Varlık ve Hiçlik
Sartre da öteki -varoluşçular gibi bütün yapıtlarında varlık sorusuna yönelir. Ana yapıtının adı: Varlık ve Hiçlik. Kendinden önceki varoluşçularda varlık bizim anlığımızda değil, ruh durumlarımızda kendini açar. Sartre 'da da varlığa giden yol buna benzer: Bulantı (La Nausee). `Bulantı' romanında romanın kahramanı Antoine Roquentin deniz kıyısında yassı çakıl taşlarını denize atıp sektirerek eğlenmektedir. Yeniden bir taş almak üzere eğilir, aldığı taşa bakar: bir yüzü kurudur taşın, ama öbür yüzü nemli, çamurlu ve yapışkandır. Birden bir- bulantı duyar ve taşı hemen elinden atar. Bulantı yalnızca öznel bir duygu değildir, bize asıl gerçekliği anlık bir parıldama içinde açar. Dünya düzensizdir, pistir, ve karşı duran bir şeydir. "Dünyada iyi gitmeyen bir şey var". Dünya insana göre uyumlu bir biçimde kurulmamış, tam tersine: zalim, acımasız, düşmanca ve saçmadır. Birçok insanlar yapışkanlık içinde yaşarlar. Ancak bulantı bizi bu yapışkanlıktan kurtarır. Ancak bu yapışkanlıktan tiksinti bizi existence olmaya götürür. Bu bulantının ağır bastığını Sartre 'ın bütün yapıtlarında görürüz. Yalnız varoluşa götüren bir şey değil bulantı Sartre'da, bütün felsefesinde yol göstericidir.
Başlangıçta var olan nesnelerin yalnızca Kendindeliğı" (en soi) vardı. Bu varlık kitle halindeydi, sağlam, yuvarlak, hareketsiz, yarıksız (aralıksız), bölümsüzdü. O zaman, bu temelsiz varlık kendini temellendirmeye çalıştı. O zaman kendi kendisiyle bir çeşit bağlantı kurması gerekmekteydi. Bunu yapabilmek için ilkin kendini aşıp hiçliğe doğru adım atması gerekiyordu. Sonradan bu hiçliktan yeniden kendi kendine dönebilmesi için kendini hiçlemesi, yadsıması gerekiyordu. Yabancı bir yerde olmadan insan kendi yurdunu tam bilemez (tanıyamaz) Sartre 'a göre. Varlığın yabancısı da hiçliktir. Bu ayrılık olmadan varlığın bilgisi.ne erişilemezdi. Bu ayrılma, bu yarılma. ile birlikte varlıkta bir delik açılır, bu delikten de kendisi-için (pour soi) varlığı, kendi bilincine erişen varlık ortaya çıkar: "Hiçlik” varlığın deliğidir, kendindenin çökmesiyle Kendisi-için meydana gelir. (Burada Hegel diyalektiğinin etkisi seziliyor: Kendinde varlıkla (sein en sich) kendinin dışında varlık (Sein ausser sich - anderssein) ve kendisi-için varlık (Sein für sich).
Şimdi, Sartre 'da varlıkta açılan delikle, hiçlikle, kendisi için varlık beliriyordu. Bu kendisi için (varlık) böylece kendindenin (kendinde varlığın) bilgisi içinde suyun yüzüne çıkar. Ama bu kendisi-için (peur soi) yeniden kendini temellendirmek ister, bundan dolayı da yeniden kendini aşıp hiçliğe atılır: böylece de bilinç doğar. Ama bu da yine kend:ini haklı çıkarmak ister ve üçüncü kez hiçliğe adım atar; bunu da kendini buradan kuşbakışı görebilmek için yapar: böylece de kendi kendinin bilinci, kendi üzerinde bilinç doğar.
Öyleyse soru soran insanla birlikte hiçlik yeryüzüne gelmiştir. O zamandan beri de hiçlik her kendi-için olanda (her bilinçli olanda) elmanın içindeki kurt gibi yerleşiktir. Kendi-için ise bilinçtir, ya da insandır. Soru sorma, yanılma bu kendisi-için olanın sorunsal oluşunu, çabuk kırılır oluşunu da bize gösterirler. Ama neden insan son bir cevapta karar kılamadan sorudan soruya atlıyor da huzursuz oluyor? Çünkü, Sartre'a göre, insan temelinden özgürlüktür . O olmuş bitmiş son bulmuş değildir `'kendinde' deği1dir, o aynı zamanda bir hiçliktir de: İnsan,gerçekleştirebileceği olanaklar toplamıdır. "İnsan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur" der Sartre : Kendinden ne yapabilirse, odur insan. Eylemleri ise gelecek içinde bulunurlar, onların kökenleri de salt özgürlük içinde. İnsan kristalleşmiş özgürlüktür: . "Özgürlüğe mahkumdur insan" . Özgürlük onun alınyazısıdır. Her şeyde özgürdür insan, yalnız özgürlüğünde değil. Kimse insan özgürlüğünden kurtaramaz, ne kendisi ne de bir Tanrı: Özgürlük onun özüdür (Essence) . Bundan dolayı insan zorunlu olarak huzursuz kalır, "'kendinde" (en soi) 'ye duyduğu varlık açlığını doyurmaya çalışır: ona dokunur, dokunmazsa elinden kaçıp gider.
Bedia Akarsu