Taha Kıvanç
Taha Kıvanç için basındaki en iyi hafiyelerden birisidir demek de yerinde bir tespittir sanırım. Onu başarılı bir hafiye-gazeteci kılan özelliklerin başında onun çok okuyan, en küçük ayrıntıları dahi gözden kaçırmamaya çalışan, sürekli gözlemleyen ve daha önemlisi bilgisayar teknolojisinin çok iyi bir kullanıcısı olması gelmektedir. Türk basınında bilgisayarı ilk kullanan gazetecilerden biri belki de ilki olmasının ona verdiği desteği, çok işine yarayan arşivleme ve bilgiye kolay ulaşma aşamasında olmaktadır. Hafızasının kuvvetli olması da Kıvanç'ın işinde bu kadar başarılı olmasının sebeplerinden bir tanesidir. Bütün bunlar ortaya bir hafiye gazeteci portresi çıkarır.Baba oğul gazeteci
Bunların sonucunda Türk basınının en çok taklidi yapılmayı hak eden yazarıdır da Kıvanç. Babası ve kardeşi olduğunu iddia eden Reha Baha Kıvanç isimleri ile birebir taklit edilir. Taha Kıvanç'ın bu kadar kıskanılmasının sebebi Türk basınına getirdiği ve 'kulis' adını verdiği tarzdır esasında: "Kulis Türk basınında daha önce bilinen bir yazı türü değildi. Ben yabancı basını yakından izlediğim için Anglosakson basınında var olan bir yazı tarzını taşımak istedim Türk basınına." Peki ne vardı Kulis'te? "Burada çatık kaşlı olmayan yumuşak bir yaklaşımla, bilgi kırıntıları, haber kırıntıları, okunan kitaplarda karşılaşılan önemli, ama kimsenin o ana kadar farketmediği ayrıntılar, seyredilen bir film, katılınan panel... Bütün bunları, yani hayatın içinden oluşumları bir sütuna taşıma işini ben başlattım. Bu alışılmış bir şey değil, aslında kolay taklit edilir bir şey de değil." Taha Kıvanç haklıdır. Bu kadar geniş alanda kulis yazmak tek kişinin harcı değildir. O yüzden başka gazetelerde ona öykünerek başlatılan uygulamalarda, ekonomik, siyasi, kültür kulisleri yazılır, ama herbirini ayrı ayrı kişiler yazar. Taha Kıvanç işte bunu getirir Türk basınına, her şeyden yazan bir kulis yazarıdır o. Bu yüzden midir bilinmez, biraz komploculuk da vardır onda. Komplocudur; ama bu komplocu yanı ihtiyatı elden bırakmasına neden değildir: "Ben çok iddialı olduğum konularda yanıldığımı zannetmiyorum; ama iddiasız olduğumda da zaten iddiasız olduğumu, yazdıklarımın ihtiyatla karşılanması gerektiğini mutlaka belirtirim."Aile, Prizren'den gelme
Prizrenli Hüsnü Bey, çocuklarıyla beraber Türkiye'nin daha doğrusu İzmir'in yolunu tutar, kolonyacılık yapar. Daha sonra çocuklar da baba mesleği olan kolonyacılığı devam ettirirler. Muzaffer Bey (Fehmi Koru'nun babası) de kardeşleriyle beraber bu işle meşgul olur. Diğer taraftan bir başka Prizren'li, Durak Efendi (Ütin) de, Yugoslavya'daki hayat şartlarının elverişsiz olması sebebiyle Türkiye'ye gelir: "Babam Türkiye'de doğdu, annem ise orada doğup buraya geliyor. Ama her ikisinin aileleri de Prizrenli." Ütin ailesi burada daha iyi şartlarda yeni bir düzen kurarlar kendilerine. Kısmet bu ya, Hüsnü Bey'in oğlu Muzaffer ile Durak Bey'in kızı Ganimet Hanım tanışıp evlenirler. Çiftin adını Fehmi koyacakları bir çocukları gelir dünyaya 1950'de; onu da sonraki yıllarda Vecdi ve Naci takip eder .Okul çağı geldiğinde ailesi onu Kemal Reis İlkokulu'na kaydeder önce. Koru iyi bir öğrencidir: "Birşey olacağım belli idi ama ne olacağımı ilkokulda düşünmemiştim." Sonrasında İzmir İmam Hatip Lisesi'nde devam edecektir tahsil hayatı. Burada Zaman'ın eski Genel Yayın Yönetmeni Abdullah Aymaz'la olan beraberliği İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nde de devam edecektir. Koru, faal bir üniversite dönemi geçirir. Üniversiteyi bitirdiği 1972'nin sonlarında İstanbul'a gelen Koru Fatih Gençlik Vakfı'nın kuruluşunda çalıştıktan sonra sanayi alanıyla iştigal eden özel bir şirkette çalışma hayatını sürdürür. 1975'te ise, 28 Şubat sürecinin de etkisiyle akreditasyon listelerinden çıkaracakları Fehmi Koru'ya askerler ocaklarının kapılarını açarlar.
Tuzla Piyade Okulu'nda askerliğini kısa dönem olarak yapar. Dönüşte yine kitap kokan işler yapmaya devam eder. Akyay-Kaynak Yayınları'nı arkadaşlarıyla kurarak aralarında Necip Fazıl'ın kendi sesiyle okuduğu şiirlerinden oluşan bir plağın da bulunduğu eserler yayınlar. 1977-78 yıllarında dil öğrenmek için gideceği İngiltere ise daha sonraki hayatında faydalarını göreceği bir pencere açacaktır Koru'ya. Dil öğrenmesini ona, Turgut Özal söylemiştir. Koru, Özal'la, 1977 seçimlerinde siyasete ilk giriş denemesini yapacağı sırada tanışmıştır. Daha sonraları, gazetecilik okumak üzere bir kez daha gideceği İngiltere'den dönünce, bu sefer Arapça öğrenmek için 7-8 ay kalmak üzere Suriye'ye gider. Suriye'deki dönemi ise "onun İslam dünyası ile ilgili fikriyatının oluşacağı" dönem olacaktır. İngiltere'de ve daha sonraki yıllarda gideceği Amerika'da Batı toplumlarını yakından tanıma imkanı bulur Fehmi Bey.
Amerika'ya gidişi ise Ege Üniversitesi'nde kimya doktoru olan eşi Nebahat (Karagülle- Nebahat Hanım başörtüsü yüzünden üniversiteden ilk atılan öğretim üyesidir) Hanım'a MIT (Massachusetts Institute of Technology)'den araştırmalar yapmak üzere bir davet gelmesi ile gerçekleşecektir. Eşiyle beraber gideceği Amerika'da, o da aynı üniversitenin Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nde araştırmacı olarak çalışacaktır. Koru, bir imkansızı başarır burada. Amerika'nın en önemli üniversitelerinden Harvard'a, üçyüz kişinin arasından kazanan 4 kişiden biri olarak girer. Sonrasında 1982'de Türkiye'ye döndüğünde 9 Eylül Üniversitesi'ne Arapça okutmanı olarak girecekken, 12 Eylül sürecinin bir yansıması olarak, hakkında hazırlanan rapor yüzünden bu atama gerçekleşmez. Bu dönemde Arabia ve Crescent adlı dergilerde yazmaya başlar.
Fehmi Bey, bu kadar çeşitli yerlerde yazılar yazmıştır; ama bu gün ona sorarsanız yazmak yerine o okumayı tercih edecektir: "Okumaktan çok hoşlanan bir insanım. Yazmak mı okumak mı deseler ve bana bıraksalar okumayı tercih ederim." Milli Gazete'nin ardından Ekrem Pakdemirli'nin onu, başında bulunduğu HDTM'ye basın müşaviri yapması ile gazete ve yazı işinden bir müddet uzak kalır. Buradan, başında Yusuf Özal'ın bulunduğu DPT'nin İslam Ülkeleri Ekonomik İşbirliği Bölümü'ne (İSEB) "O konular zaten benim konularımdı." diye düşündüğü için geçer ve burada çalışmaya başlar. Onu buraya talep eden, bir uçak yolculuğu sırasında tanıdığı, şimdi Viyana büyükelçisi olan Yaşar Yakış'tır. Yakış, o dönemde İSEB'in başındaki kişidir. Koru, devlette kısa süren bu vazifesinden 1986 Ağustos'unda ayrılır. Ayrılmasına vesile olan, o yılın kasım ayında yayın hayatına başlayacak Zaman gazetesidir. Koru, Zaman'da çok uzun yıllar (13 yıl) kalacaktır: "Bizim kesim her gazete ve dergide yazdığım için ismimi biliyordu. Ama Türkiye genelinde ismimin duyulması Zaman Gazetesi ile oldu." Onu diğer gazetelerden gelen teklif (Akşam) bile Zaman'dan ayıramaz. 1998'in Eylül ayında ise ayrılık zamanı geldiğinden olacak, yazıları birden kesiliverir: "Gazetelerde ben şahsen her zaman özgür bir ortamda çalıştım. Zaman gazetesi de bu yönden en geniş özgürlüğü sağlayan bir gazete idi ben çalışırken." Koru, istenmediği hissine kapılınca Zaman macerası sona erer.
1980'de evlendiği Elektrik Yüksek Mühendisi Süleyman Karagülle'nin kızı Nebahat Hanım'la evliliğinden beş çocuğu (sırayla Mehmet Yasin, Zeynep Alemşah, Fatma Şirin, Ahmet Taha, Ömer Faruk) olan Fehmi Koru'nun, kendisine çevre sağlayan önemli dönüm noktalarından biri de kayınpederinin kurduğu Akevler Kooperatifi'dir.
Bugünlerde 'One Column Ahead' (Türkçesi Bir Sütun İleri) adlı bir İngilizce kitabı çıkmış olan Koru, yazdıkları İngilizce kitaplaşan ilk Türk gazetecisi de olacaktır.