Sivas'ta bir kongre toplanması Amasya Genelgesi ile 21-22 Haziran 1919 gecesi kararlaştırılmıştı. Erzurum Müdafaa-i Hukuku'nun girişimi ve Kazım Karabekir'in desteği ile Erzurum Kongresi toplanmış ve ulusal birliğin ilk aşaması sağlanmıştı. M. Kemal Paşa Erzurum'a giderken 27-28 Haziran'da Sivas'tan geçmişti. Sivas Valisi Reşit Paşa'ya baskı yapan Elazığ Valisi Ali Galip Bey, M. Kemal Paşa'yı tutuklatıp İstanbul'a gönderilmesini sağlamak istemişti. Sivas halkının coşkun sevgisiyle M. Kemal Paşa'yı karşılaması ve alınan önlemlerle bu isteğini yapamamıştı. M. Kemal Paşa Sivas'ta kalmayıp Erzurum'a gitmişti.
Erzurum'da çalışmalarını bitiren M. Kemal Paşa 29 Ağustos tarihinde Erzurum'dan Sivas'a hareket etti. Güç ve tehlikeli bir yolculuktan sonra 2 Eylül'de Sivas'a vardı. İstanbul Hükümeti kendisini geri getirebilmek için çalıştığı gibi, toplanacak olan kongreyi de engellemek için çareler arıyordu. M. Kemal Paşa, Damat Ferit Paşa'yı yumuşatmak ve ulusal savaş aleyhinde bulunmaması için 16 Ağustos'ta Erzurum'dan bir telgraf göndermiş, fakat İstanbul Hükümeti'nin tutumu değişmemişti.
Amasya Genelgesi'nden hemen sonra Sivas'ta toplanacak kongre için çalışmalar başlamış, fakat Erzurum Kongresi dolayısıyla bir süre ertelenmişti. Erzurum Kongresi bittiğinden Sivas Kongresi için yoğun bir çaba başladı. Bir yandan İstanbul Hükümeti'nin baskısı, diğer yandan işgal kuvvetlerinin tehditleri nedeniyle bazı kimselerde endişe ve çekingenlik belirmişti. Bu nedenle bir gecikme oluyordu. M. Kemal Paşa daha Erzurum'da iken, Sivas Valisi Reşit Paşa'dan 20 Ağustos 1919 tarihinde gelen bir telgrafta, Sivas'ta bir kongre toplanacağını Fransız subaylardan öğrendiğini, Fransız Binbaşı Bruno'nun eğer M. Kemal Paşa burada bir kongre toplarsa Sivas'ı askeri işgal altına alacaklarını bildirdiğini belirterek, eğer ikinci kongre toplamak çok gerekli değilse vazgeçilmesini istiyordu. M. Kemal Paşa derhal yanıt vererek, endişeye yer olmadığını, kongrenin toplanmasının aylardan beri bilinen konu olduğunu, Fransızların blöf yaptığını belirtti. Ne Fransız'ların ne de başka bir yabancı devletin yardımına ihtiyacı bulunmadığını söyledikten sonra , "benim için en büyük barınma yeri ve yardım kaynağı ulusumun kucağıdır." yanıtını verdi.
Kongrenin toplanması ulusal bilinçlenme ve örgütlenmenin kaçınılmaz bir aşaması olduğu kadar, Anadolu'da M. Kemal Paşa'nın önderliğinde oluşan ulusal irade ile İstanbul Hükümeti ve onun arkasında İngiliz-Fransızlar'a karşı bir üstünlük ve Anadolu'nun otoritesinin kime ait olduğu mücadelesiydi. Bu bakımdan İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri kongreyi toplatmamak için her çeşit yola başvurmaktan kaçınmıyorlardı.
Temsil Heyeti Erzurum'dan hareket etmeden önce, Siirt Mebusu Sadullah Bey ile Trabzon'a dönmüş bulunan Servet ve İzzet Beyler ortada yoktular. Yalnızca M. Kemal Paşa, Rauf Bey, Raif Efendi, Şeyh Fevzi Efendi, Bekir Sami Bey Temsil Heyeti üyeleri olarak Erzurum Kongresi adına Sivas'a gitmektedirler. İstanbul Hükümeti'nin baskıları sürerken, diğer yandan Temsil Heyeti'nin bazı üyelerinin kendilerine katılmamaları M. Kemal'i güç durumda bırakıyordu. Daha başlangıçtan çözülme olursa düşmanları amaçlarına ulaşmış olurlardı. Sivas'a mutlaka gidilecek ve kongre her ne pahasına olursa olsun toplanacaktır. Sivas Kongresi öncesi yeni bir fikir daha oluşuyordu. "Amerikan Mandası." Ulusal Mücadele'yi kendi içinden yozlaştıracak çok tehlikeli bir gelişmeydi. Ayrıca Sivas-Erzurum yolu çok tehlikelerle doluydu. İşte M. Kemal böylesine baskılar ve tehlikeler altında Erzurum'dan ayrıldı.
Sivas, I. Dünya Savaşı sonunda çoğunlukla bütün Anadolu şehirlerinde olduğu gibi, sefalet, sıkıntı, yokluk içindeydi. Ekmek bulmak güçtü. Doğu Anadolu'dan ve Doğu Karadeniz'den gelen göçler dolayısıyla şehir çok kalabalıklaşmıştı. Sivas çevresinde asayiş bozuktu. Şehrin dışına çıkmak, soygun tehlikesini göze almakla mümkündü. Can ve mal güvenliğini sağlamak için yeterli güvenlik kuvveti yoktu. Sivas aydınları, Türkiye'nin galiplerce paylaşıldığını biliyor ve çare arıyorlardı. Bu sebeple M. Kemal Paşa Erzurum'a giderken 27 Haziran'da Sivas'tan geçtiği gün Sivaslılar'ın sevgi gösterileriyle karşılaşmıştı.
M. Kemal yalnızca İstanbul Hükümeti ve İngilizler'in hazırladıkları tehlikelerle mücadele etmeyecek, Erzurum Kongresi sonrası gittikçe artan "Amerikan Mandası" taraftarlarına karşı koymak zorunda kalacaktır. En yakın arkadaşı ve aydınların büyük bir kısmı bu düşünceye kapılmışlar ve O'na, mandayı kabul edelim diye baskı yapıyorlardı. İstanbul'dan Halide Edip ve Kara Vasıf'dan gelen mektup Ali Fuat Paşa tarafından özetlenerek 28 Ağustos'ta Erzurum'a yollanmıştı. Mektupların asılları telgrafla yollanamadığı için postayla yolda idiler. Üç mektupta da Amerikan Mandası'ndan söz ediliyordu. Telgrafları alan M. Kemal çok sinirlenmişti. Manda isteyenlerin telgrafları okunduktan sonra, yanındakilere şöyle diyordu: "Biz başarılı olacağız. Buna şüphem yok. Acaba zafere kavuştuğumuz ve memleketi kurtardığımız zaman Osmanlı ricalinin ileri gelenleri utanmak hissini duyabilecekler mi?.. Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hakimiyet hakkına, dışarda temsil hakkımıza, kültürel bağımsızlığımıza, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeden böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi aşık olacaklar. Bune hayal ve ne gaflettir? Hayır Paşalar hayır, hayır, beyefendiler hayır, hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok, Ya istiklal ya ölüm var..." Bu sözleriyle başarı inancını bir kez daha dile getirirken manda konusundaki düşünce ve duygularını da açıklamıştı.
Sivas Kongresi'nin toplanması için lise binası, okul müdüründen adeta zorla alınmıştı ve toplantıya hazırlanabilmişti. Sivas'a gelmeye başlayan üyeler, Şekeroğlu İsmail Bey tarafından misafir ediliyordu.
Kongre 4 Eylül 1919'da toplandı. Kongre'nin açılış saati olan 14:00'e beş kala M. Kemal Paşa geldi. Binaya girerlerken Rauf Bey'in sözlerine M. Kemal Paşa şu kısa ve sert yanıtı veriyordu. "Bekir Sami Bey'in evinde verdiğiniz kararı bana tebliğ ediyorsunuz öyle mi?" Konu daha sonra anlaşıldı. Bekir Sami Bey'in kaldığı evde Rauf, Kara Vasıf, İsmail Hami Beyler ve bazı kimseler toplanarak M. Kemal Paşa'nın kongrede başkan olmaması için karar almışlar ve Rauf Bey bu kararı kendi düşüncesi imiş gibi M. Kemal Paşa'ya açıklamıştı. Fakat bu toplantıdan haberi olan M.Kemal Paşa Rauf Bey'e o sert yanıtı vermişti. İşin ilginç yanı Bekir Sami Bey'in'evinde toplanan bu kimseler manda yanlısı idiler ve M. Kemal Paşa başkan seçilmezse, manda için istedikleri bir kararı kolay ettirebilirlerdi.
Kongre, M. Kemal Paşa'nın açış konuşmasıyla başladı. İsmail Fazıl Paşa, başkanlığın, bir gün veya bir hafta süreyle ve alfabe sırasına göre herkes tarafından sırayla yapılmasını önerdi. Kendisinin adının baş harfleri de alfabenin başında yer alıyordu. Önerisi oylama da red edildi. Kongre başkanlığı basit bir yöneticilik değildi. Bir liderlik makamıydı. M. Kemal Paşa büyük çogunlukla başkanlığa seçildi. Kongrenin ilk üç günü, üyelerin ittihatçı olmadıklarını açıkça belirtmek için ant içmek gerektiğini tartışmak ve İsmail Fazıl Paşa'nın hazırladığı yemin taslağını düzeltmek, Padişah'a yollanacak bağlılık yazısını hazırlamak ve gelen telgraflara yanıt vermekle geçti. Oysa Kongre'nin çözeceği çok önemli memleket sorunları vardı. Bu konuları M. Kemal saptamıştı. Erzurum Kongresi kararları onaylanmalı, dernekler birleştirilmeli, Temsil Heyeti bütün vatanı kapsayacak şekilde şekilde yetkili kılınarak, ulusal merkezi bir güç oluşturulmalıydı. Ancak dördüncü gün gündeme geçilebildi. Erzurum Kongresi kararları aynen kabul edildi ve bu kararlar bütün Anadolu ve Rumeli'yi kapsayacak biçimde genişledi. Bütün dernekler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği" adı altında birleştirildiler. "Heyet-i Temsiliye vatanın bütününü temsil eder." kararıyla Temsil Heyeti'nin yetkileri bütün ülke için geçerli kabul edildi.
8 Eylül günü, İsmail Hami (Danişment) tarafından hazırlanmış ve 25 delegenin imzasını taşıyan "Amerikan Mandası" nı isteyen önerge gündeme alındı.Ulusal Savaşı kendi içinden çökertebilecek, başka bir ülkenin güdümüne girmek gibi aşağılayıcı bir durum olan "Manda" sorununa bakmakta yarar var. Birinci Dünya Savaşı galiplerinden İngiltere ve Fransa, Rusya'nın bulunmamasından yararlanarak Orta Doğu'yu aralarında paylaşıyorlardı. Buna kılıf bulmak üzere Paris Barış Konferansı'nda, Orta Doğu ülkelerinin kendilerini yönetemeyeceğin için İngiltere ve Fransa'nın bu görevi yerine getirmesine karar verildi. 14 maddelik ilkelerini yayınlamış bulunan Amerika Başkanı da Amerika'nın çıkarlarına ters düşmemek koşuluyla bunu kabul ediyordu. Suriye ve Lübnan Fransız, Irak ve Filistin İngiliz Mandasına yani güdümüne bırakıldı. Ermenistan için Amerikan Mandası düşünülüyordu. İşte bu sırada Türkiye'de bazı kimseler Türkiye için de bir Amerikan Mandası sağlanması için çaba harcamaya başladılar. 1919 yılı Temmuz ve Ağustos ayında Kara Vasıf ve daha sonra Halide Edip ve Bekir Sami'nin bu konuda önerilerini bildiren telgrafları M. Kemal tarafından red edilmişti. Bu kişiler, Amerika'nın dünya üzerindeki insani değerleri sürdüren en büyük demokrasi olduğunu, Amerika sayesinde Türkiye'nin de kurtulabileceğini ve uygarlaşacağını ve kendi kendini yönetmeyi öğrenebileceğini ileri sürüyorlardı. Halide Edip (Adıvar) Hanım 10 Ağustos tarihli mektubunda, Sivas Kongresi toplanana kadar Amerika'nın Türkiye'deki komisyonunu alıkoyabileceklerini hatta Sivas'a Amerikalı bir gazeteci gönderebileceklerini yazıyor, savaş ile çözüm bulunamayacağını ileri sürüyordu.
Manda konusu şimdi, hem de büyük bir taraftar bularak, Sivas Kongresi'nin gündemine giriyordu. Bu kadar geniş taraftar bulması M. Kemal Paşa'yı üzdü. Rauf Bey ve Refet Bey gibi, Amasya Genelgesi'ni imzalamış kimseler bile şimdi bu önergeyi destekliyorlardı. İstanbu'dan gelen Kara vasıf Bey bu konuda oldukça etkili idi ve Sivas'a bir Amerikalı gazeteci getirmişlerdi. Brawn adındaki bu gazeteciye Manda yanlıları çok büyük ilgi ve saygı gösteriyorlardı. Mandacılar diye bilinen kişilerin bu görüşlerini mektuplarından ve kongre tutanaklarından yararlanarak şöyle özetleyebiliriz: "Yirminci yüzyılda 50 milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak 10-15 milyon lira geliri olan bir kavim için bir dış koruma olmaksızın yaşamak olanağı olamaz. Bağımsız yaşamaya mali durumumuz elverişli değildir. Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçak ile havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyoruz.... Bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi paylaşırlar. Eğer İzmir Yunanistan'da kalsa ve aramızda bir savaş açılsa, düşmanımız Yunanistan'dan gemi ile asker getireceği halde, acaba biz Erzurum'dan hangi trenle taşımacılığımızı yapabiliriz? Bir de diyelim ki, biz dış ve iç tam bir bağımsızlık isteriz. Fakat, acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz? Yapamıyacakmıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklarmı?" Sonunda Amerikan Kongresi'ne bir mektup yazılarak "Manda" istenmesini öneren Rauf Bey'in bulduğu çözüm kabul edildi ve bir mektup yazıldı. Çok ilginçtir ki mandacı grupla M. Kemal Paşa'nın ilişkileri Cumhuriyet'in İlanı, Saltanat ve Hilafet'in Kaldırılması sırasında da aynı biçimde oluştu. Mandacıların bu fikirlerine kaşı M. Kemal tam bağımsızlık için "Ya bağımsızlık ya ölüm" parolasıyla yanıt verdi. Para bulunsun veya bulunmasın ordu mutlaka olacaktır, düşman gemi ile, kamyon ile asker ve cephane taşırken, Türk Ulusu kağnısıyla, sırtında cephane taşıyacak, asker yürüyerek ve çoğu kez yarı çıplak ve yarı aç cepheye gidecektir, yaralılar için, hastalar için ilaç bulunmayacaktır ama Türk Ulusu bütün bu güçlüklere rağmen M. Kemal'in önderliğinde bu savaşı kazanacaktır.
Bu arada Trabzon'dan gelen bir telgrafla, Sivas Kongresi'nin genel kongre olmasına ve bir Temsil Heyeti seçmesine karşı olduklarını bildirdiler. Erzurum'dan da buna benzer haberler geliyordu. Hatta Kazım Karabekir Paşa da Trabzon delegelerinin görüşlerini paylaşmaktadır.Diğer yandan Elazığ Valisi Ali Galip'in İngilizlerin de yardımı sağlayıp Kongreyi basacağı duyuldu. Bütün bunlar hiç kuşkusuz büyük sorunlardı. Bir yanda dış baskı ve tehlike, diğer yanda "Mandacılar"ın yozlaştırıcı çalışmaları ve Trabzon delegelerinin, Kongreyi çok ileri gitmekle suçlayan ithamları vardı. Mandacıların isteği ve ısrarı üzerine A.B.D. Kongresi'ne bir mektup yazıldı. Aynı tarihlerde A.B.D. Monreo Dokrini'ne dönerek Avrupa sorunlarından uzaklaştı. Versay'ı tanımadığı gibi "Manda" konusu ile de ilgilenmedi. Bütün bu engellere rağmen Kongre 11 Eylül'de çalışmalarını başarıyla tamamladı. Bu çalışmaları sonunda bir beyanname yayınladı. Yurt içine ve Yurt dışına gönderilen bu beyanname çok etkili oldu.
Sivas Kongresi'nde alınan kararlar şu şekilde özetlenebilir :
- 1- Milli sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz.
- 2- Her türlü işgal ve müdahaleye karşı, millet birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir.
- 3- İstanbul Hükumeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
- 4- Kuva-yı milliyeyi amil ve irade-i milliyeyi hakim kılmak esastır.
- 5- Manda ve himaye kabul olunamaz.
- 6- Milli iradeyi temsil etmek üzere Millet Meclisi'nin derhal toplanması mecburidir.
- 7- Aynı gaye ile milli vicdandan doğan cemiyetler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirilmiştir.
- 8- Mukaddes maksadı ve umumi teşkilatı idare için Kongre tarafından bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sonuna doğru A.B.D. Orta Dogu'da söz sahibi olmayı düşünüyordu. Amerikalı uzmanlar tarafından hazırlanan rapora göre A.B.D.'nin Türkiye politikası, Türkiye'nin Avrupalı devletler tarafından paylaşılmaması, Ermeniler'e azınlıkta olmalarına rağmen devlet kurma hakkı tanınmasının Amerika'nın demokrasi anlayışına uymayacağı ve Türkiye kendi demokratik yönetimini kuruncaya kadar, bir süre A.B.D vesayetine verilmesi esaslarını kapsıyordu. Fakat Başkan Wïlson Paris Barış Konferansı'nda bunları dikkate almamıştı. İngiltere ve Fransa Orta Doğu'yu yağmalayınca, A.B.D. de Ermeni sorunu ve Türkiye Mandası ile ìlgilendi. Bu sebeple Wilson, General James G. Harbord'u bu konuları incelemekle görevlendirdi. Geniş bir kadro ile Türkiye'ye gelen Harbrod uzun çalışmalardan sonra bir rapor hazırladı. Ermeni konusunda ileri sürülenlerin asılsız olduğunu belirtti, Türkiye Mandası konusunda da, milliyetçilerin kanının son damlasına kadar bağımsızlık için savaşmaya kararlı olduklarını bu nedenle bu ülkeye egemen olmak için mutlaka milliyetçilerle savaşmak gerektiğini, bunun için de 400-450 bin kişilik bir orduya gereksinme bulunduğunu, bu ordunun masraflarının A.B.D. için ağır olacağını, yerli kaynakların ise buna yetmeyeceğini, Türkiye'nin çok fakir olduğunu, mandanın kabulü halinde bunun A.B,D. için ekonomik bir yük olacağını belirtiyordu. Bu gerçekler karşısında A.B.D. Kongresi manda konusunu red etti.
Dıştan ve içten gelen bütün zorluklara karşın Sivas Kongresi Türk tarihinde başlı başına bir dönüm noktası oldu. Ulusal ihtilal, savaş, kurtuluş, devrim, cumhuriyet devrini getiren hamlenin vatan bütünlüğü adına temelini Sivas Kongresi attı. İhtilalin ilk gazetesi "İrade-i Milliye" Sivas'ta çıktı. Yabancı bir devletin güdümünde yaşama önerisi olan Manda konusu bir daha gündeme gelmedi. Atatürk'ün "Ya bağımsızlık ya ölüm" parolası bundan sonra temel ilke olarak yaygınlaştı ve benimsendi. "Türk Ulusu'nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşaması ve bunun ancak tam bağımsızlıkla sağlanabileceği burada kesinleşti. Ulusal sınırlarımızın esasları burada saptandı. Ya başaramassanız?" diye soran Amerikalı gazeteciye M. Kemal şu yanıtı verdi. "Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını sağlamak için, düşünce sınırlarını aşan girişimler ve fedakarlıklarda bulunduktan sonra başarılı olur. Ya başarılı olmazsa demek, o ulusun ölmüş olacağına karar vermek demektir."
Sivas Kongresi kararlarıyla, Erzurum'da alınan kararlar onaylandı. Bütün Müdafaa-i Hukuk dernekleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk adı altında birleştirildi ve Temsil Heyeti bütün ülke için geçerli oldu. Bütün sivil ve askeri güçler bir otorite altına alınmaya başlandı ve İstanbul Hükümeti'nin otoritesine üstünlük sağlandı. Batı Anadolu da bu otoriteye bağlandı. Ali Fuat Paşa bütün Kuva-yı Milliye'yi kapsamak üzere "Umum Kuva-yı Milliye Komutanlığı"na atandı. Sivas Kongresiyle M. Kemal'in, bütün ulus bireylerini ve düşüncesini ulusal idareye ortak etmek ve bağlamak konusunda gösterdiği başarı sayesinde Padişah iradesi yıkılıyor ve ulusal egemenlik ilkesi geliyordu. Böylece ulusal bağımsızlık yanında ulusal egemenlik de aşama aşama kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşiyordu. Bu tarihten itibaren M. Kemal Paşa'yı kurulmakta olan yeni Türk Devleti'nin hukuki ve fiili iktidarını temsil ettiği için de, ulusal hükümetin başkanı olarak kabul etmek gerekir.
Sivas Kongresi'nin toplanması ve tüm ülkeyi ilgilendiren kararlar alması içte ve dışta büyük yankılar yapmakta gacikmedi. Kuva-yı Milliye ruhu tüm ülkede hızla yayılmaya başladı. Batılı devletler bu olayı, devlete başkaldırma olarak nitelendirmelerine rağmen, kendi kamuoylarında, bu hareketin ulusal bir dava olduğu anlaşılmaya başlandı. Fakat İstanbul Hükümeti, bu kongreyi meşru olmayan bir isyan olarak değerlendirdi. Damat Ferit "Anadolu hareketleri, Birinci Dünya Savaşı'nda terfi etmiş bir kaç subayın işidir. Bu hareketler, alevi sönmüş bir saman ateşinden başka bir şey değildir." diyordu. Anadolu'da İttihatçılık ve Bolşeviklik yapıldığı ileri sürülüyordu. İstanbul basınında çıkan aleyhtar yazılar, Ulusal Mücadeleyi yapanları, hayalci olarak nitelerken, ülkenin başına gelen bütün felaketlerin de sorumlusu gösteriyordu. Ülkenin gerçek kurtuluşunun ancak siyaset ile başarılabileceğini ileri sürüyordu.
Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin Düşürülmesi
Paris Barış Konferansı'na davet edilmiş ve orada hezimete uğrayarak, İtilaf Devletleri'nin Türkiye'yi paylaşmak ve Türk Ulusu'nun bağımsızlığını yok etmek konusundaki tutumlarını görmüş bulunan Damat Ferit Paşa, hala Ulusal Mücadele düşmanlığını sürdürüyordu. Ali Galip aracılığı ile Sivas Kongresi'ni dağıtmayı bile denemişti. Elazığ Valisi Ali Galip, Padişah, Damat Ferit ve İngilizler'in hazırladıkları bir plana uygun olarak, etrafına topladığı silahlı adamlarla kongreyi basacak, hatta M. Kemal Paşa'yı tutuklayacaktı. Bu girişim için Malatya'ya gelmiş bulunan Ali Galip, M. Kemal Paşa'nın yolladığı kuvvetlerden korkarak kaçmış ve girişim etkisiz bırakılmıştı. Bu olaydan sonra Damat Ferit Paşa yayınladığı bildiri ile halkı M. Kemal ve arkadaşlarını İttihatçı ve Bolşevik olmakla suçlamıştı. Bütün bu hareketlerin arkasında Padişah'ın olduğu bilinmekle beraber Kuva-yı Milliyeciler, sanki olaylardan Padişah'ın haberi yokmuş gibi bir tutumla, hücumlarını Damat Ferit Paşa'ya yöneltip, Padişah gerçeği öğrenirse kendisini aldatanları cezalandıracağını bekledikleri izlenimini yarattılar. Bu düşünce ile Padişah'a doğrudan bir yazı hazırlandı. Bu mektupta, Hükümetin Kongre'yi basmak yoluna gittiği, Müslümanlar arasında kan dökmek istediği, Kürtleri ayaklandırarak yurdu parçalamaya çalıştığı, bu sebeple suçlular yakalanırsa cezalandırılacakları belirtiliyor, "Bu cinayetleri düzenleyerek Dahiliye ve Harciye Nazırları'na emir verdirip uygulattıran İstanbul Hükütmeti'ne ulusun inanç ve güveni kalmadığı" bildirildikten sonra, namuslu kişilerden yeni bir hükümet kurulması isteniyor, adaletli bir hükümet kurulmadıkça İstanbul Hükümeti ile ilişki kurulmayacağı açıklanıyordu. Padişah ile doğrudan görüşmek isteyen Kongre Heyeti İstanbul ile uzun bir mücadeleden sonra 12 Eylül günü, Padişah ile görüşmesini engelleyen ve ulusun güvenini yitirmiş bulunan Damat Ferit Paşa Hükümeti görevden çekilene kadar İstanbul Hükümeti ile yönetim yönünden ilişkinin ve İstanbul ile her türlü telgraf ve posta haberleşme ve ulaştırmasını kesmeye karar verdi. Bu durum bütün vilayetlere ve yabancı devlet temsilcilerine de bildirildi. Bu karar bazı istisnalar dışında genel olarak uygulandı. Bu durum karşısında bile Ferit Paşa davranışından vazgeçmedi. 13 Eylül'de İngiliz yüksek komiseri Amiral de Robeck'i ziyaret ederek, milliyetçilere karşı, "Onları ezecek bir Osmanlı kuvvetinin gönderilmesini veya önemli bazı noktaları işgal için küçük bir müttefik kuvvetinin" gönderilmesini istedi. De Robeck, Müttefiklerin savaş yorgunu olduğu için böyle bir çarpışmayı göze alamayacaklarını belirterek bu istekleri red etti. Mustafa Kemal Paşa bir yandan İstanbul Hükümeti üzerindeki baskısını arttırırken, diğer yandan, 13 Eylül tarihinde milletvekili seçimlerinin çabuklaştırılması için Kolordulara ve illere bir yönerge gönderdi. İstanbul Hükümeti ile ilişti kesilmesinden doğacak otorite boşluğunu doldurmak amacıyla 14 Eylül'de bir genelge yayınladı. Birinci maddesinde:
"1- Devlet işleri, Padişah Hazretleri adına ve yürürlükteki yasalara göre eskisi gibi yürütülecektir. Soy ve din ayrılığı gözetmeksizin halkın canı, malı, ırzı ve her türlü hakları güven altında bulundurulacaktır" der. Bu bildiride, görevlerini yapmayan devlet memurlarının ve ulusal kararlara aykırı davrananların cezalandırılacağı bildiriliyor, güvenlik ve asayiş için kolordu komutanları, valiler ve mutasarrıflar görevlendiriliyorlardı.
İstanbul Hükümeti ile her türlü ilişkinin kesilmesi ile ortaya çıkan otorite boşluğunu, M. Kemal Paşa çok akıllı bir yöntemle doldurmaya, Anadolu'da sivil ve askeri yönetimi ele geçirmek için bütün bu makamları Heyet-i Temsiliye'ye bağlamaya başladı. Heyet-i Temsiliye'yi Anadolu'daki tek merci kabul eden M. Kemal Paşa, Anadolu'da fiilen yönetimi ele geçirmek için Eylül ayı içinde yoğun bir mücadeleye girişti. Elaziz Valisi Ali Galip, Dersim ve Malatya mutasarrıfları zaten kaçmışlardı. Ankara Valisi Muhittin Paşa, Çorum Ankara yolunda tutuklanarak Sivas'a getirildi. Koyu İstanbul taraftarı olan Muhittin Paşa ulusal hareketi sürekli olarak baltalamış olduğu için İstanbul'a gönderildi.Ankara halkı Defterdar Yahya Galip Bey'i Vali seçti. İstanbul yanlısı memurlar ayıklandı. Çorum Mutasarrıfı, Ankara Valisi Munittin Paşa ile işbirliği içindeydi. Sivas'ı ziyaret eden Mutasarrıf Semih Fethi Bey, İstanbul ile ilgisini kesti ve Çorum da kazanıldı. Kastamonu'da yönetim İstanbul yanlısı memurların elinde idi. Ali Fuat Paşa Albay Osman Bey'i Kastamonu ya gönderdi. İstanbul yanlısı memurlar Albay Osman Bey'i hapsettilerse de, milliyetçi genç subaylar bir baskınla Osman Bey'i kurtardı, diğerleri tutuklandılar. Defterdar Ferit Bey Vali Vekili oldu ve Kastamonu ulusal otoriteye katıldı. Niğde'deki İstanbul yanlıları da M. Kemal'in emriyle buradaki Tümen Komutanı tarafından tutuklandılar. Trabzon Valisi Galip Bey İstanbul yanlısı olduğu için M. Kemal Paşa'nın emriyle Albay Halit Bey tarafından tutuklanarak Erzurum'a gönderildi. Konya Valisi Cemal Bey, İstanbul yanlısı olan en tehlikeli Vali idi. Konya'da milliyetçilere karşı amansız bir baskı yapıyordu. Konyalı milliyetçiler örgütlendiler. Refet Bey Sivas'tan Heyet-i Temsiliye adına Konya'ya gönderildi. Onun geldiği duyulunca Konyalı milliyetçiler harekete geçtiler ve Vali İstanbul'a kaçtı. Böylece M. Kemal Paşa Anadolu'da ulusal iradeyi fiilen egemen kılacak büyük bir başarı elde etti.
İstanbul ile ilişkinin kesilmesinden sonra Padişah'ın da milliyetçilere karşı çıkacağını düşünen M. Kemal Paşa l4 Eylül'de Padişah'a bir mektup göndererek, Ferit Paşa Hükümeti'nin izlediği yanlış politikayı anlattı. Ferit Paşa Paris Barış Konferansı'nda ulusal duyguları incitecek bir duruma düşmek, Aydın'ın işgalini önleyememek, milliyetçileri İttihatçı gibi gösterip, Anadolu'ya yabancı işgalini davet etmek, Ulusal Meclis için seçim yaptırmamak, ülkeyi yabancılara teslim etmek gibi çeşitli yönlerden suçlanıyordu. Yine aynı tarihlerde "Genel Kongre Heyeti" adına, yabancı devletlere bir yazı yazılarak, yapılan mücadelenin gerekçesi ve önemi anlatıldı.
Padişah ise ulusa bir bildiri yayınlayarak Anadolu'da başlayan ulusal hareketin Batı Anadolu'daki işgalleri genişlettiğini, ulusal hareket yüzünden ulusun harcanmakta olduğunu, bu sebeple Barış Konferansı'nda zayıf kalınacağınıı ileri sürüyor ve yakında onurlu bir barış yapılacağına inandığını belirtiyordu. Padişah'ın bu bildirisi Anadolu'da yayılamadığı için etkisi de olmadı.
Osmanlı maliyesi aynı sırada büyük bir sıkıntı içinde idi. Devlet gelirleri giderlerden çok düşüktü. Kabine içinde Ferit Paşa'ya karşı baskı oluşuyordu. Ali Rıza Paşa ve arkadaşları Ferit Paşa'nın istifasını istiyorlardı. Padişah da Ferit Paşa ile çalışamayacağını anladı ve milliyetçilerle uzlaşma yollarını aramaya başladı. M. Kemal'in eski bir arkadaşı olan Abdülkerim Paşa aracılığı ile bu ilişki kuruldu. Teklif İstanbul'dan gelmek şartıyla İstanbul Hükümeti ile görüşme önerisi M. Kemal tarafından kabul edildi. Baskıların karşısında dayanamayan Ferit Paşa 30 Eylül'de istifa etti. Bu, millivetcilerin İstanbul karşısında kazandıkları ilk büyük başarı idi. Kendisini tutuklatmak, kongreleri dağıtmak ve ulusal iradeyi boğmak isteyen İstanbul Hükümeti, M. Kemal Paşa'nın karşısında üç ay içinde yenilmişti.
misafir - 9 yıl önce
misafir - 9 yıl önce
misafir - 9 yıl önce
misafir - 9 yıl önce