Oğuzlar 10 ve 11. yüzyıllarda oldukça geniş bir alana yayılmışlar; İrtiş'ten Volga'ya dayanan sınırları Hazar Deniziyle Maveraünnehr arasındaki bütün bir bozkır sahasını içine almıştır. Böylece Orta Türkçe ilk devresinde Hakaniye ve Oğuz edebi şiveleriyle görünüyordu. On iki ve 13. yüzyıllarda ise artık Müşterek Orta-Asya Türkçesi eserlerini verirken, Türklüğün batıya olan göçleri sayesinde Oğuz Türk Şivesi yalnız Selçuklu tebaasında konuşulmaktaydı. Devletin büyük bir cihan hakimiyeti fikriyle hareket etmesi, Müslüman olup, halifeye bağlılığı, İranlıların da aynı bölgede yer alması gibi düşünceler, belki Arapça ve Farsçanın Türkçeye nispetle öne geçmesini sağlamış olabilir. Ancak askeri Türk unsurlardan meydana gelen bir devlette Türkçe, halka ve orduya bağlı olarak yaşamıştır. Böylece Oğuz şivesiyle bu devirde kalıcı bir eser bırakılmamış, bırakılanlar da günümüze kadar ulaşamamıştır. Aynı şive dairesi içinde Müşterek Orta-Asya Türkçesinin doğu ağzı olan Kaşgar ve batı ağzını meydana getiren Harezm ve Sirderya Irmağının güneyindeki yerlerle Yedisu, Merv, Buhara sahası birer kültür merkezi durumuna gelmişler ve pekçok eserin doğmasına zemin hazırlamışlardır. Aslında bu bölge çeşitli dillerin de kavşak noktası gibi bir hususiyeti muhafaza etmiştir. Bunun yanında Müşterek Orta-Asya Türkçesinin İran ağızları bilhassa Türkmen Türkçesi zikre değer bir gelişme göstermiştir. Altınordu ki kuzey-doğuda Bulgar Devleti, Harezm, Teşt-i Kıpçak bozkırları ile Kırım'dan Bakü'ye kadar uzanan saha, bu Türk illeri içine dahildir. Türkçe burada da geniş bir yayılma sahası bulmuş ve Kıpçak Şivesiyle pekçok eserler verilmiştir.
Yesevi ve onun muakkiblerinden sonra, 13. yüzyıldan itibaren Çağatay Türkçesi, Eski Türkçenin bir devamı olarak bütün bunların merkezi durumuna geçmiş ve Doğu Türkçesi adıyla, kuzeydeki Kıpçak Türkçesini daha sonra kendisinde toplayarak gelişmesini devam ettirmiştir.
Bu durumda İslami devir içinde Türk Edebiyatını;
1. Batı Türkçesinin ortaya koyduğu edebiyat;
2. Müşterek Orta-Asya Türkçesinin takip ederek Kuzey-Doğu Türkçesinin meydana getirdiği edebiyat, olarak ikiye ayırmak icab etmektedir.
Selçukluların dağılmasına kadar bir varlık gösteremeyen ve sadece konuşma dilinde kalan Oğuz Türkçesi, Anadolu Selçuklu Devletinin çöküşü üzerine, ortaya çıkan beyliklerin hükümet merkezlerinde birden bire serpilmeye başlamış ve yeni yeni eserler ortaya çıkarmıştır. Orta Türkçenin Oğuz Kolu böylece Selçuklu Türkçesinden sonra yerini Eski Anadolu Türkçesine bırakmıştır.
Tavaif-i Müluk devri diye adlandırılan bu devrede Anadolu'da çeşitli kültür merkezleri teşekkül etmiş, halkın kültüre yönelmesi, tebaanın terbiyesi müellifleri Türkçe yazmaya zorlamış, beyler de bu hale yardımcı olmuşlar ve Türkçeye gereken değeri vermişlerdir. Karamanoğlu Mehmed Beyin Türkçe üzerinde durmasına rağmen, beylikler içinde kültür faaliyetlerinin en yoğun olduğu beylik Osmanlı ve Germiyan beylikleri olmuştur. Ayrıca bir şair veya müellifin zaman zaman eserlerini birden fazla beye sunduğu da görülmüştür. On üçüncü yüzyılın son çeyreğinde Türkçe, resmi yazışma dili olarak kendisini göstermiştir. Bu şive yukarıda bahsettiğimiz Kaşgarlı Mahmud'un, iki Türk şivesinden biri olan, Osmanlı ve Azeri gibi iki kolu bulunan Oğuz şivesidir. Yukarıda zikrettiğimiz durumlardan başka eserlerin Türkçe olarak yazılmasında; tarikat büyüklerinin halkı irşad maksadı, müelliflerdeki Türkçe şuuru, ibret alma düşüncesi, mevzuda çeşitlilik arama, meslek gayreti, hayır dua ile anılma ve unutulmama fikri, tercüme gayretleri vs. gibi sebepler büyük rol oynamıştır.
On üçüncü yüzyılda verilen eserler; pek mahdut olmakla birlikte Anadolu Türk birliğinin kurulamaması, aksine pek fazla bir dağınıklık ve başıboşluk yüzünden, çeşitli bölgelerde bir parıltı durumunda kalırlar. Zaten Anadolu'da Türk Edebiyatının ne zaman başladığı da kesin olarak bilinmemekle birlikte; Selçuklular zamanında bir şifahi (sözlü) edebiyatın varlığı daima mevcuttur. Buna kıyasla yazılı edebiyattan söz etmek gerekir. Fakat bu bölgede ilk eserlerin neler olduğu, Türk kültür tarihinin mechulüdür. Devrin içinde bulunduğu kargaşa, öyle sanıyoruz ki, bütün yazılanları almış götürmüş veya yazmaya fırsat vermemiştir. Böylece Anadolu sahasında 11 ve 12. yüzyıla ait eserlere tesadüf edilememiştir.
Ancak 13. asırdan sonradır ki, Anadolu sahasında bazı eserler ortaya çıkacak, asır asır gitgide genişleyecek ve Osmanlıların Anadolu Türk Birliğini kurmalarından sonra bütün bu kültür faaliyetleri Osmanlı sarayına taşınacak ve neticede kesintisiz devam eden ve Türklüğün en büyük yazı dili olan Oğuz Türkçesiyle sayısız eserler vücuda getirilecek, böylece Osmanlılar Türk kültürünün hamisi olarak tarihteki yerlerini alacaktır. Hatta Türk dili devlete izafeten Osmanlıca olarak adlandırılacaktır. Osmanlı edebiyatını hazırlayanların, hangi bölgede bulunurlarsa bulunsunlar, beyliğin kuruluşundan önce ve sonra da olsa, zikredilmesi gerekmektedir. Çünkü Selçuklu ile birlikte gelen kültür mirası bu devirde her beyliğe ışık tutmuş ve Klasik Türk Edebiyatının inkişafına temel teşkil ederek geniş rol oynamıştır.
Oğuz Türkçesi bu devirden itibaren batıda Osmanlı, doğuda Azeri olmak üzere iki edebiyat ortaya koymaktadır. Ancak bu edebiyatın 15. asra kadar olan zamanı aynı daire içine alınmaktadır. Daha sonra dilde görülen ikili kullanışları her saha kendine göre umumileştirmiş ve bazı ayrılıklar ortaya çıkmıştır. Dildeki bu ayrılıklarda coğrafya da göz önüne alınırsa, gitgide daha geniş ve belirli farklılıkların ortaya çıkacağı muhakkaktır. Onun içindir ki, Batı Türkçesi Osmanlı ve Azeri edebiyatı gibi iki edebiyat ortaya koymuştur. Şunu da belirtmek gerekir ki, Türklüğün en büyük yazı dili olan ve kesintisiz eserlerini veren Osmanlı Türk Edebiyatının tesiri bütün Türk illerinde her zaman varlığını korumuştur. Bunun yanında Osmanlı şairleri, diğer Türk illeriyle irtibatı kesmemek gayreti ve düşüncesine binaen Doğu Türkçesiyle şiirler de yazmışlardır.