Tefsir Usulü
Kısaca: Tefsir usulü dini ilimlerden biri. Tefsir lügatte, “örtülü ve kapalı olan şeyi ortaya çıkarmak, açmak, beyan etmek” demektir. Istılahta tefsir; beşer kudreti dahilinde, Kur'an-ı kerim ayetlerindeki Allahü tealanın muradını bildiren ilimdir. Kelam-ı ilahi olan Kur'an-ı kerimden murad-ı ilahiyi anlayıp, bildiren alimlere müfessir denir. Buna göre tefsir ilminin mevzuu, konusu Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim, Allahü tealanın kelamı, sonsuz bilgiler, hükümler, hikmetler ve faziletler menbaı ...devamı ☟
Eshab-ı kiram aleyhimürrıdvan, ana dili olarak Arabiyi bildikleri, edib ve beliğ oldukları halde, bazı ayetleri anlayamaz, Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorarlardı. Hazret-i Ömer bir yerden geçerken, Resulullah'ın, Ebu Bekr-i Sıddik'a (radıyallahü anh) bir şey anlattığını gördü. Yanlarına gidip dinledi. Sonra, başkaları gördüler, fakat gelip dinlemeye çekindiler. Ertesi gün, Ömer'i (radıyallahü anh) görünce; “Ya Ömer! Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, dün size bir şey anlatıyordu. Bize de söyle, öğrenelim.” dediler. Çünkü, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem daima; “Benden duyduklarınızı, din kardeşlerinize de anlatınız! Birbirinize duyurunuz.” buyururlardı.
Ömer radıyallahü anh; “Dün Ebu Bekr (radıyallahü anh), Kur'an-ı kerimden anlayamadığı bir ayetin manasını sormuş, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de anlatıyordu. Bir saat dinledim, bir şey anlayamadım.” dedi. Çünkü Ebu Bekr'in yüksek derecesine göre anlatıyordu. Ömer radıyallahü anh, o kadar yüksekti ki, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Ben, peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber gelmeyecektir. Eğer, benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu.” buyurdu.
Böyle yüksek olduğu ve Arabi'yi çok iyi bildiği halde, Kur'an-ı kerimin tefsirini bile anlayamadı. Ebu Bekr'in derecesi, ondan çok daha yüksekti. Cebrail aleyhisselam dahi, Kur'an-ı kerimin manasını, esrarını, gizli ve ince manalarını Resulullah'a sorardı. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, Kur'an-ı kerimin hepsinin bildirilmesi icab eden tefsirini Eshabına bildirdi. Böyle olduğunu İmam-ı Süyuti rahmetullahi aleyh söylemektedir. Onun için Kur'an-ı kerimin esas tefsiri bizzat Peygamber efendimizin açıklamaları, yani hadis-i şerifleridir.
Resulullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bu tefsirleri öğrenen Eshab-ı kiram, müfessirlerin ilk tabakasını meydana getirir. Başta Hulefa-i raşidin olmak üzere, İbn-i Mes'ud, Übey bin Ka'b, Ebu Musel Eş'ari, Ebu Hüreyre, Enes bin Malik ve Abdullah bin Abbas radıyallahü anhüm ecmain, Kur'an-ı kerimin tefsiri hususunda önde gelen sahabilerdendir. Özellikle Abdullah bin Abbas, Eshab-ı kiramın en alimlerinden biri olarak tanınmıştır. ayet-i kerimelerle ilgili açıklamalarının pek yüksek olduğunu tefsir alimleri bildirmiş, tefsirlerini bunlarla süslemişlerdir. Ancak ona ait tefsir kitabı yoktur. Yalnız tefsir alimleri onun bu açıklamalarını tefsirlerinde nakletmişlerdir. Tefsir ilmindeki yüksekliğinden dolayı kendisine; Tercüman-ül-Kur'an, Hibr-ül-Ümmet, Reis-ül-Müfessirin lakapları verilmiştir.
Eshab-ı kiram da, Resulullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) öğrendikleri Kur'an-ı kerimin tefsirini, müfessirlerin ikinci tabakasını teşkil eden Tabiinin büyüklerine öğrettiler. Mücahid bin Cebr el-Mekki (v.103/M.721), İkrime (v.105/M.723), Tavus bin Keysan (v.106/M.724), Ata bin Ebi Rebah (v.114/M.732), Alkame bin Kays (v.102/M.720), Şa'bi (v.105/M.723), İbrahim Nehai (v.105/M.723), Dahhak bin Müzahim (v.105/M.723), Hasan-ı Basri (v.121/M.738), Malik bin Enes (v.179/M.795) (rahmetullahi aleyhim ecmain) Tabiin devri müfessirlerinin Ünlülarındandır.
Tabiinin büyükleri de, Eshab-ı kiramdan öğrendikleri bu tefsirleri, Tebe-i tabiine ulaştırdı Süfyan bin Uyeyne (v.198/M.813), Veki' bin Cerrah (v.917/M. 812), İshak bin Raheveyh (v.233/M. 848), Ali bin Ebi Talha (v.143/M.760), Kasım bin Sellam (v.223/M. 837) (rahmetullahi aleyhim ecmain) Tebe-i tabiinin müfessirlerindendir. Bunlar da müfessirlerin üçüncü tabakasını meydana getirir. Bu tabakada bulunanlar tefsire dair rivayetleri derleyip toplamaya başladılar.
Kur'an-ı kerimin tefsirine dair Peygamber efendimizden ve Sahabe-i kiramdan gelen rivayetler böyle gönülden gönüle nakledilip fevkalade bir tarzda zaptedildi. Nihayet, ilimler kitaplara yazılmaya başlanınca, tefsir alimleri de daha önce toplanıp kendilerine ulaşan bu rivayetlerle Kur'an-ı kerimi tefsir ettiler.
Böyle rivayetlerle yapılan tefsire rivayet, me'sur ve nakli tefsir denir. Rivayet tefsirlerinden bazıları şunlardır:
1. Cami-ül-Beyan an Te'vil-il-Kur'an: Muhammed bin Cerir et-Teberi (v.310/M.922).
2. Mealim-üt-Tenzil: Ebu Muhammed el-Hüseyn el-Begavi (v.516/M. 1122).
3. El-Muharrer-ül-Veciz fi Tefsir-il-Kitab-il-Aziz: İbn-i Atiyye el-Endelusi. İbn-i Atiyye kendisinden önceki tefsirlerdeki rivayetleri ve senedlerini tahkik ve tedkike tabi tuttu.
4. Cami-ül-Ahkam: Ebu Abdullah Muhammed bin Ahmed el-Kurtubi (v.671/M.1272). Kurtubi de, tefsirinde İbn-i Atiyye'nin usulünü takip etmiştir.
5. El-Cevahir-ül-Hısan fi Tefsir-il-Kur'an: Abdurrahman es-Se'alebi (v.876/M.1471).
6. Ed-Dürr-ül-Mensur fi Tefsir-il-Me'sur: Celaleddin es-Süyuti (v.911/M. 1505).
Rivayet tefsirleri yanında dirayet tefsirleri de yapıldı. İlk yüzyılda irab, belagat gibi lisan bilgileri Araplarda meleke halinde bulunduğundan, bunları anlatan bir kitaba ihtiyaç yoktu. Fakat zamanla fetihler sebebiyle hudutlar genişledi. Yabancı milletlerle irtibat neticesinde, Arabi lisanın yanlış kullanılması ve bozulması durumu ortaya çıktı. Diğer taraftan Arap olmayanların Arabi'yi öğrenebilmeleri için bu lisanın gramerini bilmeleri icab ediyordu. Yine Kur'an-ı kerim Arabi olduğu için, lüzum görüldükçe lisan bilgilerine göre izahına ihtiyaç duyuluyordu. Onun için Arabi lisanına dair kitaplar yazıldı. Asıl tefsir olan Resulullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) gelen rivayetler esas alınarak, Kur'an-ı kerimin lisan ve daha başka bilgilerle de açıklamaları yapıldı. Bu izahlara, açıklamalara tevil denildi.
Tevillerin doğruluğu, nakle, yani Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) gelen tefsirlere uygunluğu ile anlaşılır. Tefsir kitaplarını yazan alimler, tefsire uygun tevilleri de yine tefsir olarak kabul etmişlerdir. Tevil, nakle ve din bilgilerine uygun olmazsa tefsir değil, yazanın kendi düşüncesi olur. Nitekim hadis-i şerifte; “Kur'an'ı, kendi görüşü ile açıklayan hata etmiştir.” buyrulmuştur.
Bunun içindir ki, Kur'an-ı kerimde manası açık olmayan yerlerden, yalnız akla güvenip, yanlış tevil yapılarak, yanlış manalar çıkarılması neticesinde yetmiş iki bid'at ve dalalet fırkası ortaya çıktı. Bunlar sırf akla güvenme, ona göre hareket etme yolu olan felsefenin de tesirinde kalarak akılla anlaşılamayacak olan ahiret hallerini dahi akıllarıyle izaha kalkıştılar. Böyle bozuk kimselerin tefsir diye yazdıkları kitaplar zararlı olup, okuyanların itikadlarını bozmaktadır.
Halbuki Ehl-i sünnet alimleri nakli esas alıp, aklı onu izah etmekte yardımcı saydılar. Kur'an-ı kerimi bu esasa bağlı olarak tefsir ettiler. Dini hükümlerin bir çoğunu ictihad ederek bu yolla elde ettiler. Bu itibarla kelam, fıkıh ve ahlak kitapları da Kur'an-ı kerimin tefsiridir.
Dirayet yoluyla yapılan tefsirlerden bazıları şunlardır:
1. Mefatih-ül-Gayb: Fahreddin Razi (v.606/M. 1209). Bunda rivayet ve dirayet yolları birleştirilmiş, filozofların bozuk fikirleri reddolunmuştur. Tefsir-i Kebir diye de bilinen eserde; zaman zaman nahiv ve belagatla ilgili meselelere girilmiştir.
2. Envar-ut-Tenzil ve Esrar-ut-Te'vil: Beydavi (v.685/M.1288). Bu da Razi Tefsiri'nin usulünü takip etmiştir.
Buna Beydavi Tefsiri de denir. En kıymetli tefsir kitaplarındandır. Yüze yakın şerh ve haşiyesi yapılmıştır. Bunların en Ünlüu Şeyhzade Haşiyesi'dir.
3. Medarik-ut-Tenzil ve Hakaik-ut-Te'vil: Nesefi (v.701/M.1301).
4. El-Celaleyn: El-Mahalli (v.684/M.1459) ve's-Süyuti (v.911/M.1505).
5. İrşad-ül-Akl-is-Selim ila Mezaya'l-Kitab-il-Kerim: Ebüssü'ud (v.892/M.1574).
6. Tefsir-i Mazhari: Hindistanda yetişen alimlerin büyüklerinden Senaullah-ı Pani-Püti'nin yazdığı çok kıymetli bir tefsir kitabıdır. On büyük cilt halinde 1976 da Pakistan'da yeniden basılmıştır.
Bir de tasavvuf büyüklerinin yazmış oldukları te'vil kitapları vardır ki, bunlara İşari tefsir denilmiştir. Bu te'viller onların saf (temiz ve berrak) kalplerine gelen ilhamlar olup, Allahü tealanın dilediği bilgiler olabilir, denilmiştir. Bunların sözleri vicdana bağlı şeylerdir. Bunlara inanmak vicdan sahiplerinin vicdanlarına bırakılır, başkalarına senet olamaz. Yani iman olunacak şeyleri ispat etmezler ve amel ve ibadetleri gösteremezler. Onların halini, onları tanıyanlar anlar ve onların yüksek derecelerine erişenler bilir. Muhyiddin-i Arabi, Necmeddin-i Kübra ve İsmail Hakkı Bursevi'nin tefsirleri böyledir.
İslam alimlerinin böyle asırlar boyunca yazdıkları tefsirler her asra uygundur ve kafidir. Kur'an-ı kerimin emirleri her yüzyıldaki her insan için aynıdır. Önceki asırlar için başka, sonraki asırlar için başka değildir. Kur'an-ı kerime inanan ve uymak isteyen bir Müslüman, aradıklarını mevcut tefsirlerde bulur. Fakat bozuk kimseler kendi bozuk isteklerini, bu tefsirlerde bulamazlar. Herkesin kendi aklına ve yüzyılın isteklerine göre tefsir yapması caiz değildir. Bu, aslı değiştirip bozmaya kalkışmaktır.
Tefsir alimleri, ehil olmayan kimselerin çıkıp, Kur'an-ı kerim tefsiri diye kendi şahsi düşüncelerini söyleyip, yazmalarına mani olmak için, müfessirde, yani tefsir yapacak kimsede bazı şartların bulunması lazım geldiğini bildirdiler. Bunları, sekiz yüksek din bilgisini bütün incelikleriyle bilmek, on iki alet ilmiyle bunların kolları olan yetmiş iki ilme vakıf olmaktır. Bu sebeple tefsir yapacak kimsenin lügat, metn-i lügat, bedi, beyan, meani, belagat, kıraat, usul-i din (kelam), fıkıh, esbab-ı nüzul, nasih ve mensuh, Usul-i fıkıh, hadis, usul-i tefsir ve ilm-i kalp (tasavvuf, ahlak ilmi) gibi çeşitli ilimleri öğrenmek, sarf, nahiv, mantık gibi alet olan bilgilerde derinleşmek, zamanının fen bilgilerinde söz sahibi olmak, ayet-i kerimelerin zahiri, zımni, muradi, iltizami manalarını ve her ayet-i kerimenin, ne zaman, ne sebeple ve kimler için nazil olduğunu, ayet-i kerimelerin hangi hadis-i şeriflerle ve nasıl açıklandığını hakkıyla bilmek lazımdır. Ayrıca Ehl-i sünnet itikadında olup, kalpte Allah sevgisinden başka bir şeyin sevgisine yer verilmemesi ve ilm-i vehbiye, yani Allah vergisi olan ilme sahip olması lazımdır. Ancak böyle bir alim, Kur'an-ı kerimi tefsir edip, kelam-ı ilahiden murad-ı ilahiyi, Allahü tealanın ilahi muradını anlayabilir. Böyle olmayanların Kur'an-ı kerimden mana çıkarmaya kalkışması, ilk mekteb talebesinin üniversite kitabı okumasına ve kimya deneyleri yapmaya kalkışmasına benzer. Böyle nice zavallıların, deneylerde kurban gittiği çok duyulmuştur.
Müfessirler (rahmetullahi aleyhim), Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); “alimler, peygamberlerin varisleridir.” buyurduğu büyük alimlerdir. Tefsirlerini bu yüksek mertebenin sahipleri olarak, büyük bir din gayreti ve hassasiyeti içerisinde yazdılar. Böyle olduğu halde o büyüklerin tefsirleri hakkında; “Eski tefsirler İsrailiyyatla doludur.” denilerek lekelenmektedir. İsrailiyyat, ya ehl-i kitabın bizzat ağzından, yahut onların ele geçen kitaplarından nakledilen rivayetlerdir. İslamiyetin ilk zamanlarında, fitne ve fesada sebep olur endişesiyle, İsrailoğullarına ait haberlerin nakil ve kitaplarının mütalaa edilmesi men olunmuştu. Sonradan dini akideler, şer'i (dini) hükümler iyice yerleşince o mahzur kalkmış Beni İsrail'e ait hadiselerin nakli mübah kılınmış, izin verilmiştir. Bu da ibret alınabilecek kıssalara dairdir. Yalan olduğu bilinen haberlerin nakliyse caiz değildir. Tefsir ilminde müctehid mertebesine yükselen müfessirler, eserlerinde eğer İsrailiyyata yer vermişseler bunu caiz olduğu için yapmışlardır. Caiz olmasaydı yapmazlardı. Bununla beraber, onlar bu işi yapmakla Beni İsrail'e (İsrail oğullarına) ait haberlerden nelerin nasıl alınabileceğine dair de kendilerinden sonrakilere güzel bir nümune ve ölçü vermiş olduklarını da dikkate almak lazımdır. Bu sebeple, İsrailiyyat bulunduğunu söyleyerek, bu mevzuları bilmiyenler nazarında bu tefsirlerin ve sahiplerinin kıymetini düşürmek gayet hatalı bir iştir.
Bu tefsirler hakkında söylenen diğer bir husus da, onlarda mevdu' hadis bulunduğudur. Mevdu' kelimesinin lügat manası “uydurma” demektir. Fakat ıstılahta, yani hadis usulü ilminde başka manada kullanılır. Hadis usulü ilminde müctehid olan bir alimin bir hadisin mevdu' olduğunu söylemesi; “Bir hadisin sahih olması için lüzumlu gördüğüm şartlara göre mevdu'dur, yani hadis-i şerif denilen bu sözün hadis olması bence anlaşılmamıştır.” demektir. Yoksa Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sözü değildir, demek istemez. Bu alime göre hadis olmaması, hakikatte hadis olmadığını göstermez. Bilakis hadis usulü ilminde müctehid olan başka bir alim de bir hadisin sahih olması için aradığı şartları bu sözde bulunca, “Hadistir, mevdu' değildir.” diyebilir. O halde bazı kimselerin; “Bazı tefsirlerin hadisleri mevdu'dur (hadis-i şerif değildir).” demesiyle, o hadis-i şerifler mevdu' olmaz. Bu sebeple Beydavi gibi kıymetli tefsirlerde mevdu' hadis var demek, onların kıymetini asla düşürmez. Böyle sözlerin ilmi bir kıymeti de yoktur.
İslam alimlerinin yazdıkları bu tefsirler asırlar boyunca Müslümanlar tarafından kabul görüp okutulmuş ve zamanımıza kadar gelmiştir.
Tefsir kitaplarını okuyup anlayabilmek için de senelerce durmadan çalışıp yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilmi iyi bilmek lazımdır. Yalnız Arapça bilmekle tefsir kitapları anlaşılmaz. Bu ilmi iyi bilen alimler, Türkçe tefsir kitapları da yazmışlardır. Mevakib, Tibyan ve Ebülleys tefsirleri bunların en kıymetlilerindendir. Kur'an-ı kerimdeki murad-ı ilahi tercüme yoluyla ifade edilemeyeceği için, bu kitaplar tefsir tarzında yazılmışlardır. Kur'an-ı kerimin bütün hususiyetleriyle aynen tercümesi mümkün değildir (Bkz. Kur'an-ı kerim). Fakat tefsirlerin ışığı altında meal, izah açıklama tarzında tercümesi yapılabilir.
Fakat bu tercümelerden din öğrenilmez. Hatta, ayet-i kerimelerin manaları tam anlaşılmadığı için, bunlar zararlı da olabilir. Kur'an-ı kerimin tefsirinden her Müslümanın bilmesi lazım olanlarını, kelam, fıkıh alimleri ve tasavvuf büyükleri bildirmişler, bunları kitaplarına yazmışlardır. Bu sebeple, kelam (akaid), fıkıh ve tasavvuf kitapları da birer tefsir kitabıdır. Din, bunlardan öğrenilir. Ayrıca bu kitaplardan fazla teferruata girmeden itikad (iman) ibadet, amel (diğer yapılacak işler) ve ahlaka dair kitaplarda yazılmıştır ki, bunlara ilmihal kitapları denir. Bu kitaplarda, alim-cahil her Müslümanın bilmesi lazım gelen bilgiler olan, zarurat-ı diniyye anlatılır. Her Müslümanın bu bilgileri bilmesi farzdır, lazımdır. Ehil olmadan, din bilgilerini doğrudan Kur'an-ı kerimden, tefsir kitaplarından ve meallerden öğrenmeye çalışmak yanlış olup, insanın dalalete, bozuk yollara düşmesine, itikadının ve imanının sarsılmasına sebep olur.
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi
Süleyman Karagülle
3 yıl öncesarf, nahiv, belagat ve mantık gibi alet ilimleri ile tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve fıkıh usulü tahsili gördü. 1955 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nden...
Süleyman Karagülle, Kişi, TaslakMukaddime
3 yıl önceve yıl (link) Bulut, Ali (2009), Erken Dönem Tesir Mukaddimelerinin Tefsir Usulü Açısından Değerlendirilmesi (PDF), Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi...
Mukaddime, Ahmet Cevdet Paşa, Cemil Meriç, Osmanlı Devleti, Siyaset, Sosyoloji, Tarih, Toynbee, İbn Haldun, İktisat, İngilizİlahiyat
3 yıl öncesavunan kelâm gibi dalların tümü İslam ilahiyatı içerisinde yer almaktadır. Tefsir: Kur'an'ın açıklanması ve açıklanmasına ilişkin usûl bilgisi. Kıraat: Kur'an'ın...
Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa
3 yıl öncedevrinde yetişen tefsir, lügat, edebiyat ve tıp âlimi Cemâleddin Aksarâyî (ölümü: 1388-89) kaleme aldığı "Zemahşerî’nin el-Keşşâf" adlı tefsiri üzerine olan...
Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa, Çandarlı Kara Halil Hayreddin PaşaGazzâlî
7 yıl öncefilozoflar, diğer yandan Kur'an'ın apaçık ayetlerini karanlık ve gizemli tefsirlere konu yapan Bâtınîler, İslam dinine ve Ehl-i sünnet itikadının bütünlüğüne...
Tecvid
3 yıl önceTecvid, Kıraat ilmi içinde yer alan, Kur'an okuma usulü ve ilmidir. Harflerin çıkış yeri, sıfatı, uzun veya kısalığı, genişlik veya darlığı, birleştirme...
Tecvid, Hatim, Kur'an, Kıraat, Namaz, Taslak, İslam, Hadr, Karabaş Tecvidi, Tedvir, Aşir