Zeki Arif Ataergin
Kısaca: Zeki Ârif Ataergin, 1896 yılında İstanbul'da doğdu. Babası ünlü bestekâr ve kânunî Hacı Ârif Bey'dir. Asıl adı Salih Zeki olduğu halde Zeki Ârif adı ile tanınmıştır. ...devamı ☟
Daha çocukluk yaşında babasının musiki dünyasında sanatımızı yakından tanımış olan Zeki Ârif Bey, Tanburi Cemil Bey, Kemençeci Vasilaki, Udi Nevres Bey, Hanende Hüsameddin Bey, Leon Hancıyan, Ahmed Irsoy, Bestenigar Ziya Bey, Hafız Osman gibi ünlü ustaları tanıyarak musiki zevkini geliştirdi. Babası Hacı Ârif Bey hemen hemen her toplantıya oğlunu da götürür ve musikimizi yakından tanımasını isterdi. Daha beş-altı yaşlarında iken babasından meşke başladı;ilk olarak "Doğru söyle sever misin ?/Sevdiğimi bilir misin ?"kantosu ile bazı hafifi eserlerle biraz Kanun çalmasını öğrenmişti. Bu yıllarda babası en yakın dostu ve komşusu olan Rauf Yekta Bey'e götürerek "Kim bu biliyor musun ?" demiş, çocuğu yakından tanıyan Rauf Yekta Bey de Tanburi Zeki Mehmed Ağa gibi olacağını söylemiş. Zeki Ârif Bey'in Sipihr makamından yapmış olduğu takımı yıllarca eski İstanbul Radyosu'nda Darüttalim heyetinden dinleyen Rauf Yekta Bey çok duygulanıp heyecanlanarak, "Tanburi Zeki Mehmed Ağa olmadı ama bestekar Zeki Ârif oldu"demiş. Bir başka gün Beylerbeyi'nde Üsküdar'a gelinceye kadar bu eserlerden bir kaçının bizzat kendi sesinden dinlemek istemiş ve çok takdir etmiştir.
Uzun süre Hacı Kirami Efendi ile Lamekani Mustafa Efendi'den musiki dersleri aldı. Hacı Kirami Efendi'den Suznak, Hüseyni, Hicaz, Nihavend fasıllarını öğrendi;dini musiki bilgisini de ilerletti. Biraz ilerledikten sonra babası Hacı Ârif Bey, Tanburi Cemil Bey, Santuri Edhem Efendi, Kemani Aleksan Ağa, Hacı Kirami Efendi, Hafız İsmail ve Karcığar Mazhar Bey'in yaptığı fasıllara katılarak repertuvarını oldukça genişletti.
Babasının ölümünden sonra kemani Seyyid Abdülkadir Töre ile tanıştı ve bu tanışma onun sanat hayatında bir dönüm noktası oldu. Abdülkadir Töre'den aldığı ilhamla başta Dilkeşhaveran makamı olmak üzere, özellikle eski ve unutulmağa yüz tutmuş makamlara eğildi. Sipihr ve Evc-Maye makamları üzerinde durduğu bu tür makamların sadece ikisidir. Bu gibi makamlardan hayli eser besteledi. Bir süre "Darü'l-Musiki"nin icra heyetinde bulunduktan sonra Darüttalimi Musiki'ye girdi ve burada öğretmen olan İsmail Hakkı Bey'i tanıdı. Üsküdar'a taşındıktan sonra İsmail Efendi ile oğlu Sadi Işılay'la tanıştı. Sadi Işılay o zamanlar İbrahimpaşa civarındaki Şehzade Ziyaeddin Efendi'nin konağına devam ederdi. Buraya Zeki Ârif Bey'i de götürür beraber fasıllara katılırlardı. Faslı Hoca Ziya Bey yönettiğinden, ses musikimizin bu büyük ustasından çok yararlandı. Konağa devam ettiği yıllar içinde Uşşak,
Maye, Segah, Nihavend, Neveser, Sultani-Yegah, Ferahfeza, Karcığar, Mahur, Irak, Ferahnak, Hicazkar, Suzidil, Şedd-i Araban, Neva, Evc ve Rast fasıllarını öğrendi. Sonraları Darülelhan'a kaydolarak Hoca Ziya Bey'den yararlanmayı sürdürdü.
Bestekarlığa Hoca Ziya Bey ile Abdülkadir Töre'nin ısrar ve teşviki ile başladı;Rauf Yekta Bey ve Ahmed Irsoy'dan yardım gördü. Birkaç denemeden sonra Dilkeşhaveran takım ile Maye, Irak, Sipihr ve Mahur-Buselik makamlarından bestelediği eserler birbirini izledi. Nasuhi şeyhi Kerameddin Efendi ile dostluk ve yakınlık kurarak onun Tasavvuf vadisindeki engin kültüründen yararlandı. Pek çok eserinin sözlerini Kerameddin Efendi'nin söylemiş olduğu şiirlerden seçti. Zeki Ârif Bey ayrıca resim sanatı ile de uğraşmış, güzel eserler ortaya koymuştur.
Kendisini tanıyan ve ders almış olan kimselerin ortak kanısı duygulu, alçak gönüllü, gösterişi sevmeyen, terbiyeli, nazik, çelebi mizaçlı, dini bütün, Tasavvuf kültürü zengin bir kimse olduğu noktasında birleşir.
Bir bestekar olarak eserlerindeki melodi zenginliği başlıca özelliğidir. Eserlerinin icrasında güçlü ve oynak bir hançerenin gerektiğine inanılır. Öğrencisi Dr. Alaeddin Yavaşça, onun sanatını şu isabetli cümlelerle yorumlamış:". . . Türk Musikisi bestekarlığı yönünden onun mevkii ölçülere sığacak cinsten değildir. Rahmetli Neyzen Tevfik bile bir gün ona-Senin yerin Dellal-zadelerin yanında-demiştir. "
"Türk Musikisi'ni sevenler arasında ismini gönüllere işleyen Selahaddin Pınar, beste vadisindeki duygu ve his kalıplarının kendisine Zeki Ârif Bey'in üzerinde yarattığı tesirle açıldığını, ona duyduğu derin bir hayranlığın ifadesi içinde, her zaman ihsas etmiştir. O Türk Musikisi bestekarlığı için lüzumlu bütün şartların şahsında topladığı son bestekardı. Çağdaş bestecilerimizin kolay ve harcıalem yolu seçme çabası yanında Zeki Ârif Bey Sipihr, Dilkeşhaveran, Evc-Maye, Evc-Buselik, Mahur-Buselik gibi ancak müzik kültürü gelişmiş kimselere hitab edebilen nadide makamlarda, seleflerinin tesirinden azade, belirli özellik taşıyan çok olgun eserler vermiştir. Eserlerinde daha ilk bakışta alışılmamış bir melodi zenginliği göze çarpar. Türk Musikisi beste şekillerinin en küçüğü olan şarkılarda dahi, şed ve modülasyon bakımından akla, hayale gelmeyen sürprizler yapmış ve bu sürprizleri müstesna kabiliyetinin kendisine verdiği büyük maharetle, en ufak aksaklığa meydan bırakmayacak derecede birbirine yakıştırmıştır. İşte büyüklüğü de buradadır.
Hanende olarak da eski tarz söyleyiş uslubunun ve Gazel formunun son ustasıydı. Zengin oktavlı, pest ve tiz perdeleri aynı güçte, parlak bir sesi vardı.
Burhaneddin Ökte'nin ifadesine göre, Gazel okuduğu zamanlar tiz perdelerde sazlar bazen karşılık veremezlerdi. Gerçekten de Zeki Ârif Bey'in bir çok eserinde gazel formunun renk ve motiflerini bulmak mümkündür. Kendi uslub anlayışı içinde ve icra tekniğine göre bestelediği için, eserlerinin güç olduğu bilinir.
Zeki Ârif Ataergin peşrev, saz semaisi, Beste, Ağır ve Yürük Semai, Tevşih, İlahi, Şarkı olmak üzere iki yüz'e yakın eser bestelemiştir.
Güçlü nota bilgisi olduğu için eserlerini kendisi notaya almıştır.
Hazırlayan:Tahir AYDOĞDU
Kaynak:Türk Musikisi Tarihi. . . . . . Dr. Nazmi ÖZALP
Bu konuda henüz görüş yok.