`ın bir resminde görülüyor] Ancak Renoir`in, bütün bu çeşitli elemanları tutarlı ve özgün bir bütün halinde bir senteze kovuşturarak gerçek olgunluğa erişmesi, sesin sinemaya gelişyle oldu. Bir Feydeu farsı olan `On purge bí©bí©`yi beyazperdeye uyarladıktan sonra, özellikle otantik makan çekimleri ve müthiş stüdyo atmosferi ile dikkat çeken iki nefis gerilim filmi yaptı:`La chienne` ve `La nutti du carrefour`. Sonra da 1930`lu yıllarda gerçekleştirdiği birkaç başyapıttan ilki olan `Boudu sauv" des eaux`yu yönetti. Yeni gerçekçiliğin habercisi olan, gerçek mekanda çekilmiş gerilim filmi `Toni` ile; açgözlü şehvet düşkünü bir yayımcının yanında çalışanlar tarafından katledilmesi üzeriner genelde kolektif eyleme, özelde de solcu Halk Cephesi`ne selamlar gönderen sıradışı komik bir fantezi olan `Le crime de Monsieur Lange`ı yaptı. Aslında Renoir`in 1930`lu yıllarda çektiği filmlerden çoğu siyasal konular üzerinedir: `La vie nast a nous` ve `la Marshillaise` Komünist Partisi ve sendikal örgüt için yapılmıştır. Lirik bir güzelliğe sahip asla tamamlanamamış `Une partie de camğagne`de isei sınıf farklılıkları bir aşkı ortadan kaldırır. `le bí©tí© humaine`de öldürücü romantik her piskolojik köşesini, zaaf ve tutkununan da aynı derecede bilincinde olarak işler. Ancak filminde en iyisi, kırda bir şatoda hafta sonu geçiren, yozlaşmış yüksek bir burjuvazinin romantik entirikalarının haritasını çıkaran, son derece dokunaklı ve karmaşık bir fars olan `le rí©gre du jeu`dür. Esnek, yarı doğaçlamacı çekim yöntemleri başka hiçbir filmde olmadığı girift olay örgüsüne ve karakterlere belgesel bir tat vererek, dolaysız bir zaman ve makan duygusuna ulaştığı bu film, aynı zamanda yönetmenin, yaşamın nasıl olupda bir tiyatro biçimine dönüşebilceğine ilişkin büyük meditasyonlarından ilkidir.
Renoir, 1939 yazında`daki sinema okulu Centro Sperimentale`de ders vermek ve Pucini`nin operası `la Yosca`yı Luchino Visconti asistanlığında yönetmek için bir davet aldı. Film renoir`in ekibiyle başladı ama, 10 Haziran 1940`ta İtalya Fransa`ya karşı Hitler saflarınca savaşa katılınca, solcu siyasi görüşleri yüzünden Nasyonel Sosyalistlerin imha listesinde yer alan Renoir, Robert Flaherty`nin yardımıyla Amerika Birleşik Devletleri`ne irtica etmek zorunda kaldığı için, başkaları tarafından tamamlandı. Orada çeşitli stüdyolara çalışarak, birbiri ardınca süratle filmler çekti. `Swamp Water` ve `The Southerner` (Teksaslı bir çifçi ailesinin yoksulluk, kıskanç komşular ve düşman bir doğaya karşı kendi topraklarını işletme çabalarının yalın öyküsü) temelde mekanda çekilmiş gerçekçi yapıtlarken, Renoir diğer Amerikan filmlerinin sütüdyo olanaklarından, gerçeklikten süzülmüş yapay, fantastik bir dünya yaratmak için yararlandı:`The Diary of a Chambermaid` (yer, yer `La rí©gle du jeu`yü hatırlatan garip bir komedi), ve `woman on the Beach` (karanlık bir atmosferi olan bir melodram), yönetmenin insan ilişkileri üzerine gitgide daha soyutlaşan formalize bir düşünceye ilerlediğini gösterir. Hindistan`da yaptığı `The River`, gerçek mekanda çekildi, ve dramatik doruk noktalarından yoksun öyküsüyle -bir İngliz ailesinin ölüm, doğum, ve ergenlikten yetişkinleğe geçişin yol açtığı hayal kırıklıkları üzerine deneyimler- kurgusaldan çok belgeseli hatırlatan sekansları olduğu halde, bu yönde bir daha atar. Filmin alabildiğine şiirsel sükuneti, yaşamın sonu olmayan bir dere, bireysel trajedileri aşan bir doğurganlık çevrimi olduğunu yansıtır. Renoir`in ilk renkli filmi olan `The River`ı diğerlerinden ayıran ışıklı doğal renkler, `La carosse d`or`, `French Cancan` ve `Elí©na et les hommes` da yerlerinin, yaşamı tiyatrodan ayıran hatları bulanıklaştırmak üzere tasarlanmış ressam işi palete bıraktılar. Birinci Peru`daki bir commedia dell`arte kumpanyası üzerine, ikinci babasını yaşadığı 1890`lı yılların Paris`inde, ve üçüncüsü ise onyıl önce aynı kentte geçen bu üç filmde de, kadın kahraman finalde yalnızca birkaç aşığının birini seçmek değil, aynı zamanda umutlar ve gerçeklik arasında da bir tercih yapmak zorunda kalır.