11. yüzyıldan itibaren sıklaşan münasebetler Ermenilerin bazen Bizans askerleriyle birlikte Türklere karşı, bazen de Bizans'ın uyguladığı dini, siyasi ve iktisadi baskılar üzerine, Türklerle birlikte Bizans'a karşı olmuştur. 1071'den sonra Selçukluların hakimiyetine giren Ermenilerle Bizanslı Ermeniler arasında Ermeni yazarlarca da sık sık ifade edildiği üzere, dini, kültürel ve hukuki büyük farklılıklar görülmeye başlamıştır. Böylece Ermeniler bir taraftan İslamiyet'in diğer taraftan da Türklüğün fethedilen yerlerde gayr-i Müslimlere uyguladığı hoşgörü ve adaletten faydalanma imkanı bulmuşlardır. Osmanlıların ilk zamanlarında Müslüman olmayanlara karşı uygulanan bu siyaset, XIV. ve özellikle XV. Yüzyıldan itibaren verilen bazı imtiyazlarla Ermeniler lehinde gelişmeye, genişlemeye başlamıştır.
Azınlıklar Içinde Ermenilerin Durumu
Osmanlı Devleti'nde, Islam Hukuku gereği, halk genel olarak iki kısma ayrılmıştır: Müslim (Müslümanlar), gayr-i Müslim (Müslüman olmayanlar). Gayr-i Müslimler de, Müslümanlarla savaş halinde olanlar (ehl-i harb) ve kendileriyle antlaşma yapılmış olanlar (ehl-i ahd) olmak üzere ikiye; ehl-i ahd ise, devletin himayesini kabul edenler (zimmiler veya ehl-i zimme), kendileriyle sulh yapılmış olanlar (muahedler veya ehl-i eman) olmak üzere üçe ayrılırlar.Osmanlı halkından Müslüman olanlar veya olmayanlar, şeriatın çizmiş olduğu hudutlar ve buna bağlı olarak devletçe belirlenmiş olan hukuk sistemi içinde haklara ve vazifelere sahip olmuşlardır. Doğrudan hükümranlıkla ilgili görevler Müslümanlarca ifa edilirken, düşmanlıkları görülmeyen zımmiler bazı Devlet hizmetlerinde çalıştırılmışlar ve son zamanlarda önemli görevlere getirilmişlerdir. Ayrıca, Müslüman olmayanların inanç, ibadet, muhakeme ve eğitim - öğretim hürriyetleriyle, can ve mal güvenliği de teminat altına alınmıştır. Bu hukuk sistemi, Tanzimatla birlikte Avrupa hukukuyla da mezcedilerek yazılı ve milletler arası bir mahiyet almıştır. Böylece yaklaşık beş yüz yıl Müslüman otoriteye tabi, fakat tamamen iç işlerinde serbest olan gayr-i Müslim unsur, 1839'dan itibaren, hak ve vecibelerde Müslümanlarla eşit hale gelmeye başlamıştır.
Tebaa, reaya, taife, cemaat veya millet olarak isimlendirilen bu gayr-i Müslim halk içinde Ermenilerin durumu başlı başına incelemeğe değer bir konu teşkil etmektedir. Bu bakımdan Ermenilerin Osmanlı Devleti içinde kaydettiği gelişmeleri ana hatlarıyla gözden geçirerek 1915'lere gelirken durumun nasıl bir şekil aldığını kendi mantığı ve seyri içinde incelemeye çalışmak gerekir.
Selçuklu devri Türk - Ermeni münasebetleriyle ilgili olarak bazı Türk ve Ermeni tarihçilerince araştırmalar yapılmış olmasına rağmen, Istanbul'un fethi öncesine kadar ki yaklaşık 150 yıllık Osmanlı - Ermeni münasebetleri üzerinde fazla bir araştırma yapılmamış ve genellikle bu dönem Osmanlı Ermeni siyasetinin Selçuklularınki gibi "daima hüsn-i suretle... ve hukuk ve hususat-ı diniyye ve milliyelerine hürmet ve kendilerine en mühim hizmetleri tevdi etmek suretiyle itimat ve emniyet göstermekle beraber, terakkiyat-ı fikriyye ve ictimaiyyelerine ve tervih-i hal ve mevkilerine ait esbabı ihzar ve müsaadat-ı mahsusa bahş eylemişlerdir" şeklinde ifade edilmiştir.
II. Mehmed'in daha İstanbul'u fethetmeden önce Bursa'daki Ermeni cemaati ve ruhani temsilcileriyle temasa geçtiği bilinmektedir. Bunun siyasi, askeri, sosyal, iktisadi ve dini birçok sebebi vardır. Bir taraftan Bizans'ın dini, mezhebi baskıları, Ermenileri bir bölgeden diğerine sürmeleri (tehcir), onları üçüncü sınıf bir vatandaş gibi kullanan, tahkir eden uygulamaları, Ermenileri Türklerin Adil ve koruyucu sistemine iterken, diğer taraftan da Bizans'a karşı mücadelelerinde Osmanlılar, zaman zaman Ermenilerden askeri destek görmüşler ve fethedilen yerlerin ıslahında, sulh ve sükununun teminine ve iktisadi kalkınmasında Ermenilerden faydalanma yoluna gitmişlerdir.
Bursa'nın fethini müteakip Orhan Gazi'nin ruhani liderlerini Bursa'ya yerleştirdiği Ermenileri (1326) daha yakından tanımak isteyen II. Mehmed, 1451 tarihinde Arşövek Hovakim (Joachim) Yebiskopos'u ziyaret etmiş ve İstanbul'u fethettiğinde kendisini cemaatiyle birlikte oraya nakledip Patrik yapacağını belirtmiştir.
Fetih öncesi ve sonrasında Ermeni ve Rum (Bizans) cemaatleriyle yakından ilgilenen Fatih, sanki dört asır sonraki ihanetlerini daha o günlerde görürcesine, Rumlara daha az itibar ederek, Anadolu'nun çeşitli yerlerindeki Türklerle, itimat ettiği Ermeni Ailelerini Istanbul'a yerleştirmiştir. Hovakim'e 10 yıl önce verdiği sözünü tutan Fatih, 1461 yılında Samatya'daki Sulu Manastır (Surp Kevork)'da Ermeni Patrikhanesini kurdurtmuş ve Hovakim'i Patrik ilan etmiştir. Böylece Ermeni Ekümenik Patrikliğine, Rum Ortodoksları dışında, bütün monofizit ve gayr-i monofizitlerin lideri olma hakkını ve salahiyetini vermiş ve Ermenileri din, eğitim - öğretim, vakıf ve aile işlerini kendi örf ve adetlerine göre düzenleme hürriyetine kavuşturmuştur.
1475 yılında fethedilen Kefe'den ve 1479'larda da Anadolu'nun çeşitli yerlerinden Ermeniler Istanbul'a getirilerek yerleştirilmiştir. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni zamanındaki fetihlerle, Doğu Anadolu, Azerbaycan, Kafkasya, Suriye ve diğer bölgeler Osmanlı topraklarına geçince, bütün Ermeniler Osmanlı hakimiyetine girmiş ve yine birçok aile ve sanatkar Istanbul'a yerleştirilmiştir. Böylece yeni fethedilen yerler için Türklere uygulanan iskan politikası Ermeniler için de tatbik edilmiştir. Burada şunu da ifade etmek gerekir ki, Romalılar, Persler, Bizanslılar zamanında zorunlu göç (tehcir)'e tabi tutulup yerlerinden, yurtlarından edilen hatta mezalim yapılan Ermeniler, Osmanlılar zamanda gönüllü olarak göçe, iskana tabi tutulmuşlar ve özellikle Istanbul ve civarına yerleştirilmişlerdir. Öyle ki, XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde Istanbul'daki Ermeni nüfusu 150.000'e ulaşmış ve o devirde dünyada en kalabalık Ermeni nüfusu olan şehir Istanbul olmuştur. Böylece Ermenilerin dini, milli, kültürel ve iktisadi kalkınmaları şuurlu olarak ve mütemadiyen iyileştirilerek en mümtaz cemaat haline getirilmiştir. Bütün bunlara rağmen, savaş şartları içinde ve gayet insani tedbirlerle Birinci Dünya Savaşı'nda tehcir edilen Ermenilerin durumlarını her vesileyle çarpıtarak dile getiren birçok yeni Ermeni yazarının, klasik Ermeni yazarlarının aksine, Osmanlı öncesi tehcir mezaliminden ve asırlarca sürdürülen Osmanlının gönüllü iskan politikasından hiç söz etmemeleri ilmin hala propagandaya alet edildiğini ve gerçeklerini saklanmaya çalışıldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Her ne kadar Istanbul Ermeni Patrikliği üzerinde Sis ve Ecmiyazin kiliselerinin belli ölçüde ruhani üstünlüğü devam etmişse de, verilen birçok imtiyazla, onun bütün Ermeniler üzerindeki siyasi ve kültürel üstünlüğü son zamanlara kadar devam etmiştir. Ancak 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Ruslara Osmanlı Devleti sınırları içinde kilise kurma ve Hıristiyanların hamiliğiyle ilgili bazı kolaylıklar getirilince ve özellikle 1829 Edirne Antlaşmasıyla Ecmiyazin Katolikosluğu Rus sınırları içinde bırakınca, Rusya'nın dini ve yavaş yavaş siyasi baskıları Osmanlı Devleti içindeki ve dışındaki Ermeniler üzerinde hissedilmeye başlanmıştır. Bunu, ileriki bölümlerde daha etraflıca inceleyeceğimiz Ingiliz, Fransız ve Amerikan misyoner faaliyetleri takip edecektir.
Ermenilere Verilen Imtiyazlar
Osmanlı padişahlarınca gayr-i Müslimlere verilen imtiyazlar, 1839 Fermanı, 1878 Berlin Kongresi ve 1908 Anayasası'nın getirdiği düzenlemelerle teyit edilmiş, genişletilmiş ve Batının teminatıyla milletlerarası bir şekil almıştır. Ilk iki düzenlemeyle getirilen yeni prensipler çerçevesinde ve Fatih'in 1461'de tanıdığı hak ve imtiyazlardan 400 yıl sonra 1863'de Nizamname-i Millet-i Ermeniyan adıyla Ermenilere yeni bir imtiyaz daha verilmiştir.XX. yüzyılın ilk çeyreğine, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar geçerli olan bütün bu hukuk sistemini 1839 Öncesi fermanlarla verilen imtiyazlar ve sonrasında verilen haklar şeklinde iki ana başlık altında incelemek mümkündür.
İmtiyazlar
1. Ermeni cemaat dini ve dünyevi işlerini yürütmek üzere bir reis (patrik) seçme hakkına sahiptir.2. Kilise, hasta hane, yetimhane, mezarlık ve buna benzer dini ve hayri kurumların inşa, bakım ve idaresi cemaate aittir.
3. Dini ve dünyevi işleri yürütmek üzere patrik, meclisler teşkil eder ve icrai kararlar alabilir.
4. Ermeni cemaat okullar açmak ve Ermenice olarak eğitim - öğretim yapmak hakkına sahiptir.
5. Suç işleyen din adamlarının yeminli ifadeleri mahkemece makbul olup tevkif edildiklerinde ayrı bir yere kapatılırlar.
6. Suç işlemesi halinde, bir papazın muhakemesi, dini ise, dini meclisçe, dünyevi ise karma meclisçe yapılır.
7. Evlenme, boşanma. cehiz, nafaka ve mirasla ilgili işlemler patrikhane tarafından ifa edilir.
8. Ölen bir din adamının mirası. birincisi cemaat hayır kurumlarına, ikincisi patrikhanenin masraflarını karşılayacak binaların inşasına, üçüncüsü ise mirasçılara bırakılmak üzere üçlü özel bir statüye bağlanmıştır.
9. Ihtida durumunda ise, Islamiyet'i benimseyen kişi için papazın, ebeveyninin veya velisinin nasihatları alınır, ısrar edecek olursa, bu konudaki Islami formalite yerine getirilir.