Öteki kastlardan olan bireyler önünde nasıl davranılacağını belirleyen kesin kuralların konması da, bu tür karşılaşmaların ve ilişkilerin sık olduğu durumlar için zorunlu olmuştur. Bir toplumun tümü bu ilkelere göre örgütlenince, herhangi bir yabancılar topluluğu ya da o toplumun içine zorla giren bir grup, kendiliğinden yeni bir kast oluşturacaktır; çünkü halkın öteki bölümlerinin iş, yemek ve evlenmeye gelince başkalarına kapalı olması, onları ister istemez kendi başlarına bırakacaktır.
Büyük bir kast, bir kavga sonunda ya da yalnızca zamanla ve bazı grupların başka yerlere gitmeleriyle kolaylıkla daha küçük gruplara bölünebilir. Yeni meslekler çevresinde yeni kastlar oluşabilir. Serseriler ve yerinden yurdundan edilmiş, toplumda kendilerine yeni bir yer edinen kişiler, komşularının kast davranışlarıyla belirlenmiş alışkanlıkları tarafından, kendiliğinden birbirleriyle yemek yiyip birbirleriyle evlenmeye itilirler.
Hindistan'ın bu çizgilere göre nasıl ve ne zaman örgütlendiği açık değildir. Belki İndüs uygarlığı bile kast ilkesine benzeyen bir örgütlenme üzerine kurulmuştu. Belki sonraki dönemlerin Hindistan kast sisteminin temelinde, Aryan istilacılarla onların saldırdıkları koyu derili halk arasındaki nefret yatmaktadır. Kastların kökeni, Hint duygu ve düşünüşünün üç özelliği sonraki dönemlerin kast ilkesini ayakta tutmak için harekete geçirilmişti. Bunlardan biri törensel arınma düşüncesiydi. Daha aşağı, murdar bir kastın üyesine değerek kendisini kirletme korkusu, Brahmanlara ve piramitin tepesine yakın olan öteki kastların bireylerine, aşağı kastların insanlarıyla ilişkilerini sınırlama yolunda güçlü nedenler sağladı.
Piramitin tabanında bulunan yoksul olan ve küçük görülen halkın da kasta sarılması için güçlü nedenleri vardı. Piramitin en altındakiler, en zavallılar dışında herkes, tepeden bakacağı birini bulabilirdi ve bu, sistemin oldukça önemli bir psikolojik özelliğiydi. Ayrıca en aşağı görülen kastlar, genellikle ilkel orman yaşamından yeni gelmiş gruplardan oluşmuştu. Bunlar, geçmişleri ve kastları birbirlerinden farklı olan insanların yan yana bulundukları kent ya da karma köyler yaşamında bile, doğal olarak kendi geleneklerini ve alışkanlıklarını sürdürmeye çalıştılar.
Öteki uygar toplumlar, genellikle yeni gelenleri kendilerine özgü göreneklerini bırakmaya ikna ettiler ya da zorladılar ve onları birkaç kuşak içinde uygar topluluk halkı içinde özümlediler. Bunun tersine, Hindistan'da bu tür gruplar, kendi geleneklerini kast yapısı içinde kuşaktan kuşağa sürdürerek farklı benliklerini hemen her zaman koruyabildiler.
Kast ilkesini ayakta tutan üçüncü etmen, kuramsal bir öğe olan reenkarnasyon ile "varna" (anlamı renk) öğretisiydi. Varna öğretisi tüm insanların doğuştan şu dört kasta ayrıldığını savunur:
- Dua eden Brahmanlar
- savaşan Ksatriyalar
- çalışan Vaisyalar
- kirli işleri gören Sudralar
Resmi öğreti ilk üçünü Aryan kökenli kastlar, dördüncüsünü kökeni Aryan olmayan kast olarak sınıflandırdı ve üstte Brahmanlar'dan altta Sudralar'a kadar uzanan kast basamaklarına büyük önem yükledi. Gerçek durum, hiçbir zaman bu kurama uymadı. Brahman öğretisinin tanıdığı dört kast yerine, gerçek yaşamda yüzlerce, belki binlerce kast vardı. Reenkarnasyon öğretisi varna öğretisiyle birleştirilince, görünüşteki adaletsizlik ve anormallikler ortadan kalktı.
Gerçekten, reenkarnasyon öğretisi, kastı, babadan oğula geçen ve ruhları daha önceki yaşamlarında yaptıklarından dolayı ödüllendirme ya da cezalandırma amacıyla yaratılmış tanrısal bir kurum gibi göstermekle, sisteme mantıksal bir açıklama ve haklı gösterme olanağı sağladı. Bu kuram, kuşkusuz bulanık gerçekliğin belirginleşmesine yardımcı oldu. Aşağı bir kastta doğan, kusursuz yaşam süren bir kişi, dünyaya bir dahaki gelişinde merdivenin daha yüksek basamaklarına çıkacağına inandı. Tersine, kastına uygun davranışlarda bulunmayan yüksek kasttan biri, daha aşağı bir kastta yeniden doğacağına inanabildi. Bir kişi, eğer davranışlarıyla böyle bir cezayı hak etmişse, ruhunun bir kurtçuğun ya da bir bok böceğinin bedenine girmesi tehlikesiyle karşı karşıya bile kalabilirdi.
Kast sisteminin eski Hindistan'da bugünkü biçimiyle görülmediği kesin. Gene de günümüzün kastları, en eski kayıtlar kadar eski olan toplumsal örgütlenme biçimlerinden gelmiş kurumlardır. Örneğin, eski Budist öykülerde, insanlara kastına göre yöneltilen farklı davranışlar çevresinde dönen birçok olaydan söz edilir. Rig Veda'nın ve öteki eski yazıların bazı parçalarında kast benzeri uygulamaların ve tutumların belirtileri vardır. En azından, günümüzün kast örgütlü toplumunu geliştirecek tohumların M.Ö. 500'de Hindistan topraklarında gür bir biçimde filizlenmiş olduğuna inanabiliriz.
Kast, siyasal yönetimin ve ülke ilkesine dayalı yönetimin önemini azalttı. Herkes kendini, her şeyden önce ve her şeyden çok kastının bir üyesi olarak gördü. Ancak bir kast, genellikle, hem kesin bir iç yönetimden hem de belli ülke sınırlarından yoksundu. Bunun yerine, belli bir kastın bireyleri, birbirlerini kirletmemek için alınmış önlemlere uyarak öteki kastların insanlarına karıştılar. Hiçbir kral ya da yönetici, kendilerini bir devletin uyruğu olmaktan çok bir kastın üyesi olarak gören halktan yalnızca kendisine bağlılık göstermesini isteyemez.
Gerçekten tüm sıradan kast üyelerinin, yöneticileri, memurları, askerleri ve vergi memurlarını, fırsat bulundukça atlatılacak, ancak gerekli görüldükçe buyruklarına uyulacak baş belaları gibi görmüş olmaları akla yakındır. Hint devletlerinin çoğunda görülen dayanıksızlık büyük ölçüde bu durumdan doğdu. Savaş ve hükümet hakkında şaşırtıcı bir bilgi yokluğu, tüm eski Hindistan tarihinin özelliğidir; bu da belki, Hindistan halklarının devlete ve politikaya karşı tipik coşkusuz tulumlarının bir yansımasıdır.
Kast, aynı zamanda, Hint uygarlığının yeni grupları sınırları içine almasını kolaylaştırdı. Gelmeleriyle, ülkenin sayısız kastlarına bir yenisi olarak katılmış olan yeni grupların, daha önceki gelenek ve göreneklerinde herhangi bir köklü uyarlama yapmaları gerekmedi. Bununla bağlantılı olarak, kendilerini yabancılar arasında yaşamanın gereklerine uydurmakla birlikte, kast kurumu aracılığıyla ilkel atalarının büyü törenlerini, muskalarını ve düşünce alışkanlıklarını koruyan halklarca sürdürülen çok ilkel ve çok eski düşünce ve davranış kalıpları Hint toplumunun dokusu içinde yarı gizlenmiş olarak kaldı.