Rene Descartes

Kısaca: René Descartes, 1591-1650 yılları arasın­da yaşamış, modern felsefenin kurucusu olarak ün kazanmış Fransız filozof. Temel eserleri: Regulae ad Directionem Ingenii [Aklın İdaresi İçin Kurallar], Principia Phi­losophiae [Felsefenin İlkeleri], Discours de le Mathade [Yöntem Üzerine Konuşma], Maditations Mataphysiques [Metafizik Dü­şünceler] ...devamı ☟

Rene Descartes
Rene Descartes

René Descartes, 1591-1650 yılları arasın­da yaşamış, modern felsefenin kurucusu olarak ün kazanmış Fransız filozof. Temel eserleri: Regulae ad Directionem Ingenii İdaresi İçin Kurallar, Principia Phi­losophiae İlkeleri, Discours de le Mathade Üzerine Konuşma, Maditations Mataphysiques Dü­şünceler.

Temeller

Yeni bir doğa ve insan anlayı­şının ortaya çıktığı, araştırma yöntemlerinin yeni baştan oluşturulduğu bir çağda, bilimlere bir temel kazandırmayı, ve ruhla bede­ni, tinsel olanla fiziki olanı, geleneksel dini öğretilerle de yeni bilim görüşünü uzlaştır­maya çalışmış ve çağının bilimlerini yeni baştan inşa etmeyi kendisine bir amaç ola­rak belirlemiş olan Descartes, yetkin bilgi modeli olarak gördüğü matematiği örnek almış ve amacı için mutlak olarak kesin olup, kendisinden hiçbir şekilde kuşku du­yulamayan bir başlangıç noktası bulmaya çalışmıştır.

Matematikten etkilenmiş, felsefede de, matematikteki gibi, sağlam bir yönteme ve sağlam temellere sahip olabildiğimiz takdir­de felsefenin kapsamı içine giren konularda da kesin bilgilere sahip olacağımızı savun­muş olan Descartes’ın felsefesinin iki temel yönü vardır. Bunlardan birincisi yoğun bir biçimde bireysel olan bakış açısıdır. Metafi­zik Düşünceler adlı eserinde, Descartes, hep “ben” diyerek konuşur; öğretilerini sistema­tik bir biçimde serimlemek yerine, kuşkudan kesinliğe doğru bir seyahat yapar. Bu çerçe­ve içinde dış dünyadan varlıktan değil de özneden yola çıkışı Descartes’ı modern fel­sefenin kurucusu yapmıştır. İkinci önemli yönü ise, felsefeyi yeni baştan ele alma ve kurma arzusudur, ki o burada, zamanının yeni yöntemlerinden ve bilimsel bulguların­dan etkilenmiştir.

Metafiziği

Bilgi görüşünde akılcı olan Descartes, insan aklının iki temel yetisi ya da gücü bulunduğunu söyler. Bunlardan bi­rincisi sezgi, diğeri tümdengelimdir. Sezgi insan zihninde hiçbir kuşkuya yer bırakmayan ve son derece açık olan bir kavrayış faaliyetidir. Sezgi, Descartes’a göre, özel bir duygudur ve akıl yürütmelerimizde bize yol gösterir yanıldığımızı ya da doğru bir sonuca ulaştığımızı bildirir. Aklın ikinci gücü olan tümdengelim ise, tam bir kesin­likle bilinen doğrulardan yapılan zorunlu çı­karımdır.

Matematik, Descartes’a göstermiştir ki, insan zihni birtakım doğruları açık ve seçik olarak kavrayabilmektedir (sezgi). Ve yine, insan zihni bildiği bazı doğrulardan hareket edip düzenli bir şekilde ilerleyerek, bu doğ­rulardan henüz bilmediği başka doğruları türetebilmektedir (tümdengelim). Buna göre biz sezgiyle bazı doğruları açık ve seçik olarak ve doğrudan kavrarız. Tümden­gelimde ise, Descartes’a göre, bu doğrular­dan kalkarak başka doğrulara bir süreçle, zihnin sürekli ve kesintiye uğramayan bir hareketiyle ulaşırız.

Descartes, daha sonra aklın bu iki gücü­ne gereği gibi yol göstereceğine inandığı kurallara dayanıp, sadece aklı temele alarak kendi sistemini kurmaya geçmiştir. Sistemi­nin mutlak olarak kesin olan başlangıç doğ­rusuna ulaşabilmek için de, o doğru olduğu açık ve seçik bir biçimde bilinmeyen hiçbir şeyi doğru kabul etmemek gerektiğini bildi­ren kural uyarınca. her şeyden kuşku duy­maya yanlış ya da kuşkulu olduğunu, ve yanlış ya da kuşkulu olmasının muhtemel olduğunu düşündüğü her şeyi reddetmeye karar vermiştir. Kuşkuyu son sınırına kadar götüren Descartes, bu süreç sonunda, kuşku duyabilmesi için, öncelikle varolması ge­rektiği sonucuna varmıştır. Ona göre, istis­nasız her şeyden kuşku duyan bir insan, kuşku duymakta olduğundan kuşku duya­maz, zira kuşku duyarken kuşku diye bir şeyin varolduğunu, dolayısıyla kuşku duyan benliğinin varolduğunu açık ve seçik ola­rak bilir. Nitekim, o ‘Düşünüyorum, öyley­se varım’ sonucuna varmış ve böylelikle düşünen bir varlık olarak kendi varoluşunu kanıtlarken, çıkış noktası özne olan modern felsefeye yön vermiştir.

Descartes, daha sonra da bu sonuçta, ken­disini bu önermenin hiçbir kuşkuya yer bı­rakmayacak şekilde doğru olduğu konusun­da ikna eden öğenin ne olduğunu bulmaya çalışmıştır. Ona göre, bu sonucu kesin ola­rak doğru kılan öğe, kendisinin önermede iddia, edilen şeye ilişkin ‘açık ve seçik’ algı­sıdır. Demek ki, açık ve seçik olarak algıla­nan bir şeyin yanlış olabilmesi imkansızdır.

Descartes kuşku süreciyle kendilerinden kuşku duyduğu tüm eski inançlarını eledik­ten ve kuşku duymak suretiyle, düşünen bir varlık olarak kendi varoluşunu kanıtladıktan, böylelikle de sisteminin temel başlangıç doğ­rusunu bulduktan ve bu arada, bir önermeyi doğru kılan ölçütün açık ve seçiklik olduğu­nu belirledikten sonra, aynı ölçütü kullana­rak bilincinin dışına çıkmaya ve yeni doğrular bulmaya geçmiştir. Buna göre onun zihninde bulunan açık ve seçik düşünceler­den biri de yetkinlik düşüncesidir. Duyu­ deneyinden türetilen düşünceler açık ve seçik olmadığına, doğal dünyada yetkin olan bir şeyle karşılaşılamayacağına ve bu düşün­ceyi, kusurlu bir varlık olan insanın kendisi yaratamayacağına göre, yetkinlik düşüncesi­ni, insan zihnine kendisi de yetkin olan bir varlık vermiştir. Bu yetkin varlık, Tanrı’dır. İnsan zihnindeki yetkinlik düşüncesini ona kendisi de yetkin olan Tanrı vermiş ise, ne­dende sonuç kadar gerçeklik olduğundan, buradan Tanrı’nın varolduğu sonucu çıkar. Descartes’a göre, insan, şu halde, kendi va­roluşunun ve Tanrı’nın varoluşunun bilgisine sahip olabilir.

İnsan matematikte de açık ve seçik dü­şüncelere sahiptir, dolayısıyla matematiksel bilgiye sahip olabilir. Acaba insan bu sınır­ların ötesine geçerek, başka bilgilere sahip olabilir mi? Descartes’a göre, açık seçik dü­şünceler arasında, dış dünyadaki fiziki var­lıklarla ilgili olarak, yalnızca bu varlıkların matematiksel özellikleriyle ilgili düşünceler vardır. Bir cismi düşündüğümüz zaman, onun hakkında açık ve seçik bir düşünceye sahip olabilirsek eğer, açık ve seçik düşün­ce, yalnızca o cismi belli bir şekli, belli bir konumu ve belli bir hacmi olan bir şey ola­rak düşünmenin sonucu olan bir düşünce olabilir. Dış dünya ve bu dünyada bulunan nesneler söz konusu olduğu sürece> sahip olabileceğimiz açık ve seçik düşünceler, bu nesnelerin matematiksel özellikleriyle ilgili olan düşüncelerdir. Bununla birlikte, bu dü­şünceler bize onların ‘varolduklarını’ söyle­me imkanı bırakmaz.

Descartes’a göre, nesnelerin var olup ol­madıklarını doğrudan doğruya düşünceler­den nesnelerin kendilerine giderek kanıtla­yamıyorsak, onların varoluşunu dolaylı bir yoldan kanıtlayabiliriz. Buna göre, insanda bir yandan dış dünyadaki nesnelerle ilgili düşünceler, ve bir yandan da fiziki bir dün­yanın varolduğuna inanma eğilimi var ise, söz konusu düşünce, duyum ve izlenimlerin nedeni sırasıyla insanın kendisi, Tanrı ve dış dünyadaki nesnelerin bizzat kendileri olabilir. O bunlardan birinci alternatifi, in­sanda kendi deneyimini, izlenimlerini dile­diği gibi oluşturabilme gücü bulunmadığını söyleyerek eler.

İkinci olasılık, dış dünya ve bu dünyadaki varlıklar varolmadığı halde, insandaki izle­nimleri ve düşünceleri Tanrı’nın yaratmış olması olasılığıdır. Descartes, daha önce Tanrı’nın insanları aldatmadığını göstermiş olduğu için, ikinci ihtimali de eler. Bu du­rumda, geriye tek bir olasılık kalır: İnsan zihnindeki dış dünyayla ve bu dünyadaki varlıklarla ilgili ide ya da düşüncelerin nede­ni, dünyanın bizzat kendisidir, bu dünyadaki varlıklardır.

Descartes’a göre, tözün her zaman özünü meydana getiren ve diğer niteliklerin kendi­sine bağlı olduğu temel bir niteliği vardır. Buna göre, bir tözün, tüm diğer niteliklerinin kendisini varsaydığı, temel, onsuz olu­namaz niteliği hangisidir? Öyle ki, tözle ananiteliği arasında bir ayırım yapılamasın. Descartes’a göre, ruhun, tinsel tözün anani­teliği düşünme olup, ruh her zaman düşün­meyle özdeştir. Maddenin özü ise, yer kap­lama ya da uzamdır. Bu çerçeve içinde, maddenin şekil ya da hareketi, yer kaplama olmadan düşünülemez. Buradan da anlaşıla­cağı üzere, Descartes maddi ya da cisimsel töz açısından, geometrik bir varlık anlayışı geliştirmiştir.

Descartes’in bu varlık görüşü, gelişen bi­lime fazlasıyla uygun düşmekle birlikte, madde ve ruhtan, ya da beden ve zihinden meydana gelen bileşik bir varlık olan insan söz konusu olduğunda, büyük bir güçlüğe yol açar. Varlık alanı madde ve ruh diye kesin çizgilerle birbirinden ayrıldığı için, eskiden birlikli ve bütünlüklü tek bir töz olan insandan, şimdi aralarında ortak hiçbir nokta bulunmayan iki töz çıkar.

Buna göre, Descartes, bir yandan açıklık ve seçiklik ölçütünü uygulayarak, madde ve ruh, beden ve zihin arasındaki gerçek farklı­lık ve ayırımı vurgulama ve hatta ikisini de tam ve bağımsız tözler olarak düşünmek durumunda kalmıştır. Ama aralarında ortak hiçbir yön bulunmadığı için yer kaplamayan fakat düşünen tinsel töz, düşünemeyen, fakat yer kaplayan maddi tözü, maddi töz ya da beden de tinsel töz ya da zihni etkile­yemez.

Öte yandan, gündelik deneyimin, ruhun beden, bedenin de ruh tarafından etkilendi­ğini, ve bu ikisinin bir anlamda bir birlik meydana getirdiğini ortaya koyan olguları vardır. Descartes burada, karşılıklı etkile­şimciliği savunup, bedenle zihin arasında­ki etkileşimin beynin arkasında bir yerde, kozalaksı bezde gerçekleştiğini söyler. Başka bir deyişle, o zihinle beden arasında­ki ilişkiyi bir gemiyle onu yüzdüren kaptan arasında geçen ilişkiye benzer bir ilişki ola­rak tasarlamıştır.

Bilgi görüşleri

Descartes bilgi görüşün­de, gerçek bir akılcı, hatta apriorist ve do­ğuştancıdır. Tasarımsal bir algı teorisi be­nimsedikten ve algılanın her ne ise, zihinde olduğunu söyledikten sonra, ideleri, fikir ya da düşünceleri, dışardan gelen olgusal ideler (ideae adventitiae). zihin tarafından, imge­leme dayanarak oluşturulan ide ya da dü­şünceler (ideae factitiae) ve doğuştan getirilen düşünceler (ideae innateae) olarak üçe ayırır. Bunlardan açık ve seçik olan, bizi bilgiye götüren ideler, yalnızca doğuştan düşüncelerdir.

Yanlış problemi söz konusu olduğunda ise, Descartes, insanda yanlışa neden olabi­lecek iki yeti olduğunu söylemiştir: Anlama yetisi ve irade. Anlama yetisinin kapsam ba­kımından sınırlı olduğu, yalnızca açık ve seçik olanla sınırlanmış olduğu yerde, irade kapsam bakımından sınırsız bir güçtür. Buna göre, insan iradeyi sınırlayamamakta, tam tersine onu tam olarak anlamadığı şey­leri tasdike zorlayarak genişletmektedir. Anlama yetisinin görevi kavramak, doğruyu yanlıştan ayırmaktır. Oysa, irade doğruluk ve yanlışlık konusuna kayıtsız olup, anlama yetisinin sınırlarını aşar. Bundan dolayı, irade, anlama yetisinin açık ve seçik olarak kavrayamadığı şeyleri olumladığı için, yan­lışın neden olur.

Ahlak görüşleri

Etik alanında, önce insa­nın Özgür olduğunu göstermeye çalışan Descartes, daha çok geçici bir ahlak, bir durum ahlakı önermiştir. Bu çerçeve içinde, o insanın, talihini yenmeye kalkışmaktansa, öncelikle kendisine egemen olmaya çalış­ması gerektiğini, kişinin, yaşamı boyunca anlama yetisi ve kavrayışını geliştirmeye çalışarak, dünya düzenini değiştirmeye kal­kışmak yerine, kendi istek ve arzularını de­ğiştirme çabası vermesinin iyi olduğunu söylemiştir. Ahlaki seçim olgusu üzerinde duran Descartes, burada neyin bizim gücümüz dahilinde olup neyin olmadığını anla­manın büyük bir önem arz ettiğini söylemiş­tir. Ona göre, biz, gücümüz sınırları içinde kalan şeyleri gördükten sonra, gerçekten iyi olanla kötü olanı birbirinden ayırmalı ve iyi olduğuna hükmettiğimiz şeyleri gerçekleş­tirmeye çalışmalıyız.

Başka bir deyişle, insanın yaşamdaki amacının mutluluk olduğunu söyleyen Des­cartes’a göre, insana mutluluk veren şeyler iki türlüdür. Bunlardan birincisi, bilgelik, erdem ve ölçülülük gibi salt bize bağlı olan şeylerdir; ikincisi şan, şeref ve zenginlik gibi, doğrudan doğruya bize bağlı olmayan şeylerden meydana gelir. Tüm gücümüzü birinciler üzerinde yoğunlaştırmamız gerek­tiğini söyleyen Descartes, bu yolda kendile­rine uymanın bize yarar sağlayacağına inan­dığı üç kural vermiştir: 1- Kişinin, ne yapıp ne yapmaması gerektiğinin sağlam bilgisine ulaşmak için, elinden gelen her çabayı gös­termesi; 2- İnsanın aklın buyruklarını haya­ta geçirmesi için, kararlı olması, arzuların kışkırtıcılığına yenik düşmemesi; 3- Kişinin sahip olmadığı ve olamayacağı tüm iyileri, kendi gücünün sınırlarını aşan şeyler olarak görmesi ve onları istememeye çalışması ge­rekir.

Ayrıca bakınız

Socrates, Plato, Aristotales, Augustine of Hippo, Thomas Aquinas, Michel de Montaigne, Francis Bacon, René Descartes, Baruch Spinoza, George Berkeley, John Locke, David Hume, Jean-Jacques Rousseau, Immanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Arthur Schopenhauer, Søren Kierkegaard, Friedrich Nietzsche, Gottlob Frege, Bertrand Russell, Henri Bergson, Edmund Husserl, Ludwig Wittgenstein, Martin Heidegger, Jean-Paul Sartre, Theodor Adorno, Jacques Derrida, Willard van Orman Quine, Karl Popper.

Ek bilgi

Modern felsefenin ve analitik geometrinin kurucusu olan Descartes (1596 - 1650) için de, Bacon'da olduğu gibi, amaç doğayı egemenlik altına almaktır. Çünkü insan ancak o zaman mutlu olabilir. Fakat doğa, skolastiğin sağladığı bilgilerle egemenlik altına alınamaz. Böylece Descartes'ın da skolastiğin insanı yanlışa götürdüğünü düşündüğü anlaşılmaktadır. Ona göre, bunun iki nedeni vardır.

1-Skolastiğin kavramları açık ve seçik değildir. 2-Bu yöntem doğru bilgi elde etmeye uygun değildir.

Böylece Descartes yeni bir yönteme gereksinim olduğunu belirtir. Çünkü ona göre doğruyu yanlıştan ayırt etme gücü, yani akıl (sağduyu) eşit olarak dağıtılmıştır. O halde bu kadar yanlış bilginin kaynağı akıl olamaz. Böylece Descartes, insanların yanlışa düşmelerinin tek nedeninin doğru bir yönteme sahip olmamaları olduğu sonucunu çıkarır.

Bundan sonra yöntemini kurmaya çalışan Descartes, öncelikle bu konuda kendine nelerin yardımcı olacağını araştırır ve iki şeyin bulunduğuna karar verir: 1-Klasik mantık 2-Eskilerin kullandığı Analiz

Descartes, eskiden beri kullanmakta olan bu iki yöntemden klasik mantığın, bilinenleri başkalarına öğretmekte, genç zekaları çalıştırmakta ve onlara bir disiplin kazandırmakta yararlı olduğunu, ancak yeni bir bilgi elde etmekte işe yaramadığını belirtir. Çünkü ona göre, bu mantıkta biçim ve içerik ayrılmıştır. Oysa ki bilgide biçim ve içerik iç içedir.

Eskilerin kullandığı analize gelince, Descartes, Platon'dan beri eskilerin matematiğin en yalın bilim olduğunu ve diğer bilimlerin temelinde yer aldığını, fakat kendi dönemindeki matematiğin bu özellikten yoksun bulunduğunu belirtir. Bunun üzerine eskilerin matematik çalışmalarını incelemeye koyulur ve Papus'un Matematik Koleksiyonları adlı kitabında kanıtlamanın iki boyutundan söz edildiğini belirler. Bunlar analiz ve sentezdir.

Descartes bu iki yoldan analizin daha doğru olduğuna karar verir. Matematikle ilgili çalışmaları sonucunda da analitik geometriyi bulur. Burada esas olan bir cebir denkleminin bir geometrik şekille anlatılmasıdır. Descartes'ın bu önemli buluşundan sonra diğer önemli bir katkısı da geometri ile cebir arasında kurduğu paralelizmin aynı şekilde matematik ve diğer bilimler arasında da kurulabileceğini belirtmesidir. Çünkü ona göre her hangi bir bilimde bir şeyi bilmek demek aslında sayı ve ölçüden başka bir şey değildir. Bundan dolayı da bütün bilimlerde tek bir yöntem uygulamak olanaklıdır. Bu da matematiksel yöntemdir. Böylece ilk defa bütün bilimlerin yönteminin tek bir yöntem olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle Descartes'ın yöntemine evrensel matematik yöntem denmiştir.

Descartes bu yöntemini dört kuralla temellendirmiştir. 1-Apaçıklık Kuralı: Doğruluğu apaçık bilinmeyen hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemek, yani acele yargılara varmaktan ve ön yargılara saplanmaktan çekinmek, yargılarda ancak kendilerinden kuşkulanılmayacak derecede açık ve seçik olarak kavranılan şeyleri bulundurmak.

Bu kuralda dikkat çeken en önemli yön insanın bir konuyu araştırmaya başlarken, ön yargısız davranmasının gerekliliğidir. Bu ise oldukça zordur. Çünkü insan hem doğuştan getirdiği, hem de yaşamı boyunca edindiği pek çok ön yargıya sahiptir. Bunu aşmak ise çok zordur. Ancak Descartes bunun için yöntemsel kuşkuculuk'u önerir

Bu yöntemin esası, sağlam bir nokta buluncaya kadar sezişle apaçık olarak kavranılamayan her şeyden kuşku duymaktır. Bu yönüyle kuşkucuların yöntemlerinden tamamen farklı olan yöntemsel kuşkuculuk, Descartes'ın deyimiyle, gerçeği, yani kayayı bulmak için gevşek toprak ve kumu atmak amacına dayanır. Böylece elde edilen bilgi artık kendisinden kuşku duyulmayan, apaçık olarak kavranılan, doğruluğuna güvenilen bilgi olacaktır.

2-Analiz Kuralı: Bu kural incelenecek problemlerden her birini, olanaklar ölçüsünde ve daha iyi çözümlemek için gerektiği kadar parçalara ayırmayı belirtir, yani karmaşık ve karanlık olan önermelerden, basamak basamak daha yalın önermelere inmek ve daha sonra bu yalın önermelerden başlayarak daha karmaşıkların bilgisini elde etmektir.

3-Sıra Kuralı: En yalın ve bilinmesi en kolay şeylerden başlayarak, tıpkı basamak basamak bir merdivenden çıkar gibi, derece derece daha karmaşık olanların bilgisine yükselirken, doğaları gereği ard arda sıralanmayan şeyler arasında bile bir sıra olduğunu öngörerek düşünmeyi yürütmektir.

4-Sayış kuralı: Bu kural hiçbir şeyin unutulup atlanmadığından emin olmak için, her yönden tam sayış ve genel tekrar yapmayı belirtir. Burada dikkat edilmesi gereken dört nokta vardır. Sayışın sürekli, kesiksiz, yeter ve sıralı olması.

Descartes'ın bu analiz ağırlıklı, yöntemsel kuşkuculuğa dayanan yöntemi, felsefe için gerçekten çok yenidir. Bu anlamda o, modern felsefenin kurucusu kabul edilmiştir. Ancak onun bu başarısını bilimde de gösterdiğini söylemek zordur. Çünkü bilim anlayışında önemli yanlışlar vardır. Aslında bilimlere matematiğin uygulanabileceğini belirtmesi önemlidir. Örneğin fiziği matematiğe, daha doğrusu geometriye indirgemeye çalışması yanlıştır. Çünkü modern bilim anlayışında bilimlerin inceleme alanlarını geometrik nesnelere indirgemek, yani yalnızca yayılım olarak düşünmek olanaksızdır. Bundan dolayı da, Descartes'ın anladığı anlamda matematiksel yöntem bilimlerde başarıyla uygulanamaz.

Bilimin yöntemi ve kartezyen felsefe sistemiyle ünlü olan Descartes, aynı zamanda büyük bir matematikçidir. Cebirsel işlemleri geometriye uygulayarak analitik geometriyi kurmuştur. O zamana kadar geometri ve cebir problemleri kendi özel yöntemleri ile ayrı ayrı çözülmekteydi. Ancak Descartes, cebir ve geometri arasındaki bu mesafeyi ortadan kaldıran, cebiri geometriye uygulayan genel bir yöntem ileri sürdü. Descartes'ın bu yönteminin iki amacı vardı:

1. Cebirsel işlemlerle, geometriyi şekil kullanımından kurtarmak. 2. Cebir işlemlerine geometrik yorumlarla anlam kazandırmak. Descartes bu bağlamda, ilk defa koordinat geometrisi fikrini şekil de görüldüğü gibi ifade etti.

Buna göre, ox ve oy doğruları, o noktasında (orijinde) birbirlerini dik olarak keserler. Bu doğrular, aynı düzlemde bulunan bir P noktasının konumunu belirlemek için eksenler olarak kullanılır. P noktasının konumu, eksenler üzerinde OM=x ve PM=y uzaklıkları ile belirlenir. Yani P(x,y) noktasının tanımlanabilme koşulu x ve y gibi iki parametre yardımıyla sağlanmaktadır. x ve y uzaklıklarına P noktasının koordinatları denir. x ve y arasındaki farklı münasebetler aynı düzlemde farklı eğrilere tekabül eder. Böylece, eğer y, x ile orantılı olarak büyürse, yani y=kx olursa, bir doğru parçasını ve y=kx2 olursa, bir parabolü temsil eder. Bu tür denklemler cebirsel olarak çözülebilir ve bulunan neticeler geometrik olarak yorumlanabilir. Bu şekilde, daha önce çözülemeyen ya da çok güçlükle çözülebilen pek çok fizik probleminin çözümü bundan sonra (örneğin Newton'da) mümkün olmuştur.

Descartes bütün fiziğin bu şekilde geometrik ilişkilere indirgenebileceğini düşünerek, bütün evreni matematiksel olarak açıklamaya çalışmıştır.

Descartes fizik ve evrenbilimle de ilgilenmiş ve 1644 yılında yayımladığı Principia Philosophia (Felsefenin İlkeleri) adlı Latince yapıtında ileri sürmüş olduğu Çevrimler Kuramı ile Newton'dan önce evrenin yapısı ve işleyişine ilişkin mekanik bir açıklama getirmişti; bu yapıt, daha sonra Fransızca'ya çevrildi ve Avrupa düşüncesi üzerinde çok etkili oldu.

Aristotelesçi hareket düşüncesi, gezegenleri yöneten gücün, aynı zamanda onları ileriye doğru sürükleyen güç olduğunu benimsiyordu. Aslında Yunan Mitolojisi'ne, yani bir savaş arabası ile atlarla donanmış Apollon (Güneş) tasarımına dayanan bu inanç Hıristiyan Mitolojisi tarafından da benimsenmiş, ancak atların yerine meleklerin gücü geçirilmişti. Diğer taraftan 16. yüzyılın önde gelen gökbilimcilerinden Tycho Brahe ve yandaşları, Aristotelesçi Evren Kuramı'na sonradan eklenen ve gökcisimlerini taşıdıklarına inanılan saydam ve katı kürelerin bulunmadığını gözlemsel olarak kanıtlamışlar ve böylece büyük bir sorunun doğmasına sebebiyet vermişlerdi: Şayet gökcisimlerini saydam ve katı küreler taşımıyorsa, ne taşıyordu? Mekanik oluşumları, maddenin madde üzerindeki etkisiyle açıklamak gerektiğini düşünen Descartes, uzayın boş olmadığı görüşüyle birlikte, bir cismin devinebilmesi için gerekli olan kuvvetin başka bir cisim tarafından sağlanması gerektiği görüşünü de gelenekten almıştı; fakat artık atları ve melekleri kullanmıyordu. Bütün gezegenlerin, akışkan özdekle dolu bir uzayda oluşan çevrimlerin, yani girdapların veya hortumların merkezinde bulunduğunu savunuyordu. Bu çevrimlerin dönüşü, merkezlerinin yakınında çok hızlıydı ve gezegenlerin eksenleri çevresinde dönmelerini sağlıyordu. Çevrimlerin dış kısımları ise, gezegenlerin sahip oldukları uyduları dolandırıyordu. Yerel gezegensel çevrimler, merkezinde Güneş'in bulunduğu daha geniş bir çevrimin içine oturmuştu; öyle ki bu çevrim, gezegenleriyle birlikte diğer çevrimlerin düzenli bir biçimde Güneş'in çevresinde dolanmasını sağlıyordu.

Bu kuram çok akıllıca ve ilk bakışta çok çekiciydi; çünkü başka olguların yanında Yersel dönüş sırasında neden güçlü hava akımlarının oluşmadığını ve küçük cisimlerin neden Yersel çevrim merkezine doğru gittiklerini veya düştüklerini açıklayabiliyordu.

Bir varsayım, öndeyilerinin doğruluğu ile yargılanmalı ve değerlendirilmelidir. Descartes'ın varsayımının güçsüzlüğü, matematiksel olarak işlenememesi ve bu nedenle yeterli düzeyde denetlenememesi ve sorgulanamamasından kaynaklanıyordu; ama matematiksel olarak gösterilemediği için denetlenmesi ve sınanması olanaksızdı. Akışkanların devinimine ilişkin sorunlar, 17. yüzyıl matematiğinin dışında kalıyordu. Descartes'ın varsayımından yararlanarak, Güneş'e daha yakın olan gezegenlerin daha hızlı hareket etmeleri gerektiğini öngörmek olanaklıydı; fakat gezegenlerin uzaklıkları ile dolanım süreleri, yani periyotları ararsında bulunması gereken kesin ilişkiyi ve bağlantıyı öngörmek olanaksızdı. Ayrıca, karmaşık bir çevrimler dizgesinde, bir gezegenin çizdiği yörüngenin biçimini öngörmek de mümkün değildi. Gezegen devinimlerine ilişkin yasalar, Kepler tarafından matematiksel bir kesinlikle ortaya konulmuştu ve artık Kepler Yasaları'nın kendisinden çıkarsanacağı doyurucu bir mekanik kurama gereksinim duyulmaktaydı; bulanık ve niteliksel bir biçimde gezegen devinimlerinin temel özellikleriyle ilgilenen kuramlar, artık ömürlerini tamamlamışlardı.

Rene Descartes

İngilizce Rene Descartes kelimelerinin İspanyolca karşılığı.
s. Rene Descartes (1596-1650), filósofo y matemático francés fundador del racionalismo

Rene Descartes

İngilizce Rene Descartes kelimelerinin Almanca karşılığı.
n. Rene Descartes (1596-1650), französischer Philosoph Mathematiker und Gründer des modernen Rationalismus

Rene Descartes

İngilizce Rene Descartes kelimelerinin İtalyanca karşılığı.
s. Cartesio, (1596-1650) filosofo e matematico francese fondatore del razionalismo moderno

Rene Descartes

İngilizce Rene Descartes kelimelerinin Portekizce karşılığı.
s. Rene Descartes (1596-1650), filósofo e matemático francês fundador do racionalismo moderno

Rene Descartes

İngilizce Rene Descartes kelimelerinin Flemenkçe karşılığı.
zn. Rene Descartes (1596-1650) Franse filosoof en wiskundige en uitvinder van het huidige rationalisme

Rene Descartes

n. (1596-1650) French philosopher and mathematician and the founder of modern rationalism n. Rene Descartes (1596-1650), French philosopher and mathematician and the founder of modern rationalism

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Rene Descartes Resimleri

René Descartes
2 yıl önce

René Descartes (Fransızca: [ʁəne dekaʁt]; Latinceleştirilmiş: Renatus Cartesius; sıfat hali: Kartezyen, d. 31 Mart 1596 – ö. 11 Şubat 1650), Fransız filozof...

Renİ© Descartes, Yeni Çağ, Akılcılık, Kilise, Analitik geometri, İklim, Spinoza, Leibniz, Kant, Hume, Locke
Töz
2 yıl önce

bulunduğunu varsıyıyoruz, işte bu ortak desteğe töz adını veriyoruz." Rene Descartes da şöyle demektedir: "Tözü düşündüğüm zaman var olmak için kendinden...

Töz, Bilim, Diyalektik, Felsefe Portalı, John Locke, Rene Descartes, Özdek, Baruh Sipinoza
Altın üçgen
2 yıl önce

köşelerinden geçecek şekilde bir logaritmik spiral çizilebilir. Spiral, Rene Descartes tarafından adlandırıldığı şekliyle, eşaçılı spiral olarak da bilinir...

Ontoloji
2 yıl önce

Mattire'dir Descartes'e göre iki cevher vardır ve bunlar ruh ve maddedir. Ona göre ruh düşünen madde ise yer kaplayan cevherdir. Descartes'in görüşünü benimseyenlere...

Ontoloji, Aristoteles, Filozof, Marka, Mühendislik, Pazarlama, Satış, Varlık, Varoluş, Yazılım Mühendisliği, Ontoloji savaş
Fizik Tarihi
2 yıl önce

filozof olan Rene Descartes felsefi bilgiler arasındaki bağlantıyı iyi kuran ve yorumlama gücü yüksek bilgin bir filozoftur. Descartes gündemdeki konuları...

Aydınlanma çağı
2 yıl önce

hareketleridir. Aydınlanmanın ilk temsilcileri olarak genellikle René Descartes ve Gottfried Wilhelm Leibniz kabul edilir. Almanya'da Johann Gottfried...

Aydınlanma Çağı, Aydınlanma Çağı
Gottfried Leibniz
2 yıl önce

bir algıyla büyük olasılıkla tanrının yaratılmış olduğudur. Leibniz, Rene Descartes ve Baruch Spinoza ile beraber rasyonalizmin 17. yüzyıldaki en büyük...

Gottfried Leibniz, 14 Kasım, 1646, 17. yüzyıl felsefesi, 1831, 1 Temmuz, Almanya, Aristoteles, Aydınlanma Çağı, Batı felsefesi, Bertrand Russell
Fransız edebiyatı
2 yıl önce

Fransız Klasik nazımının en üstün örneklerini verdikleri düsünülür. Rene Descartes, dahan sonraki Fransız felsefesi ve stetigini biçimlendirmede temel...

Fransız edebiyatı, Fransız edebiyatı