Mete, Tuman Yabgu’nun büyük oğlu olduğu için, Hun veliahtı idi. Ancak, Mete’nin üvey annesi, kendi oğlunu Hun hükümdarı yapmak için Tuman Yabgu’yu kandırdı. O çağlarda Orta Asya’da güçlü kavimler, karşılıklı olarak birbirlerine, zayıf kavimler de güçlü kavimlere rehineler gönderirlerdi. Bu bir nevi saldırmazlık antlaşmasıydı. Tuman da oğlu Mete’yi batı komşusu Yüeçiler’e rehine olarak gönderdi. Sonra misilleme yoluyla oğlunun Yüeçiler tarafından öldürülmesi düşüncesiyle, aniden bu güçlü komşularına savaş ilan etti. Fakat, Mete, Yüeçilerin elinden kurtulmayı ve babasının yanına dönmeyi başardı. Tuman, ona on bin kişilik bir birlik verdi. Mete, demir disiplin altında eğittiği bu tümene, bir sürek avı sırasında babasını öldürterek tahta geçti (M.Ö. 209).
Mete, kendisine rakip olabilecek kişilerden kurtulduktan ve devlet içerisinde asayişi sağladıktan sonra, tahta çıkış törenini icra ettirerek “Şanyu” unvanını aldı. Hun tahtına genç ve tecrübesiz bir hakanın çıktığını gören Moğol Tung-hu’lar, bu fırsattan istifade etmek istediler. Mete’den, önce hızlı koşan atını ve sonra da hanımlarından birini istediler. Mete, devlet adamlarının karşı çıkmasına rağmen, bu istekleri yerine getirdi. Tung-hu hükümdarı, bu defa da iki devlet arasında boş bulunan toprak parçasının kendisine verilmesini istedi. Mete, bu talebi de Devlet Meclisinde müşahede ettirdi. Bazı üyeler, at ve kadın verilmişken böyle bir toprak parçasının önemi olmayacağını söyleyerek, vermeye razı oldular. Fakat Mete, toprağın devletin esası olduğunu, topraksız devlet olamayacağını söyleyerek, verelim, diyenlerin başlarını vurdurdu. Kararlı bir şekilde ordusunu alarak doğuya doğru sefere çıktı. Tung-hu’ları müthiş bir yenilgiye uğrattı. Reislerini öldürdü. Moğol Tung-hu’ların bir daha kendilerine gelemediği bu zaferden sonra, Hun sınırları doğuda Moğolistan’ın doğusuna kadar genişledi.
Mete, ikinci seferini, Hunluları iktisadi yönden güçlendirmek için; Doğu’yu Batı’ya bağlayan İpek Yolu’nu elde etme gayesiyle Yüeçiler üzerine yaptı ve onları yendi. Hakimiyetini kuvvetlendirmek için Türk kabilelerini tek bayrak altında birleştirmeye teşebbüs edip, muvaffak oldu.
M.Ö. 201’de Hun Devletini iyice kuvvetlendirince, üç yüz bin atlı ile Doğu komşusu Çin’e sefer açtı. Çin İmparatorunu Bağ Teng Dağında kuşattı. Atları, Türklerin dört renk, dört yön usulünce cepheye alıp; yağızları (kara) kuzeye, doruları (al, kırmızı) güneye, bozları batıya, kırları doğuya yerleştirdi. Çinliler, sayıca Hunlardan çok fazla olduklarından kesin netice alınamadı. Hatununun “Çin alınamaz, alınsa bile idare edilemez” sözü üzerine, diplomatik münasebetlerde bulundu. Çin İmparatoru ile anlaşıp, kuşatmayı kaldırdı. M.Ö. 198 yılındaki Türk-Çin Antlaşması süresiz olup, Çin Seddi hudut kesilerek, Çin haraca bağlandı. Mete, düşmanları olan Moğollar ile Çinlileri mağlup ederek, hudutları emniyet altına aldıktan sonra, Türkleri iktisadi yönden güçlendirmek istedi. Türkistan’daki büyük ticaret ve tarım merkezlerine hakim oldu. Türkleri, siyasi yönden birleştirip, bir bayrak altında topladı. Hun Devletini teşkilatlandırdı. Türk ordusunu onlu sisteme göre, onlu, yüzlü, binli, on binli bölümlere ayırarak, onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı, rütbelerinde kumandanlar tayin etti. Hudutların emniyetini sağlayıp, fetihlerinin yanında devleti de teşkilatlandırdıktan sonra; Milattan önce 174 yılında öldü. Yerine, Çin kaynaklarında adı “Ki-yo” olarak bilinen oğlu, Gökhan geçti.