilem ortaya çıktı. Otto zamanında din adamları devlet işlerinde görevlendiriliyordu.Böylece din adamlarıda dünyevi bir güç kazanmış oldu.Büyük Otto'nun imparatorluğu yaklaşık 40 yıl sürdü.alman imparatorluğu 1806 yılındaki napolyonun istilasına kadar devam etti.krallık boyunca kültürel alanda mimari alanda yenilikler oldu almanca bu dönemde geçerliliğini artırsada latince almancayı bastırdı ve aydınlar tarafından da latince kullanıldı.Mimari alanda manstır ve kilise inşaatına ayrıca kitap süslemelerine onem verilmiştir.

Orta Çağda Almanya (1150-1450)

Halkların, ortaçağın başındaki karmaşasından, yavaş yavaş yeni milliyetler çıktı, - bilindiği gibi, eski Roma eyaletlerinin çoğunda, yenilenlerin yenenleri, köylü ve kentlinin Cermen beyi özümledikleri süreç. Demek ki, modern milliyetler de, ezilen sınıfların ürünleridirler. Menke'nin orta Lorraine bölgeleri haritası,şurada kaynaşmanın, burada ayrılmanın gerçekleşme biçimi üzerine anlamlı bir fikir verir. Belçika ve Aşağı-Loren bakımından, bu sınırın esas olarak, daha bundan yüz yıl önce Fransızca ve Almanca arasında varolan dil sınırı ile düşümdeş olduğunu görmek için, bu harita üzerinde Latin ve Cermen yer adları sınırını izlemek yeter. Hala, şurada burada, iki dilin üstünlük için savaştıkları dar bir bölge görülebilir; ama, genel olarak, neyin Alman ve neyin Latin kalacağı sağlamca saptanmıştır. Ama, haritadaki yer adlarından çoğunun, Aşağı-Frankonca ya da eski Almancadan türetilmiş biçimi, bu adların, 9., en geç 10. yüzyıla çıktıklarını, buna göre, Karolenjiyenler çağının sonuna doğru, sınırın esas olarak çizilmiş bulunduğunu gösterir.

Latin tarafında, özellikle dilsel sınırın yakınlarında, Cermanik bir kişi adı ile Latin bir topografik adlandırmadan bileşmiş karma adlar görülür: Örneğin, Meuse'ün batısında, Verdun yakınlarında, bugün Ippecourt, Rí©court-la-Creux, Amblaincourt-sur-Aire, Thier-ville haline gelmiş bulunan Eppone curtis, Rotfridi curtis, Inqolini curtis, Treudegisilio villa gibi. Bunlar, Frank feodallerine ait alanlar, Latin topraklarında, ergeç latinleşmekten kurtulamayan küçük Alman kolonileridir. Kentlerde ve yalıtık kırsal bölgelerde, dillerini daha oldukça uzun süre koruyan daha güçlü Alman kolonileri yerleşmişlerdi; örneğin, daha 9. yüzyılın sonunda, Ludwigslied,) işte bu kolonilerin birinden fışkırdı; ama Frank beylerinden büyük bir bolümü, daha önce latinleşmiş bulunuyordu, ve Latincenin (Roman) daha o zamandan Fransa'nın resmi dili olarak ortaya çıktığı 842 krallar ve ulular yemin formülleri, bunun böyle olduğunu gösterir.

Basımcılığın yayılması, İlkçağ yazınının irdelenmesinin yeniden başlaması 1450'den sonra gitgide güçlenen ve evrenselleşen tüm kültür hareketi, feodaliteye karşı savaşımlarında, burjuvazi ve krallığın işini kolaylaştırdı. Bu nedenlerin, aynı yönde gitgide daha ileri giden, birbirleri üzerindeki artan karşılıklı etkileri ile yıldan yıla daha da pekişmiş birleşik etkisi, 15. yüzyılın ikinci yarısında, feodaliteye karşı, burjuvazinin değilse de, en azından krallığın utkusunu sağladı. Avrupa'da her yerde, feodal durumdan geçmemiş uzak ikincil ülkelere kadar, krallık iktidarı birdenbire üste çıktı.

İberik yarımadasında, Latin dil soylarından ikisi, İspanya krallığını kurmak üzere birleştiler; ve Provans dilini konuşan Aragon krallığı, yazılı dil olarak Kastilya dilini kabul etti; üçüncü soy, Portekiz krallığını kurmak üzere, Galiçya dışında, kendi dil alanını birleştirdi; İberik Hollandası, içe döndü, ve deniz etkinliği aracıyla, ayrı bir varlık hakkını tanıtladı. Fransa'da, Burginyon devletinin çöküşünden sonra, Louis XI, sonunda ulusal birliği öylesine güçlü bir biçimde kurma başarısını gösterdi ki, henüz çok parçalanmış bir durumda bulunan Fransız toprağı üzerinde krallığı temsil ediyor, ardılı daha o zamandan İtalyanlar arasındaki çekişmelere burnunu sokabiliyor, ve bu birlik, Reform tarafından, ancak bir kez, ve o da az bir zaman için, tehlikeye düşürülebiliyordu; İngiltere, sonunda, uzun erimde kendisini kan içinde bırakacak Fransa'daki donkişotça fetih savaşlarından vazgeçmişti; feodal soyluluk İki Gül savaşlarında bir ödünleme aradı ve aradığından çoğunu da buldu; kendi kendini yıprattı ve tahta, krallık iktidarı tüm öncelleri ve tüm ardıllarının erkliğini aşan Tudorlar hanedanını oturttu.

İskandinav ülkeleri, birliklerini uzun süreden beri gerçekleştirmiş bulunuyorlardı; Litvanya ile birleşmesinden sonra, Polonya, henüz hiç bir saldırıya uğramamış bir krallık iktidarı ile, yükseliş dönemine doğru gidiyordu ve, hatta Rusya'da bile, küçük prenslerin yıkılışı ile Tatar boyunduruğundan kurtuluş elele yürümüş ve İvan III tarafından kesin bir sonuca bağlanmıştı. Tüm Avrupa'da, krallığın, ve o sıralarda krallık olmaksızın varlığı olanaksız ulusal birliğin bulunmadığı, ya da ancak kağıt üzerinde bulunduğu sadece iki ülke vardı: İtalya ve Almanya.

Yeni Çağa Geçiş ve Otuz Yıl Savaşları (1450-1648)



1453 yılında Türkler Fatih Sultan Mehmet komutasında İstanbul'u arkasından da Atina'yı alarak Balkanlarda, Önasya'da ve Kuzey Afrika'da egemenliklerini kurdular.III.Friedrich,1452 yılında Roma'da taç giyen son Alman İmparatoru oldu.1453 yılında İngiltere ve Fransa arasında süren Yüzyıl Savaşları sona erdi.Bu üç olayla birlikte Avrupa'nın siyasi tarihinde yeni bir dönem başladı.

Dönemin Almanya adına en büyük olayı Otuz Yıl Savaşlarıdır.1618-1648 yılları arasında yapılan bu savaşlar Hıristiyanların,Almanya'da ki mezhep savaşlarıdır.Augsburg Anlaşması ile bir takım serbestlikler ve yeni haklar kazanan protestanlar,bu hakları yeterli görmemiş ve uygulamadaki bazı aksaklıklar ve Fransa'nın da kışkırmasıyla,Otuz Yıl Savaşları başlamıştır.Savaşı protestanlar kazanmıştır ve sonucunda Vestfalya Barışı imzalanmıştır.

Bu antlaşma uluslararası ilişkiler tarihi içinde çok önemlidir,lakin bu antlaşma ile uluslararası düzenin temelleri atılmıştır.En önemli özelliklerinden biri Papa'ya imzalatılmamış olmasıdır.

Almanya açısından sonuçları çok ağır olmuştur.300 kadar prenslik bağımsızlığını ilan etmiştir ve Avrupa'nın ortası,Almanya parçalanmıştır.Bu durum Otto von Bismarck'ın 3 Ekim 1871 tarihinde Alman Birliğini sağlamasına kadar devam edecektir.Bu antlaşma ile,prensliklere sorulmadan savaş kararı alınamayacak,asker ve vergi toplanamayacaktır.

1555 yilinda yapilan augsbourg barisinin uygulamasindaki basarisizlik sonucu protestan devletler haklarini korumak icin bir birlik olusturmuslardir ve bu savasi alevlendiren de bu birlik olmustur otuz yil savaslari katolik ve protestanlar arasinda gecmis bir alman ic savasidir ama bunun disinda kutsal roma imparatorlugu ile bagimsizlik mucadelesi veren devletler arasindaki bir ic savasti fransa 1562-1598 yillarinda verdigi ic savasindan dini nitelikte bir butunluk ile cikmistir ama almanya 1618-1648 yillari arasindan bu savastan parcalanarak cikmistir bunun takip eden 2 yuzyil boyunca butun avrupa siyaseti fransanin bu butunlugu ile almanyanin bolunmuslugu uzerinde donecekti.

Mutlakiyet ve Barok Dönemi (1648-1770)

Barok sözcüğü, birbirinden ayrı iki şeyi tanımlar: bir yandan, sanat tarihinde, Rönesans ile klasikçilik arasında kalan bir dönemi; öte yandan bütün çağlarda verilmiş bazı eserlerin tarzını. Her iki halde de, hareket, biçim özgürlüğü, süslemede aşırılıkla dolu bir sanat söz konusudur: belirli kuralların katılığına başkaldıran bir şenlik sanatı.

Başlangıçta bu sözcüğe alçaltıcı bir anlam verilmişti ama çok geçmeden anlaşıldı ki, aşırılıklarına karşılık, barok sanat çoğu zaman, insana kıvançlarını veya kaygılarını sanatçı anlatımın çeşitli biçimlerinde ve olanca parıltısıyla verme olanağını sağlamaktadır: her şeyden önce mimarlıkta ve heykelcilikte; ama resimde, müzikte, *edebiyatta da.

Barok sanatın büyük dönemi, 1570 ile 1750 yılları arasıdır. Bu dönemde, bütün Avrupa, kiliseler ve anıtlarla donanmıştır. Bu yapılardaki fantezi, Rönesans yapılarının sadeliğiyle ve klasik beğenide ağır basacak olan katılık ve ölçüyle çelişkili düşmektedir.

Taşta yaratılan bu devrim, İtalya'da, Roma'da Protestan Reformu'nun yalınlığına tepki olarak patlak vermiş (bu yüzden «Karşıt Reform» diye adlandırılmıştır). Papalar, Katolik anlayışının yüceliğini görkemli biçimde belirtmek istiyorlardı. Bu bakımdan büyük sanatçıları bulma talihine eriştiler ve zevk sahibi olduklarını gösterdiler; bu sanatçılar, Michelangelo'nun ardından, Roma'yı baştan başa değiştiren mimarlar (Borromini, Maderno), ressamlar (Cortona'lı Pietro, Luca Giordano) ve heykeltıraşlardı (aynı zamanda büyük bir mimar olan Bernini).

Bu yeni tarz çok geçmeden İspanya'ya, Portekiz'e, Flandres'a, Avusturya'ya, Güney Almanya'ya ve Çekoslovakya'ya yayıldı. Fransa bu akımın biraz uzağında kaldıysa da barok sanat, buna karşılık, Atlas Okyanusu'nu aşıp cizvit misyonerlerin peşinden Latin Amerika'ya yerleşti.

Barok tarz her şeyden önce dekor üzerinde ısrarla durur. Roma'nın bazı alanları (sözgelimi Navona Alanı), sonsuz şenlikler için hazırlanmış büyük tiyatro sahneleri gibidir. Kiliselerin cepheleri, binanın önüne, salt süsleyici olarak yapıştırılır, roman sanatında veya gotik sanatta olduğu gibi, binayla bir bütün oluşturmaz.

Tiepolo gibi Venedik ressamları, Rubens ile Flaman ressamlar, Ribera ile İspanyollar, bu hareket ve ışık oyunları coşkusunu tablolarına veya fresklerine aktaracaklardır.

Louis XIV zamanında Fransa'ya egemen olan klasik sanat anlayışının zaferinden epey sonra bile, barok sanat, yaşantısını sürdürecek, giderek daha karmaşık nitelik kazanacak ve XVIII. yy.da, özellikle Almanya'da rokoko adıyla anılan tarza dönüşecektir: bu deniz kabuklarını andıran aşırı yüklü bezeme tarzı, ancak kiliselere ve saraylara, zaman zaman zarafet ve fantezi dolu bir çekicilik kazandırmıştır.

Barok (1600-1720)



1617'de Fruchtbringende Gesellschaft'ın kuruluşumu?1624'de Opitizin Buch von der DT.Poterey mi?Yoksa Goettsched ve Klopstockun oraya çıkışı mı?Ya da 1570 ler mi?17.yy. edebiyatı büyük ölçüde Gelehrtenrepubliktir.Alim-şairler,şairler-alimler fikri sahada erken Avrupa Internatıonalızmını oluşturur.Saraylara yakın olduğunu için Saraye edebiyatı denegelmiştir.Gerçekten de saray,insiyatifi ele almış ve bütün sanat faaliyetlerini yönelendirmiştir.Alim edebiyatı olduğu için hitap ettiği grup uzunca bir süre küçük kalır.İnce bir Alim tabakasıyla sınırlıdır.Geniş bir burjuva tabanı eksiktir.Diğer faktörelr şöyledir:Ders seviyei yüksek okular,Yayıncı-yayınevleri,dilcemiyetleri,mevcut sansür normativ üslüp idealini belirler.

Dönemin imaji:17.yy. Alman edebiyatı zamanın hadiselerini fal olarak katılmadan müteakip dönemde (17.de)alimane bir karakter kazanır,Fransız ve Italyanların yolunu takipederek değişir.Almanya da ahlaka eğitime ve refaha ani bir son veren otuz yıl savaşlarının (1618-1648)edebiyatta da derin bir çöküşe yol açar.Bilim ve sanatta ki mutlu hayat donuklaşır.Muzaffer Fransa Alman prenslere tesir etmekle kalmaz ,ayn zamanda alman halk ruhunu da sahiplenir.Halk giyimde ,dilde ,adet ve gelenkeler de Fransızları takıip eder.Fransız Kralı 14.Ludwigin Almanya yı küstahça gasbetmesine cesaretsizlikten ses bile çıkarılmaz.Alman edebiyatı böyle durumlara ancak sancılı şikayet ,uyarı,tenkid ve alayla yer verir.Otuz yıl savaşı esnasında ve sonrasında ,Alman ruhu bütünüyle kırılmayacak kadar güçlüdür.Bazı gayretli vatanperverler "hasta halkı "yılmadan tedavı etmeye çalışmaktadırlar.Reformasyon sonrası yenibir dönem,sosyal politik iktisadi ve ilmi değişikliklerle kendını göstermektedir.Kopernik ismi yeni keişflerin temsilcisidir.Bu yeni keşifler,ananevi dünya imajını sarsmaktadırlar.Merkeziyetçi mutlakıyetçilik giderek güçleşir,Avrupanın modern milli devletler ile birlikte alman toprağında yabancı devletler arasında cereyan eden otuz yıl savaşı (1618-1648)Alman imparatorluğunu parçalanmışlığını tescil eder ve mutlakıyetçiliğin milli sahadan ziyade,küçük ve büyük sarayların çokluğunda gerçekleşmesini sağlar.

Vanitas (Weltflucht):Dünyayı boşveriş!Bütün bu değişiklikler derin bir güvensizlik hissi doğurur,Vanıtas,bütün dünyevi olanı karakterize eder görünür,insanlar dine sığınırlar. Carpe diem (Pflücke den Tag):Gününü Gün et Felsefesi.Devrin insanında bu iki hayat felsefesi yan yana görülür.Bir yandan dünyanın eziyetinden bıkan insan dine sarılırken,bir yandan da dünyaı kötülükler dünyası olarak bilen insan,gününü gün ederek,bu dünyanın eziyetinden kendini kurtarır ve nasıl olsa değişmeyecek olan bu durumdan sıyrılmayı arar.

Büyük değişikliklerin her döneminde, alışılmadık ve tezad olan hususlar vardır ve insanlar bunun büyüsüne kapılırlar.Edeiyatta buna uyar.Edebiyatta Kahramanın kararlılığından sefaletten en sıcak aşktan bahsedilir.Edebiyat bu dünya /öbür dünya ya da ölüm/hayat tezadına dayanır.Daha sonraki dönemler bunu mübalağa kabul ederler.Bunun için de Barock edebiyatı,eğri,muntazam olmamakla,yamuk olmakla aşağılarlar.Barock:düzgün olmayan demektir.

Barock kültürü iki temel ögeye dayanır.Birincisi katolik mezhebi,ikincisi de prenslerin mutlak hükümdarlık istekleridir.Katolik görüşe göre Tridentin Din Meclisinde hristiyanlığın sınırları aklıcı nedenelre dayandırılmıştı.Katolik mezhebi kendini,gelenkelerini ve yaptığı düzenlemeleri inananların kalple anmalarını kabul etmekle birlikte keyfiliğin klisenin tamamını ya da bir kısmına zarar vermemesi için düzenleyici akla büyük değer veriyordu.Mutlakiyet de pek çok noktada Katolik mezhebi ile benzer özellikler gösteriyordu sadece hedefler farlıydı.Mutlakiyet bu dünyaya yönelikti ve devletlerle ilgiliydi,oysa Katoliklik öbür dünyaya yönelikti ve insanlara öteki dünyada mululuk vaad ediyordu.Barock devrinin Katolik edebiyatı da klisenın didaktik amaçlarına uygun olarak gelişti.Tiyatro eserlerinde özellikle dini,tarihsel ve efsanevi konular işleniyordu.Bu eserler sanat bakımından zayıft.Sanatsal değerlerden çok seyirciye bir mesaj iletmek amacını taşıyordu.Sadece ilahiler ve tassavuf belli bir sanatsal düzey tuturabilmiştir.Protestan olan Paul Gerhardın ilahileri bu alanda örnek gösterilebilir.Tassavufta ise Protestan olan Jakop Böhme ile Katolik olan Agelius Silesius ifade gücü ve içerik bakımdan aynı düzeyde eserler verdiler.

Aydınlanma, Devrimler ve Alman Milliyetçiliğinin Doğuşu (1770-1850)

Aydınlanma, insanın kendi aklı ve deneyimleri ile geleneksel görüşler ve ön yargılardan kurtulmak ve akla dayanarak, dünyayı kavramak düzenlemeye çalışmaktır. Bu anlamda Aydınlanma Çağı insan aklının bağımsız olması gerektiği düşüncesine dayanır. Öyleyse benimsenmesi gereken tavır inanmak değil, bilmek olmalıdır.Bu genel belirlemeden anlaşıldığı üzere, burada sorgulanmak istenen insan varlığının anlamı ve bu Dünya'daki yeridir. Nitekim Aydınlanma'nın gelenekselleşmiş bir tanımını veren Kant'a göre Aydınlanma, insanın kendi kusurları sonucu düşmüş olduğu olumsuz durumdan, yine kendi aklını kullanmak suretiyle çıkma çabasıdır.

Gerçekte insan içinde bulunduğu olumsuz duruma aklın kendisi yüzünden değil, ama onu gerektiği gibi kullanmayı bilmemesi yüzünden düşmüştür. Bu yönüyle Aydınlanma'nın, Ortaçağ düşüncesine ve yaşam anlayışına karşıt bir dünya görüşü olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Aydınlanma'nın temel özelliklerinden birisi de, doğa ile akıl arasında bir uygunluk olduğunu ve akılsal yapıda olan bu doğayı aklın rahatlıkla kavrayabileceğidir.Bu dönemde bilginin doğasına ilişkin tartışmalar yoğunlaşmış ve Tümevarım Yöntemi Hume tarafından sorgulanmıştır. Fransız ansiklopedistlerinden D'Alembert ve Diderot gibi araştırmacılar Rönesans'tan bu yana üretilen yeni bilimsel bilgi birikimini, Ansiklopedi adlı yapıtta bir araya getirmeye çalışmışlardır.

Bu dönemde Euler ve Lagrange integral ve diferansiyel hesabına ilişkin on yedinci yüzyılda başlayan çalışmaları sürdürmüş ve bu çalışmaların gök mekaniğine uygulanması sonucunda fizik ve astronomi alanlarında büyük bir atılım gerçekleştirilmiştir. Mesela Lagrange, Üç Cisim Problemi'nin ilk özel çözümlerini vermiştirRönesans'ın habercilerinin başında gelen Leonardo da Vinci (1452-1519) sistematik bir eğitim görmemiş olmasına karşın, bilgi dağarcığını iyi geliştirmiş ve bilim ve teknolojiye önemli katkılarda bulunmuş ansiklopedik nitelikte bir bilim adamıdır. Leonardo, öncelikle bir ressam olarak ad yapmıştır; onun muhteşem yapıtları bazı kiliselerin duvarlarını; günümüzdeki önemli müzeleri süslemektedir. Ancak resim çalışmalarını sağlıklı bir şekilde yürütebilmek için bir seri anatomi ve perspektif çalışmaları yapmak ihtiyacını hissetmiştir. Bu çalışmalardan perspektifle ilgili olanını Leon Battista Alberti ve Pietro della Francesco gibi devrinin matematikçileriyle birlikte yürütmüştür. Bunlardan Francesco matematiğin yanı sıra resimle de ilgilenmiştir.Diğer yandan Leonardo, yapı bilgisine gereksinme duymuş ve başta insan yapısı olmak üzere bazı canlı yapıları kapsayan bir anatomi çalışması yürütmüştür. Bu çalışmalarında enjeksiyon tekniğini uygulayarak, yani dokular arasına kısa zamanda donan bir maddeyi zerk ederek, yapıyı tespit edip, onu en ince ayrıntısına kadar, en doğru şekilde belirlemeye çalışmıştır. Bu gayretleri sonucunda, özellikle kalp, mide, muhtelif damarlar ve kasların yapısını günümüze uygun olarak belirlemeyi başarmıştır. Kalbin kapakçıkları ve hareketi üzerinde dikkatini yoğunlaştırarak, kalbin adeta bir tulumba şeklinde çalıştığını belirtmiştir.

Alman Birliğinin Kuruluşu (1850-1871)



19. yüzyılın altmışlı yıllarında ise artık Almanya'da da birliğin özgürlüğe karşı öncelikli olması kararı verildi. Bu durum, Prusya Başbakan'ı Otto von Bismarck'ın, onunla Alman sorunsalını kendi tarzına göre çözdüğü “yukarıdan devrimin” sonucuydu. Bismarck içerdeki siyasal güç sorusunu 1862-1866 arası yıllardaki Prusya anayasal çekişmesi yoluyla, yürütmenin yararına ve meclise karşı olarak çözdü. Dışarda ise Danimarka, Avusturya ve Fransa'ya karşı mücadele verildi.

İlk mücadele Danimarka ile Schleswig-Holstein bölgeleri için yaşandı. Bismarck'ın akıllı dış politikası sonucunda, Avusturya'nın da desteği alınarak bu bölgede başarı sağlandı. Bölgenin yönetimi konusunda Prusya ve Avusturya arasında birtakım sorunlar ortaya çıktı. Bu durumdan yararlanan Bismarck,Rusya'nın tarafsızlığını sağlayarak Avusturya üzerine gitti. Bu mücadeleden de başarıyla ayrılan Prusya'nın önünde tek bir engel kalmıştı: Fransa.

O dönemde Fransa'nın başında III. Napolyon bulunuyordu. Sedan Savaşı sonucunda III. Napolyon yenilgiye uğratıldı. Böylece Alman Birliği kurulmuş oldu.Alsace-Lorent bölgesi Prusya'nın eline geçti. Belki de bu, Bismarck'ın tek hatasıdır çünkü bunu yaparak Fransa'nın kalıcı düşmanlığını kazandı. Bu durum I. Dünya Savaşında açıkça görüldü. Bu arada III. Napolyon'un yenilgiye uğramasıyla, Fransa'da 3. Cumhuriyet ilan edildi.

II. Alman İmparatorluğu (1871-1918)



18 Ocak 1871'de kurulan Alman İmparatorluğu kitlelerden gelen milliyetçi duyguların değil, askeri zaferleri izleyen geleneksel diplomatik girişimlerin ürünüydü.Kuzey Alman Konfederasyonu'na üye devletlerin liderleriyle Bavyera,Baden, Hessen ve Württemberg'in hükümdarları arasında bir anlaşmaya varılmıştı.O tarihte Alman topraklarının ve nüfusunun yaklaşık beşte üçünü kapsayan Prusya, imparatorluğun I. Dünya Savaşı'nın ardından çöküşüne değin birliğin egemen gücü olarak kaldı.

İmparatorluk oluştuğunda 540.857 km.'lik bir alanı kaplayan Almanya'nın nüfusu 1871-1914 arasında 41 milyondan 67 milyona çıktı. Nüfusun yüzde 63'ü Protestan, yüzde 36'sı Katolik,yüzde 1'i Yahudiydi.Polonyalı ,Danimarkalı ve Fransızlardan oluşan küçük azınlık grupların dışında nüfus tümüyle Germen kökenliydi.Kırsal nüfus yüzde 67 kadardı; gerisi kasaba ve kentlerde yaşıyordu.1820'lerde ve 1830' larda çıkarılan zorunlu eğitim yasaları nedeniyle nüfusun neredeyse tümü okuryazardı.Alman İmparatorluğunun anayasası Kuzey Alman Konfederasyonu a€˜ndan devralınmıştı.Bismarck'ın 1867'de hazırladığı bu anayasa Almanya'nın kırsal ağırlıklı yapısını ve Junker kökenli Bismarck'ın otoriter eğilimlerini yansıtıyordu.Biri halkı,öbürü 25 eyaleti temsil eden iki meclis vardı.Erkek yurttaşların gizli oyuyla seçilen İmparatorluk Meclisi 397 üyeliydi. Parlamentonun eyalet temsilcilerinden oluşan üst kanadı ise Bundesrat adını taşıyordu.1867 ve 1871' de belirlenen seçim bölgeleri hiçbir zaman nüfustaki değişiklikleri yansıtacak biçimde değiştirmelidi. Dolayısıyla da kentleşme ilerledikçe kırsal kesimin meclisteki ağırlığı ülkedeki oranının çok üstüne çıktı.

Kuramsal olarak alt meclis her yasayı geri çevirebilirdi,ama gerçekte yetkileri sınırlandırmıştı.Ayrıca bakanlar da meclis değil , imparator tarafından seçiliyor ve ona karşı sorumlu tutuluyorlardı.İmparatorluk bütün varlık süresince imparatorluğun siyasal sistemi arasındaki uyuşmazlığın etkisinde kaldı.Prusya'nın siyasal sistemi arasındaki uyuşmazlığın etkisinde kaldı.Prusya'da alt meclis üç sınıflı bir seçim sistemiyle belirleniyor,erkek nüfusun yüzde 15'ini oluşturan mülk sahipleri temsilcilerin yüzde 85'ini seçiyordu.Dolayısıyla tutucular Prusya'da her zaman çoğunluğu sağlayabiliyor, oysa imparatorluk sistemi merkez ve sol partilere büyüyen bir çoğunluk olanağı veriyordu.İmparator aynı zamanda Prusya kralıydı.İki kısa dönem dışında Prusya başbakanı da hep imparatorluk şansölyesi oldu.Bu durumda yürütme,iki ayrı mecliste çoğunluk sağlama gibi bir sorunla karşılaştı.Genellikle bürokrasi ya da asker kökenli olan politika deneyimleri yoktu.

Bismarck kırsal nüfusun liberal eğilimli ilerici partiye değil, Muhafazakar ve Bağımsız Muhafazakar partilere oy vereceğini düşünerek erkekler için genel oy akını kabul etmiş , kurulacak yeni partilerini hesaba katmamıştı.Ama 1870'lerin başında Prusya' da seçimlere katılmaya başlayan,Katolik inanç temelinde örgütlenmiş Merkez Partisi ve Alman Sosyal Partisi önemli oranda oy aldı.1871'de Bismarck Liberaller'le birleşerek Merkez Partisi'ni yok etmeye yönelik Kulturkampf a€˜ı(kültür savaşını)başlattı.Katolik Kilisesi'ni hedef alan bir dizi yasa çıkarıldı; medeni nikah kabul edildi;papazların yer değiştirmesi yasaklandı;tarikatlar dağıtıldı.Tersine Katolik azınlığın bir siyasal partiye gereksinimleri olduğunu anlamalarına yaradı.1870'lerin olduğunu anlamalarına yaradı.1870'lerin Kulturkampf'tan vazgeçen Bismarck bu kez muhafazakar partiler ve Ulusal Liberallerin birçok üyesiyle birleşerek SPD'ye karşı bir kampanya başlattı.Hızla sanayileşen Almanya'da tehlikeli olabilecek bu partinin anayasa gereği seçimlere katılmasını önleyemediyse de ,1878-90 arasında yasadışı ilan edilmesine yol açan meclis çoğunluğunu sağladı.Pek çok sosyalist İsviçre'ye kaçtı.1880'lerde Bismarck işçileri sosyalizmden caydırmak için bazı sosyalgüvenlik hizmetleri sistemi kurdu.Ama Katolikler karşısında olduğu gibi,sosyalistler karşısında da başarısızlığa uğradı.1890 seçimlerinde Bismarck'ın deyimiyle a€˜imparatorluk düşmanı'bu iki parti çok büyük kazançlar sağladı.Yeni imparator II. Wilhelm(1859-1941)74 yaşındaki başbakanın istifasını istedi.

1. Dünya Savaşı (1914-1918)



II.Alman İmparatorluğu 1871 yılında Versailles'da kurulmuştur.İmparatorluğun başında Prusya kralı olan I.Wilhelm vardır.Parlementoya karşı verilen savaşta I.Wilhelm'in yanında,daha önce Alman Federal Meclisi Prusya temsilcisi olan Otto von Bismarck vardır ve Bismarck desteklerinden dolayı kral tarafından başbakanlığa atanmıştır.Napolyon'un tahttan indirilmesini fırsat bilen Almanlar Paris'i kuşattılar.1871 yılında komunist ayaklanması ortaya cıktı.Bu ayaklanmanın bastırılmasından sonra imzalanan barış antlaşmasıyla Elsass-Lotrigen bölgesi Almanya'ya bırakılmıştır ve Fransa yüklü miktarda tazminat ödemiştir. Bu dönemde Almanya Avrupa'nın üçüncü büyük gücü olarak görülüyordu.Fransa'dan Elsass-Lotrigen'in alnıması üzerine buülke ile dostluk kurulamadığından Bismark Ruaya'ya yönelmiştir. 1873 yılında ise Almanya,Rusya ve Avusturya arasında bir antlaşma imzalanmıştır.(Üç İmparator Antlaşması)

Antlaşmanın üzerinden çok zaman geçmeden bu ülkeler arasında gerginlikler yaşanmaya başlamıştır.Rusya ve Avusturya arasında Balkanlarda yaşanan gerginlik gitgide artmaya başlamıştır.1877 yılında Rusya ve Türkiye arasında Boğazlar yüzünden bir savaş ortaya çıkmıştır.Bu savaşta Fransa ve İngilter Türklerin safındaydı.Bismarck ise arabulucu rolünü üstleniyordu.Bismarck'ın katkıları sonucu Rusya büyük Bulgaristan kurma isteğinden vazgeçti yerine küçük bir Bulgaristan kuruldu.İngiltere Kıbrıs'ı ele geçirdi ve Avusturya Bosna-Hersek'de söz sahibi olmaya devanm etti.Almanya Avrupa'da büyük bir güç haline gelmiş ve Bismarck'ın istememsine rağmen emperyalist sömürge politikasına girmiştir.1884 yılında Doğu Afrika'da sömürgeci politikaya başlamıştır.Fakat bu durum İngiltere ve Fransa'yı kendi menfaatleri açısından tehdit ediyordu.1888 yılında I.Wilhelm ölünce tahtta II.Wilhelm geçmiştir.Bu arada Protestan ve Katolik kilisesi arasında kavga çıkmaya başlamıştır ve neredeyse on yıl boyunca süregelen bu kültür savaşı aslında burjuvanın zayıflaması sonucunda ortaya çıkmıştır.

1878 yılında Bismarck Sosyal Demokratik Parti'yi yasaklamıştı. Yasaktan 12 yıl sonra 1890 yılında yasağın kaldırılması ile Sosyal Demokrat Parti mecliste ikinci büyük güç haline gelmiştir.Fakat Bismarck'ın bu yasağı tekrar uzatmak istemesi sonucunda kral tarafından görevinden azledilmiştir.Almanya'nın emperyalist dünya politikasında güçlü konuma gelmesi Fransa ve İngiltere'yi rahatsız etmeye başladı.1913 yılında Almanya Amerika'dan sonra ikinci büyük endüstri devleti haline geldi.Bu da savaşın başlamasına bir neden oldu.1914 yılında I.Dünya Savaşı ortaya çıktı.Almanya,Avusturya-Macaristan ve Türkiye(Üçlü İttifak);İngiltere,Fransa ve Rusya(Üçlü İtilaf)'ya karşı savaştı.Rus ordusu Masuren'de bozguna uğratıldı fakat Almanya ve Avusturya her iki cephede de büyük kayıplar verdi.1917 yılında Almanya'da kıtlık başladı.1918 yılında İngiltere ve Fransa'nın savaşta büyük kayıplar vermesi sonucu Amerika bu ülkelere askeri açıdan destek verdi.ABD Başkanı Wilson 14 Maddelik barış programı ilan etti.Rusya ve Almanya arasında Brest-Litowsk'da barış antlaşması yapıldı.Ekim ayında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dağıldı.İlk Devlet Başkanı Sosyal Demokrat Friedrich Ebert'in isteği üzerine 11 Kasım'da Alman mütareke heyeti Fransız Mareşal Foch tarafından hazırlanan ağır şartlarda bir antlaşma imzaladı ve bununla birlikte I.Dünya Savaşı ve II.Alman İmparatorluğu son buldu.

İmparatorluk döneminde Almanya'da sanatsal açıdan da gelişmeler olmuştur.Bu dönemde Nietzsche ilk kitaplarını yayınlamaya başlamıştır.Liebermann ile resim dalında emperyonizm akımı ortaya çıkmıştır.Wagner "Parsifal" adlı eserini yayınlamıştır.Wagner ve Nietzsche karşıt düşünceleri savunuyorlardı.Yazarlar eserlerinde genellikle burjuva halkının yaşadıkları olayları konu almışlardır. Fransız İhtilalinin getirdiği yeni anlayış ve görüşler siyasi ve sosyal hayatta büyük değişiklikler yapmıştır. Milliyetçilik düşüncesi özellikle 20. yüzyılın başlarında etkisini göstermeye başlamıştır. 1815 yılında Viyana Kongresi ile Avrupa'ya yeni bir statü getirilmiş ve buna göre de güçler dengesi kurulmuştur. Özellikle 1870 Sedan Savaşı ile Alman ve İtalyan birliklerinin kurulması ve bu devletlerin girişimlerde bulunmaları Viyana Kongresi statüsünü ve güçler dengesini büyük ölçüde değiştirmiştir.

19. yüzyıl içinde önem kazanmış diğer bir gelişme de sanayileşmedir. Sanayileşme sonucu sömürgelicilik ortaya çıkmış ve büyük devletlerin çıkar çatışmaları Afrika, ve Uzak Doğu'ya kadar yayılmıştır. Ham madde ve pazar arayışı hızlanmış, bütün devletler sömürge yarışına girmiştir. Bazı devletlerin siyasi birliklerini geç kurmaları blokların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bloklar hızla silahlanarak yeni bir savaşın ortamını hazırlamıştır.

Nedenler:
  • Avusturya-Macaristan imparatorluğunun velahdı Ferdinand'ın bir Sırplı tarafından öldürülmesi
  • Milliyetçilik düşüncesi
  • Sömürgecilik (ham madde ve pazar arayıcılığı)
  • Avrupa devletleri arasındaki ekonomik ve siyasi rekabet(özellikle de Almanya ve İngiltere arasında)
  • Aşırı silahlanma hareketi


Birinci Dünya Savaşı, 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında meydana gelen olay ve gelişmelerin bir sonucudur. Bu bakımdan sebeplerini bu dönemde aramak gerekir. Birinci Dünya Savaşı, Avrupa'da dört merkezi devlete karşı, Avrupa ve diğer kıtalarda bulunan yirmi beş devletin giriştiği, o tarihe kadar görülmemiş ilk dünya savaşıdır. I. Dünya Savaşı Avrupa'da ittifak veya merkezi devletler diye adlandırılan Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti ile itilaf devletleri diye adlandırılan İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD önderliğindeki diğer başka devletler arasında gerçekleşmiştir.

Weimar Cumhuriyeti (1918-1933)



Kasım 1918'de monarşinin yıkılması ve Ocak 1919'daki anayasa yapıcı Alman Ulusal Meclis'i seçimleri sonucunda İmparatorluk'tan Weimar Cumhuriyetia€˜ne geçişte sağlanan devamlılık gerçekten de dikkate değerdi. Hatta belirli bir ölçüde monarşi kurumu, değişik bir biçimde sürüyordu: Halk tarafından seçilen İmparatorluk Başkanı makamı öylesine kuvvetli yetkilerle donatılmıştı ki, daha o zamanlar bir “imparator yedeğinden” ya da bir “yedek imparatordan” söz ediliyordu. İmparatorluk'tan ahlaki olarak da bir kopma olmadı. Savaş suçu sorusuyla ilgili olarak ciddi bir hesaplaşma gerçekleşmedi, halbuki (veya çünkü) Alman kayıtları açık bir dille konuşuyorlardı: İmparatorluk yönetimi, 28 Haziran 1914'te Saraybosna'da Avusturya-Macaristan Veliahtı'nın öldürülmesinden sonra uluslararası krizi bilinçli olarak tırmandırmıştı ve böylece Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasında baş sorumluluğu taşıyordu.

Yapılmayan savaş suçu tartışmasının devamında Almanya'nın savaşta suçsuz olduğu miti doğdu. Bu mit, hançerleme miti ile birlikte (buna göre, anavatandaki hainlik Almanya'nın yenilgisine neden olmuştu) ilk Alman demokrasisinin yasallığının alaşağı edilmesinde katkı sağladı. Almanya'nın 28 Haziran 1919'da imzalamak zorunda kaldığı Versay Barış Antlaşması hemen hemen tüm Almanlar tarafından büyük haksızlık olarak algılandı. Bunun nedenleri, Alman İmparatorluğu ve müttefiklerinin savaş suçlusu oldukları gerekçesiyle dayatılan, özellikle yeni kurulan Polonya yararına olan toprak kaybında; tazminat şeklindeki maddi yüklerde; sömürgelerin kaybında ve getirilen askeri sınırlamalarda yatmaktadır. Avusturya'nın Almanya ile birleşmesinin yasaklanması da haksızlık olarak görülüyordu. Habsburg monarşisinin yıkılmasıyla büyük Almanya çözümünün gerçekleştirilmesi için ana engel kalktıktan sonra, Viyana ve Berlin devrim hükümetleri her iki Almanca konuşan cumhuriyetin derhal birleştirilmesine karar vermişlerdi. Bu talebin popülerliğinden her iki taraf da emindi.

Versay ve Saint Germain Barış Antlaşmaları'ndaki birleşme yasağı büyük Almanya düşüncesinin tekrar kuvvetlenmesine engel olamadı. Bu düşünce, eski imparatorluk fikrinin bir rönesansı ile birleşti: Tam da Almanya askeri olarak yenilmiş ve yenilginin sonuçları altında acı çekmekte olduğundan, geçmişin olduğundan güzel bir şekilde yansıtılmasına inanmaya müsaitti. Ortaçağın Kutsal Roma İmparatorluğu bir ulusal devlet değil, evrensel iddiası olan uluslar üstü bir oluşumdu. 1918'den sonra bu mirasa öncelikle, siyasi sağdaki güçler göndermede bulunuyorlardı. Almanya için yeni bir ileti belirlemişlerdi: Almanya, Avrupa'da düzenleyici güç olarak batı demokrasilerine ve doğu Bolşevikliğine karşı öne çıkmalıdır. Parlamenter demokrasi olarak Weimar demokrasisi yalnızca onbir yıl yaşayabildi.

1930 Mart sonunda sosyal demokrat Hermann Müller başkanlığındaki son çoğunluk hükümeti, işsizlik sigortasının iyileştirilmesiyle ilgili bir tartışmadan ötürü dağıldı. Şimdiye kadarki büyük koalisyonun yerine Katolik Merkez siyasetçisi Heinrich Brüning başkanlığında, 1930 yazından beri İmparatorluk Başkanı, kocamış Mareşal Paul von Hindenburg'un olağanüstü hal düzenlemeleri yardımıyla hükümet eden bir burjuva azınlık hükümeti geçti. 14 Eylül 1930'daki parlamento seçimlerinde Adolf Hitler'in nasyonal sosyalistleri (NSDAP) en güçlü ikinci parti konumuna yükseldikten sonra, hala daha en güçlü parti olan sosyal demokrasi (SPD), Brüning hükümetini tolere etmeye başladı. Busayede İmparatorluk'ta sağa kayışın önüne geçilmesi ve SPD'nin, Brüning'in partisi Katolik Merkez ve burjuva demokratlarla birlikte iktidarda olduğu, en büyük tek devlet Prusya'da demokrasinin korunması amaçlanıyordu.

İmparatorluk Parlamentosu, başkanlığa bağlı olağanüstü hal sistemine geçildiğinden beri, yasama organı olarak İmparatorluğun meşruti monarşisinde olduğundan daha az söz hakkına sahipti. Parlamentosuzlaştırma seçmenlerin giderek devre dışı bırakılması demekti ve işte bu, parlamento karşıtı sağ ve sol gurupların güçlenmesine yol açtı. Bundan en fazla nasyonal sosyalistler yararlandı. Sosyal demokratlar Brüning'i düşürdüklerinden beri Hitler kendi hareketini, “Marksizm'in” gerek bolşevik ve gerekse reformist tüm oyun türlerinin halka uygun tek seçeneği olarak tanıtabilmişti. O, şimdi ikisine de çağrıda bulunabilecek durumdaydı: Bu arada gerçekten başarısız olan parlamenter demokrasiye karşı yaygınlaşmış çekinceli tutuma ve erken otuzlu yıllarda Brüning, Papen ve Schleicher hükümetlerinin üçünün de politik etkisini kaybettirdiği, Bismarck zamanından beri tasdik edilen ve genel eşit seçim hakkı şeklinde vücut bulan halkın katılım hakkına. Böylelikle Hitler, Almanya'nın eş zamanlı olmayan demokratikleşmesinden; yani, demokratik bir seçim hakkının erken başlatılmasından ve hükümet sisteminin parlamenter temele geç kavuşmasından en çok faydalanan kişi oldu.

III. Alman İmparatorluğu ve Faşizm (1933-1945)



2. Dünya Savaşı (1939-1945)



Hitler ancak I. Dünya Savaşı'ndan sonra gözle görülür bir gelişme göstermiştir,bu dönemden önce kayda değer bir ilerleme kaydetmemiştir. Hitler'in siyasete atlmasındaki en büyük neden aslında Viyana Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim görmesi için yeterli donanımlara sahip olmamasıdır. Bu amacını yerine getiremediği içinde kendini yetiştirerek siyaset alanında boy göstermiştir. Daha sonra Hitler Münih'e geldi ve burada Weimar Devletine karşı olan milliyetçi gruplara katıldı. O zamanki adı 'alman işçi partisi' olan bu partiye katıldı ve ülkenin çeşitli yerlerinde etkili konuşmalar yaptı. Bundan sonraki adım ise partinin adını amaçlarını daha açık ifade edecek şekilde değiştirmek olacaktı ve partinin adı 'nasyonel sosyalist işçi partisi' olarak değiştirildi. Partizanların düşüncelerinde Yahudi aleyhtarlığı oldukça açık bir şekilde görülebiliyordu. Dış politika düşüncelerinde ise asıl hedef Büyük Alman İmparatorluğunu kurmaktı.

Hitler'in konuşmalarının özünde kapitalizm ve marksist bolşevizim nedeni ile bir tutulan uluslararası Yahudilik,Weimar sistemi, ki bu sistemin Almanları köleleştirmek için Yahudiler tarafından bulunduğu iddia edilir, ve bunlara ek olarak da Versailles'da yapılan anlaşma gibi konular vardı. Bu düşüncelere göre Yahudiler 'Arı' ırkı ve aynı zamanda da kültürleri yıkmayı erekleyen insanlar olarak gösteriliyordu.

Hitler iktidara geçebilmek için her şeyi yapabilecek kadar gözü kara bir kişiydi ve bu amacını yerine getirebilmek için şahsına ve onun düşüncelerine karşı gelebilecek her türlü gücü ortadan kaldırmaya da hazırdı.

Hitler'in yönetimi ele almasından yaklaşık altı ay sonra Weimar Cumhuriyet'i tamamiyle ortadan kalmış bulunuyordu. Hitler yaptığı bu yıkıma 'Milli Devrim' adını vermişti. Ancak bu devrimin diğerlerinden bir farkı vardı,diğer devrimlerde yıkılan rejimin arkasından mutlaka yeni bir düzen gelirdi ancak Hitler'in düzeni böyle olmadı. Önceki rejimin yerine gelen düzen bir devletin demokratikliği yerine tamamen bir kişinin diktatörlüğü söz konusuydu. Üstelik egemenliğinin yegane dayanağı hem kendi ülkesinin hem de işgalci devletlerin insanlarına uyğuladığı terördü.Ancak gün geçtikçe Yahudilere yapılan haksızlıklara bir yeniss daha ekleniyordu ve yersiz yere tutuklanmalarından sonra Nürberg yasalarıyla da Almanlarla evlenmeleri yasaklanıyordu. Bu yasanın çıkarılmasındaki en büyük etken arı ırk olarak kabul edilen Alman ırkının Yahudilerle karışmasını engellemekti. Asıl olarak Hitler'in amacı bütün Yahudilerin fiziksel olarak Avrupada köklerini kurutmaktı.

Savaş Sonrası (1945-1989)

İtalya'daki Müttefik güçler 13 Ağustos 1944'te Floransa'yı aldı. Almanlar bunun üzerine Pisa ile Rimnini arasında bir savunma hattı oluşturarak kış gelene kadar burada tutundular. Nisan 1945'te Müttefikler Po ırmağını geçti ve Alp Dağlarına doğru ilerledi. İtalya'da Almanlar 2 Mayıs'ta teslim oldular. İki gün sonra da Müttefikler Avusturya'dan güneye doğru ilerleyen ABD askerleriyle buluştu.

SSCB birlikleri ise 1944 Haziranı'nda Doğu Avrupa'da bir harekat başlattı. Temmuz sonunda Varşova'nın karşısında Vistül Irmağı'nın doğu kıyısına doğru ilerlediler. Daha güneyde SSCB ordusu iki koldan ilerlemeye başladı. Biri Baltık Denizi'nin doğu kıyıları boyunca, öbürü de Tuna vadisi üzerinden Macaristan'a doğru ilerledi.Almanlar bu ilerlemeyi durduramayarak geri çekildiler.

1945 başlarında, Almanya'nın artık uzun süre savaşamayacağı ortaya çıkmıştı. Müttefik liderler, ABD başkanı Roosevelt, İngiltere başbakanı Churchill ile SSCB'nin önderi Stalin Kırım'daki Yalta kentinde toplandılar ve Almanya'nın koşulsuz olarak teslim alınmasında anlaştılar. Ayrıca savaş sonrası Avrupa'ya ilişkin planlar da yaptılar. Ocak 1945'te SSCB askerleri Oder Irmağı'nı aşarak Silezya'ya girdi. Güneyde ise Şubatta Budapeşte'ye, nisan başında da Viyana'ya girdiler ve Berlin'e doğru ilerlediler. 25 Nisanda Berlin'i kuşattılar. Kentin merkezindeki bir yer altı sığınağından savunmayı yönetmekte olan Hitler savaşın yitirildiğini kavrayarak 30 Nisan'da intihar etti. Amiral Karl Dönitz'i kendi yerine atamıştı.

Dönitz'in temsilcileri Reims'e Müttefiklerle görüşmeye gitti. Batıda Müttefiklere teslim olmayı; ama doğuda SSCB ile savaşmayı sürdürmeyi istiyorlardı. Eisenhower Almanların her yerde koşulsuz teslim olmaları konusunda ısrar etti. Almanya'nın teslim olması 8- 9 Mayıs 1945'te gece yarısı gerçekleşti.

Almanya bu savasi teknolojik yetersizlikler yuzunden kaybetmedi. Almanya teknolojik olarak cok ilerdeydi, ilk jet savas ucaklarini yaptilar, İngiltereyi vurduklari uzun menzilli roketlerini de unutmamali. ustun tanklarini cok etkili bicimde kullandilar.Denizaltilari ve savas gemileri dunyanin en modern gemileriydi.Almanyanin konumu itibari ile bu savasi kazanmasi olanaksizdi, imkansiza girismisti. oncelikle sanayisi vardi ama hammaddesi yoktu. en onemli hammaddelerinden olan demir cevheri ve petrol disardan geliyordu. cok fazla bolgeyi isgal ettiginden burda uluslari baski altinda tutmasi, isyanlari engellemesi olanaksizdi.Donanmasi İngiliz ve Amerikalilara karsi koyacak kadar kalabalik degildi ve abluka altindaydi.

Almanya Federal Cumhuriyeti



Almanya Federal Cumhuriyeti ya da kısaca Almanya (Almanca: Bundesrepublik Deutschland) batı Avrupa'da yer alan, dünyanın en sanayileşmiş ülkelerinden biridir. Kuzeyde Danimarka ile komşudur ve Kuzey Denizi ile Baltık Denizi'ne kıyısı vardır. Doğuda Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile, güneyde Avusturya ve İsviçre ile, batıda ise Fransa, Lüksemburg, Belçika ve Hollanda ile komşudur. Almanya, Avrupa Birliği'nin kurucu üyelerindendir.

5 Haziran 1945'te yayımlanan bir bildirgeyle Almanya'nın yönetimini ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliğinin oluşturacağı askeri yönetimlere bırakıldı.Bu ülkelerden her biri kendi işgal bölgesini özgürce yönetecek, Almanya'nın bütününü ilgilendiren konularla ise Müttefikler Kontrol Konseyi ilgilenecekti.Temmuz-Ağustos 1945'te toplanan Potsdam Konferansı'nda da Almanya'nın üç İşgal bölgesine ayrılması konusunda görüş birliğine varıldı.Sonradan Fransa'nın da işgalci güç olarak kabul edilmesiyle işgal bölgelerinin sayısı dörde çıkarıldı.Bir süre sonra işgal bölgelerinde eski siyasal partiler yeniden kurulmaya ve eyalet yönetimleri oluşturulmaya başladı.

Demokratik Alman Cumhuriyeti

Demokratik Alman Cumhuriyeti (Almanca: Deutsche Demokratische Republik) İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin kontrolü altında ülkenin doğusunda kurulan sosyalist cumhuriyettir. Doğu Almanya olarak da bilinen Demokratik Almanya Cumhuriyeti 1952 yılında Almanya'nın yeniden birlermesini öneren Stalin Notası'nın ABD tarafından reddedilmesi sonucu 1954 yılında tam egemenliğini ilan etmiştir. Doğu Almanya Varşova Paktına üye ülkelerdendi.

18 mart 1990 yılında yapılan seçimlerde Sosyalist Birlik Partisi'nin parlamentodaki çoğunluğunu kaybetmesi sonucu Fedaral Alman Cumhuriyeti ile birleşme kaçınılmaz olmuştur.3 Ekim 1990'da Doğu Almanya Parlamentosu Federal Alman Cumhuriyeti'nin yasalarını kabul ederek birleşmeye gitmiştir. İki cumhuriyetin tekrar birleşmesiyle 1990 yılında Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC)'ın yakalşık 40yıllık varlığı sona ermiştir.

Yeniden Birleşme (1990)



Demokratik Alman Cumhuriyeti'nin siyasi varlığını sona erdirerek II. Dünya Savaşı sonrası ikiye bölünmüş Almanya'nın Federal Almanya Cumhuriyeti çatısı altında birleşmesi olayı. Birleşme, "Birleşme Antlaşması"nın imzalanarak yürürlüğe girdiği 3 Ekim 1990 tarihinde gerçekleşmiştir.

Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile yumuşayan uluslararası ortamda Soğuk Savaş'ın simgesi olan Almanya'nın bölünmüşlüğünün de sona ermesi yönünde sesler sınırın her iki tarafında da yükselmeye başladı. Özellikle Doğu Alman kentlerinde yoğun sokak gösterileri oldu. Kamuoyu baskısına dayanamayan Demokratik Alman hükümeti birleşme için Federal Almanya ile görüşmelere başlamayı kabul etti. İki Alman devleti arasında ilk olarak 18 Mayıs 1990'da "Birinci Devlet Anlaşması" imzalandı. Bu anlaşma ekonomik, parasal ve sosyal birliği içeriyordu, Federal Alman Markı Doğu'da da geçerli para birimi oluyor ve Demokratik Almanya pazar ekonomisine geçişi sağlayan yasalarını hazırlamayı kabul ediyordu.

Daha sonra II. Dünya Savaşı'nın galibi dört müttefik ülke İngiltere, Fransa, A.B.D., S.S.C.B. ile iki Almanya arasında "2+4" görüşmeleri yapıldı ve 3 Ekim 1990'da imzalanan "Birleşme Andlaşması" ile iki Almanya resmen birleşti. 2 Aralık 1990'da yapılan ilk ortak seçimlerle de Birleşik Alman Parlamentosu oluştu. Parlamento daha sonra aldığı bir kararla birleşik Almanya'nın başkentinin Berlin olmasına karar verdi.

1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra, Almanya'nın birleşmesi yaklaşık olarak bir yıl kadar sürdü. Alman toplumunun beklentilerine karşılık veren bu gelişmenin somut adımı 18 Mart 1990' da serbest halk konseyi seçimiyle kendini gösterdi. Seçimlerde her iki Almanya'nın isteğine paralel olarak birleşmeyi talep eden partiler seçildi. Almanya'nın yeni siyasi yapısı dört büyük devletle yani Amerika, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa yaptığı uzlaşma ile kendini ortaya koymuş oldu. Almanya'nın içinde bulunduğu sorunlar komşu devletlerin de katılımıyla çözülmeliydi. Devletler arası konumlarda Alman birliğinin dış ve güvenlik politikaları ile ilgili koşullarda Almanya'nın kuruluş belgesi olan iki-artı-dört anlaşması ile uzlaşıldı. Bunu takiben Almanya'nın sorunu Polonya'nın sorunu ile bütünleşik bir konumdaydı. Alman sorunsalının yapısal çözüm önerilerinde anahtar kavram "birlik ve özgürlük" idi. Polonya sorunsalında ise uluslararası hukuk yerini aldı ve birleşmenin sınır boyutu ön plana çıktı. Bu anlaşma, Avusturya ile Almanya'nın ayrı devletler olduğunun altını da çizmiş oldu. Birleşmiş Almanya'da demokrasi ve ulus kavramları aynı çemberde yer aldı. Birbirinin uzantısı olarak değerlendirilmedi.

İlk Alman ulus devleti ile İkinci Alman ulus devleti arasında doğal olarak farklılıklar bulunmaktaydı ama süreci takip ettiklerinden birbirinden tamamen bağımsız yapılar olarak düşünülemezdi. Bir çok açıdan Almanya'nın geçmişinden gelen köklü kültürü yeni birleşmiş Almanya'ya şeklini verecekti. İmparatorluk meclisinde geliştirilmiş olan genel, eşit seçim hakkı ve parlamenter kültür; birleşmiş Almanya'ya yansımıştır. Almanya'daki bu gelişmeler Avrupa'daki sorunların yerinde saymasını sağlamadı. Almanya sorununu çözdü ama Avrupa değişen ideolojik çalkantılarla kalabalık bir aileyi içine aldı. Bu aile Batı kültüründen gelmiş ama Doğu Avrupa ülkeleridir. Bunların hepsi eski Batı'ya ait,hukuk geleneğiyle,sınıfsal güçlerin erken ayrımıyla yoğrulmuş,lakin bununla birlikte dinsel ve ulusal düşmanlığın sonuçlarının deneyimleriyle de yoğrulmuş olan devletlerdir. Avrupa'nın bütünleşmesi için zamana ihtiyaç var. Bu durum sadece Avrupa'da birleşmenin derinleşmesi birliğin genişlemesinin adımlarına uyarsa olabilir. Derinleşme, devletin yeniliklerinden oldukça fazlasını talep ediyor; Avrupa tarihi ve oluşan sonuçlarla birlikte düşünmeyi gerektiriyor, en önemlisi; ,ilk olarak insan hakları başta gelerekten,batı kültürünün bir genel yükümlülük kapsadığı bilincidir. Bunlar Avrupa ve Amerika'nın birlikte öne çıkardıkları, kendilerini bunlara göre tanımladıkları ve her zaman bunlara göre ölçmek zorunda oldukları değerlerdir.

Bugünkü Almanya (1990'dan beri)



1989'da duvarın açılmasından sonra, Almanya'nın yeniden birleşmesine kadar onbir ay daha geçti. Bu, her iki Almanya devletindeki Almanlar'ın isteğini yansıtıyordu. 18 Mart 1990'da ilk (ve son) serbest halk konseyi seçiminde Doğu Almanlar, DDR'in Federal Almanya'ya hızla katılmasını talep eden partileri büyük bir çoğunlukla seçtiler. Bu durum 1990 yazında, daha önce Alman-Alman para biriminde olduğu gibi, her iki Alman devleti arasında müzakereler sonucunda varılan bir anlaşmayla yapıldı. Buna paralel olarak Federal Almanya ve DDR, Berlin ve Almanya için sorumluluğu bir bütün olarak taşıyan dört güçle yani, Amerika, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa ile, Alman birliğinin dış ve güvenlik politikaları ile ilgili koşulları üzerine iki-artı-dört-anlaşması ile uzlaştılar.

Alman sorunsalı 1990'da, eski talepler “birlik ve özgürlük” bağlamında çözüldü. Bu, sadece tüm komşuların rızası ile özülebilirdi; yani, bunun da anlamı şuydu: Sadece, aynı zamanda diğer bir yüzyıl sorununun çözümü ile; Polonya sorunsalı ile. Polonya'nın batı sınırının Oder ve NeiíŸe'de en son, uluslararası hukukla bağlantılı olarak tanınması, Almanya'nın 1945 sınırları içinde yeniden birleşmesinin bir önkoşuluydu. Yeniden birleşmiş Almanya kendi öz tanımına göre, 1976'da siyaset bilimci Karl Dietrich Bracher'in “eski” Federal Almanya'yı isimlendirdiği gibi, “ulusal devletler içinde ulus sonrası demokrasi” değildir. Diğerleri içinde, uluslar üstü devletler birliği olan ve ulusal egemenliğin belli bölümlerinin diğer üye devletlerle birlikte uygulandığı Avrupa Birliği (AB)'ye tamamen bağlı, klasik sonrası demokratik bir ulus devlettir. İlk Alman ulus devletinden ikinciyi pek çok şey, çünkü, Bismarck imparatorluğunu bir askeri ve otoriter devlet yapan herşey ayırıyor. Ama ilk ve ikinci ulus devletler arasında süreklilikler de var.

Hukuk ve anayasa devleti olarak, federal ve sosyal devlet olarak yeniden birleşmiş Almanya, 19. yüzyıla kadar uzanan bir geleneğe sahip. Aynı şey, daha İmparatorluk'un meclisinde geliştirilmiş olan genel, eşit seçim hakkı ve parlamenter kültür için de geçerlidir. Gözden kaçmayacak olan bir şey de mekansal süreklilik: Yeniden birleşmiş Almanya'nın kuruluş belgesi olan iki-artı-dört-anlaşması, küçük Almanya çözümünü yani, Almanya ve Avusturya'nın ayrı devletler olmasını yeniden tescil etti. Alman sorunsalı 1990'dan beri çözüldü, ama Avrupa sorunsalı önceden olduğu gibi, açık. AB, 1 Mayıs 2004'ten beri, 1989/91'deki çağ değişimine kadar komünizmle yönetilmiş olan sekiz Doğuorta Avrupa devletini kapsıyor. Bunların hepsi eski Batı'ya ait, oldukça ortak bir hukuk geleneğiyle yoğrulmuş, ruhani ile dünyevi ve prenslik ile sınıfsal güçlerin erken ayrımıyla, ama aynı zamanda dinsel ve ulusal düşmanlığın ve ırksal nefretin ölümcül sonuçlarının deneyimleriyle yoğrulmuş olan devletlerdir.

Kaynaklar

  • Deutscher Bundestag. (Ed.) (1988). Fragen an die deutsche Geschichte: Ideen, Krí¤fte, Entscheidungen von 1800 bis zur Gegenwart. Katalog. Bonn: Deutscher Bundestag, Referat Öffentlichkeitsarbeit.
  • Friedell, E. (2005). Kulturgeschichte der Neuzeit. 2 cilt. München: Beck. ISBN: 3-423-30061-2
  • Gössmann, W. (1996). Deutsche Kulturgeschichte im Grundriss. Ismaning: Max Hueber Verlag. ISBN 3-19-001078-1
  • Parry, Ch. (1993). Menschen, Werke, Epochen. Ismaning: Max Hueber Verlag. ISBN 3-19-001498-1
  • Pollmann, B. (Ed.) (1984). Lesebuch zur deutschen Geschichte. 3 cilt. Dortmund: Chronik Verlag.
  • Raff, D. (1985). Deutsche Geschichte. Vom alten reich zur Zweiten Republik. Ismaning: Hueber. ISBN 3-19-001408-6
  • Salihoğlu, H. (1993). Alman Kültür Tarihi. Ankara: İmge Kitabevi. ISBN 975-533-069-0
  • Schulze, H. (2000). Kleine Deutsche Geschichte. München: dtv. ISBN 3-406-40999-7
  • Schulz, K. (1965). Aus deutscher Vergangenheit. München: Max Hueber Verlag.
  • Schulz, K. (1972). Deutsche Geschichte und Kultur. Bilder aus 2000 Jahren. Ismaning: Max Hueber Verlag. ISBN 3-7845-4530-0


Bakınız



Kaynaklar

Vikipedi

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Kültür Tarihi
3 yıl önce

daha bütüncül bir anlayışla kavranan kültür tarihi çalışmaları belirli bir dönemde Tarih biliminde kültür tarihi denilince çok farklı anlayışlarla karşılaşılmaktadır...

Kültür tarihi, Aile, Almanca, Aydınlanma, Bilim, Dil, Din, Dinler Tarihi, Gelenek, Kant, Kültür felsefesi
Alman kültürü
3 yıl önce

düşünürlerin ülkesi) diye anılır. Alman kültürü, Almanya'nın ulus devlet olarak doğmasından çok önceleri ortaya çıkmıştır ve Almanca konuşulan tüm coğrafyayı etkisi...

Türk-Alman Üniversitesi
7 yıl önce

Erişim tarihi: 3 Temmuz 2013.  ^ "Türk-Alman Üniversitesi kuruluyor". www.haberturk.com. 24 Ekim 2010 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 23...

Çin Kültür Devrimi
3 yıl önce

Büyük Proleter Kültür Devrimi ya da kısaca Kültür Devrimi (Basitleştirilmiş Çince: 无产阶级文化大革命; Geleneksel Çince: 無產階級文化大革命; pinyin: Wúchǎnjiējí Wénhuà Dàgémìng)...

Çin Kültür Devrimi, 1966, 1976, Bolşevik Devrimi, Mao Zedong, SSCB, Tarih, Taslak, Çin, Çin Komünist Partisi
Alman Lisesi
3 yıl önce

Özel Alman Lisesi (Almanca: Deutsche Schule Istanbul, kısaca DSI), diğer bilinen adıyla İstanbul Alman Lisesi veya kısaca Alman Lisesi, Türkiye'nin İstanbul...

İstanbul Özel Alman Lisesi, 11 Mayıs, 1868, 1879, 1882, 1893, 1897, 1903, 1911, 1918, 1924
Alman edebiyatı
3 yıl önce

Alman edebiyatı, Orta Avrupa'da yaşayan Almanca konuşan toplulukların edebi yaratısıdır. Almanya, Avusturya, İsviçre ve bunların yanındaki Alsas (Fransa)...

Alman edebiyatı, Alman edebiyatı
Antalya Kültür Sanat Vakfı
3 yıl önce

Belediyesi önderliğinde Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfı adıyla 52 üyeyle kurulan Vakıf, Eylül 2002 'den beri Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) adıyla hizmet...

Antalya Kültür Sanat Vakfı, Antalya Kültür Sanat Vakfı
Türk Tarihi
3 yıl önce

tarih atlı göçebe Türk kültürünün başlangıcı olarak kabul edilebilir. Türklerin atalarının MÖ 2500 ile MÖ 1700 yılları arasındaki Afanasiyevo kültürü...

Türk (anlam ayrım), Karikatür, Osmanlı Devleti, Philippe Liİ©geois, Satranç Oynayan Türk Otomatı, Türk Dilleri Ailesi, Türk halkları, Türk halkları (sıralama), Türk kelimesi, Türk vatandaşı, Türkiye Cumhuriyeti