Dresden ve Bremen
" target="_blank"> (51 x 36 cm) özel kolleksiyon] Paula Becker'in Dresden'de geçirdiği yaşamının ilk on iki yılı hakkında çok fazla bilgi yoktur. Ancak on yaşında iken başından geçirdiği dramatik bir kazanın izlerine rastlanır. Paula, iki kuzini Cora ve Maidli Parizot ile bir kumtaşı ocağının tünellerinde oynarken göçük altında kalırlar. Paula ile Maidli zamanında göçükten kurtulurlar ama on bir yaşındaki Cora Parizot yıkıntılar altında kalır ve boğularak ölür. Çok sonraları Rainer Maria Rilke'ye yazdığı bir mektupta Paula Modersohn-Becker bu olaydan çok etkilendiğini belirtir. Yaşamını kaleme alan Lieselotte von Renken'e göre bu olay ressamın kariyerini seçme yolundaki kararlılığının temelini oluşturmaktadır. Carl Woldemar Becker 1888 yılında Bremen şehrinde inşaat alanında bir göreve atanır ve aile Dresden'den ayrılır. Özellikle bu dönemde çok parlak bir kültürel atmosfere sahip olan Bremen şehrinde Paula'nın annesi sanat çevrelerinde çok yakın arkadaşlıklar kurar ve Becker ailesi sanatçılarla çok yakın ilişki içine girer.İngiltere ve ilk desen dersleri
Paula Becker, ailesi tarafında 1892 yazının başında dil öğrenmesi için İngiltere'ye gönderilir. Londra yakınlarında yaşayan üvey halasının yanına hem İngilizce hem de ev idaresini öğrenmek için gider. Eniştesinin desteğiyle sanat dersleri de alır. Kroki üzerine birkaç dersten sonra özel bir Güzel Sanatlar okuluna gitmeye başlar. Günde altı saat geçirdiği bu okulda desen tekniklerine giriş yapar. Bu dersler kısa süre sonra sona erer çünkü ailesi tarafından bir yıllığına gönderilmiş olsa da yurt özlemi, aile hasreti ve halasının katı disiplini nedeniyle Paula altı ay gibi bir süre sonra Almanya'ya geri döner.Öğretmen okulu
" target="_blank"> (45,3 x 66,2 cm) Özel kolleksiyon] Babasının üzerindeki etkisi ve ona duyduğu saygıdan ötürü Paula Becker 1893 yılından itibaren Bremen'de bir öğretmen okuluna gitmeye başlar. İstemeye istemeye en büyük ablasının yolundan giderek bu okula devam eder. Yine de bu okula devam etmeyi kabul etmesinden ötürü babasını resim dersleri almaya razı eder. Resim derslerini ressam Bernhard Wiegandt'ın evinde alır ve ilk defa gerçek modellerle çalışma fırsatı bulur. Bu döneme ait erkek ve kızkardeşlerinin portreleri ve 1893 yılında gerçekleştirdiği ilk otoportresini bulunur. Sanatsal aktivitelerine rağmen okulunu başarı ile bitirerek 1895 Eylül ayında öğretmen diplomasını alır. Paula Becker 1893 yılının başında ilk defa Kuntshalle Bremen'de Fritz Mackensen, Otto Modersohn, Fritz Overbeck, Hans am Ende ve Heinrich Vogeler'in verdiği resim sergisi ile Worpswede sanat çevresinin eserleri ile tanışır. Genç kadın bundan etkilenmiş olsa da günlüğünde özellikle çok etkilendiğini belirtmemiştir. Yine de günlüğüne sonradan eşi olacak Otto Modersohn'un bir fundalık peyzajına çok özel bir tat veren garip renklerle bezenmiş bir resmini çok beğendiğini yazar.Berlin'de resim kursu
Paula, annesinin ailesi sayesinde 1896 yılının başında Berlinli Sanatçılar Birliği'nde (Verein der Berliner Künstlerinnen) altı hafta boyunca desen ve resim kursu almak için Berlin'e gidebildi. Bu resim okulu o dönemde çok gözönündeydi, on bir yıl önce Käthe Kollwitz sanat kariyerine başlangıcını aynı okulda yapmıştı. O dönemde Güzel Sanatlar Akademilerine kabul edilmeyen kadınlar için bu tarz birliklerin varlığı bir gereklilikti. Paula, annesinin eğitim masraflarında indirim alması sayesinde başlangıçta öngörülen altı haftadan daha fazla eğitimine devam edebildi. Hatta Mathilde Becker, kızının eğitim masraflarını ödeyebilmek için evine bir pansiyoner bile almıştır. Öte yandan Paula'nın dayısı Wulf von Bültzingslöwen ve yengesi Cora Paula'yı evlerine kabul etmişlerdi. Berlin'de profesyonel modeller ile yapılan eğitim desene büyük bir önem vermekteydi. Kurslara yalnızca desen konusunda önceden belirli bir ustalığa erişmiş olan adaylar kabul edilmekteydi. Bu dönemden Paula tarafından çizilmiş birçok nü deseni günümüze kadar gelebilmiştir. Çizgiler genel kural olarak çok belirgindir ve kaçınılmaz ışık gölge tekniği göze çarpar. 1897 yılında Paula ilk defa olarak Jeanne Bauck'un sınıfına kabul edilir. Günümüzde unutlmuş olan bu sanatçı öğrencisi üzerinde derin bir etki bırakır ve daha sonra Paris'te bir müddet yaşaması gerektiğine Paula'yı ikna eder. Berlin'de kaldığı süre boyunca Paula müze koridorlarında uzun süre dolaşır. Kendinden yetmiş yıl önce doruğuna ulaşmış Nazarene hareketi sanatçıları kadar Alman ve İtalyan Rönesans ressamlarının tablolarını diğer eserlerden çok daha fazla seviyordu. Özellikle değer verdiği ressamlar arasında Albrecht Dürer, Lucas Cranach, Hans Holbein l'Ancien, Le Titien, Botticelli ve Leonardo da Vinci sayılabilir. Dolayısıyla Paula'nın tercihi sarih formlar çizen ve belirgin çizgilere sahip olan ressamlardan yanadır denilebilir. Worpswede ve ParisWorpswede'ye gidiş
" target="_blank"> / 1902 (35,7 x 35,7 cm), özel kolleksiyon] Anne ve babasının yirmi beşinci evlilik yıldönümü nedeniyle Becker ailesi 1897 yazında Bremen'in yakınlarında bulunan küçük Worpswede köyünü ziyarete gitti. Paula Becker köyün kendine has özelliğinden, manzaranın içerdiği renklerin çeşitliliğinden ve özellikle de birkaç yıl önce orada kurulan "sanatçı kolonisi"den (Künstlerkolonie) çok etkilendi. Sonbahardan önce bir arkadaşıyla ressamlar ile görüşmek ve çevreyi daha dikkatli incelemek için bir kere daha ziyaret etti. 1898 Ocak ayında miras olarak kendine kalan 600 mark ile kuzenleri Arthur ve Greta Becker tarafından ödenen eğitim ücretlerinin bir kısmını geri ödeyebildi ve ailesi ile anlaşarak Worpswede'ye gitmeye karar verdi. Başlangıçta kısa süreli bir tatil için köyde kalması düşünülmüştü. Mathilde Becker yalnızca iki hafta için Fritz Mackensen'in resim ve desen kurslarına katılmasını ve sonbaharda Paris'e giderek bebek bakıcılığı yapmasını planlamıştı.Mackensen'in kursuna girebilmeyi de babasının nüfuzuna borçludur. Ailenin aldığı tüm bu önlemlere rağmen, 1898 Eylül ayında Paula Becker Worpswede'ye giderken orada daha uzun süre kalmayı ve profesyonel bir ressam olmayı aklına koymuştu.Worpswede sanatçı kolonisi
Worpswede'ye 1889 yılında yerleşen sanatçılar büyük sanat akademilerinden bağımsız olduklarını belirtiyorlardı. Büyük bir çoğunluğu, birkaç yıl önce Wilhelm von Schadow tarafından meşhur edilmiş olan Düsseldorf Güzel Sanatlar Akademisi'nin eski öğrencileriydi. 20. yüzyılın birçok genç sanatçısı gibi resmi kurumların sanat görüşünü ve eski ustaları eleştiriyorlardı. Worpswede'ye sembolik olarak çekilmeleri daha önceden Théodore Rousseau ve Barbizon ekolünün yaptığı gibi eserlerinde doğaya yer vererek doğanın yeniden sanat içinde önemli bir konuma gelmesi isteklerinden kaynaklanıyordu. Worpswede ressamları sanatlarını doğanın ortasında, yapaylıktan uzak ve en basit şekliyle gerçekleştirerek uygarlık tarafından bozulmamış ve hala özgün saflığına sahip olan köylüleri eserlerinde yansıtmak istiyorlardı. Hekeltraş olmak isteyen ve Mackensen'den desen ve model dersleri alan genç bir kadın olan Clara Westhoff ile Paula Becker arasında yavaş yavaş büyük bir dostluk doğdu. Başlangıçta Paula Worpswede resamlarına karşı çekingen davrandıysa da 1899 Martından itibaren özellikle sonradan kocası olacak Otto Modersohn ve Heinrich Vogeler ile arkadaşlığını ilerletmeye başladı. Onların gözetiminde Paula 1899 yazında birçok gravür çalışması yaptı. Bu tarzın katı disiplini ve gravür teknikleri kullanma kısıtları Paula'nın pek hoşuna gitmemişti. Fritz Mackensen'in verdiği dersler başlangıçta Paula'nın yeteneğinin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Yine de 1898'in sonundan itibaren Paula bu ustanın kendisi için olmadığı hissine kapılmıştır. Gittikçe şekilleri ve renkleri basitleştirme yönünde gelişen kendi stili Worpswede'de pek ilgi görmemiştir. Öte yandan 1899 yılından itibaren katıldığı sergilerde aldığı acımasız eleştiriler resimlerinin Alman kültürünün gelişiminde marjinal kaldığına Paula'yı inandırmıştı. Sergilediği iki eser hakkında 20 Aralık 1899 tarihli Weser-Zeitung gazetesinde şu eleştiriyi okuyabiliriz:« Bu çalışmayı değerlendirebilmek için saf bir dil yeterki olmuyor ve saf olmayan bir kullanmayı reddediyoruz. Diyelim ki aynı derecede bir sanatsal aktivite tiyatro ya da müzik alanında gerçekleştirilmiş olsa ve sahneye ya da konser salonuna çıkma küstahlığını göstermiş olsa ıslık sesleri ve yuhalamalar bu bayağılığa anında son verdirirdi. »Max Slevogt, Lovis Corinth, Max Liebermann ya da Wilhelm Leibl gibi sanatçılar Münih ve Berlin'de tanınmaya başlamıştı ancak Almanya'da hala resim salonları ve akademilerinin üstünlüğü geçerliliğini koruyordu. Yeniliklere açıklığı ile Paris sanat alanında ortaya çıkıyordu. Bu nedenle Berlin'de kaldığından beri Paula'nın Fransa'nın başkentine gitmeyi arzulaması çok şaşırtıcı değildir.