962 yılında Alptekin (Alb Tegin) adlı bir Türk kumandanı, Afganistan'ın Gazne şehrini zaptederek Gazneliler Devletini kurdu. 977'de devletin başına Sebük Tekin geçti. Sebük Tekin, iyi bir devlet adamı, mahir bir kumandandı. Bütün Afganistan ile Horasan ve İran'ın doğu kısımlarını idaresi altına aldı. Hindistan'a, zaferle neticelenen bir zafer düzenledi. Oğlu ve halefi olan Mahmud, yalnız Gazneli Devletinin değil Türk tarihinin de en büyük simalarından biridir. Hindistan'a onyedi defa sefer düzenleyerek büyük zaferler kazandı. Bu ülkede İslamın köklü şekilde yerleşip gelişmesinde önemli rol oynadı. Gazneli Mahmud, aynı zamanda, İran'ın orta eyaletleriyle Harezm topraklarını da ülkesine katarak zamanının en büyük hükümdarı oldu ve Abbasi halifesinden ilk defa olarak, sultan ünvanını aldı. Gazneliler, 1040 yılından sonra Selçuklulara tabi oldular. 1186 senesinde de Gurlular tarafından tamamen ortadan kaldırıldılar.
10. asrın ikinci yarısında Seyhun nehri kıyısı ile bunun kuzeyinde yaşayan Oğuzlar, Semerkand ve Buhara taraflarına inmeye başlamışlardı. Buhara taraflarına inen Oğuzların başında, Kınık boyundan Selçuk Bey'in oğulları vardı. Selçuk Bey'in torunlarından Tuğrul ve Çağrı beyler, çetin şartlar içinde Selçuklu Devletini kurdular. Tuğrul 1064 senesinde vefat ettiği zaman, kurduğu devletin sınırları Ceyhun'dan Fırat'a kadar uzanıyordu. Yerine geçen Alparslan, 1071'de Malazgirt ovasında Bizanslıları yenerek Anadolu'nun Türk ülkesi olmasını sağladı. Bu zaferden Anadolu'nun fethine Kutalmış Bey'in oğulları memur edildiler. Kutalmışoğlu Süleyman Şah, büyük zaferler kazanarak Üsküdar'a kadar geldi ve İznik'i hükümet merkezi yaparak Türkiye Selçuklu Devletini kurdu. Süleyman Şah'tan sonra I. Kılıç Arslan, I. Mesud ve II. Kılıç Arslan Türkiye Selçuklu Devletinin başına geçtiler. 13. yüzyılda Moğol istilası, İran, Horasan ve Maveraünnehir taraflarında yaşayan alimlerin hemen hepsinin Anadolu'ya gelmelerine sebep oldu. Bu istila Selçuklu Devletinin de ortadan kalkmasına yol açtı. Fakat çok geçmeden, yüksek yaylalarda yaşayan Türkmen beyleri, Anadolu'yu istilacıların elinden kurtarmayı başardılar. Bu Türkmen beylerinden birisi de Osman Bey'di. 1299'dan itibaren gelişen Osmanlılar, manevi yapısı ve teşkilatı bakımından Selçuklu Türklüğünden devraldığı birçok değerlerle cihanın en büyük devletlerinden birini kurmaya muvaffak olmuşlardır.
Söğüt'te kurulan Osmanlı Devleti, kısa zamanda Batı Anadolu'ya hakim olarak, 1356'da Rumeli'ye ayak bastı. Bu geçiş çok mütevazı başlamakla birlikte, şiddetli Haçlı mukabelesiyle karşılaşıldı. Fakat, üstün vasıflara sahip Osmanlılar, Haçlıları 1363'te, Edirne civarında Sırpsındığı mevkiinde, 1389'da Kosova'da ve 1396'da Niğbolu'da hezimete uğrattılar. Böylece devlet Rumeli'de sağlam bir şekilde yerleşti. Bu arada Anadolu'da yapılan ilhaklarla da genişledi ve Malatya'ya kadar uzandı. Niğbolu Zaferi, Türk ilerleyişini durdurmanın mümkün olmadığını Hristiyan Avrupalılara gösterdi. Hristiyan Batı alemine galip gelen Osmanlılar'ın, doğuda Timur Han'a mağlup olması, Anadolu'daki birliği tekrar sarstı. Ancak Fetret Devrinde sarsıntı, Rumeli'den daha çok Anadolu'da meydana geldi.
Fetret Devrinden sonra devletin başına geçen ve "ikinci kurucu" olarak adlandırılan Çelebi Mehmed, Osmanlı Devletini tekrar canlandırdı. Oğlu II. Murad Han, 1444'te Varna ve 1448'de II. Kosova meydan savaşlarında, Haçlılara karşı yeni zaferler kazandı. Osmanlılar bu suretle Anadolu'da Türklüğün ve kendilerinden önceki diğer İslam devletlerinin maddi ve manevi mirasını toplayarak, yeni bir medeniyet kurdular.
Türk tarihinde ilk defa olarak, Osmanlıların merkezi bir devlet sistemi olarak ortaya çıkması, büyük bir siyasi yenilik oldu. Gerçekte Osmanlı hanedanı, diğer Anadolu beyleri gibi, milli örf vr geleneklerini muhafaza ettiği halde, devletin bölünemez kutsal bir varlık olduğunu kavramış, şehzadelerin ve boy beylerinin siyasi hakimiyete ortak olmalarına imkan vermemiş ve bu sayede merkeziyetçi, sağlam, istikrarlı bir devlet ortaya çıkarmayı başarmıştı. Fatih Sultan Mehmed Han, Anadolu beylerinin ve kendi içinde gelişen devleti sarsıcı hanedanların geriye kalanlarını bertaraf ederek merkeziyetçi otoriteyi daha da sağlamlaştırdı. Daima devlet birliği şuuruna bağlanan Osmanlı inancı bakımından, Sultan İkinci Bayezid Han'ın; "Osmanlı Devleti öyle namuslu bir gelindir ki, iki kişinin talebine tahammül edemez" sözü anlamlıdır.
Müslümanların birliğini sağlamak ve Anadolu'dan Şii-Safevi propagandasını kaldırmak isteyen Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail üzerine sefer düzenledi. Şah İsmail'i saf dışı bıraktıktan sonra, yıldırım hızıyla Mısır ordularını 1516 Mercidabık ve 1517 Ridaniye zaferleriyle mağlup etti. Bu zaferlerden sonra bütün Arap ülkeleri Osmanlı hakimiyeti altına girdi. Yıldırım hızıyla, kıtaların fethini sekiz senelik saltanatına sıkıştıran bu büyük fatihin, cihan hakimiyeti girişimine ve Avrupa'yı fethetmeye kararlı olması tabiiydi. Fakat ecel onun dünyayı tek ve yüksek nizama kavuşturmasına fırsat vermedi.
Kanuni Sultan Süleyman'ın yarım asır süren saltanatı, Türk ve Osmanlı dünya barışı davasının en yüksek ve kudretli devrini teşkil eder. Zamanında Türk ordusu, 1526'da mutlak bir zafer kazandı ve Orta Avrupa yolu Türklere açıldı. Artık Osmanlı ordusu Orta Avrupa'yı çiğniyor, Viyana'yı geride bırakarak, Gratz, Merburg, Gunis gibi birçok Alman kentini fethediyordu.
16. yüzyılın sonlarıyla 17. yüzyılda Osmanlı siyasi gücü gibi sosyal düzeni de kuvvetini sürdürmüştür. Devlet; liyakat, ahlak, maddi ve manevi disiplin ve çalışma üzerine kurulmuştu. Osmanlılarda şahsi meziyet ve yetenekten başka bir şeye değer verilmezdi. Herkes, liyakat, bilgi, ahlak ve seciyesine göre bir mevkiye tayin edilirdi. ahlaksız, bilgisiz ve tembel kişiler, hiçbir zaman yüksek mevkilere çıkamazdı. Osmanlıların başarısının ve dünyaya hakim olmalarının hikmeti buydu.
17. asrın ikinci yarısından sonra devletin siyasi ve askeri kudretinde zaaf başlamış, idari ve ilmi müesseselerde bozukluklar meydana çıkmış, bunun neticesinde gerileme başlamıştır. Anadolu'da çıkan ve memleketi harap ve perişan eden kızlbaş teşvikli Celali ayaklanmalarını bastırmak için çok büyük gayretler sarfetmek ve uzun seneler uğraşmak gerekmiştir. Amerika'nın keşfinden sonra götürülen Afrikalı köleler, nice zulümlerle, Avrupalı zalimler için bol bol gümüş çıkardılar. Avrupa yoluyla Osmanlı ülkesine de bol miktarda giren gümüş, fiyatları altüst etti. Gümüş olan Osmanlı akçesinin değeri düştü. Devletin, düştüğü zor durumdan kurtarılması için zaman zaman hükümdar ve devlet adamlarının teşebbüsleri, olumlu neticeler verdiyse de, bilhassa yeniçerilerin çıkardığı isyanlar bunların devamlılığını baltaladı.
Türkler, 17. asırda da Avrupa'ya medeniyet verici durumdayken, 18. asırdan itibaren alıcı alıcı olmaya ve iktibaslar yapmaya mecbur bulunduklarını kabul etmişlerdir. 18. asrın başlarından itibaren tahta geçen padişahların hemen hepsi, bu gerilemenin farkına varmışlar, batıdan faydalanarak ıslahat yapmak istemişlerdir. Sultan II. Mahmud Han, yeni, düzenli bir ordu kurduğu gibi, hükümet teşkilat ve usullerinde değişiklik yapmıştır. Bu faydalı yenilik hareketleri yanında, siyasi bakımdan birçok felaket vuku buldu. Fransız İnkılabının ortaya attığı milliyetçilik fikirlerinin, Osmanlı ülkesinde ırkçılık şeklinde yayılması, dış tahrikli Sırp ve Yunan isyanları, Avrupa devletlerinin kendi çıkarları için olaylara müdahale ederek işi çıkmaza sokmaları, Rusya'nın emperyalist ve geleneksel siyasetine uygun olarak savaş açması, Mısır valisi Mehmed Ali Paşa'nın isyanları bu felaketlerin başlıcalarıdır.
Bütün bu karışıklıkların halli için çareler arayan Osmanlı padişahı II. Mahmud Han, Avrupa'daki teknik ilerlemeden istifade niyetiyle hocalar getirtti. İlk defa 1834 yılında Avrupa'ya öğrenci gönderdi. Avrupa başkentlerinde daimi büyükelçilikler kurdu. Fakat Avrupa'ya gönderilen bazı öğrenciler, fen alanındaki ilerlemeleri alacak yerde, Hristiyan Avrupalının köhneleşmiş ahlakına talip oldular. Ahlaki ve manevi değerlerini kaybederek Osmanlı ülkesine dönen bu öğrencilerin ilk işi, kendilerini para ve kadınla elde eden Osmanlı düşmanlarının çıkarları için çalışmalara başlamak oldu. İngilizler tarafından yetiştirilip mason yapılan Londra büyükelçisi Mustafa Reşid Paşa, II. Mahmud Han'ın vefatından sonra onaltı yaşında padişah olan Abdülmecid Hanı Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nun ilanına ikna etti.
Böylece 3 Kasım 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile, yeni düzene ait esaslar belirlendi. Osmanlının isteklerinden çok Avrupalıların arzularına uygun olarak hazırlanan bu fermanda, Türk ve Müslümanlardan çok, Hristiyan tebaanın çıkarı gözetilmişti. Tanzimat-ı Hayriye Fermanı denilerek yeni ve parlak bir devir açtığı iddia edilen bu fermanla Müslüman ve gayri müslim bütün tebaanın ırz, namus ve can güvenliğinin sağlanacağı vergi ve askerlik işlerinin düzenli bir usule bağlanacağı vaad ediliyor ve bu fermana dayanılarak çıkarılacak kanunlara saygı gösterileceği belirtiliyordu. Tanzimat döneminde hukuk, askerlik, eğitim öğretim ve yönetim alanlarında birçok değişiklikler yapıldı. Gülhane hattının eşitlik ilkesine rağmen, askerlik mükellefiyetine yalnız Müslüman tebaa tabi kılınarak, gayri müslimler muaf tutuldu.
Fransız İnkılabı sonucu dünyaya yayılan milliyetçilik fikirleriyle, ülkede isyanlar çıktı. Neticede asilere idari ayrıcalıklar ve özerklik verilmesi, Avrupa'ya ilim için giden gençlerin, Avrupa bilim ve siyaset adamlarının Türkiye ve Türkler hakkındaki olumlu ve olumsuz fikir ve kanaatlerini öğrenmeye başlamaları gibi bazı sebepler, Osmanlı Devleti içindeki çeşitli kavimlerin milli şuur ve milli devlet fikirlerini güçlendirmiş ve çözülme hareketleri başlamıştır. Bunun yanısıra, tebaanın önünde ve siyasi haklar konusundaki eşitliğini yeterli görmeyerek, meşruti bir idarenin kurulması için mücadeleye girişen ve Osmanlı düşmanı devletler tarafından desteklenen Genç Osmanlılar'da iareye karşı hoşnutsuzluk başgösterdi. Genç Osmanlıların fikirlerini paylaşan Midhat Paşa, padişahın fikir ve icraatına muhalefet eden Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Rüştü Paşa, birlik olup Sultan Abdülaziz Hanı şehit ederek Beşinci Murad'ı tahta çıkardılar. Beşinci Murad Han, hastalığı sebebiyle üç ay sonra tahttan indirilerek, veliahd Abdülhamid, Ağustos 1876'da tahta çıkarıldı.
II. Abdülhamid Hanın tahta çıktığı 1876 yılı, Türk tarihinin gerçek dönüm noktalarından biri oldu. İçeride pek çok mesele vardı. Dışarıda ise Midhat Paşa'nın arzu ve isteğiyle, Rusya ile bir savaş yaklaşıyordu. Avrupa devletlerinin Osmanlı hakimiyetindeki Hristiyan tebaayı sürekli kışkırtmaları, özellikle Balkanlar'da birkaç eyaletin kan, ateş, isyan ve huzursuzluk içine düşmesine yol açtı. Mali durum bir hayli zayıflamış, Tanzimatla verilen tavizlerle Osmanlı sanayii ve ticareti çökertilmişti. Ayrıca devletin coğrafi durumu, yabancı istila ve müdahalelere açıktı. Türk olmayan eyaletler, Avrupa devletlerinde olduğu gibi, sömürge muamelesi görmediği, anavatanın birer parçası sayıldığı halde, dışa dayalı isyanlar durmak bilmiyordu. Devamlı dış baskılar ve bitip tükenmek bilmeyen savaşlar, devletin kalkınmasını engelliyordu. Avrupa devletlerinin, kendi çıkarları için tahrik ettikleri Ermenilerin özerklik elde etmek amacıyla ihtilalci komitalar kurarak ülkede olay çıkarmaya başlamaları, devlet için ayrı bir meşgale oldu. Ayrıca Bulgar, Yunan ve Sırp çetelerinin meydana getirdikleri olaylar, devleti uğraştırdığı gibi, yabancı müdahalelere de yol açtı.
Sultan İkinci Abdülhamid, batı devletleri ve Rusya'nın her türlü baskıları karşısında, devlet birliğini korumak için tek çıkar yolun, Müslüman tebaayı din bağıyla bütünleştirmek olduğunu düşünüyor ve bu birliğin yalnız Osmanlı ülkesinde değili diğer Müslümanlar arsında da kurulmasına çalışıyordu. Ülkenin ekonomik kalkınmasına çok önem verdi. Ulaştırma ve haberleşme alanlarında ıslahat, eğitim konusunda ciddi hamleler yaptı. İngiltere ve Fransa'nın dostluk ve yardımlarına güvenilmediğinden, Alman dostluğuna önem vererek denge sağlamaya çalıştı. Zamanla Sultan Abdülhamid idaresine karşı doğan muhalefet, Genç Türkler denilen kişiler tarafından ilerletilerek, İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında siyasi bir teşkilat kuruldu. Bunların baskısıyla, 23 Temmuz 1908'de Meşrutiyet rejimi, yeniden yürürlüğe konuldu. İttihatçıların tertibi ile, 31 Mart Vakası olarak bilinen bir ayaklanma çıkarıldı. Hadiseyle ilgisi olmadığı halde Padişah, bu bahaneyle tahttan indirilip, yerine Beşinci Mehmed Reşat çıkarıldı. İktidara cemiyet yanlısı devlet adamları getirildi ve o zamana kadar idari işlere karışmayan İttihat ve Terakki Cemiyeti, söz sahibi oldu. 1912'de başlayan Balkan Harbinde Osmanlı ordusunun yenilmesi üzerine, Enver Beyin başkanlığında küçük bir subay topluluğu, Ocak-1913'te Babıali'yi basarak sadrazam Kamil Paşa'yı istifaya zorladı. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyeti, devletin mukadderatını doğrudan eline aldı ve sonunda kötü bir akıbete yol açtı.
Yeni iktidar zamanında felaketler birbirini takip etti ve devletin çöküşü hızlandı. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve nihayet ittifak devletleri safında girilen I. Dünya Savaşı, devletin yıkılışının başlangıcı oldu. Savaş sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ile, Osmanlı Devleti baştan başa işgal edildi. Sultan Vahideddin, bölünmüş, parçalanmış, hatta işgal edilmiş bir devletin başına geçti ve bütün imkansızlıklara rağmen İstiklal Mücadelesini başlattı. Mustafa Kemal Paşa liderliğinde gerçekleştirilen, şanlı Türk İstiklal Savaşı sonunda, 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalandı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edildi.
Bugün, Uzakdoğu'daki Sakalin Adlarından, Batıdaki Balkan Adacığına kadar iki Avrupa kıtası büyüklüğünde bir alanda yaşayan Türklerin çoğunluğu Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Çin ve İran hudutları içinde bulunmaktadır.
Türk Milletinin bağımsız milli devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bulunmaktadır.
Diğer taraftan, 19. yüzyılda Rus işgaline uğrayan Orta Asya Türk Birlikleri uzun yıllar bu devletin sömürüsü ve zulmü altında kaldıktan sonra, bağımsızlıklarını kazanmak için mücadeleye başlamışlar ve 1991'de bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bunlar, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan Cumhuriyetleridir.
Akshat - 6 ay önce