Türklerde yay yapımına çok önem verilirdi. Sanatkarane yapılanlar altın ve yaldızla tezyin edilirdi. Süslemelerin bir köşesine yapan ustanın adı ile yapım tarihi konurdu. Bilhassa askeri müzelerde eski tarihlerde kullanılan çeşitli yay örnekleri pek çoktur.
Yaylar yapılışına göre tımanlı veya sağınlı; kullanılma sahalarına göre de tirgeş, menzil, peşrev (pişrev), kepaze, hedef ve savaş yayları gibi çeşitleri vardır, yaylarla yapılan ok atış mesafelerine ``geze``, atışı yapana da ``kemankeş`` denirdi.
Ok ve yay günümüzde sadece spor amaçlı olarak kullanılmakta olan eski bir savaş aracıdır. Eski çağlarda ve Orta Çağ savaşlarında büyük bir rol oynamıştır. osmanlı`da yay ve ok:
Ok Türk`ler tarafından i`cad edilmiştir. Daha önceki devirler hakkında bir bilgimiz olmadığı için ok ve okçuluğun en parlak zamanının Osmanlı`lar devrine rastladığını söyleyebiliriz.
Ok ile ilgili Hazret-i Muhammed`e atfedilen 40 hadis, Sultan İkinci Mahmud zamanında Eyüp Cami`i imamı Abdullah Efendi tarafından tefsir ve tercüme edilerek padişaha sunulmuştur.
İslamiyet`in ilk zamanlarında Arap oklarının mesafesi bugünkü ölçülerle 500 metreyi geçmiyordu. Osmanlı`ların elinde ok 845.5 metreye kadar fırlatılmıştır.
ÜNLÜ OKÇULAR
Osmanlı`lardan önceki dönemlerde yetişen Türk Okçuları hakkında elimizde maalesef bir kayıt yoktur. Bundan ötürü yalnız Osmanlı`lar döneminde yetişmiş ok pehlivanlarının adları zamanımıza ulaşmıştır. Bu pehlivanların lakab ve adları şöyledir:
Deve Kemal
Solak Havandelen
Bursa`lı Şuca
Tozkopan iskender (Okmeydanı`nda bugüne kadar geçilemeyen iki menzilden biri olan 1281,5 gez [1] mesafeli menzilinin sahibi...)
Gürz sinan
Benli karagöz
Mira`lem Ahmed Ağa (Ahmed Paşa, Kemankeş Ahmed Beğ, Kaptan-ı derya Ahmed Paşa... Okmeydanı`nda bugüne kadar geçilemeyen iki menzilden biri olan 1279,5 gez mesafeli Güneydoğu menzilinin sahibi...)
Yahya Ağa
Arabacı Mahmud
Lenduha Cafer
Çullu Ferruh
Zehgirci Kasım
Kuburcu Hüsrev
Kosta Hüseyin
Güre Tosun
Araboğlu İbrahim
Lokumcu Solak Ali
Sığırcı Kasım
Parpul Hüseyin Efendi
Kör Kamil
Üfürükçü Ece
Usta Karaca
Yatmazağaçoğlu Bali Beğ
Kemhacı Divane Kasım
TAŞ DİKEN Pí‚DİŞí‚HLAR
Üçüncü Selim (1012 gez)
Sultan İkinci Mahmud (1225 gez... Padişah atışlarının en uzun mesafelisi...)
ÜNLÜ TAŞLAR
Okmeydanı`nda 15inci yüzyıldan bu yana en uzun gezli taşlar şunlardır:
1. 1. 1251,5 gez mesafeli Bursa`lı Şuca menzili
2. 2. 1279,5 gez mesafeli Tozkoparan İskender menzili
3. 3. 1271,5 gez mesafeli (lodos menzilli) Kaptan Ahmed Paşa menzili
4. 4. 1281.5 gez mesafeli (gündoğusu menzilli) Tozkoparan İskender menzili
- * *
YAY
Yayların boyu 11-12 tutam [2] dır.
Yay birinci, orta, ikinci boy olmak üzere üç boy olur.
Umumiyetle dört parçadır: Ağaç, tutkal, sinir, kemik.
En büyük yay 115, en hafif yay da 95 dirhem [3] den fazla veya noksan olmamalıdır.
Yapılışı güç ve büyük bir dikkat isteyen yay hassasiyetini asırlarca muhafaza edebilir.
Bazı kuvvetli pehlivanlar 115 dirhemden daha ağır yaylar kullanmışlardır. Bursa`lı Şuca yıldız menzili taşını 107, Tozkoparan İskender Edirne`deki menzil taşını 130 dirhemlik yaylarla yapmışlardır.
Osmanlı`larda Muhiddin, Süleyman, Usta Pervane, Büyük ibrahim, Yahya, Mehmed isimlerindeki ustalar Osmanlı yaylarına zerafet, estetik ve balistik meziyetler vermişlerdir.
Yay Ağacı
En iyi yay ağacı Gerede`de yetişen Akça ağaçtır. Tutkalı çok fazla emerler. Bu karaağaçların ihtiyar gövdeleri kesilir, kökten çıkan sürgünler iki bilek kalınlığında olunca yerden 25 santim kadar yukarıdan 13-14 tutam kesilir. Ortadan eşit olarak iki kısma ayrılır. Bir kazandaki soğuk suda üç gün bekletilir. Üç günden sonra kazanın altına ateş yakılarak kaynatılır. Bu kaynama süresi de üç gündür. Sonra ağaçlar çıkarılır. Talaş alevine tutulur. Biraz suyunu çektikten sonra tutkala yatırılır. Ağacın tutkalı iyice emmesi beklenir.
Bu işlemden sonra ağaç, kalın tahtalara oyulmuş, iki ucu içine kıvrık kalıplara sıkıştırılır ve urganlarla bağlanır. Asıl i`mal devri kalıptan çıkarıldıktan sonra başlar. Kurulduktan sonra dış tarafa gelecek kısmına sinir yapıştırılır.
Yay ağacı 10 yıl bekletildikten sonra işlemeye alınır.
Tutkal
Tutkal yay ağacına elastıkiyet veren bir maddedir. Yayın en mühim maddesini teşkil eden tutkal, çok titiz hazırlanan bir maddedir. Yay tutkalları bilhassa Gelibolu civarındaki Çakal (Çokal) köyünde yapılır ve bu isimle anılır.
Sinir
En iyi sinir için, Trakya`da yetişen inek ve öküzlerin ayak bileklerinden diz kapaklarına kadar olan sinirler bir araya toplanır, yıkanır, kurutulur, kaynatılır ve eritilir. Bu erime sinirlerin lif lif ayrılmasını te`min eder, Sinir, yayın kurulduktan sonra dış tarafına gelen kısmına i`tina ile döşenir.
Bu hesablar öylesine incedir ki, mesela puta yaylarına öküz siniri, menzil yaylarına inek siniri döşenir. Bu işlem yaya müthiş bir elastikiyet verir.
Kemik (Boynuz)
Yay kemiği tabir edilen boynuz bilhassa mandaların boynuzlarının dış kenarından yapılır. Boynuzun en sert yerleri de kenarlarıdır. Menemen yöresinde yetişen uzun boynuzlu genç öküzlerin boynuzları makbuldür. Boynuzların dış kenarları kökten uca kadar bir kapak halinde kesilir. Kazanda kaynatılır. Sonra çam alevinde yumuşatılır ve düzeltilir. Dar tahta kalıplara sıkıştırıldıktan sonra kurutulur, yay tahtasına Çakal tutkalı ile yapıştırılır, üzeri raspa edilir.
Çelik
Kabzanın tam orta kısmına isabet eden ve iki boynuzun arasında kalan iki milimlik aralığa beyaz bir kemik yerleştirilir ki buna da çelik denir.
Çile
Çile, yayın iki ucuna takılan ve oku fırlatmaya yarayan bir kaytandır. Harp yaylarında çile yerine koyun ve keçi gibi hayvanların bağırsaklarından yapılan gayet kuvvetli bir ip kullanılır. Çile saf ipektir. Günlerce kaynatıldıktan sonra gölge yerde kurutulmaya bırakılır. Sonra bükülerek ip haline getirilir. Çile yalnız yarışma yaylarına takılır.
Özel bilgiler
Yaylar i`mal edilirken meşhur ustalar ağaç yağlanmasın diye yağlı yemek, kuru fasulye yemezler, yayı odun veya kömür dumanından bucak bucak saklarlar. Bundan sonra eğer süslenecekse yayın dış kenarına altın yaldızlarla resimler yapılır, çile takılacak yer açılır, cilası tamamlandıktan sonra yay i`mali tamamlanmış olur.
Tılsım
Türk yayları ile Avrupa yayları arasında ilk bakışta dikkati pek çekmeyen fakat bilhassa uzun mesafe atışlarında çok lüzumlu olan bir özellik vardır. Türk yaylarında kabza çıkıntısı dışa doğrudur. Beden kısmının kasan gezine yakın olan taraflarında hissedilir bir kalınlık vardır. Tanguç (tonguç) başlığı denilen kısım ise bir ayın iki ucu gibi muntazam kıvrılmaz ve içeri doğru eğiktir. Bu iki özellik yüzlerce yıllık denemelerden sonra elde edilmiştir.
Yayın da kılıç gibi incelik ve tılsımları Avrupa`lar tarafından bir türlü keşfedilememiştir.
Yayın Kurulması
Yay kurulmadan önce uçları içe kapanıktır. Okçu bu uçları tutup kabza kısmını dizine dayar, iki ucu tersine kıvıra kıvıra birbirlerine yaklaştırır ve kirişi takar. Atışlardan sonra yay boşaltılır yani kiriş çıkartılır. Yay da kurulmadan önceki halini alır. Yay rutubetsiz bir ortamda duvara asılarak korunur. Yarışma yaylarının uçları halkadan yeni çözülmüş yaylar gibi içeriye fazlaca kıvrık değildir.
- * *
OK
Çubuklar
Türk`ler oku çam ağacından yaparlar. Çamın her cinsiyle ok yapılmaz. Osmanlı`lar uzun yılların tecrübelerinden geçtikten sonra Kaz Dağları`nın birkaç bölgesindeki çamların ok yapımına en uygun ağaçlar verdiğini görmüşlerdir. Bayramıç`taki Çavuşlu köyü ve çevresindeki 20 küsur köy, ok çamı kesmek suretiyle geçimlerini sağlamışlardır. Çamların bilhassa saz telli, kaya telli, koğaz ve peltek denen cinsleri ok için en uygun olanlarıdır. Her yıl sonbaharda çamların suyu hafif çekildiğinde bilek kalınlığındaki sürgünler, yerden 25-30 cm. yukarıdan 125-150 cm. uzunluğunda, budaksız olmak şartıyla kesilir. Kalınlıklarına göre iki veya dört kısma ayrılır. Keskin bıçaklarla düzeltilerek rutubetsiz bir odada üç ay bırakılır. Daha sonra 20-25Ëš`lik odalara konur. Sararıncaya kadar bu hararette bekletilir. Ok çubukları bu hararette çok bekletilirse esneme kabiliyetini kaybeder. Çubuklar bu süre içinde yağını vermiş ve tamamiyle kurumuş olur. Bundan sonra 15-16Ëš`lik bir sıcaklık içinde üç yıl ila beş yıl bekletilir. Ancak bu süre sonunda çubuklar ustaların ellerine geçer ve kullanılacakları işe göre kısım kısım ayrılırlar. Ağaçların bu zamanına tav zamanı denir. Harp okları başka, talim okları başka, yarış okları başka olur.
Oklar vazifelerine göre adlandırılırlar. Muharebe okları, hedef okları, uzun mesafe okları gibi... Ayrıca bunların da çeşitli tipleri ve adları vardır.
Okların en hafifi 2 dirhem 1 çekirdek [4] olanıdır.
Oklar boyları ne olursa olsun 24 derece diye bir nisbet üzerinden kabul edilir. Baş taraftan 4 derecesi boğaz, ondan sonra gelen 7 derecesi göbek, ondan sonraki 6 derecesi şalvar, son kalan 7 derecelik parçaya da ayak denir.
Yelek
Okların üzerine kuğu, kerkenes, karabatak ve tavşancıl kuşlarının tüyleri yelek olarak yapıştırılır. Yelek okun dengesini ve havayı yarmadaki kolaylığını sağlar. Tımarlanmış ceylan derisi de yelek olarak kullanılabilinir. Daha çok yaşlı karabatak kuşlarının tüyleri makbuldür. Ebuş denilen ok cinsine balıkçıl kuşunun tüyleri helezí´ni olarak sarılır. Tüylü oklar diğerlerine göre daha pahalı ve makbuldür.
Başak (Temren)
Okun ucuna konulan sivri demire başak veya temren (temürgen) adı verilir [5]. Acem`ler buna peykan derler.
Sesli Oklar
Yarışmalarda kullanılan kılavuz oklar havada seyrederlerken ses çıkartırlar. Bu ses okun yelek kısmına yakın açılan bir delikten geçen hava ile oluşur. Sesli okun mu`cidi Büyük Türk Kağanı Tanrıkut Mete`dir [6].
Ok ağacını 5 yıl bekletilip sonra işlemeye alınır.
Ok da kılıç gibi mukaddes sayılır, üzerine yemin edilir.
- * *
OK ATIŞINDA USí›L
Ok atmada bacakların gövdenin ve kolların duruşu çok önemlidir.
Ok atışında, yay kabzası üzerine sarılan hafif tutkallı bir bezin yaptığı çıkıntı, sol elin başparmağının etli kısmından sonra gelen avuç içi çukurluğuna oturtulur. Kabza hava sızmayacak şekilde kavranır. Önce alttan iki parmak kabzaya dolanır, sonra orta parmak bez çıkıntısının üstüne çekilir. Şahadet parmağı orta parmağın üstüne kıvrılır, başparmak da orta parmağın kabzaya sıkı sıkı sarılmasını sağlar.
Kabzayı kavrayan sol el bileği düz durmalıdır. Yayı tutan sol el tam burun, kirişi çeken sağ el de tam kulak hizasında olmalıdır. Ayrıca kabzayı kavrayan sol elin ortasından kirişi tutan sağ elin dirseğine kadar olan mesafe düz bir hat üzerinde bulunmalıdır. Sağ kolun omuzdan yukarı veya aşağı kayması hem nişan almaya hem de mesafenin uzun veya kısalığına te`sir eder.
OSMANLI ORDUSU`NDA OK Tí‚LİMLERİ
Osmanlı Ordusu`nda ok talimlerine çok önem verilir. Ok hafifliğine ve görünüşteki sadeliğine göre pahalıya mal olan ve uzun emek isteyen bir mermi gibidir. Asker için bunun bir tekini bile boşa atmak züldür. Hele savaşlarda bir tek oku bile boşa atmak, Türk okçusu içi afvedilmez bir nefs cezasıdır.
Bayram günlerinde, zafer şenliklerinde, padişah düğünlerinde, şehzade sünnetlerinde düzenlenen eğlenceler ve yarışmaların çoğu ok üzerinedir. Fatih`in şehzadelerinin sünnetinde, nişancıların bir at nalını vurup ortadan parçaladıkları, yüksek bir direğin başına asılan bir feneri koşarak ok atmak suretiyle indirdikleri, polat levhaları deldikleri, 500 m. uzaklıktan oda penceresi büyüklüğündeki deliklere (~ 1 m. x 1 m.) ok geçirdikleri, bir dakikada 90 ok atışı yaptıkları bilinir. Aslında Ordu içinde bir dakikada 90 ok atan okçular çoğunluktadır.
Birinci Kosova savaşında zafer okçular sayesinde elde edilmiş, Fatih`in Uzun Hasan`la yaptığı Otlukbeli savaşı da yine Türk okçularının ustalıklarıyla kazanılmıştır.
- * *
YARIŞMA ALANI: OKMEYDANI
Bugünkü Okmeydanı Ak Şemseddin Hoca`nın arzusuyla ve Fatih Sultan Mehmed Han`ın emriyle düzenlenmiştir. Fetih sırasında Bizans`lılar şehrin küçük büyük bütün putlarını Ayasofya`ya doldurmuşlardı. Fatih bunların san`at yapısı olanlarının bir yerde saklanmasını istedi. Bir kısmını imha ettirdi. Taş veya ağaçtan yapılmış büyük putların 12 tanesi Okmeydanı`nın muhtelif yerlerine dikildi. Yeniçeriler bunlara ok atarak nişan talimleri yaptılar. Putlara atılan ilk oka "Puta ok" adı verildi. Bu olaydan sonra nişan atışlarında küşad edilen ilk oka, kemankeşler arasında "puta oku" denilmiştir.
Okmeydanı o çağda köşklük, bağlık, bahçelik idi. Burasının yarış alanı olması kararlaştırıldıktan sonra Fatih`in veziri Faik Paşa, bağ ve bahçeleri satın aldı. Subaşı Midilli`li Davut Beğ`in de bulunduğu bir mecliste herkesin parası teslim edildi. Bu istimlakten sonra meydandaki ağaçlar kesildi, evler yıkıldı, arazi düzeltildi. Bir emri ferman çıkartılarak bu sahaya bağ, bahçe kurmak, su kanalı açmak, kuyu kazmak, mevta gömmek gibi şeyler kesin olarak yasaklandı. Meydanın bakım ve gözetimi yeniçeri ağasına verildi.
Tarihçi Ali Efendi`ye göre meydanın hududları şöyledir: "Sivrikoz Çardağı yerinden yıldıza doğru büyük böğürtlene ve incire, Yeniçeri Ağası Karagöz Ağa ile Galata Kadısı`nın diktikleri taşlara, bu taşlardan Manol Bağı`na, beylik büyük karlıktan Çakılı Tepe`ye, gündoğusunda Helvacı Karlığı`na, kıbleye doğru Caferabad Bahçesi`nin hendeğine, Atıcılar Tekkesi`nin yanındaki yola kadar olan saha." [7]
Okmeydanı Yarış Alanının Yönetimi
Okmeydanı`nın yarış alanının kendine has bir idare şekli vardır. Okçuluk Türk`lerde ordulararası bir yarışma şeklini almıştır. Bu durumda da yarışmaların bir düzen ve kaide içinde yapılması mecburiyeti doğmuştur. Bu düzenlemeler kısaca şöyledir:
Okmeydanı`nı yönetenler dört kişidirler:
1- Kemankeşler şeyhi
2- Atıcıbaşı
3- Baş hakem
4- Meydanın dahili işlerine bakan şeyh
Bu dört şeyhin emrinde 6şar kişi vardır. Ayrıca havacılar denen ve okların düştüğü yeri tesbit eden bir kadro da bulunur. Bunlardan başka meydanın bakım ve temizliği için 17 levent ayrılmıştır. Başta bulunan dört şeyh müşterek kararlarıyla yeniçeri ağasından sonra en çok selahiyet sahibi kimselerdir. Bunlar kahramanlıkta, okçulukta, ilim ve fende ileri gitmiş padişaha yakın kişilerdir. Saraya ve sofraya serbest girip oturabilirler. Yarışçılar arasındaki münakaşa ve anlaşmazlıkları hallederler ve verdikleri karar padişah tarafından dahi bozulmaz. Bu dört şeyh aynı zamanda taş dikmiş olan kimselerdir. Meydan usul ve adetlerine uymayan pehlivanlara evvela kemankeşler şeyhinin dışındaki üç şeyh ihtarda bulunurlar. Okçu bu ihtara rağmen uslanmazsa vaziyet meydan kemankeşler şeyhine arz edilir, o da bir nasihatta bulunur. Eğer kabahat yine tekerrür ederse bu dört şeyh toplanır, suçluyu çağırır, kendisine, "Bizimle oturma..." diyerek onu meydandan kovarlar. Meydandan kovulan okçu bir daha yarışlara giremez, meydan sahası içinde yay kullanamaz. Ancak o pehlivan kabahatini i`tiraf, meydan kaidelerine uyacağına dair yemin eder, dört şeyhin elini öper, şeyhler de onu afvederlerse bu kere yay üzerine yemin eder, yayı öpüp başına kor ve böylece yeniden meydana dönebilir.