Türkiye'de Mimarlık

Kısaca: Türkiye'de mimarlık, Türkiye mimarisi veya Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi 1923'te kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin toprakları üzerinde süregelen mimarlık sürecini inceler. ...devamı ☟

Türkiye'de mimarlık, Türkiye mimarisi veya Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi 1923'te kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin toprakları üzerinde süregelen mimarlık sürecini inceler. Türkiye’deki mimarlık uygulamaları belli dönemlerde yaygın olan mimari akımlardan, cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan belli sorunlardan ve çelişkilerden etkilenerek veya onlara tepki olarak oluşmuştur. Bu çelişkilerden başta geleni özellikle cumhuriyetin ilk dönemlerinde gündeme gelen Doğu-Batı ikilemidir. Buna ek olarak ulusal-evrensel, geleneksel-modern veya dindarlık-laiklik gibi ikilemler ve farklı siyasi görüşler de mimarlık uygulamalarının seyrini etkilemiştir. Bu dönemlerin birbirinden kesin olarak ayrılması pek mümkün değildir. Bazı akımlar diğerleri ile içiçe belirli bir zaman dilimine kadar varlığını sürdümüşler; bir dönemin veya ekolün temsilcisi olarak nitelendirilen bazı Türk mimarlar, kariyerlerinin ilerki dönemlerinde daha farklı stillerde de eserler tasarlamışlardır. Türkiye'nin kurulduğu ilk yıllarda yaygın ve etkili olan bir sivil toplum örgütlenmesi ve devlet alanı dışında mimariye destek verecek özerk bir burjuvazi yoktu. Bundan dolayı Osmanlı İmparatorluğu döneminde elitist içeriğe sahip olup, sadece saraya bağlı olan mimarlar; yeni dönem de aynı üslupla devlet yönetimine bağlı kaldılar. Bu durum 1950’lerden itibaren değişmeye başladıysa da özel sektörün gelişmesi ve mimarlık alanına yön verip, hakim olmaya başlaması çok daha sonraları gerçekleşti. Türkiye'deki mimarlık, ilk dönemlerinde Osmanlı mimarisinden oldukça etkilendi. Özellikle 1920'li yıllara hakim olan

Birinci Ulusal Mimarlık Akımı

nda
bu etkileri gözlemlemek mümkündür. 1930'lu ve 1940'lı yıllarda yabancı kökenli (ağırlıklı olarak Almanya, Avusturya ve İsviçre'den) mimarların Türkiye'ye çağrıldığı ve onlara farklı amaçlar için ağırlıklı olarak kamu yapıları inşa ettirildiği gözlemlenmektedir. II. Dünya Savaşı ve sonrası, yani Türkiye'nin dış dünyadan izole olduğu 1940'lı yıllarda başlayıp 1950'lere kadar süren dönemde İkinci Ulusal Mimari Akımı etkili oldu. Bu dönemin sona ermesi ile Türkiye’de tek parti iktidarının sona ermesi birbiri ile paralel dönemlerdir. Türkiye’de mimarlık uygulamaları, yurt dışında gelişen modern ve postmodern mimarlık akımlarından etkilenmişse de özellikle

1970’li yıllar

a kadar ağırlıklı olarak yerli ve ülkeye özgü bir mimarlık kültüründen söz etmek mümkündür. İlk dönemlerinde müteahhitlerin ve devletin etkisinin olduğu Türkiye’de mimarlık sürecinde, 1980’lerden itibaren özel sektörün ağırlığı arttı. Türkiye’de yapılar tasarlama ve uygulama fırsatı bulan mimarlar “kültürel kimlik” ve “kent kimliği” sorularına farklı bağlamlarda ve farklı zamanlarda cevaplar aramışlarsa da; Türkiye’de mimarlık incelenirken dikkate alınması gereken en önemli hususlardan biri de bu süreç ile paralel gelişen ve tüm kentlerin görünür kimliğini etkileyen başka bir yapı pratiğinin, yani gecekondulaşma ve çarpık kentleşmenin şehirlere hakim olmasıdır. Zeki Sayar, Abidin Mortaş ve Abdullah Ziya Kozanoğlu tarafından 1931 yılında yayına Mimar dergisi olarak başlayan sonra Arkitekt ismini alan bu yayın, 1981 yılına kadar yayınlanmaya devam etti. Dönemin mimarlıkla ilgili önemli gelişmelerinden birisi, 1926 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nin İstanbul’un Fındıklı semtinde yer alan Cemile Sultan Sarayı'na taşınması ve Güzel Sanatlar Akademisi olarak eğitim vermeye başlamasıydı. O döneme kadar Rönesans ve Osmanlı mimarisi alanlarında eğitim veren bu okulda, 1926 yılından itibaren modern mimari bazlı eğitim verilmeye başlandı. Dönemin kaydadeğer önemli gelişmelerinden birisi de Türkiye’nin ilk kadın mimarı olan Leman Cevat Tomsu'nun 1934 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olmasıydı.

Birinci Ulusal Mimarlık Akımı

Mimar Kemalettin ve Vedat Tek'in öncülüğünü yaptığı ve ilk aşamada "Neoklasik Türk Üslubu" ya da "Milli Mimari Rönesansı" denilen ama sonraları "

Birinci Ulusal Mimarlık Akımı

" adı verilen bu mimari üslubun en belirgin özelliği hem yerel hem de klasik Osmanlı yapılarında yer alan mimari öğelere ve süslemelere yer verilmesiydi. Klasik Osmanlı mimarisinden farklı olarak eskiden sadece dini yapılarda kullanılan kubbe, saçak gibi mimari öğeler

Birinci Ulusal Mimarlık Akımı

döneminde her türlü kamu yapılarında sıklıkla kullanıldı. Ancak bu akımın etkisi sadece kamu binaları ile sınırlı kaldı. Bu akıma "Osmanlı Canlandırmacılığı" ve "Yeni Osmanlıcılık" gibi adlar da verildi. Vedat Tek'in tasarımları arasında ise İstanbul Sirkeci'de yer alan Büyük Postane ve Haydarpaşa Vapur İskelesi yer alır. Arif Hikmet Koyunoğlu’nun uygulanmış projeleri arasında Ankara’da inşa edilen Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi (1927-1930) ve Etnoğrafya Müzesi (1925-1928) yer almaktadır. Giulio Mongeri’nin Ankara'da inşa edilen

Birinci Ulusal Mimarlık Akımı

örnekleri arasında Ulus’ta yer alan Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Binası (1926) ile Osmanlı Bankası (1926) ve İş Bankası (1928) binaları yer almaktadır. Paolo Vietti-Violi tarafından tasarlanan ve de Türkiye’nin ilk stadyumu olma unvanına sahip 19 Mayıs Stadyumu ise 1934 ile 1936 yılları arasında Ankara’da inşa edildi. Theodor Jost ve Robert Oerley tarafından tasarlanan ve 1927 ile 1932 yılları arasında inşa edilen Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü dönemin sağlık yapılarından birisidir. Theodor Jost’un tasarladığı ilk bölüm düz çatılı kübik hacimlerden oluşurken, Rober Oerley’in eklemeleri ve genişleme projesi sırasında çatılar değiştirildi. Yapının girişinde bulunan demir ızgara ve giriş üzerindeki kadın sporcu rölyefi, 1930’lu yılların modernizm stilinin özelliklerini yansıtmaktadır. Dosya:Ankara Garı.jpg|Şekip Akalın tarafından tasarlanan ve 1937’de kullanıma açılan Ankara Tren Garı döneminin mimari arayışlarının bazılarının yansıtıldığı bir örnektir. Dosya:Mersin_Halkevi.jpg|Ertuğrul Menteşe tarafından tasarlanan Mersin Halkevi binası (1946) Türkiye’de ilk kez döner sahne teknolojisinin kullanıldığı yapıdır. Dosya:Florya001.jpg|Florya Atatürk Deniz Köşkü (1935-1938) Seyfi Arkan tarafından tasarlandı. 1940’lı yıllar Yeni kurulan bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentinin Ankara olması nedeniyle bu şehirde yeni idari binaların inşa edilmesi ihtiyacı doğdu. İhtiyaç olmasına rağmen yeterli sayıda yerli mimar olmaması nedeniyle 1927’den itibaren Avrupa’dan gelen mimarlara bu projelerin bir kısmı yaptırıldı. Almanya, Avusturya, Fransa ve İsviçre’den gelen toplam 40 mimar ve şehir plancısı 1924 ile 1942 yılları arasında Türkiye'de birçok projeye imzalarını attılar. Bu mimarlar ve şehir plancıları arasında Gudrun Baudisch, Rudolf Belling, Paul Bonatz, Ernst Arnold Egli, Martin Elsaesser, Anton Hanak, Franz Hillinger, Clemens Holzmeister, Werner Issel, Hermann Jansen, Theodor Jost, Heinrich Krippel, Carl Christoph Lörcher, Robert Oerley, Bernhard Pfau, Bruno Taut ve Josef Thorak yer almaktaydı. Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının inşaatına da bu dönemde başlandı. Clemens Holzmeister’in mimari tasarımını gerçekleştirdiği bu yapı Hermann Jansen tarafından hazırlanan Jansen planına göre Çankaya yolu ile Dikmen arasında kalan ve de Devlet Mahallesi denilen alandaki en yüksek noktada inşa edildi. Dönemin modern mimarlık akımlarının Türkiye’deki mimarlık uygulamalarına etkileri çok yaygın olmasa da, özellikle uluslararası üslup stilindeki birçok yapı 1930’lu ve

1940’lı yıllar

da inşa edildiler. Bu tarzda inşa edilmiş yapılar arasında İstanbul Üniversitesi Gözlemevi (Arif Hikmet Holtay, 1934), Florya Deniz Köşkü (Seyfi Arkan, 1934), Taksim Belediye Gazinosu (Rüknettin Güney, 1938) ve Yalova Termal Oteli (Sedad Hakkı Eldem, 1935-1938) yer almaktadır. Döneme ait farklı uygulamalar da mevcuttur. Örneğin Mersin Halkevi binası, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki bir devlet örgütlenmesi olan halkevi mimari tekniklerinin sergilendiği bir yapıdır. Türkiye’de inşa edilen en büyük halkevi olan bu yapı, ayrıca ülkede ilk kez döner sahne teknolojisinin kullanıldığı mekanlardan birisidir. Ertuğrul Menteşe tarafından tasarlanmış olan yapı kompleksi 1944 ile 1946 yılları arasında tamamlandı. Bu dönemi "Yeni Yöreselcilik" olarak niteleyen mimarlık eleştirmenleri de vardır.}} Bu dönemde tıpkı

Birinci Ulusal Mimarlık Akımı

’nda olduğu gibi Osmanlı mimarisi ve özellikle Selçuklu yapılarının mimari özellikleri baz alındı. Bu iki mimari anlayışa ek olarak Türk konut mimarlığının özellikleri de bu akımın uygulayıcıları tarafından kullanıldı. Ağırlıklı olarak klasik Osmanlı formlarını kullanan

Birinci Ulusal Mimarlık Akımı

zamanında zamanının gerisinde kaldığı eleştirileri almış olsa da, İkinci Ulusal Mimarlık Akımı bu şekilde bir eleştiriye pek maruz kalmadı. Bunun en önemli nedenlerinden birisi modern mimarinin öğelerinin ikinci üslupta daha yaygın kullanılmasıydı. Kolay monte edilebilen hafif taşıyıcı sistemler ve mekanlara daha fazla güneş ışığı sağlayan geleneksel ahşap ev mimari öğeleri, İkinci Ulusal Mimarlık Akımı uygulayıcıları tarafından sıklıkla kullanıldı.}}

1940’lı yıllar

da dünyada da yaygınlaşan milliyetçilik akımlarının etkisiyle yerini daha ulusal akımlara bırakması hususu ile ilgili en somut örneklerden birisi Ankara’da yer alan eski Sergi Evi’dir. Ancak yapı Paul Bonatz tarafından yeniden tasarlandı ve Ankara Opera Sahnesi olarak 1948’te tekrar kullanıma açıldı. İkinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın temsilcilerinin başında Sedat Hakkı Eldem ve Emin Onat gelmekteydi. Ayrıca Bruno Taut da bu akımla özdeşleştirilmiş tasarımlar gerçekleştirdi. Sedat Hakkı Eldem ile Emin Onat’ın birlikte yapmış olduğu tasarımlar arasında en tanınmışı İstanbul Üniversitesi'ne ait Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi binaları (1944-1952) ve İstanbul Adalet Sarayı (1949) binasıdır. İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi yapılarının en belirgin özellikleri simetriye önem vermesi ve anıtsal olmalarıdır. Bu yönüyle dönemin totaliter rejimlerinin sonucu olan Faşist mimarisi veya Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi mimarisi öğelerini taşısa da, saçakları gibi bir takım mimari öğeleri ile Osmanlı konut mimarisine referans vermektedir. Doğan Erginbaş, Ömer Güney ve İsmail Utkular’ın ortak tasarladığı bir proje olan ve Şişli’de yer alan İstanbul Radyoevi (1945) bu akıma örnek başka bir yapıdır. İkinci Ulusal Mimarlık Akımı’nda yaygın olan simetri kullanımı ve anıtsallık kavramlarınının uygulandığı daha anıtsal iki örnek mevcuttur. Bunlarda ilki Feridun Kip, Doğan Erginbaş ve İsmail Utkular’ın tasarladıkları ve 1954 ile 1960 yılları arasında inşa edilen Çanakkale Şehitleri Anıtı’dır. Diğeri ise Emin Halid Onat ve Ahmet Orhan Arda tarafından tasarlanmış olan 1944 ile 1953 yılları arasında inşa edilen Mustafa Kemal Atatürk’ün kabrinin yer aldığı Anıtkabir’dir. Dönemin üslubunu yansıtan diğer örnekler Sedad Hakkı Eldem tarafından 1939 yılında tasarlanmış Uluslararası New York Sergisi'ndeki (EXPO 39 New York) Türkiye Pavyonu ve Vasfi Egeli tarafından tasarlanıp 1945 ile 1949 yılları arasında inşa edilmiş Şişli Camii’dir. Dosya:AnkaraStateOpera2.JPG|Şevki Balmumcu tarafından tasarlanmış Ankara Opera Sahnesi özgün haliyle Sovyet Yapısalcılığı stilinde iken Paul Bonatz tarafından yapılan değişikliklerle İkinci Ulusal Mimarlık Akımı üslubuna dönüştürüldü. Dosya:Anıtkabir.JPG|İkinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın kesme taşın ağırlıklı kullanıldığı ve simetriye önem veren anıtsal yapıları arasında en tanınmış olanlardan birisi Anıtkabir'dir. (1944-1953) Canakkalesehitleriabidesi.jpg|İkinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın diğer örneklerinden birisi de Çanakkale Şehitleri Anıtı'dır.(1954-1960) Dosya:Istanbul University Edebiyat Fakultesi March 2008.JPG|Sedad Hakkı Eldem ve Emin Onat tarafından tasarlanan İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi binaları (1944-1952) Dosya:İstanbul radio1.JPG|Doğan Erginbaş, Ömer Güney ve İsmail Utkular tarafından tasarlanan İstanbul Radyoevi (1945) İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem Her ne kadar İkinci Ulusal Mimarlık Akımı 1950’li yılların sonlarına kadar etkisini sürdürmüşse de, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle bu akımın etkileri de azaldı. Gerek savaşın sona ermesiyle yapı malzemelerinde mevcut olan kısıtlamaların kalkması, gerekse yurt dışına giden Türk mimarların yurda geri dönmeye başlamaları bu dönemdeki değişikliklerin başta gelen sebeplerindendi. Ayrıca cumhuriyetin ilan edildiği ilk dönemlerde kurulmuş mimarlık fakültelerinin mimar mezunlarını vermeye başlamaları ve sayılarının artması da değişimin diğer nedeniydi.}} Ayrıca soğuk savaş döneminde Türkiye'nin NATO cephesinde yer almasıyla ve de benimsenmeye başlanan liberal ekonomik modelin yol açtığı değişimler Türkiye’deki mimarlık için de bir dönüm noktası oldu. Özel sektörün yavaş yavaş ön plana çıkmaya başladığı bu dönemden itibaren ofis yapıları gibi binalar mimarlık gündeminde daha fazla yer etmeye başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından 1928 yılında kurulan Türk Mimarlar Cemiyeti (sonradan Mimarlar Derneği olarak ismini değiştirdi) Türkiye’de mimarların dernek statüsündeki ilk örgütlenmeleriydi. Ancak mimarların örgütlenmesindeki en önemli dönüm noktası 1954 yılında kurulan Mimarlar Odası’ydı. Mimarlar Odası ilk kurulduğunda sadece Ankara, İstanbul ve İzmir Şubeleri’ne sahip iken, 1960’lardan itibaren temsilciliklerin sayısı arttı ve 1980’lere gelindiğinde bu temsilciliklerin çoğu şubelere dönüştü. Tıpkı İstanbul Hilton Oteli gibi bu yapı da uluslararası üslup akımının örneklerindendir. Mimari tarz olarak Güney Amerika’lı mimarlardan birisi olan Oscar Niemeyer’ın Brezilya’nın başkenti Brasilia’daki tasarımlarından etkilenen bu yapının belirgin mimari özelliklerinin başında prizmatik kitleleri ve bunların üzerlerine konan eğrisel plastik kütlelerin kullanılması gelmektedir. Bu dönemin diğer uygulamalarından birisi de Ankara’da yer alan Kızılay Emek İşhanı’dır. Enver Tokay tarafından tasarlanan ve de 1959 ile 1965 yılları arasında inşa edilen bu yapının Türkiye mimarlık tarihinde ayrıca önemi vardır. Uluslararası üslup tarzında Ankara’da inşa edilmiş ilk yapı olmasının yanı sıra rasyonalizm üslubunun da Türkiye’deki ilk örneklerindendir. Bu yapıyı Türkiye mimarlık tarihinde önemli kılan başka bir faktör ise, 24 katlı olması ve 76 metreye yüksekliği ile ülkede inşa edilen ilk gökdelen olmasıdır. Turgut Cansever ve Abdurrahman Hancı tarafından 1950 ile 1952 yılları arasında tasarlanan ve Büyükada’da 1951 ile 1957 yılları arasında inşa edilen Büyükada Anadolu Kulübü'nde dönemin modern mimarlığın temsilcilerinden olan Le Corbusier’in etkilerini gözlemlemek mümkündür. Kütlenin yere oturması yerine kolonlar vasıtasıyla yükseliyor izleniminin verilmesi, bağımsız cephe ve esnek kat planları gibi Le Corbusier’in tasarım prensipleri bu yapıda oldukça belirgindir. Döneme ait kaydadeğer bir başka yapı da İstanbul’un Sultanahmet bölgesinde 1948 ile 1971 yılları arasında inşa edilen ve Sedad Hakkı Eldem ve Emin Onat tarafından tasarlanan İstanbul Adalet Sarayı’dır. Bu yapı özellikle Sedad Hakkı Eldem’in mimarlık kariyerinde önemli uygulamalardan birisi olarak nitelendirilmektedir. Belli bir tempoda tekrarlanan yapı blokları, kolonların düşey çizgiler olarak vurgulanması gibi fonksiyonel özellikleri ile rasyonalizm anlayışının tipik özelliklerini yansıtmaktadır. Bazı özellikleri ile İkinci Ulusal Mimarlık Akımı içinde gösterilip, bu dönemin en son uygulanmış örneği olarak da kabul edilmektedir. Orjinal tasarımda yer alan binalar grubundan sadece mahkemeler bloğu uygulanma fırsatı elde etmiş, ancak proje mimarlarından Emin Onat’ın 1961 yılında ölmesi ve inşaat alanında bulunan arkeolojik kalıntılar nedeniyle projenin geri kalanı inşa edilememiştir. 1958 yılında Belçika’nın başkenti Brüksel’de gerçekleşen Expo’58 için Muhlis Türkmen, Utarit İzgi, Hamdi Şensoy ve İlhan Türegün tarafından tasarlanan Türkiye Pavyonu 1950’li yıllarda çağdaş mimarlık uygulamasının başka bir örneğidir. Bu döneme ait diğer kaydadeğer yapılar ise Enver Tokay, Behruz Çinici ve Teoman Doruk tarafından tasarlanan ve 1959 yılında inşa edilen Ankara’da yer alan DSİ Genel Müdürlük Binası ve yine aynı sene İstanbul’da inşa edilmiş ve İlhan Tayman ile Yılmaz Sanlı tarafından tasarlanan Tekel Genel Müdürlük Binası'dır.

Gecekondulaşmanın hız kazanması ve ilk imar affı

Türkiye'de yer alan şehirleri 1950’li yıllardan itibaren şekillendiren esas unsur modern veya geleneksel mimari uygulamalar değildir. Her ne kadar 1950’li yıllarda Türkiye’de modern mimarlık uygulamaları inşa edildiyse de, köyden kente göç sonucu ortaya çıkan konut ihtiyacı, devletin yeni konut uygulamaları için sermayeye sahip olmaması ve de kaçak yapılaşmaya karşı denetimlerin yetersiz olması nedeniyle büyük şehirler hızlı bir şekilde ve plansız büyümeye başladılar. Bu duruma paralel olarak gecekondulaşma da hız kazandı. Bu şekilde hem gecekondu alanları oluşurken, hem de nitelikli apartman ve site inşaatları yapılmaya devam etti. Bu süreç 1960’lı yıllarda artarak devam etti ve de gecekondulaşmanın kentlerin görünür kimliğine hakim olmaları

1970’li yıllar

ı buldu, 1980’li yıllarda da zirveye ulaştı. Bu şekilde Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’deki kentlerin mimari kimliğini yansıtan az katlı evler ve çok katlı apartmanlar; yerini kaliteye ve mimari tasarıma önem vermeyen birbirinin kopyası ve kentin kültürü ve geçmişinden tamamen bağımsız binalara bıraktı. Bu süreç başta İstanbul olmak üzere tüm ülke genelinde tarihi kentlerin doku özelliklerinde kalıcı tahribatlar yarattı. Çarpık şehirleşmenin en önemli nedenlerinden birisi olarak nitelendirilen imar affı, Cumhuriyet tarihinde ilk kez 1949 yılında gerçekleşti. 5431 sayılı “Ruhsatsız yapıların yıkılmasına ve 2290 sayılı Belediye Yapı ve Yollar Kanunun 13. Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun’un 1. maddesi ruhsatsız yapılara imar planına uygun olmaları halinde yıkılmamalarına olanak sağladı. 1960’lı yıllarda, dünyadaki gelişmelere paralel olarak, Türkiye’deki mimarlar da bu stilden uzaklaşma eğilimleri göstermeye ve daha parçalı ve hareketli biçimlere yönelmeye başladılar. Bu dönemin kaydadeğer projelerinin başında İstanbul Vakıflar Oteli (bugünkü "Ceylan Intercontinental Oteli") gelmektedir. Türkiye Vakıflar Bankası’nın 1959 yılında açtığı ve de İstanbul’un Taksim bölgesinde inşa edilmesi istenen yarışmayı Kemal Ahmet Aru, Tekin Aydın, Mehmet Ali Handan, Hande Suher, Yalçın Emiroğlu ve Altay Erol tarafından oluşan bir mimarlık bürosu olan AHE Mimarlık kazandı. İnşaatı 1975 yılına kadar süren bu otel binası AHE Mimarlık grubunun en önemli projesi olarak nitelendirilmektedir. Bu dönemin kaydadeğer eserlerinden birisi de İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’dır. 1959 yılında İstanbul Manifaturacılar Çarşısı Kooperatifi tarafından açılan yarışmada birincilik ödülü alan Doğan Tekeli, Sami Sisa ve Metin Hepgüler tarafından tasarlanan yapı 1960 ile 1967 yılları arasında inşa edildi. 1117 adet dükkan, sosyal birimler, restaurantlar ve diğer hizmet birimleri ile dönemin tanınmış yapıtlarından birisi olarak nitelendirilmektedir. Yaklaşık 10.000 kişinin çalıştığı çarşıda halen 2.300 işyeri faaliyet göstermektedir. İstanbul'daki ilk alışveriş merkezi örneklerinden birisi olarak kabul edilen İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nda dönemin sanatçılarından Kuzgun Acar, Füreya Koral, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Yavuz Görey, Ali Teoman Germaner, Sadi Diren ve Nedim Günsür’ün eserlerine de yer verildi. Bu dönemde Ankara’da uygulanmış bir proje de Marc Saugey ve Yüksel Okan tarafından 1960 yılında tasarlanan ve 1960 ile 1966 arasında inşa edilen Büyük Ankara Oteli’ydi. Modern mimarlığın 1960’lı yıllardaki Türkiye'de inşa edilen örneklerinden sayılan bu yapı aynı zamanda organik mimari üslubununun da Türkiye’deki bilinen uygulamalarından birisidir. Ayrıca Emekli Sandığı tarafından inşaatının tamamlandığı 1966 yılından 1986 yılına kadar Ankara’daki tek beş yıldızlı otel olma niteliğine sahip bu yapı, 2005 yılında Özelleştirme İdaresi tarafından ihale üsülüyle satıldı. Atatürk Bulvarı üzerinde ve TBMM'nin karşısında bulunan bu yapı Rixos Grand Ankara adıyla yeni bir otel hizmet vermek üzere yenilenmesinin ardından Mayıs 2009’da yeniden kullanıma açıldı. 1960’lı yılların dikkate değer diğer yapıları arasında Behruz Çinici ve Altuğ Çinici’nin 1961 yılından itibaren tasarlamaya başladıkları ODTÜ kampüsü binaları vardır. Kampüse daha sonra farklı yapılar da eklendi ama Kapalı ve Açık Yüzme Havuzları (1961), Kreş (1961), Teleskop Binası (1961), Öğrenci Merkezi (1961), Bilgisayar Mühendisliği Binası (1980), Mühendislik Fakültesi Laboratuvarları (1980), Fen - Edebiyat Fakültesi (1980), İdari İlimler Fakültesi (1980) ve Mimarlık Fakültesi (1980) ilk binalar arasında yer almaktadır. Bu proje Türkiye gerçekleştirilen ilk planlı ve geniş kapsamlı uygulamadır. Tarihsel bir kent dokusu içinde inşa edilen modern bir yapı olmasına rağmen SSK Zeyrek Tesisleri'nde çevresine uyum sağlayan ve geleneksel Türk mimarisinin yatay çatı çizgisi, geniş saçaklar, sıraya dizilen pencereler ve çıkmalar gibi uygulamaları kullanıldı. Sedat Hakkı Eldem bu yapı ile 1986 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü kazandı. Turgut Cansever ve Ertur Yener’in tasarladıkları, 1951 ile 1967 yıllarında Ankara’da inşa edilen Türk Tarih Kurumu bu döneme ait diğer tanınmış bir yapıttır. Zemin katta konferans salonu, kitap depoları, üst katlarda kütüphane, okuma salonları ve ofislerin yer aldığı bu bina 1980 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazandı. 1950’li ve 1960’lı yıllarda modern proje uygulamaları olan bir başka mimar grubu da Haluk Baysal ve Melih Birsel’dir. Bu mimarların tasarladığı yapıların başında Hukukçular Kooperatifi için inşa edilmiş Hukukçular Sitesi gelmektedir. İstanbul’un Mecidiyeköy semtineki Büyükdere Caddesi üzerinde ve eski İETT Garajı’nın (şimdiki Cevahir Alışveriş Merkezi) köşesinde inşa edilen bu yapı İsviçre kökenli bir mimar olan Le Corbusier'nin İtalya’nın Marsilya şehrinde tasarladığı Unité d'Habitation binası ile benzerlikler göstermektedir. Türkiye’de modern mimarlık stilinde inşa edilen kültür yapılarının başında İstanbul’un Taksim bölgesinde inşa edilmiş Atatürk Kültür Merkezi gelmektedir. Orjinal olarak Feridun Kip ve Rüknettin Güney tarafından tasarlanan yapı, sonradan Hayati Tabanlıoğlu’nun tasarımıyla inşa edildi. 1957 ile 1969 yılları arasından inşa edilen yapı, 1970 yılında çıkan yangından sonra 1972 ile 1978 arası tekrar inşa edildi. Modern bir mimariye sahip olan AKM binası daha çok fonksiyonalizm stilinde bir uygulama olarak nitelendirilmektedir. Dosya:Ceylan Intercontinental Istanbul.jpg|AHE Mimarlık tarafından tasarlanan Ceylan Intercontinental Oteli (1959-1975) 1960’lı yılların kaydadeğer mimarlık uygulamalarından birisidir. Dosya:MiddleEastTechnicalUniversityCampus800x470.jpg|Behruz Çinici ve Altuğ Çinici tarafından tasarlanan ODTÜ kampüsü binaları (1961-1980) Türkiye’de gerçekleştirilen ilk planlı ve geniş kapsamlı uygulamadır. Dosya:Turkish Historical Association building, Sıhhiye, Ankara.jpg|Türk Tarih Kurumu (1951-1967) Turgut Cansever ve Ertur Yener tarafından tasarlanana bina 1980 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazandı. Dosya:Zeyrek Sosyal Sigortalar Kurumu Kompleksi.jpg|Sedat Hakkı Eldem tarafından tasarlanan SSK Zeyrek Tesisleri (1962-1964) İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nın hemen karşısındadır. Dosya:AtaturkCulturalCenterIstanbul 2.jpg|Hayati Tabanlıoğlu tarafından tasarlanan Atatürk Kültür Merkezi (1956-1969)

Modern-Geleneksel çatışmasına örnek: Kocatepe Camii

Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin inşaat programları içinde yeni camilerin inşaatı önemli bir yer tutmuyordu. Bunun nedeni Osmanlı döneminden kalan camilerin Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonrası nüfusun az oluşundan dolayı yeterli olmasıydı. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve de ekonomik kalkınmanın hızlanmasıyla birlikte gerek köyden kente göçün artması, gerekse buna paralel nüfus artışı yeni camilere olan talebi arttırdı. Türkiye’de hem mimari hem de siyasi arenada camilerin tasarlanması hep doğu-batı, modern-geleneksel, laik-islamcı kimlikleri üzerinden siyasi tartışmalara yol açmıştır.}} 1967 yılında inşası başlayan ve ancak 1987 yılında tamamlanabilen Kocatepe Camii, gelenek ile modernizmin çatışmasına iyi bir örnektir. Daha sonra Pakistan’ın başkenti İslamabad’ta Faysal Camii’nin tasarımını yapacak olan Vedat Dalokay, 1957 yılında açılan Kocatepe Camisi Projesi Yarışması'nı Doğan Tekelioğlu ile birlikte kazandı. İlk modern tasarıma kıyasla, sonradan inşa edilen caminin üslubunun klasik Osmanlı cami üslubuna yakın olması tartışma ve olumlu/olumsuz eleştiri konusu oldu.

Çarpık şehirleşmenin sahillere yayılması

1960’lı yıllardan itibaren sosyal hakları ve refah düzeyinin artması ile birlikte iç turizm de gelişmeye başladı. Bulundukları şehirlerden dışarıya özellikle deniz kenarlarına tatil yapmaya gidenler sayesinde artan talep sonucu mevcut kentsel alanlardaki çarpık kentleşme trendi, başta Ege Denizi ve Akdeniz olmak üzere, sahil şeritlerini de sıçradı. 1970’li yıllar1970’li yıllarda Türkiye’de mimarlık uygulamaları dünyadaki modern mimari ve postmodern mimari akımlarındaki gelişmelerden etkilendiler. Bu döneme damgasını vuran esas unsur ise dönemin çalkantılı siyasi atmosferi ve aşırı nüfus artışı idi. Ancak

1970’li yıllar

Türkiye’de mimarlık ve yapı kültürü konusunda önemli bir dönüm noktasını teşkil etmedi. Bu yıllar 1950’li ve 1960’lı yıllarda başlayan sorunların, farklılaşmaların, arayışların sürdüğü dönemlerdi. Bu dönemde mimarlıkta kayda değer bir kırılma yaşanmadı.

Çarpık şehirleşmenin hızlanması

1950’lerde başlayan, 1960’larda hızlanan şehirlere göç etme hızı, 1970’lerde daha da artış gösterdi. Bu dönemlerde hem uzun vadeli planlamasının yapılmadığı büyükşehirlerdeki konut açığı, hem de yetkili kurum ve kuruluşların ve yerel yönetimlerin yeterli önlem almaması nedeniyle kaçak yapılar ve gecekondular şehirlerde oldukça yaygınlaştılar. Bu şekilde çarpık şehirleşme

1970’li yıllar

a damgasını çok daha fazla vurdu. Bunun üç nedeni gecekondulaşma, müteahhit stili apartman dairelerinin şehir dokusuna daha da hakim olması ve de son derece monoton ve mimari üsluba sahip olmayan devlet yapılarının daha da yaygınlaşmasıydı. 1950’li yıllarda başlayan, 1960’lı yıllarda hız kazanan bu süreç 1980’li yıllarda daha da hızlandı ve gecekondulara getirilen af ile farklı bir boyut kazandı. 1950’lerde serbest teşebbüsün daha da serbestleşmesiyle ortaya çıkan ve 1960’lı yıllarda yeni yapılan yapılara daha da hakim olan küçük çaplı müteahhitler tarafından inşa edilen anomim, mimari karaktere sahip olmayan, birbirinin kopyası apartman dairelerinden oluşan konut piyasası hakimiyet alanını

1970’li yıllar

da daha da geliştirdi. Bazıları tarafından "Müteahhit Modernizmi" adı da verilen bu anlayış yüzünden müteahhitlerin, en yüksek karı elde etmek için mevcut alanı maksimum kullanması ve estetik kaygıları tamamen bir kenara bırakması oldukça yaygın bir pratiğe dönüştü. Ayrıca devletin finanse ettiği kamu binaları da Cumhuriyet’in ilk dönemlerinin aksine, oldukça monoton ve mimari üsluba sahip olmayan anlayış ile şehir dokularına son derece tahribat verici bir şekilde inşa edildiler. Devlet binalarındaki ilk yıllardaki modern ve farklı anlayışlarla inşa edilen yapılar 1960’lı ve

1970’li yıllar

dan itibaren kendilerini dönemin monoton, vasat ve mimari gelişimden tamamen kopmuş yapılara bıraktı. Bazılarınca "Bakanlık Üslubu" Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından finanse edilen 1972 ile 1978 yılları arasından Ankara’da inşa edilen bu proje 1988 yılında Ulusal Mimarlık Ödülleri’nden Yapı Dalı Başarı Ödülü’nü kazandı. Sedad Hakkı Eldem tarafından tasarlanan ve de Vehbi Koç Vakfı’nın finanse ettiği Atatürk Kitaplığı dönemin tanınmış mimari eserlerinden birisidir. 1973 ile 1975 yılları arasında İstanbul’un Taksim bölgesindeki Taşkışla’nın hemen karşısında inşa edilen bu yapı, orjinal olarak kütüphane, müze ve sergi salonlarının yer alacağı bir kültür kompleksi olarak tasarlanmışsa da, sadece kütüphanesi inşa edildi. Yapının en belirgin görsel özelliklerinden birisi altıgen geometrinin üçgensel ızgaralarla kullanılmasıdır. Döneme ait farklı bir proje olan Abdi İpekçi Spor Salonu mimari olarak çok kayda değer özelliklere sahip olmasa da Türkiye’de inşa edildiği dönemde en geniş açıklığa sahip uzay çatı sistemine sahip olması nedeniyle kaydadeğer bir yapıdır. Ayrıca Türkiye’de pre-fabrik uygulamasının fabrika binaları dışında ilk kez uygulandığı proje olarak da önemlidir. Ragıp Buluç, Ziya Tanalı ve Ercan Yener tarafından tasarlanmış olan yapı 1978 ile 1989 yılları arasında inşa edildi. Türkiye’de dünya çapında olan mimari değişimler ve farklı akımlardan bazıları geç de olsa uygulama alanı buldular. Ancak Türkiye’de kentlerin en ön planda olan yapılarından camilerin mimarisinde genel olarak kayda değer gelişmeler olmadı. İstisnaları olsa da 1990’lı yıllarda da ağırlıklı olarak kalıplaşmış formlarda ve cephelerdeki cami inşaatları yapılmaya devam edildi. Türkiye’nin ilk modern alışveriş merkezi (AVM) olması nedeniyle Galleria Ataköy Alışveriş Merkezi Türkiye mimarlık tarihinde önemli bir yapıdır. Hayati Tabanlıoğlu tarafından tasarlanan Galleria 1987 ile 1988 yılları arasında inşa edildi. Yakaladığı başarı nedeniyle önce büyük şehirlerde, sonra da ülke geneline yayılan alışveriş merkezleri inşa edilme yolunu açan yapı olması nedeniyle de ayrıca öneme sahiptir. Dönemin başka bir kaydadeğer uygulaması Sevinç Hadi ve Şandor Hadi tarafından İstanbul’un Teşvikiye semtinde tasarlanıp, inşaatı 1992 yılında tamamlanan Milli Reasürans Kompleksi’dir.

Yeni mimari üsluplar ve uygulamalar

1990’lı yıllardan günümüze gelen süreç hem küreselleşme nedeniyle, hem internetin yaygınlaşması ile farklı mimarların farklı stillerde denemeler yapmaya başladığı bir dönem oldu. İlk aşamada ağırlıklı olarak turizm yapılarında başlayan bu trend, sonraları diğer yapı türlerinde de yaygınlaştı. Ayrıca 1960’lı yıllardan itibaren mimarlıktan özel sektörün artan hakimiyeti bu dönemde daha da arttı. Her ne kadar kent kimliğine direkt katkısı henüz olmadıysa da, 1950’lerde başlayıp 1980’lerin sonuna kadar yaygın olan tipik ve mimari özelliğe sahip olamayan apartman tipolojisinden farklılaşma uygulamaları da bu dönemde artmaya başladı. Bu yeni arayışlar dar ve belirli bir alanda sıkıştırılmış inşaatlar oldukları için ağırlıklı olarak cephelerde kendisini gösterdi. Bu dönemde yaygınlaşmaya başlayan toplu konut uygulamalarında da kayda değer çağdaş mimari uygulamaları pek fazla olmadı. İnşa edilen toplu konutların ağırlıklı bir kısmı birbirini tekrarlayan cephe ve plan şemalarıyla inşa edildiler. Bu husustaki diğer gelişme de 1981 yılında çıkarılan 2487 sayılı Toplu Konut Kanunu’dur. Başka bir kaydadeğer gelişme de 1984 yılında kısaca TOKİ olarak da bilinen Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi'nin kurulmasıdır. Ağırlıklı olarak özel sektör tarafından finanse edilen nostaljik mahalleler ve banliyö yerleşimleri ise 1990’lı yıllardan itibaren özellikle üst gelir grupları için popüler olmaya başladı. İstanbul’de oluşan kapalı siteler ardında yaşanan bu banliyö yerleşimlerinden ilk tanınmış olanı Kemer Country idi. Ayrıca yine 1990’lı yıllarda başlayan ve 2000’li yıllarda daha da hızlanan başka bir inşaat biçimi de parkları, peyzaj düzenlemeleri, terasları ve havuzları ile pazarlanan yüksek katlı yapılardı.]] 2000’li yıllardan günümüze Özellikle 2000’li yıllardan itibaren internetin yaygınlaşmasıyla birlikte küresel bağlamda enformasyon ve sermaye akışının ivmesinin artması başta İstanbul olmak üzere Türkiye genelinde mimarlığı etkiledi. Bu değişiklikler özellikle sermayenin yoğunlaştığı İstanbul’un fiziksel ve sosyal dokusuna daha fazla etki yaptı. Bu süreç halen devam etmekte olup, son yıllarda Türkiye'de mimarlık alanında gelişmeler aşağıdaki gibi özetlenebilir: Küreselleşmenin getirdiği olgulardan birisi yabancı kökenli mimarlara farklı amaçlarla farklı türlerde yapıların tasarlandırılmasıdır ki bu trend dünyada özellikle Avrupa, Ortadoğu ve Asya’daki ülkelerindeki gelişmelere pareleldir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılların aksine bu dönemde yabancı mimarlar ihtiyaç duyulduklarından değil de, tercih edildiklerinden seçildiler. Ayrıca eğer inşa edilirse Frank Gehry’nin İstanbul’un Tepebaşı semti için tasarladığı Suna Kıraç Kültür Merkezi de bu hususta ayrı bir örnek teşkil edecektir. 2000’li yıllardan itibaren hem yerel hem de global sermayenin taleplerini karşılayacak yeni mekanların ihtiyacı daha da arttı. Bunun en somut yansımalarından birisi İstanbul şehrinin Şişli ilçesinde yer alan Büyükdere Caddesi’nin son yıllarda gösterdiği değişimdir. Doğan Tekeli ve Sami Sisa tarafından tasarlanan İş Kuleleri, Haluk Tümay ve Ayhan Böke tarafından tasarlanan Sabancı Center, Swanke Hayden Connell Architects tarafından tasarlanan Tekfen Tower, Doğan Tekeli ve Sami Sisa tarafından tasarlanan Metrocity, Jerde Partnership ve Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan Kanyon, Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan Levent Loft, Emre Arolat Mimarlık ve Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan Zorlu Center gibi projeler bu caddeyi Türkiye’nin en yoğun gökdelenlerinin ve en fazla A sınıfı ofislerin yer aldığı bölge haline getirdi. Bu caddede yer alan ve Türkiye’nin en yüksek binası Mart 2011'de tamamlanan ve 261 metreye yükselen ve Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan Sapphire of İstanbul’dur. Ayrıca Ataşehir bölgesinde inşa edilmesi planlanan İstanbul Finans Merkezi projesinin tamamlanması halinde İstanbul’un Anadolu Yakası’nda da benzeri bir dönüşümün yaşanması ve bu yakada da birçok gökdelenin inşa edilmesi beklenmektedir. Çağdaş Türk mimarisinde modern cami inşaatları 2000’li yıllardan sonra artmaya başladı. Bu döneme has örnekler arasında İstanbul’da yer alan ve Adnan Kazmaoğlu tarafından tasarlanan Yeşilvadi Camii; Ankara’da yer alan ve Erkut Şahinbaş tarafından tasarlanan Doğramacızade Ali Sami Paşa Camii; Nevşehir’de yer alan ve Hakkı Atamulu tarafından tasarlanan Derinkuyu Park Camii; İstanbul’da yer alan ve Hüsrev Tayla tarafından tasarlanan Şakirin Camii ve Düzce’de yer alan ve Ergün Subaşı tarafından tasarlanan Akçakoca Merkez Camii gösterilebilir. Kamu yapılarının Türkiye mimarisine 2000'li yıllardan sonraki dönemdeki katkısı hem olumlu hem de olumsuz eleştiriler almaktadır. Bu süreçe getirilen olumsuz eleştirilerin başında bazı yeni projelerin Osmanlı veya Selçuklu mimarisinden etkilenen ancak bunu postmodern kolaycılıkla modern mimari malzemelerle harmanlayan ancak belirli bir mimari dil oluşturmayan yapılar olduğu düşüncesidir. Olumlu görülen eleştirilerin başında kamu projelerin tasarımında son yıllarda daha mimari tasarımın ağır bastığı, klasik dikdörtgen prizması ve düz cephe formasyonunda vazgeçilmesi gelmektedir. 2000'li yıllardan itibaren Türkiye’de mimarlık eğitimi veren üniversitelerin sayısında artış oldu. 1990 yılında 11 eğitim kurumunda mimarlık eğitimi verilirken, 2009 yılına gelindiğinde Mimarlık Fakültesi sayısı 41’e yükseldi. Bu dönemde restorasyon çalışmalarının daha da sistematiğe kavuşması gerçekleşti. 2004 yılında gerçekleşen yasal mevzuat ile her türlü restorasyon çalışmasının projelendirilmesi şartı getirildi. Uygulamada ve ödenekte geçmiş yıllara kıyasla oldukça yüksek oranlarda artış olması olumlu bir gelişme olarak nitelendirilmesine rağmen, bu süreçte mimarların projelerdeki telif haklarını devretmeleri ve denetim yetkilerinin sınırlanması da eleştiri konusu oldu. Dosya:Fog-over-istanbul-skyscrapers.jpg|İstanbul'un Levent bölgesindeki gökdelenlerden görünüm Dosya:Is kuleleri 1.JPG|İş Kuleleri (1995-2000) Dosya:Istanbul Sapphire4.jpg|Istanbul Sapphire (2006-2011) Dosya:Cevahir AVM.JPG|Cevahir Alışveriş Merkezi (1987-2005) Dosya:Ankara Airport terminal 200707.jpg|Esenboğa Uluslararası Havalimanı Dosya:Sakirin cami dıs gorunum.jpg|Şakirin Camii (2005-2009) Cumhuriyet dönemi mimarisinin korunması 1920’lerden günümüze inşa edilmiş yapıların çoğunluğu resmi kurullar tarafından saptanıp, değerlendirilip, kültür varlığı ilan edilip koruma altına alınmadıklarından dolayı yıkılma tehdidi altındadırlar. Her ne kadar erken cumhuriyet dönemi mimarlık eserlerinin bir bölümü koruma statüsünde olsa da, bazı uzmanlar bu şekilde tarihe referanslı mimarlığı koruma eğiliminin eksik olduğu ve farklı bir yaklaşım getirilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu yaklaşım değişikliğinde ilk ve en önemli adımın kültürel miras niteliği taşıyan dönemsel mimari ürünlerin daha kapsamlı bir şekilde belgelenmesidir. Ayrıca kültürel miras niteliği verilmesi kriterlerini oluşturma, buna yönelik yöntem geliştirme ve yasal statüleri gibi konularda yeterli yasal düzenleme mevcut değildir, mevcut haliyle yasal boşluklar vardır. Üçüncü unsur ise kültürel miras potensiyeli taşıyan yapıların bu nitelikleri tartışılırken veya niteliği hakkında bir uzlaşı olduğu ve yasal süreç devam ederken yok olmasına karşı etkin önlemlerin mevcut olmamasıdır. Yıkılmak istenen veya yıkılan yapılardan bazıları şunlardır: * Türkiye’nin ilk gökdeleni olan ve Enver Tokay tarafından tasarlanan Kızılay Emek İşhanı binası Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yıkılmak istenmektedir. * Modern mimarinin kaydadeğer yapılarından olan ve İstanbul’un Taksim bölgesinde yer alan AKM binasıdır, bu yapının restore edilmesi yerine yıkılması da sık sık gündeme gelmektedir. * Türkiye’de rasyonalizmin önemli örneklerinden olan Sakarya Hükümet Konağı, 1999 Gölcük Depremi’nde oturulamaz hale geldiği gerekçesiyle yıkıldı, yerine bir kent meydanı ve yeraltı otoparkı inşa edildi. Ayrıca bakınız * Türkiye’de çağdaş mimarlığın önde gelen 20 eseri * Türkiye'nin gökdelenleri * Türkiye’de mimarlık eğitimi * Osmanlı mimarisi * Erken dönem Anadolu Türk mimarisi * Bizans mimarisi

Konu ile ilgili yayınlardan seçmeler

* * * * * * * * * * * * *

Kaynakça

Kaynaklar

Vikipedi

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Türkiye’de mimarlık eğitimi
6 yıl önce

süreçte, Türkiye’deki mimarlık eğitiminin geçirdiği süreçleri inceler. 1930’lu yıllar, Türkiye’de mimarlık eğitiminin yeniden yapılanması ve mimarlık eğitiminde...

Ulusal Mimarlık Ödülleri
2 yıl önce

her iki yılda bir düzenlene bu etkinliklerin amacı hem Türkiye’de mimarlık mesleğini hem mimarlığı kültürel olarak geliştirme hedefini gütmektedir. Her...

Birinci Ulusal Mimarlık Akımı
2 yıl önce

2010.  ^ "Mimarlık ve Kimlik Temrinleri- I: Türkiye'de Modern Yapı Kültürünün Bir Profili, Doç. Dr. Aydan Balamir, ODTÜ Mimarlık Bölümü". Mimarlık Dergisi...

Arkitera Mimarlık Merkezi
6 yıl önce

sistemi. Mimarlık ve tasarım alanında İlk ve tek interaktif tartışma forumu. Türkiye'de ilk kez "Genç Mimar Ödülü" verilmesi. İlk kez Türkiye'nin EUROPAN...

Arkitera Mimarlık Merkezi, Mimarlık, Sivil Toplum Kuruluşu
AHE Mimarlık
6 yıl önce

İstanbul’da kurulmuş bir mimarlık ofisidir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde kurulmuş ilk büyük mimarlık ofisi olması nedeniyle de Türkiye mimarlık tarihinde önemli...

Türkiye'de cami mimarisi
2 yıl önce

2011.  ^ "Mimarlık ve Kimlik Temrinleri- I: Türkiye'de Modern Yapı Kültürünün Bir Profili, Doç. Dr. Aydan Balamir, ODTÜ Mimarlık Bölümü". Mimarlık Dergisi...

Mimarlık
2 yıl önce

Mimarlık veya mimari, binaları ve diğer fiziki yapıları tasarlama ve kurma sanatı ve bilimidir. İnsanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma, dinlenme...

Mimarlık, Mimarlık
Tekeli-Sisa Mimarlık Ortaklığı
6 yıl önce

Tekeli-Sisa Mimarlık Ortaklığı, Doğan Tekeli (d. 1929) ve Sami Sisa (1929-2000) tarafından İstanbul’da kurulmuş bir Türk mimarlık firmasıdır. Şirket 1954...