1720 senesine kadar İstanbul’da çıkan yangınları, yeniçeriler kanca, balta, su kovası vesaire gibi itfaiye aletleriyle söndürürlerdi. Gerektiğinde yeniçerilere acemi ocağı efradı da yardım ederdi. Yangın söndüren yeniçerilerle acemilerin gayretlerine mükafat olarak ikramiye verilir; içlerinde iyi hizmeti görülenler terfi ettirilirdi. Yangın söndürme levazımatı ilk zamanlarda bedesten dellalında durur ve yangın olduğu vakit gelişi güzel kim isterse bunları alıp, yangın söndürmeye giderdi. Zaman zaman kargaşalık ve çapulculuğa sebep olan bu hizmet, Yavuz Sultan Selim Han zamanında kaldırılarak tamamen yeniçeri ocağına verildi. Bu usul tulumbacı ocağının kuruluşuna kadar devam etti.
On sekizinci asrın başlarında Müslüman olup, Davud adını alan bir Fransız teknisyen, yangın söndürmek için tulumba yaptı. 1714’te Tüfekhane ve Tophane yangınlarında denenen bu tulumbaların yerine daha kullanışlı ve hafifleri yapıldı. 1720 yılında ise yangın tulumbalarının ilk nümunesini yapan Davud Ağanın nezareti altında acemi ocağına yamak olmak üzere ayrıca Dergah-ı ali Tulumbacı Ocağı ihdas edildi. Davud Ağanın maiyetinde bir kethüda, bir katip, bir çavuş yamağı, bir odabaşı, elli tulumbacı ve saka vardı. Tulumbacı neferlerin, üzerlerinde numaraları bulunan miğfer denilen bakırdan başlıkları mevcuttu. Zamanla ocaktaki görevlilerin sayıları artarak 1804 senesinde 531 kişiye ulaştı.
Ancak yeniçeriliğin 1826’da kaldırılmasıyla bu ocak da lağv edildi. 1827 yılında yarı askeri bir İtfaiye Teşkilatı kuruldu. 1869’da belediye daire ve merkezlerine, mahallelere tulumbalar verilerek semt tulumbacı ocakları kuruldu. Bu yıllarda çıkan İstanbul yangınından sonra Macaristan’dan getirilen Kont Secini’ye, Askeri İtfaiye Teşkilatı kurduruldu (1874). 1923’ten sonra itfaiye teşkilatı belediyelere devredildi.
Tulumbacılar, şehrin yüksek yerlerinde inşa edilen yangın kulelerindeki gözcüleri vasıtasıyla yangınları haber alırlar, başta reisleri, omuzlarında su tulumbaları ve yangın söndürme aletleriyle yangın yerine koşarlardı. Yangına koşar adım gidildiğinden neferlerin yorulmaması ve gidiş hızının azalmaması için uygun yerlerde takım değiştirilirdi. Her semtin tulumbacıları, kendi ekibinin daha faydalı olması, daha önce varıp hizmete ulaşması için yarışır, zamanın imkanları nispetinde yangını söndürmeye çalışırdı. Yangın yerine koşan tulumbacılara yaptıkları hizmete göre fenerci, borucu, kökenci ve hortumcu gibi isimler verilirdi. Tulumbayı yangın yerlerine sırtlarında koşar adım taşıyanlara ise uşak adı verilirdi. Fenerci, tulumba takımının ağası ve yol göstericisi olup yangına en önde giderdi.
Uşaklar arasında bir anlaşmazlık çıkarsa bunu halletmek de fenercinin göreviydi. Borucu su sıkılan boruyu taşır ve alevlere su sıkardı. Kökenci borucunun kullandığı boruyu tutarak düşmemesini sağlar hortumcu da hortumları kullanırdı.
Yangını söndüren tulumbacılar dönerken hangi sınıf veya mahallenin tulumba ocağından olduklarını belirtmek için halkın kalabalık olduğu yerlerde “Haaayt... karada aslan, denizde kaplan, yetmiş iki buçuk millete duman attıran, yaman gelir yaman gider. Kasımpaşa’nın yiğitleri bunlar!” gibi naralar atarlardı. Yangın söndüren tulumba takımına kurtardıkları evin sahibi tarafından genellikle kurbanlık bir koyun olmak üzere hisse denilen hediye verilirdi. Hisse, reis tarafından tulumba takımındakilere bölüştürülürdü.