Büyük Taarruza Hazırlık

Kısaca: 1921 yılı Türkiye için askeri ve politik mücadeleler ve başarılarla geçti. Daha Erzurum Kongresi sırasında savaş stratejisini çizmiş bulunan M. Kemal Paşa, Yunan Ordusu'na karşı kesin sonuç alıcı taarruz gücüne erişilmedikçe, yalnızca savunma savaşları yapmıştı· Kurtuluş Savaşı'nın ulusal örgütlenmesi, "Kuva-yı Milliye" ve B. ...devamı ☟

1921 yılı Türkiye için askeri ve politik mücadeleler ve başarılarla geçti. Daha Erzurum Kongresi sırasında savaş stratejisini çizmiş bulunan M. Kemal Paşa, Yunan Ordusu'na karşı kesin sonuç alıcı taarruz gücüne erişilmedikçe, yalnızca savunma savaşları yapmıştı· Kurtuluş Savaşı'nın ulusal örgütlenmesi, "Kuva-yı Milliye" ve B.M.M. nin açılmasından sonra "T.B.M.M." dönemi olarak iki bölümde ele alınabileceği gibi, askeri strateji yönünden de

    * Oyalama
    * Strateji
    * Genel Karşı Saldırı şeklinde üç evreye ayırabiliriz. Oyalama evresi 15 Mayıs 1919'dan 6 Ocak 1921'e kadar sürmüştü. Bu dönem aynı zamanda, ulusal bilinçlenme, ulusal siyasi örgütlenme ve yeni devletin kuruluş dönemi idi. Stratejik savunma evresi 6 Ocak 1921'den 13 Eylül 1921'e kadar yani Sakarya Zaferi'nin sonuna kadar sürdü. Bu evrede ordunun kuruluşu, iç güvenlik otoritesinin kurulması, iç kaynakların örgütlenmesi dıŞ kaynak sağlanması dış ilişkilerde antlaşmalar yapılması gerçekleşti. Her iki evreyi de başarıyla sonuçlandıran M. Kemal Paşa stratejisinin kesin sonuca gidecek olan üçüncü evresinde, "Genel Karşı Saldırı" evresine gelmişti.


    Hayatı boyunca hemen hiç başarısız olmamış, savaşlar içinde yetişmiş olan M. Kemal Paşa üstün askeri-siyasi strateji zekasına ve bilgisine ve üstün seziş inisyatif yeteneklerine sahip bir komutandı. Kesin şonuç alıcı bir "İmha Savaşı"na hazırlanmak için zamana ve ordunun en az 100.000 kişilik bir silahlı güce gereksinimi vardı. Yüzlerce top ve makinalı tüfek, bu kadar silah için milyonlarca mermi ve binlerce ton tutan bu savaş malzemesinin cepheye taşınması ve ordunun komutan ve subay gereksiniminin karşılanması gerekiyordu. Cephane ve silahın yanı sıra yiyecek, giyecek, hastahane, doktor, ilaç gerekliydi. Sakarya Savaşı'nın kazanılmasından sonra M. Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'ya, on günlük hazırlık yapıldıktan sonra genel saldırıya geçilmesi emrini vermişti. Fakat İsmet Paşa'ya ordunun silah, cephane, lojistik, sağlık hizmetlerinin çok kötü durumda olduğunu ve böyle bir saldırıyı yapacak güçte olmadığını bildirmiş ve Başkomutan yerinde yaptığı incelemelerden sonra bu saldırı ertelenmişti. Öyle görülüyor ki, savunma durumuna geçmiş ve yeni kuvvetler getirterek cephesini kuvvetlendirmiş olan Yunan Ordusu'na saldırı için bir yıl beklemek gerekiyordu.


    Diğer yandan Meclis içinde M. Kemal Paşa'ya muhalif olanlar yine saldırılara, halkın ve ordunun moralini bozucu eleştirilere başlamışlardı. Halk ise uzun savaş yılları boyunca bütün varını yoğunu ortaya koymuştu ve perişan durumdaydı. Başkomutan kesin sonuca, düşmanı vatan topraklarında yok edecek başarıya ulaşabilmek için


    * Ulusu
    * Meclisi
    * Orduyu savaşa hazırlamak ve "Türkiye'nin düşünen kafalarını büsbütün yeni bir inançla donatmak. Bütün ulusa sağlam bir maneviyat vermek." gerektiğini biliyor ve bu yolda çalışıyordu. Bu dönem cephede sakin, fakat cephe gerisinde çetin mücadeleler ve hazırlıkla geçti.


    Halk Ulusal Mücadele'nin başında Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin etkisinde kalmış ve T.B.M.M.'nin otoritesine girmemek için bazı yerlerde direnmişti. Ulusal iradenin gücü her geçen gün arttı. Birinci Dünya Savaş1 içinde perişan olan, bu fakir halk Sakarya Zaferi'nden sonra, M. Kemal Paşa'ya büyük bir inançla bağlandı. Ordunun hazırlanması için varını yoğunu ortaya koyarak çalışmaya başladı. Buna rağmen halkı kışkırtanlar, bozguncular, casuslar ve oldukça azalmıs olmalarına rağmen asker kaçakları ve soygun olayları vardı. Meclis otoritesinin ve Başkomutanın emirlerinin yerine getirilmesi, içinde bulunulan olağanüstü tehlike içinde, olağanüstü yetkilerin devamına gereksinim gösteriyordu.


    İstiklal Mahkemeleri


    Eskişehir-Kütahya yenilgileri üzerine doğan olağanüstü tehlike karşısında İstiklal Mahkemeleri yeniden kurulmuş ve 5 Ağustos'ta da M. Kemal Başkomutan olunca İstiklal Mahkemeleri kurmak ve üyelerini atamak veya görevlerine son vermek yetkisi de kendisine geçmişti.


    İstiklal Mahkemeleri gerek Sakarya Savaşı sırasında, gerekse savaştan sonra Kastamonu, Konya, Yozgat, Samsun ve Ankara yörelerinde çalıştılar. Asker kaçakları, bozguncu, casus, soyguncu, v.b. suçlulara karşı sert bir şekilde çalışırlarken, Tekalif-i Milliye Emirleri'nin yerine getirilmesini sağladılar. Bu emirlere uymayıp, istenen malzemeyi vermeyenleri cezalandırdıkları gibi, Tekalif-i Milliye Emirleri dışında, halkın elindeki ulaşım araçlarını ve yiyecek maddelerini ve hayvanlarını zorla alan devlet görevlilerine karşı da sert önlemler almaktan çekinmediler. Bu emirlere aykırı olarak hareket edilmesini engellemek için, bu gibi suçluların en sert şekilde cezalandınlacakları da.basın yoluyla ilan edildi. Özellikle Sakarya cephesinin iki kanadında çalışan Kastamonu ve Konya İstiklal Mahkemeleri'nin en büyük çalışma konusu asker kaçakları olayları idi. Bunlara, eğer, soygun, adam öldürme, tecavüz gibi suçlar işlememişlerse af tanınıyor ve cepheye katılmaları sağlanıyordu. Samsun ve Yozgat İstiklal Mahkemeleri ise Pontus isyanı suçluları başta olmak üzere diğer suçlara da baktılar. Çalışma yöntemleri önceki İstiklal Mahkemeleri ile aynıydı.


    Yalnızca Kastamonu İstiklal Mahkemesi'nin 20 Ağustos-20 Eylül 1921 arasında bakaya ve firarda bulunan 12.733 kişiyi cepheye gönderdiği gözönüne alınırsa, asker kaçakları konusunda mahkemelerin etkinliği daha iyi anlaşılır. Asker kaçakları toplu olarak yargılanabildikleri gibi askerlik şubelerine telgrafla, ellerindeki kaçakların, eğer vukuatı (soygun, öldürme, tecavüz) yoksa kaçış sayısına göre, kaçış sayısının on katı değnek vurularak cepheye gönderilmeleri bildiriliyordu. Böylece savaş ortamının en önemli faktörü olan zaman yitirilmiyordu. Vukuatı olanlar ise suçuna göre yargılanıyorlardı. Amaç mümkün olan çok sayıda askeri cepheye göndermek ve bir daha kaçmasını engellemekti. Mahkemeler kendilerine verilen olağanüstü yetkilere rağmen, haklarında delil olmayan Rumları beraat ettirirken, suçlu olan Müslüman Türkler cezalandırılıyorlardı. Ulusal amaçla çalışan İstiklal Mahkemeleri daha öncekilerle aynı yöntemi izledikleri için baktıkları suçları ve verdikleri cezaları şu şekilde belirliyebiliriz. Firar dışında diğer suçlar:


    * Vatana ihanet, ayaklanma
    * Casusluk
    * Soygunculuk
    * Bozgunculuk, aleyhte propoganda
    * Görevini kötüye kullanmak,
    * Cinayet
    * Halka eziyet ve baskı
    * Asker ailesine tecavüz
    * Tekalif-i Milliye Emirleri'ne uyamamak
    * Düşman işgalinden yararlanıp, kanun dışı hareketlerde bulunmak
    * Düşmana yardım ve işbirliği
    * Düşman ordusuna katılmak


    Bu suçlara suçun derecesine göre şu cezalar veriliyordu:


    * Asılarak ve kurşuna dizilerek idam. (Vatana ihanet, casusluk, düşmanla igbirliği ve ordusuna katılmak, asker ailesine tecavüz etmek, soygun, cinayet)
    * Kal'a-bend, kürek ve ağır hapis
    * Sürgün
    * Dayak (değnek vurarak)
    * Tazmin ettirme
    * Görevden azaklaştırma
    * Halk ve asker önünde teşhir
    * Ulusal Mücadele sonuna kadar göz altına alma
    * Mal ve mülküne el koymak, yıkmak ve yakmak. (hukuk dışı bulundu ve sert tepkilere yol açtı.)
    * Asker kaçağının yerine en yakınını askere almak, köy veya mahallesinden ağır para cezası (200 lira) almak. (buda hukuk dışı bulundu ve Meclis'te eleştirilere yol açtı.)


Mahkemeler, çalışmaları hakkında Başkomutan'a düzenli olarak rapor gönderip bilgi veriyorlardı. İdam uygulamalarının listeleri gönderiliyordu. Bu sayede Başkomutan ve Meclis İstiklal Mahkemeleri'nin çalışmalarını izliyorlardı. Meclis ve Başkomutan Mahkemeleri denetlemiyorlardı. Kanun kendilerine sınırsız yetki tanımıştı. Kararları derhal uygulandığı ve temyizi olmadığı için çok etkili oluyorlardı. Mahkemelerin çalışmalarına karışmak mümkün olmadığı için, denetim ancak görevlerine son vermekle sağlanıyordu.

    İstiklal Mahkemeleri'nin çalışmaları Hükümet ve M.Kemal Paşa tarafından destekleniyor ve yarar görüldüğü belirtiliyordu. T.B.M.M. İstiklal Mahkemeleri'ni kurmak ve bölgelerini seçmek konusunda büyük bir isabet ve iyi niyet göstermişti. Mahkemelere seçmiş olduğu kimseler, her türlü etkinden uzak olarak, yalnız büyük ve aziz ideallerinin ve memlekette devrimin korunması için T.B.M.M.'nin kendilerine emanet ettiği yüksek yetki ve yargı hakkını yerinde ve gerektiği kadar dikkatle yerine getirmeye çalıştılar. Mahkemeler bu yetkileri kanunun üstüne çıkmak için değil, memleketin hayat ve bağımsızlığı için kullandılar. Birer devrim mahkemesi olan İstiklal Mahkemeleri'nin üyelerinin, çoğu genç insanlardı. Padişaha bağlılık gösterenleri de ağır şekilde cezalandırıyorlardı. Kastamonu İstiklal Mahkemesi (Başkan Mustafa Necati Bey 28 yaşında idi.) Bolu'da yaptığı bir yargılamada, 200 asker kaçağını yargıladı. Firariler Padişaha bağlılık gösterdikleri ve "Padişahımız çok yaşa."diye bağırdıkları için önce idam cezasına çarptırıldılar; fakat eşrafın suçluları uyarması ve T.B.M.M.'nin ve Ulusal Mücadele'nin anlamını kaçaklara anlatıp "Padişah kahrolsun." diye bağırmaları üzerine idam cezası kaldırılarak cepheye gönderildiler. Bunlar ve bunlar gibi insanlar Padişah askerliği kaldırdığı ve T.B.M.M.'nin ulusal amacı hakkında bilgileri olmadığı için kaçıyorlardı. İstiklal Mahkemeleri'nin, bir yandan cezalandırmak, diğer yandan inandırarak bu insanları kazanmak yöntemleri ile binlerce firari teslim oldu ve cepheye yollandı.


    İstiklal Malıkemeleri'nin büyük yararları oldu. 1922 yılında artık Meclis otoritesi bütünüyle sağlandı. Ordu kuruldu ve asayiş, huzur geldiği için İstiklal Mahkemeleri'ne gerek kalmadığından, Temmuz 1922'de hepsinin görevlerine son verildi 31 Temmuz 1922 tarihinde 249 nolu "İstiklal Mehakimi Kanunu" ile yeni bir biçim aldılar. Bu kanunla bir de savcı görevlendirilmesi kabul edildi. Firariler Hakkında Kanun ve ekleri yururlükten kaldırıldı. Büyük Taarruz ve İzmir'in kurtuluşundan sonra "Kurtarılmış bölgelerde" İstiklal Mahkemeleri kurulmasını isteyen önergeler kabul edilmedi. Fakat Amasya ve Elcezire'ye birer İstiklal Mahkcmesi gönderildi. İstiklal Mahkemeleri'nin Ulusal Mücadele içindeki çalışmaları yukarıddadki çizelgede gösterilmiştir.


    T.B.M.M.'nin Durumu


    Sakarya'da düşman yenilmiş ve M. Kemal Paşa büyük başarı elde etmiş olmasına rağmen Meclis'te muhalif kanat ağır eleştirilere başladı. Malta'dan sürgünden dönen Rauf Bey, Hükümet'e "Nafia Vekili" olarak katılmıştı. Meclis'teki eleştirilere Rauf ve Refet Beyler'in Hükümet'ten istifa etmeleri Meclis içindeki muhalifleri daha da cesaretlendirdi. Refet Bey Başkomutan'ı ve Genelkurmay Başkanı'nı Ankara'da cepheden uzakta oturmakla eleştirmekte ve ordu işlerinin bu sebepten iyi gitmediğini ileri sürmekte idi. M. Kemal Paşa işlerin en iyi Ankara'dan yönetildiğini bu sebeple Ankara'nın merkez seçildiğini belirtti. Fakat Meclis'teki hava daha da sertleşti. Bu gelişme, tutucu ve gerici kanadın radikal kanattan yani, Müdafaa-i Hukuk grubundan (I. Grup) ayrılmalarına, II.Grup adıyla ayrı bir grup kurmalarına yol açtı. Rauf Bey de bu grubu teşvik etti. Bundan sonra II.Grubun eleştirileri daha da yoğunlaştı. "Nereye gidiyoruz? Bizi kim ve nereye sevk ediyor? Bilinmezliğe. Koskoca bir ulus, belirsiz karanlık hedeflere serseriyane sürüklenir mi?" "Niçin taarruz etmiyoruz? Ordumuz durduğu yerda çürütülüyor." eleştirileri tartışmalara yol açtı. Sakarya Savaşı'ndan sonra ordunun mutlaka taarruz etmesi gerektiğini ileri sürenler, ordunun taarruz etmemesini, taarruz gücünden yoksun olmasına bağlıyorlardı. Hatta bazıları Yunan Ordusu'na değil Irak'taki İngiliz Ordusu'na saldırılmasını bile öneriyorlardı. M. Kemal Paşa bu eleştiriler karşısında, ordunun kararının mutlaka taarruz olduğunu fakat, yarım önlemlerle yapılacak bir taarruzun kötü sonuç vereceğini belirterek, ordunun yeterince hazırlanmasının beklendiğini söylüyordu. İşin ilginç yanı bu eleştirileri yapanlar başlangıçta (Sivas Kongresi sırasında) Türk Ulusu'nun kendi kendine bağımsızlığını elde edemiyeceği kanaatında olup, yabancı mandasını istemekte ısrar edenlerdi. Bu sebeple M. Kemal Paşa Mecliste "Efendiler, maddi ve özellikle manevi çöküntü, korku ile ... acz ile başlar. Aciz (güçsüz) ve korkak insanlar, herhangi bir felaket karşısında ulusun de duraksamasına ve çekingen bir duruma gelmesine yol açarlar. Aciz ve duraksamada o kadar ileri giderler ki, sanki kendi kendilerini alçaltırlar. Derlerki biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olamayız. Biz varlığımızı, kayıtsız şartsız olarak bir yabancının eline bırakalım. Balkan Savaşı'ndan sonra ulusu, özellikle ordunun başında bulunanlar da, başka biçimde ama yine bu anlayışla iş görmüşlerdir." sözleriyle yılgınlık gosterenlere gereken yanıtı verdi. Düşmana karşı dış cephenin kurulduğu, ulusun ve ordunun topyekun bir taarruza hazırlandığı sırada Meclis'teki bu eleştiriler ve ordunun işe yaramadığı iddiaları, iç cepheyi çökertebilecek boyutlara ulaşmıştı. "Sevr Antlaşması'nı mı kabul edeceğiz, ne yapacaksak yapalım ne kurtalabilirsek kurtaralım şu işin içinden çıkalım." sözleri moral yıkıcı etki yapıyordu. Meclis içindeki bu eleştiri her fırsatta ortaya çıkmakla beraber, M. Kemal Paşa ordunun taarruz hazlrlıklarını inançla sürdürtüyordu.


    İtilaf Devletleri'nin Barış Önerisi (Aldatmacası)


    1922 yılı başında T.B.M.M.'nin iyi niyet temsilcisi olarak Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey, İstanbul Dışişleri Bakanı İzzet Paşa ile görüşecek, eğer Padişah'dan bir istek gelirse, kendisiyle görüşülecek, Padişah'ın T.B.M.M.'ni tanıması istenecekti. Yusuf Kemal Bey İstanbul Hükümeti'ne, aynı hedefe birlikte yürümeyi ve işbirliği yapmayı önerdi. Oysa İzzet Paşa kendisini, İstanbul'da oyaladı ve İzzet Paşa Yunanlıların ellerinde bulunan yerlerden geçerek, Yusuf Kemal Bey'den önce Paris ve Londra'ya gitti. Şubat 1922'de Londra'ya giden Yusuf Kemal Bey Lord Curzon'la görüştü. Bu görüşmelerden anlaşıldığı üzere, İtilaf Devletleri, T.B.M.M.'ne yakında barış önerisinde bulunacaklardır. Ancak İtilaf Devletleri önce Türkiye-Yunanistan arasında ateşkes yapılmasını şart koşuyorlardı. Oysa Türkiye, önce Anadolu'nun boşaltılmasını istiyordu. Curzon kararında direndiği için sonuç alınamadı.


    Yusuf Kemal Bey yurt dışında çalışmalarını sürdürürken Başkomutan M. Kemal Paşa 1 Mart 1922'de Meclis'te yaptığı konuşmada, ulusal savaş içinde geçen üç yılda ulusun ve ordunun çetin yaşam koşullarına ve her çeşit zorluga alıştığını, mücadeleden yılmadığını, belirttikten sonra, Türkiye'nin ekonomik vc sosyal konularına değindi. Türkiye'nin sahibi ve hakiki efendisinin köylü olduğunu ve bu sebeple T.B.M.M. Hükümeti'nin iktisadi siyasetinin bu amaca yönelik olacağını açıkladı. Hükümet'in iktisadi politikasının önemli amaçlarından birisinin, genel çıkarları doğrudan ilgilendiren iktisadi kurumları ve teşebbüsleri mali ve teknik güç yeterince devletleştirmek olduğunu açıkladı. Dış politika esaslarnı da "Rus Şuralar Cumhuriyeti ile dostluk bağlarımızın kuvvetlendirilmesi dış politikamızın esasıdır. Bu esas, tam bağımsızlığımızı tasdik edecek herhangi bir devlet ile ilişkilerimizi yenilememize tabiki engel olmaz." sözleriyle açıkladı. Egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olduğunu bir kez daha belirttikten sonra, adli siyasetin, halkı yormaksızın süratle, isabetle ve güvenle adalet dağıtmak olduğu, eğitimde de ulusal ve çağdaş eğitim ilkelerinin esaslarını ortaya koydu ve sınırsız bir iman azmi ile çalışıldığını ve mutlaka başarıya ulaşılacağını söyledi.


    Yusuf Kemal Bey'in yurt dışında bulunduğu sırada M. Kemal Paşa'nın Meclis'te yaptığı bu konuşma, hangi esaslar içinde barış kabul edeceğini, tam bağımsızlık ilkesinin reddi halinde savaşın sürdürüleceğini ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerin süreceğini gösteriyordu.


    Yusuf Kemal Bey daha Türkiye'ye dönmeden İtilaf Devletleri 22 Mart 1922'de Türkiye ve Yunanistan'a ateşkes önerisinde bulundular. İngiltere, Türkiye'yi oyalamak, Yunanistan lehine en karlı bir barışı sağlamak istiyordu. İngiltere üç bakımdan endişeli idi.


    * Türkiye yakında Yunan Ordusu'na karşı başarılı bir saldırı yapabilirdi. (Bu durumda yeni barış şartları Türkiye'nin istediği biçimde gerçekleşecek demekti.)
    * Türkiye'nin Rusya ile olan dostluğunun nereye kadar gelişeceği
    * Türkiye'nin Irak'a karşı askeri bir harekat yapması olasılığı (Musul Misak-ı Milli sınırları içinde idi ve Türkiye'nin Elcezire Cephesi'nde önemli sayıda askeri vardı).


    İngiltere bu endişelerden dolayı Türkiye ile Yunanistan arasında barış görüşmeleri başlamadan önce ateştes yapılmasını istediği için 22 Mart tarihli ateşkes notasını yolladı. İtilaf Devletleri'nin notasına göre:


    * İki taraf arasında 10 km. eninde askersiz boş bir koridor bırakılacak ve iki taraf kuvvetlerini takviye etmeyecek.
    * Tarafların arasında düşmanlık üç ay için durdurulacak ve barış şartları saptanana kadar ateeşkes uzatılabilecek.


    Ateşkesin samimiyetsizliği ikinci madde de açıkça görülüyordu. Türk ve Yunan Orduları'nın denetlenmesini Yunanlıları Anadolu'ya çıkaran dostları ve Türklerin düşmanı İtilaf Devletleri'nin gözlemcileri yapacaktı.


    İtilaf Devletleri'nin ateşkes önerisi geldiği sırada cephede bulunan M. Kemal Paşa, Bakanlar Kurulu'nu Akhisar'a çağırdı ve yanıt hazırlanırken, İtilaf Devletleri'nin 26 Mart tarihli barış önerisi geldi. Bu barış şartlarına göre:


    * İzmir ve Trakya'da, Tekirdağ Türkiye'ye verilecek; Edirne, Kırklareli, Babaeski Yunanistan'da kalacak.
    * Doğu'da bir Ermeni yurdu kurulacak.
    * Türkiye'de askerlik mecburi olmayacak, fakat ordu mevcudu 55.000'den 85.000'e çıkarılacak.
    * Sevr Antlaşması'nın mali, iktisadi ve adli hükümlerinin bazılarında Türkiye lehine değişiklik yapılacak. Ayrıca antlaşma yapıldıktan sonra İtilaf Devletleri kuvvetleri İstanbul'u terk edeceklerdi.


    T.B.M.M. Hükümeti bu öneriyi prensip olarak kabul etmekle beraber 5 Nisan 1922'de gönderdiği karşı öneride Yunan Ordusu'nun, ateşkes imzalamasından sonra ilk onbeş gün içinde Eskişehir-Kütahya-Afyon hattından, dört ay içinde de İzmir dahil bütün Anadolu'dan çekilmesini istedi. İtilaf Devletleri l5 Nisan'da Türkiye'nin isteğini reddettiler. Böylece İtilaf Devletleri'nin başlattığı barış saldırısı veya aldatmacası sonuçsuz kaldı. M. Kemal gerçek ve adil bir barışın İtilaf Devletleri aracılığı ile değil, ancak kesin bir Türk zaferi ile kazanılacağını 4 Mart'ta Meclis'e ve ulusa açıklamıştı.


    Başkomutanlık Olayı (M.Kemal Başkomutanlığı Bırakmıyor)


    M. Kemal Paşa'ya 5 Ağustos 1921 tarihli kanunla Başkomutanlık olağanüstü yetkileri verilmişti. Bu yetkiler üç ay için verildiğinden, olağanüstü tehlike dolayısıyla 31 Ekim 1921'de ikinci kez, 4 Şubat 1922'de üçüncü kez uzatılmıştı. Her seferinde muhaliflerin eleştirileri daha da artmıştı. İtilaf Devletleri'nin barış önerisi ve red edilmesi, M. Kemal Paşa aleyhtarlarını harekete geçirdi. Barış fırsatının kaçırıldığı, ulusun maceraya sürüklendiği iddiaları yine başladı. 4 Mayıs 1922 tarihinde Meclis'te aaşkamutanlık yetkilerinin dördüncü kez uzatılması görüşüldü. M. Kemal Paşa'nın bulunmadığı bu toplantıda 72 üye yetkilerin kaldırılmasını istedi ve oylamada ise ancak 114 olumlu oy çıktı ve çogunluk olmadığı için sonuç alınamadı. M. Kemal Paşa bu durumda ordu ileri gelenlerinin (Kazım Karabekir başta olmak üzere) düşüncelerini sordu. Çünkü o anda ordu başsız kalıyordu. Hükümet ve Genelkurmay Başkanı bu üzücü durumda istifa etmek istedi. Ülke yönetiminde zayıflık belirmişti. Ülkenin ve ulusal amacın çıkarları için Başkomutanlık görevine bırakmamaya kararlı olan M. Kemal Paşa 6 Mayıs'ta gizli oturumda Meclis'te durumun önemini ve ciddiyetini belirtti. Meclis'in yetkilerinin zorla alındığını ileri süren Salih Bey'in (Erzurum) bu iddiası üzerine, Meclis'e ve meşruluğa olan inanç ve saygısını belirtti. Meclis'in kuruluşunu bütün hayatı, varlığı ve şerefini tehlikeye atarak hazırlayan M. Kemal Paşa idi. Her çeşit baskı ve suçlamalara rağmen Meclis'in varlığına karşı çıkmamıştı. Başkomutan'ın varlığı yüzünden gelir kaynaklarının incelenmediğini ileri sürenlere istedikleri zaman inceleme yapabileceklerini belirtti. Ordu'nun gücünü para ile orantılı görenlere de "Paranız vardır, ordu yaparız; paranız bitti ordu dağılsın... Bunun için böyle bir sorunum yoktur. Baylar, para vardır, ya da yoktur. İster olsun, ister olmasın, ordu vardır ve olacaktır." yanıtını verdi. Türk Ordusu böyle kurulmuş, İnönü ve Sakarya Savaşları böyle kazanılmıştı. Başkomutan'ın yayınladığı Tekalif-i Milliye Emirleri'ni eleştirenler, Başkomutan'ın ulusa angarya yüklediğini, zorla iş yaptırdıgını ileri sürüyorlardı. M. Kemal Paşa, içinde bulunulan olağanüstü tehlike karşısında bu yola başvurulduğunu hatırlattıktan sonra "Ordu'nun eksikleri ulusa parasız zorla iş yapmayı gerektiriyorsa, bunu yapıyoruz ve en doğru yasa budur. Ulus'un ve Ordu'nun yenilmemesi için yasa buna engeldir diye, gerekli gördüğü tedbiri almakta duraksamayacağını." belirtti. Ordunun kıpırdayamayacağını ileri süren Vasıf Bey'in bazı kimselerce alkışlanmasının ise üzüntü ve utanç verici olduğunu söyledi. Daha sonra, Meclis'te beliren oylara göre komutadan hemen el çekmek istediğini, hatta Başkomutan'lığının sona erdiğini Hükümet'e de bildirdiğini, fakat önlenemeyecek bir çöküntüye meydan vermemek ve düşman karşısında orduyu başsız bırakmamak için, Başkomutan'lığı bırakmadığını ve bırakmayacağını açıkladı. Bu açıklamadan sonra yapılan oylama sonucu 177 olumlu oy ile Başkomutanlık süresinin uzatılması kabul edildi.


    Fakat Meclis içindeki muhalefet durmadı. Temmuz'da kabul edilen bir yasa ile Bakanların ve Bakanlar Kurulu Başkanı'nın doğrudan doğruya Meclis'ce gizli oy ile seçilmeleri sağlandı. Böylece Mustafa Kemal Paşa Bakanlar Kurulu Başkanlığı'ndan uzaklaştırılmış ve Meclis Başkanı'nca Bakan adayları gösterilmesi de kaldırılmış oldu. Muhalif grup bundan sonra Rauf Bey'i Bakanlar Kurulu Başkanı (Başbakan) seçti. Büyük Taarruz öncesi Meclis içindeki muhalif durum böylece daha fazla gelişmeden önlendi.


Bu yazı Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı serisinin bir parçasıdır:

Türk Kurtuluş Savaşı serisi aşağıdaki aşamalardan / başlıklardan oluşmaktadır: İngiliz işgalleri | Fransız işgalleri | İtalyan işgalleri | Yunan işgalleri | İzmir'in işgal edilmesi | İzmir'in işgaline tepkiler | Ermeni ve Gürcü işgalleri | Mustafa Kemal'in İstanbul'a gelmesi | Mustafa Kemal'in Anadolu'ya gönderilmesi | Amasya Genelgesi | Erzurum Kongresi | Balıkesir Kongresi | Alaşehir Kongresi | Sivas Kongresi | Amasya Protokolü | Kuvay-i Milliye | Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti Ankara'da | Son Osmanlı Meclisi | İstanbul'un işgali | TBMM'nin kuruluşu | Düzenli ordunun kurulması | İlk anayasanın kabulü | İstiklal Marşı'nın kabulü | Cephelerin kurulması | İç Cephe - Ayaklanmalar | Doğu Cephesi | Trakya Cephesi | Güney Cephesi | Batı Cephesi | Ordunun teşkilatlandırılması | I. İnönü Savaşı | II. İnönü Savaşı | Kütahya - Eskişehir Savaşı | Sakarya Meydan Muhaberesi | Büyük Taarruza hazırlık | Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi | Paris Konferansı | Gümrü Barış Anlaşması | Londra Konferansı | Moskova Antlaşması | Kars Antlaşması | Ankara Antlaşması | Mudanya Ateşkes Antlaşması | Lozan Barış Antlaşması | Kurtuluş Savaşı'nın yöntemi | Kurtuluş Savaşı'nın kaynakları | Başkomutanlık Kanunu | Büyük Millet Meclisinin yapısı | Tekalif-i Milliye Emirleri | Kurtuluş Savaşı ve dış ilişkiler | İstiklal Mahkemeleri | Azınlık Dernekleri | Zararlı Dernekler | Yararlı Dernekler | Misak-ı Milli | İstanbul Hükümeti'nin Mustafa Kemal'e karşı mücadele kararı

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Büyük Taarruz
3 yıl önce

zorlayarak yok edecek bir durumda değildi. Türk ordusunun bir taarruza girişmesi için büyük eksikleri vardı. Bunların giderilmesi için halktan son bir kez...

Başkomutanlık Meydan Muharebesi, 14 Eylül, 15 Eylül, 1921, 1922, 26 Ağustos, 29 Mart, 30 Ağustos, 6 Ağustos, 6 Mayıs, Afyon
Mogilev Taarruzu
7 yıl önce

ordularında olduğu gibi, 4. Ordu da büyük çaplı bir taarruza karşı hazırlıklı değildi. Bunun nedeni, OKH'nin ana Sovyet taarruzunun Kuzey Ukrayna Ordular Grubu...

Oder-Neisse Taarruzu
7 yıl önce

de Kızıl Ordu taarruzu yönünden olumsuz koşullar yarattı. Ayrıca Alman topçusunun baraj ateşi de taarruza ağır kayıplar verdirdi. Taarruzu ağır gelişmesi...

Dinyeper-Karpatlar Taarruzu
7 yıl önce

çıkıntısının güneyinden taarruza başladı. 1. Ukrayna Cephesi'ne bağlı 5. Muhafız Tank Ordusu ise kuzeyden, ertesi gün taarruza katılmıştır. Bu birlikler...

Vistül-Oder Taarruzu
3 yıl önce

Ordular taarruz ettiler. Oluşan gedikleri genişletmek için 1. ve 2. Muhafız Tank Orduları da muharebeye sokuldu. Pulawi köprübaşından taarruza başlayan...

Dinyeper Taarruzu
3 yıl önce

genişletmekteydi. Gerekli hazırlıkların tamamlanması ardından General Vatutin'in 1. Ukrayna Cephesi kuvvetleri, 3 Kasım 1943 sabahı taarruza başladılar. Kentin...

Lvov-Sandomierz Taarruzu
3 yıl önce

Lviv'i hedeflemektedir. Bu taarruza katılan kuvvetleri 60. ve 38. Muhafız Tank Ordusu ile 4. Tank Ordusu'dur. Kızıl Ordu, taarruz cephesini 26 km ile sınırlayarak...

Uman-Botoşani Taarruzu
7 yıl önce

Novoukrainka yönünde Kirovograd bölgesine yapılacak taarruza destek olacaklardır. Harekât hazırlıkları sırasında cephe ve ordu komutanlıkları, personelin...