2000 yılı Mayıs ayında İsrail'in Lübnan'dan çekilmesinin ardından, dikkatler tekrar Filistin lideri Yaser Arafat'a çevrilmişti. Arafat kademeli görüşmeleri bırakıp nihai bir anlaşma yapmak için gerek Ehud Barak'ın gerekse ABD Başkanı Bill Clinton'ın büyük baskısı altındaydı. Camp David'de nihai anlaşma sağlama umuduyla iki hafta boyunca yapılan görüşmeler, başarısızlıkla sonuçlandı. Taraflar özellikle Kudüs'ün statüsü ve Filistinli mültecilerin dönüşü konularında anlaşamadılar.
Camp David'de nihai anlaşma sağlama umuduyla iki hafta boyunca yapılan görüşmeler, başarısızlıkla sonuçlandı. Taraflar özellikle Kudüs'ün statüsü ve Filistinli mültecilerin dönüşü konularında anlaşamadılar.
Şaron'un 2001 yılında yapılan seçimler sonucunda iktidara gelmesi, iki taraf arasında müzakere yolunun büyük ölçüde sekteye uğraması sonucunu doğurdu. Ehud Barak'ın Başbakanlığı döneminde her ne kadar şiddet eylemleri devam etse de Aralık 2000 - Ocak 2001 tarihleri arasındaki Washington görüşmelerinin de ortaya koyduğu gibi, taraflar arasında diyalog yolu tamamen kapanmamıştı. Şaron'un başa geçmesi ise barış sürecinin tersine dönmesini hızlandıran önemli faktörlerden biri oldu.
17 Aralık 2001 tarihli Newsweek dergisinde yayınlanan verilere göre, Camp David görüşmelerinin kesilmesi sonucu Filistin halkının barış sürecine güveni yüzde 24 seviyesine inerken, Şaron'un iktidara gelmesiyle bu oran yüzde 11'e düşmüş. Barış sürecinin altın çağını yaşadığı 1996 yılının başında Filistinlilerin radikal İslamcı örgütlere desteği yalnızca 15 civarındayken, son zamanlarda bu gruplar tarafından gerçekleştirilen intihar saldırılarına yönelik halk desteği fevkalade arttı.
Çatışmaların Şaron'un Harem-Ül Şerif'i ziyaretinin ardından başlamasından 2002 yılına kadar geçen sürede yüzde 25'i 18 yaşın altında olmak üzere 900'den fazla Filistinli sivil oldu. İsraillilere karşı girişilen 36 intihar saldırısında ise 91 kişi yaşamını yitirdi.