Osmanlı Dönemi`nden beri ilgi çeken bir yerleşim merkezidir. Zamanında padişahların sayfiye yeri olmuş. Gizli doğal hazineleriyle ihtişamlı sarayları taçlandırmış. Tarih boyunca ard arda gelen yangınlarla bir dönem gözden düşmüş, bir dönem tekrar göze girmiş. Ama her şeye rağmen “karizmasını” hiç yitirmemiş. Belki de deniz kenarına, Boğaz`ın en fiyakalı noktasına taht kurmasından. Sözünü ettiğimiz “karizma” sadece yön değiştirmiş, çağa ayak uydurmuş. İstanbul “aristokrasi”sinden, İstanbul “entelijensiya”sına kaymış...
Bugün Çırağan Sarayı, Kabataş Erkek Lisesi, Princess Oteli gibi yapıları, cami-kilise-sinagog üçgeninde yer alan Ortaköy Çarşısı, çarşının içindeki seyyar “entel pazarı”, hediyelik eşya dükkanları, kafeleri, barları ve restoranlarıyla günün her saati canlı Ortaköy. Ama sabahın erken saatlerinde biraz mahmur. Hareket saat 10.00`dan sonra başlıyor...
Sahile inen yoldaki kumpirciler ve gözlemeciler hareketleniyor. Kafeler canlanıyor. Turistik yerlere özgü, üzerinde mönülerin yer aldığı tabelalar dükkanların önüne çıkıyor. Garsonlar, müşteriyi yandaki kafeye kaptırmamak için hareketleniyor. Hatta çoğu zaman işi ileri götürüp sokaktan geçenlerin yolunu kesiyor. Çünkü yanyana dizilen bu kafelerde ortam kadar yemekler de neredeyse aynı.
Ortaköy`ün en büyük sorunu trafiği, bir de park problemi. Trafik Vakfı`na ait olan otoparka ek olarak birkaç tane de özel otoparkı var. Ama özellikle pazar günleri hiçbiri ihtiyacı karşılamıyor. Trafikte kaybedilen zaman uzadıkça uzuyor. Bu durumdan en çok şikayetçi olanlar da şüphesiz son dönemlerde semtin içlerinde inşa edilen lüks sitelerin sakinleri.
Ortaköy`ün müdavimleri arasında bir grup da motor tutkunları. Girişteki Harley Davidson onların mekanı. Denize nazır çay bahçeleri ise küçük-büyük herkesin tercih ettiği mekanlardır