Atatürk`ün yaşamının son altı yılının en önemli ilgi alanını oluşturan Dil Devrimi, Atatürk reformları arasında en çok tartışılan ve eleştirilenlerden biridir. Bazı yazarlar Atatürk`ün bizzat kendinin 1935 yılından sonra Dil Devriminden vaz geçtiğini ileri sürerken, Dil Devrimi taraftarları bu görüşe karşı çıkarlar.
Dil Devrimi, 1928`de gerçekleştirilen Harf Devrimi ile birlikte, Türkçe`nin 20. yüzyılda geçirdiği büyük yapısal değişikliğin iki temel taşından biridir.
Dil Devriminin Geçmişi
Yazı dilinin karmaşık Arapça ve Farsça deyimlerden arındırılarak konuşulan Türkçe`ye yaklaştırılması konusu, Tanzimat`tan itibaren Türk yazarlarını ilgilendirdi. Şinasi (1824-1871) ve Namık Kemal (1840-1888) ile başlayan sadeleştirme eğilimi, Ahmet Mithat Efendi (1844-1912) ile büyük bir aşama kaydederek ve İkinci Meşrutiyet yıllarında Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul (1868-1944) gibi yazarlarla zirveye vardı.1910`lu yıllar, Türk Ocağı ve İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi kuruluşlar bünyesinde, Türkçü ve Turancı görüşlerin yükselişine tanık oldu. Bu dönemde sadeleşmeci görüşe bazı yeni fikirler katılmaya başladı. Bunlar arasında en etkili olanı, İstanbul konuşma Türkçesinden başka Türk lehçelerinden, özellikle de Orta Asya`nın eski yazı dillerinden kelimeler alma görüşüydü. Fransız Şarkiyatçı Pavet de Courteille`in 1870`te yayımlanan Çağatayca Lugatı, 1896`da çözülüp yayımlanan Orhun Abideleri, 1917`de basılan Divan-ı Lugat-it Türk bu yaklaşıma zengin malzeme sağladı.
Varolan Türkçe köklerden yeni kavramları karşılayacak kelimeler türetme eğilimi de 1914 dolaylarında hissedilmeye başladı.
Dil reformu görüşleri Kurtuluş Savaşı döneminde ve Cumhuriyet`in ilk yıllarında geri plana çekildi. Atatürk`ün 1931`den önce bu konuda net bir tavrı görülmez. 1927`de kaleme alınan Nutuk, dönemine oranla oldukça ağır bir Osmanlıca ile yazılmıştır.