Ruh olarak kişi
Ruh kökeni çok eskiye dayanan ve özellikle mistik ve dini öğreti ve inanışlarda sıklıkla geçen bir kavramdır. İbrahimi dinlerden, çoğu mistik öğretiye kadar birçok farklı inanış, öğreti ve kuramda ‘kişi’ kavramı ile ‘ruh’ kavramı arasında ilişki kurulmuş, zaman zaman kişi sadece ‘ruh’ olarak tanımlanmıştır. Mistik ve dini öğreti ve inanışlardaki ruh kavramının yanı sıra birçok filozof da farklı ruh kavramları ortaya atmış ve ruh kavramını farklı açılardan kişi kavramıyla ilişkilendirmiştir.Kartezyen ruh kavramı
Bugün dünyada yaygın olan ruh kavramlarından birisi, ikici (dualistik) Kartezyen ruh kavramıdır. Descartes’in temelini attığı bu görüşte, ruh fiziki değildir ve vücutta farklı bir varlıktır; bu sebeple vücuttan ayrı düşünülebilir. Ortaya attığı vücut-ruh ayrımı sebebiyle ikici olarak tanımlanan bu görüşte, ruh kavramı yoğun biçimde 'bilinç, zihin' gibi kavramlarla ilişkilidir. Descartes ruhu 'düşünen' bir şey olarak yorumlamaktaydı ve ona göre ruh her daim ‘düşünme’ halindeydi. Akli yeteneğe sahip ruh, çakışan psikolojik bağlantılar sayesinde, zihinsel aktivite gösterebilmekte; fakat bu onun için bir 'gereklilik' arz etmemektedir. Bu görüşte, ruh psikolojik yapı ve bu yapıyı oluşturan fiziksel organ ve kavramlar ve hatta vücut olmaksızın var olabilir, 'düşünebilir'. Ruhun bütünlüğü herhangi bir fiziki engel veya yetersizlik sebebiyle bozulmaz.Kartezyen ikici ruh kavramı eleştirilere maruz kaldığı gibi birçok filozofca da desteklenmiş ve farklı formlarda tekrar üretildiği de olmuştur. Örneğin, Kartezyen temelli çağdaş sayılabilecek bir ruh kavramı Richard Swinburne tarafından ortaya atılmıştır. Bu görüşe göre, ‘düşünmek’ veya 'bilinç'ten ziyade, ruhun özü (temeli) tecrübe edebilme ve eylemde bulunabilme kapasitesidir. Örneğin, fiziksel olarak herhangi düşünme kapasitesine sahip olmasa da zigot bilinçli olma kapasitesi ruhu sebebiyle sahiptir fakat bunu eyleme dönüştürmeyebilir.
Zihinsel işlemlerle sıkı bir şekilde ilişkilendirilmiş ruh kavramını, bilimsel (biyolojik) düzlemde, döllenme sonrası oluşan tek hücreli canlı için geçerli görmek pek kolay olmamaktadır. Nitekim buradan yola çıkarak, Kartezyen ruh kavramına göre, bilimsel açıdan, fetal organizmanın ancak belirli bir zihinsel gelişim gösterdikten sonra ruhsal ve dolayısıyla ‘kişisel bir kimliğe’ sahip olabileceği ortaya atılmıştır. Bu nokta, kimlik kavramının çok önemli bir yer arz ettiği kürtajın ahlaki boyutu meselesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Hilomorfik ve Katolik ruh kavramları
Hilomorfik ruh kavramı kökeni Aristotales’e uzanan bir görüşdür ve Thomas Aquinas tarafından Katolik Hristiyan inancına göre tekrar gözden geçirilmiştir. Thomas Aquinas’ın verdiği son şekil ile hilomorfik görüş, her ne kadar birçok inceleme ve farklı sonuçlara maruz kalmış olsa da, Katolik Kilisesi’nin ruh kavramı konusundaki resmi görüşüdür.Hilomorfik sözcüğü etimolojik açıdan hyle yani "madde" ve morphe yani "form, şekil" sözcüklerinden gelmektedir. Nitekim görüş bu şekilde de özetlenebilir; hilomorfik açıdan ruh vücudun formu, düzenidir. Burada kastedilen "form" salt şekil veya salt maddenin düzenlenişi değildir. Ruh şeklin yanı sıra, hem maddi hem manevi olarak varlığın formudur; düzenleyici temel prensibidir. Genel açıdan insanı rasyonel hayvan olarak tanımlayan bir felsefi perspektife sahip olduğu için, bu görüşü ruh insanı rasyonal olarak düzenleyen prensiptir olarak da sunabiliriz.
Hilomorfik ruh kavramının, gerek Kartezyen gerekse birçok diğer dini veya felsefi ruh kavramından ayıran en önemli özelliklerinden birisi burada ruhun ayrı bir oluşum, varlık olmayışıdır. Bu durumda Kartezyen ruh görüşündeki gibi kişiyi ruh olarak tanımlayamayız; burada kişi bir ruha sahiptir, ruhu ile aynı değildir.
Rasyonaliteye yol açan ‘’form’’ olarak ele alındığında, bir zigot ile yetişkin bir insanın ruhu farklı gözükmektedir. Buradan yola çıkarak Thomas Aquinas gecikmeli hilomorfizm, ruhlandırma kavramlarını oluşturmuştur. Buna göre döllenme sonucu oluşan canlı bitki ruhuna sahiptir, zira beslenebilme kapasitesine sahip olmakla birlikte hareket veya rasyonaliteye sahip değildir. Bir sonraki evrede organizma hayvani ruh kazanır, hareket edebilmekte ve bir insana benzemektedir fakat rasyonel bir varlık değildir. Bu anda, Thomas Aquinas'a ve Katolik Kilisesi'ne göre, ruh vermeye kadir tek varlık olan Tanrı müdahil olur ve canlıyı ruhlandırır. Bu şekilde canlının insan ruhuna sahip olmasına ruhlandırma, insan ruhuna sahip olmasıyla sonuçlanan tüm bu işlemlere ve evrelerin bütününe de gecikmeli hilomorfizm denir. Bununla birlikte, rasyonel bir varlık olabilme kapasitesine doğumdan önce rahimde belirli bir süreç sonunda kavuşan fetal organizmanın kişisel-bilinç elde edişi ve tam olarak bir rasyonel varlık olması ancak doğumdan belirli bir süre sonra ortaya çıkabilir.
Bu ve bunun gibi birçok felsefi soru ve sorun hilomorfik ruh görüşüne karşı yöneltilmiştir. Ayrıca dogmatik temellere sahip oluşu sebebiyle, daha çok dini bir ruh kavramı ve kimlik tanımı olarak ele alınabilir. Bununla birlikte bu ruh görüşü, daha önce de belirtildiği gibi, Aristotales’in ruh kavramından doğmuştur ve Klasik Felsefe açısından önemlidir. Bu ruh görüşünün farklı bir açısı da ruhu form olarak tanımlamak suretiyle, daha materyalist bir ruh görüşüne yol açmış olmasıdır.
Organizma olarak kişi
Kişi, kişisel kimlik kavramlarının temeline 'insan organizması' görüşünü koyan yaklaşımdır. Burada kişi insana eşittir ki, insan biyolojik açıdan bir organizma, bir canlı türünün üyesi olarak ele alınmaktadır.Kişi olmanın temelinde insan olmak yattığı için bu durumda ruh veya bilinç (veyahut özbilinç) gibi kavramlar ikinci plandadır veya kişisel kimlik kavramına dahil edilmez. Bu görüş kaba biçimde "insan türü olan Homo sapiens’e mensup her organizma kişidir" olarak ele alınabilir. Bununla birlikte bu görüşün de kendi içinde farklı gruplara ayrılması muhtemeldir.
Diğer kimlik görüşlerine olduğu gibi organizma olarak kişi görüşüne de farklı şekilde eleştiriler gelmiştir. Bunlardan en önemlisi ve birincili, biyolojik bir tanım olan insan türüne ait bir birey olmanın canlıyı mutlak olarak kişi yapamayacağı, kişisel kimliğin biyoloji biliminin tanımından daha ötesi olması gerektiği yönünde ve aynı şekilde bunun insan türü dışı herhangi bir akıllı varlığı kişi olarak görmemeye yol açacağı, farklı bir açıdan ayrımcı olabileceği yönündedir. Yok eğer, kişi olmak için insan türünün üyesi bir organizma olma şartının olmadığı savunuluyorsa bunun da bakterilerden balinalara kadar çok çeşitli canlıları da 'kişi' tanımı altında toplayacağı ve böylece sorun yaratabileceği öne sürülmüştür. Bunların dışında, felsefi metinlerde yer alan sık eleştirilerden birisi de organizma olarak kişi görüşünün tek-yumurta ikizleri (monozigotik ikizler) üzerinden ulaşılan çeşitli argümanlara karşı koyamayacağıdır. Bunun en ünlü örnekleri yapışık tek yumurta ikizleri olmuştur. Zigot eğer bir insan organizması ise, bölünme sonucu iki farklı embriyonun oluşumuna yol açtığında, birincil zigota ne olmuştur? Bir organizma olarak ilk merhaledeki zigot ölmüş müdür? Oluşan iki embriyo ile ilk merhaledeki zigot aynı kişiler midir? Bu ve benzeri argümanların yanı sıra, yine yapışık ikizlik durumundan ortaya çıkan farklı bir argüman daha vardır ki bu disefali durumudur. Disefali, iki kafaya sahip olmak anlamına gelir ve çoğunlukla boyundan aşağısı tek bir vücutken, iki başa (çoğu kez iki farklı boyna da) sahip olan yapışık ikiz durumlarını tanımlamakta kullanılır. Bu durumda iki farklı bilinç ve özbilinç gelişirken, her bir ikiz kendisini, kimliğini tanımlayabilirken, ortada bir vücut ve aynı genetik yapı vardır. Buna göre bu argümanda şu tip sorular sorulur: burada aynı bedeni paylaşan iki organizma mı vardır? Yoksa bir organizmada iki farklı bilinç mi gelişmiştir? Bu durumda kişi organizmaya eşitse, ikizler sadece tek bir kişi midirler?
Zihin olarak kişi
Zihnin ve zihinle ilgili farklı kavramların kimlik ile ilişkilendirilmesi çok eskiye dayanan bir gelenektir. Descartes'in ikici ruh kavramında dahi, ruhun kendisi düşünen şey olarak yorumlanıp, düşüncenin, zihnin kaynağı olarak görüldüğü için kimlik olgusunda zihne, bilince ve düşünmeye çok fazla vurgu vardır. Bununla birlikte herhangi bir başka kişisel kimlik tanımlaması barındırmadan (örneğin bir ruh görüşü barındırmadan), salt zihnin veya salt zihnin belirli bir özelliğinin (örneğin bilincin) kişi olduğu (ve kişisel kimliğin belirleyicisi olduğu) fikri çok eskiye dayanmaz denilebilir. Özellikle felsefe çevrelerinde yaygınlık kazanmış olan bu görüş dile getirildiğinde akla gelen isimlerden biri de ünlü İngiliz filozof John Locke'dir. John Locke bilinci temel almış ve kişisel kimliği bilinç ile betimlemiştir. Kişisel kimliğin bilinç ile bu şekilde açık ilk betimlemesini Locke yapmıştır. Nitekim modern anlamda kullanılan bilinç kavramını da ilk kullanan yine, aynı metinlerinde, Locke'dir. Zihinle kişisel kimliği özdeşleştiren yaklaşımlar, psikolojik yaklaşımlar olarak da ele alınmıştır. Psikolojik yaklaşımların çoğunluğu şu şekilde kısaca özetlenebilir: "birey devam eden (süregelen) ve birbiriyle örtüşen (kesişen) psikolojik bağlantılara sahip olduğu sürece kişidir, kendisidir".Bununla birlikte her farklı psikolojik-zihin bazlı yaklaşım, felsefi anlamda farklı öğeler, argümanlar ve zihin felsefesi bazında farklı yaklaşımlar da içerdiğinden, gerek uygulamalı etik, gerekse mantıksal sonuçları açısından birbirinden farklıdır.
Çağdaş birçok düşünür kişisel kimliği zihin ile tanımlamış ve farklı kuramlar geliştirmişlerdir. Örneğin bunlardan bir tanesi Jeff McMahan'ın embodied mind account yani "vücutlaşmış zihin yaklaşımı"dır(McMahan, 2002). Bu düşünce de, kişi beyninin fonksiyonel olarak bilincinin farkında olmasını sağlayan kısımlarıdır; bu kısımlar kişiye kişisel kimliğini vermektedir. Bu açıdan bu yaklaşımda 3 ana temel vardır:
- fiziksel devamlılık ki bu beynin fiziksel devamlılığıdır, beynin aynı fiziksel maddeyi zaman içinde devamlı olarak barındırması veya maddedeki değişimin yavaşça, süreç şeklinde olmasıdır.
- fonksiyonel devamlılık ki bu beynin bilinci fark edebilme kapasitesini sürdürmesi, devam ettirmesi demektir.
- organizasyonal devamlılık (veya yapısal devamlılık) ki bu beynin temel fiziksel yapısının (organizasyonunun) aynı kalması veya sadece yavaşça bir süreç içinde zamanla değişmesidir(McMahan, 2002).
Kaynakça
*McMahan, Jeff. The Ethics of Killing - Problems at the Margins of Life. New York: Oxford University Press, 2002. Oxford Scholarship Online. Oxford University Press. 2 October 2006