Âlemgir Şah, tahta geçtikten kısa bir müddet sonra memlekette sulh ve sükunu sağladı. Müslim ve gayrimüslim herkesin, huzur içinde yaşamasını temin etti. Zulüm ve kötülüklere, bid’at ve sapıklıklara son verdi. Ayak altına düşme ihtimalini göz önüne alarak, paralardaki Kelime-i şehadet yazılarını kaldırdı. Ateşe tapan Mecusilerin dini bayramı olan Nevruz (21 Mart) ve Mihrican günlerinin resmi bayram olarak kutlanmasını yasakladı. Allahü tealanın emir ve yasaklarının memleketin her tarafında tatbikinin kontrolü için, Molla İvaz Vecih isimli alimi vazifelendirip emrine müfettişler verdi. Molla İvaz’ın emirlerine aynen kendi emirleri gibi itaat edilmesini, memleketin her köşesindeki idari amirlere fermanlarla bildirdi. İslamiyetin emretmediği seksen çeşit vergiyi halktan kaldırdı. Müslüman ve kafir herkesin gönlünü aldı. Bu uygulamalardan sonra hazine zayıflaması gerekirken, zenginleşti.
Agra başta olmak üzere ülkenin her yerinde imaret vazifesini gören bulgurhaneler açtırdı. Yolcu ve misafirler için han ve kervansaraylar yaptırdı. İlim ve ilim ehline çok kıymet verip, talebelerin ve müderrislerin vazifelerini rahat yapmaları için maaş verdi. İlmi yayın faaliyetlerini teşvik ederek eser takdim eden alimleri mükafatlandırdı. Din ve fen ilimlerinin herkes tarafından öğrenilmesine büyük gayret sarf etti.
Âlemgir Şah, memleketin ileri gelen ulemasından meydana getirdiği kalabalık bir heyete her türlü imkanları verip büyük bir kütüphane kurarak Fetava-yı Âlemgiriyye ve Fetava-yı Hindiyye adları verilen kanun kitabını ve devletin anayasasını, Hanefi mezhebi hükümlerine göre hazırlattı. Bu hükümler, yetişen adil kadılar tarafından memleketin her tarafında tatbik edildi. Daha sonra aynı şey Mecelle ile Osmanlı Devletinde de yapıldı. Âlemgir Şahın adil idaresine hayran kalan Hindular, böyle bir sultanın dinine girmek için adeta yarışıyorlardı. Böylece binlerce Hindunun batıl dinlerini bırakıp hak din olan İslamiyeti seçmelerine sebep oldu.
Âlemgir’in ilk fetihleri Hind-Pakistan Yarımadasının doğu ucunda cereyan etti. Kuç-Bihar ve Assam’ın Hindu idarecileri, taht mücadelesi sırasında devletin zayıf durumundan faydalanarak buraları istila etmişlerdi. Âlemgir buraları geri aldı. Şah Cihan zamanından beri Müslümanların alakasını cezbeden Bengal topraklarını fethetti. Bu zengin memleketin gelirleri daha sonra Âlemgir Şah’ın ordularının ana mali kaynağı oldu.
Bugün Bangladeş olarak bilinen bölgenin dünyaya açılması ve iskanı da büyük ölçüde Âlemgir Şah tarafından gerçekleştirildi. Daha önceleri bölge kapalı bir hayat sürmekteydi. Dışardan gelen tesirler kendilerini ancak büyük yerleşim merkezleri ve zengin manastırlarda gösterebiliyordu. Hindular ve Hıristiyanlar, Doğu Bengal insanının şahsı ve dili ile alay ediyorlardı. Diğer insanların kötülükleri, Müslümanların bölgedeki çalışmasını kolaylaştırdı. İslam medeniyetini Doğu Bengal’e yerleştirerek ülkenin çehresini değiştirdiler.
Bu sırada Batıda Peşaver civarında oturan Afgan kabilesi Yusufzailerin lideri Baku başkaldırdı. Âlemgir’in komutanlarını mağlup etti. Âlemgir, bizzat müdahale edinceye kadar da mücadelesini devam ettirdi. Ancak Âlemgir’in uzun iktidarı boyunca takip ettiği usta siyaset, Afganlılarla münasebetlerinin iyiye dönüşmesini temin etti. 1675’lerde ortaya çıkan Sih isyanlarını bastırdı. Evrengzib döneminde Safevilerle olan dostluk devam ettirildi. Mekke şerifine elçiler yollanarak büyük maddi yardımda bulunuldu. Osmanlı Gürganiyye münasebetleri ileri bir safhaya ulaştı. İkinci Süleyman Han zamanında Hindistan elçiliği ile Babür ülkesine gelen Ahmed Ağa büyük bir merasimle karşılandı ve Anadolu’nun temsilcisi olarak kabul edildi (1690). Batılı devletlerden İtalya, Fransa ve İngiltere ile temaslarda bulunuldu.
Babürlüler Devletini yönetmeye başladığı ilk günden itibaren, Allahü tealanın rızası için çalışmayı elden bırakmayan Âlemgir Şah, vefat edeceği zaman bile, Marata denilen isyankar Hindularla savaşıyordu. 3 Mart 1707 tarihinde Bombay’ın kuzey doğusuna düşen Evrengabad yakınlarında, Ahmednagar’da vefat etti ve Huldabad (Ravza) denilen yerde defnedildi. Âlemgir Şahın dört oğlu, üç kızı vardı.
Tarihlerde Âlemgir Şahın en müşahhas özelliklerinin, eksiksiz bir cesaret ile gayesine erişmekte gösterdiği azim ve sebat olduğu yazılmıştır. Askeri harekatları, cesaretinin seviyesini yeteri kadar ortaya koymaktadır. Düşmanlarını saf dışı etme veya kendine bağlamada gösterdiği maharet onun diplomasi ve devlet adamlığındaki ihtisasını göstermiştir. Çok iyi bir hafızaya sahip olan Âlemgir, aynı zamanda yorulmaz bir liderdi. İktidarı zamanında kendisiyle görüşebilme fırsatını bulan İtalyan doktor Gemalli Careri, Âlemgir’in kendisine yapılan müracaatları tek tek okuduğunu, bunları cevapladığını ve bu işten büyük haz duyduğunu kaydetmiştir.
Devletinin bütün ihtişamına karşılık Âlemgir’in sade bir hayatı vardı. Giyim-kuşamı, yeme-içmesi ve diğer her türlü faaliyeti sadelik sınırlarını geçmezdi. Çok düzenli bir hayatı vardı. Doksan yaşında vefat ettiğinde, işitme hariç bedeni faaliyetlerinde hiçbir bozukluk yoktu.
Okumayı çok severdi, bu sevgisini vefatına kadar devam ettirdi. Kendisi de yazardı. Farisi nesirleri çok beğenilmektedir. Mektuplarını ihtiva eden, Ruk’at-i Âlemgiri kitabı, uzun zaman, basit fakat güzel nesir yazma umumi ders kitabı olarak kaldı. Şiir söylemede de kabiliyetliydi. Hemen hemen bütün Hint-İslam liderlerine ağır bir dille saldıran Will Durant, Âlemgir Şah için şu itirafı yapmaktan kendini alıkoyamamıştır: “Suç ve suçlunun üzerine gitmede hemen hiç cezai metodlar kullanmadı. Dini tarafından yasaklanan bütün yiyecek, içecek ve şatafattan uzak durdu.”
Tasavvufta Muhammed Masum-i Faruki gibi bir zata talebe ve halife olmakla şereflenen bu büyük hükümdar, İslam hukukuna büyük hizmet etmiş, hadis ilminde pek kıymetli bir eser kaleme almış, aynı eseri şerh ettikten sonra yine kendisi Farsça'ya çevirmişti. Ayrıca belagat yönü çok üstündü. Bu sebeple, belagat şaheserleri denilebilecek pek kıymetli risaleler de kaleme almıştır.