Tarihçe
Paris Üniversitesinde, Kilise hukuku, Tıp ve güzel sanatlar fakültesi bulunuyordu. 5 yıl öğrenim gördükten sonra öğrenciler sözlü sınava tabi tutuluyorlardı. Sınavın sonunda “Determinatio” denilen bir konuyu muhtelif açılardan ele alarak savunma zarureti bulunan sınavı başarıyla bitirenlerin “Bacalori” unvanı veriliyordu. Öğrenim pahalıydı. Öğrenciler kiraladıkları evlerde veya hayır kurumları tarafından tesis edilen yurtlarda kalıyorlardı.Paris üniversitesi kendisinin tanrı tarafından yeryüzüne indirilmiş ilahi bilginin merkezi sayıyordu. Paris üniversitesinin kurulmasında Papa, kraldan daha fazla gayret sarf etmiştir. Buraya Avrupa’nın her tarafından öğrenci gelmekteydi.
Paris Üniversitesi’nin çekirdeğini Chartles okullarında yetişmiş olan elemanlar teşkil ediyordu. Onlar Arapçadan, Latinceye yapılan tercümeler sonucunda Aristoteles’i yakında tanıma imkanı bulmuştur. Bu sebeple üniversitenin kuruluşundan kısa bir süre sonra Aristoteles’in yanı sıra Kindi, Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşt gibi İslam düşünürlerinin fikirleri yayılmaya başladı. Böylece kilise tarafından kabul edilen klasik eğitim sisteminin ana unsuru olan yedi Hür Sanat’ın yanı sıra Fizik, Metafizik ve Ahlak gibi disiplinlerde öğretim programına girdi. Ortaçağ üniversitelerinin en meşhur ve en eski üniversitesi Paris üniversitesidir. Burada Aristoteles’ten ve onun Müslüman şarihlerinden tercümeler görülmekteydi.13. yy başlarında Paris’te İslam felsefecilerinin münakaşa ettikleri meselelere çok benzeyen konularda, çeşitli ihtilaflar görünmekle birlikte bunlar gerçekte İslam felsefesinden değil başka kaynaklardan geliyordu. İslam ilim ve felsefesinin batıya geçişinde kaynak eserlerin yasak edilmiş olması dolayısıyla tercüme ve nakiller konusunda Paris okulunun pek fazla bir katkısının olduğu söylenemez. Paris ortaçağ Latin kültüründe önemli meselelerin ele alındığı bir kültür merkezi haline gelecektir.
Paris üniversitesini Batı Hıristiyan aleminin efsanevi dinsel merkezi olarak diğerlerinden ayrı tutmak gerekir. Paris üniversitesi gerek ilk üniversitelerden biri olması gerekse yapısal olarak üniversitelerin özerkleşme girişimlerini bünyesinde barındırması açısından dikkati çekmektedir. Bu üniversitede öğrenci ve öğretim üyelerinin birlikte örgütlendikleri bir yapı söz konusuydu.
Bağımsız bilim ve düşünce anlayışının en canlı temsilcileri İbni rüştçüler Paris üniversitesinin özellikle sanatlar fakültesinin kürsülerini ellerine geçirmişlerdi. Serbest düşünceye karşı kilisenin kontrolünde ve emrinde bilim ve düşünceye taraftar olanlar ise aydın kitlelerin gözünde arka planda kalmışlardı.
Paris üniversitesinin gerçek kurucusu papa 3. Innocentius’tu ve bu kurumu yönlendirerek ve yöneterek daha sonraki gelişmesini sağlayan Innocent’in halefleri ve hepsinden önce Papa IX Gregorios olmuştur. Paris üniversitesi papaların müdahalesi olmadan kurulmuştu. Fakat papalığın net bir şekilde belirlenmiş dinsel amaçlarını ve aktif müdahalelerini göz önünde bulundurmazsak ortaçağ üniversiteleri arasında ona bu özel konumu sağlayan şeyi anlamamız imkansız olur. Bu üniversite sürekli olarak iki zıt eğilim arasında kalmıştı; ki bu eğilimlerden biri bu üniversiteyi çıkar gütmeden tamamen bilimsel bir eğitim merkezine dönüştürme niyetindeydi. Diğeri ise bu eğitimleri dinsel gayelere bağlı kılma peşindeydi ve bunun gerçek bir entelektüel teokrasinin hizmetine sunmak istiyordu.