Türk Müziği Tarihi, dolayısıyla bu tarihe ilişkin dönemlerle ilgilenen ilk kişi, Rauf Yekta (1871-1935)’dır.
Rauf Yekta, 1913 yılında Encylopedie de la Musique et Dictionnaire du Conservatoire adıyla Albert Lavignac (1846-1916) tarafından Paris’te yayınlanan ansiklopediye Turquie başlığı altında, Türk Müziği’ni, genel hatlarıyla ve çok geniş bir özet şeklinde yazmıştır. 1.Dünya Şavaşı’nın 1914 yılında çıkması nedeniyle ancak 1922 yılında yayınlanan bu uzun yazıda, Türk Müziği’nin tarihine de değinen Yekta, ‘Türklerde Musıki Tarihine Bir Bakış’ başlığı altında ele aldığı Türk Müziği Tarihi’ni, dönemlere ayırma gereği duymadan ve genel hatlarıyla özetlemiştir.
Rauf Yekta, Şark Musıkisi Tarihi adlı eserinde, Türk Müziği Tarihi dönemlerin-den söz etmemiştir.
Rauf Yekta’dan sonra müzik tarihiyle ilgili olarak Ali Rıfat Çağatay’ın(1867-1935) yazmış olduğu Musıki başlıklı makale dikkatimizi çekmektedir. Bu makalede de Türk Müziği Tarihi’ne ilişkin bir dönem anlayışına rastlamıyoruz.
Aynı yıllarda Mahmut Ragıp Kösemihalzade (Gazimihal) (1900-1961) tarafından yazılan Türk Musıkisi Tarihi başlıklı uzun yazıda açıkça belirtilmiş dönemlendirmeye rastlanmasa da, yazıda yer alan ‘Elam-Eti-Sümer’, ‘İç Asya Türklerinin Musıki Mazileri’, ‘İlk Çin Saraylarındaki Türk Musıkileri’, Türkistan Havalisinin Musıkileri Hakkındaki İlk Tarihi Kayıtlar’, ‘Onuncu Asırdan Sonra’, İslamiyetten Sonraki Asırların Klasik Türk Musıkisi’ gibi başlıklardan, Gazimihal’in bu sıkıntıyı duyan ilk insan olduğu anlaşılmaktadır.
Türk Müziği Tarihini dönem anlayışı içinde ele alan ilk kişi ise, İhsan Akıner(?-?)’dir.
Musıki Tarihimize Umumi Bir Bakış başlığı altında Türk Musıkisi Dergisi’ ne yazdığı uzun yazıda, Akıner, Türk Müziği Tarihini, ‘İslamiyetten Önce’ ve ‘İslamiyetten Sonra’ olmak üzere iki döneme ayırmıştır. Kuşkusuz ki, İslamiyet’in Türk Müziği üzerindeki çok önemli etkisi dikkate alındığında, böyle bir ayrımın sağlıklı olduğu hemen anlaşılmaktadır. Ama, İslamiyet’in Türklerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edildiği 10. yy’dan günümüze değin geçen bin yılı aşkın zaman içinde oluşan Türk Müziği’ndeki değişim ve başkalaşımların tümünü aynı zaman dilimi içinde,yani, İslamiyet Sonrası Türk Müziği olarak ele almak, gerçekçi olmadığı gibi, bilimsel de değildir.
Bu yıllardan sonra, seksenli yıllara kadar Türk Müziği Tarihi’nin dönemleri hakkında yayınlanmış herhangi bir görüşe rastlamıyoruz. 1980 yılında ise Prof.Dr.Gültekin Oransay’ın(1930-1989) eğitim enstitülerinin müzik bölümleri için hazırlamış olduğu Musıki Tarihi adlı kitabında, gerçekçi görünümlü bir diğer dönem anlayışına tanık oluyoruz:
Dönem yerine Evre terimini tercih eden Oransay, Geleneksel Türk Sanat Müziği’nin tarihini şu üç evreye ayırmaktadır:
1. Oluşum Evresi(1520 öncesi)
2. Doruk Evresi(1520-1826)
3. Unutulma Evresi(1826’dan beri)
Burada, kilometre taşı olarak ele alınan tarihlerden 1520, Sultan 1. Süleyman’ın tahta geçişinin, 1826 ise, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılış ve Avrupalı geleneğe göre ilk boru takımının kuruluş tarihleridir.
Prof. Dr. Gültekin Oransay, daha sonra ayrıntılı olarak ele alacağımız Türk Müziği Tarihi içinde Geleneksel Sanat Müziği’ne ait 1520 tarihinden önce elimizde hiçbir eser bulunmadığını(?) düşünmesi nedeniyle bu tarihi ele almaktadır. Kuşkusuz ki, 1520 öncesi elimizde eser bulunup bulunmadığı bir yana, yazılı kaynaklarda bulunan tür, çalgı, makam, usul anlayışındaki değişim ve gelişim gözlendiğinde, bırakalım milattan öncesini, milattan sonra geçen 1520 yıllık bir zaman dilimi içinde tekdüze, değişimsiz bir geleneksel müzik olduğu öne sürülmektedir, ki, bu, hiç de gerçekçi bir görüş değildir. Kaldı ki, islamiyet’in kabul edilmesiyle ortaya çıkan müzik günahtır-günah değildir tartışmalarının Türk Müziği üzerindeki etkisi bir yana, en azından cami müziği türlerinin Türk Müziği içine girmesi dahi, büyük bir değişimdir.
Benzer şekilde, 1826’dan günümüze varolan zaman dilimi içinde de tekdüze bir evre’nin varolduğu görüşü de eleştirilebilir. Hernekadar, Oransay, yalnızca Geleneksel Türk Sanat Müziği’ni ele alıyorsa da, 19.yy’ın sonunda yer alan Zekai Dede’den(1825-1897) 20.yy’ın ilk yarısında yaşamış Rakım Elkutlu’ya(1872-1948) değin bir çok besteci, geleneksel sanat müziğinin uygulayıcısı ve üreticisi olmuşlardır. Dolayısıyla, 1826’dan bu yana geçen zaman dilimini bir unutulma evresi olarak nitelemek hiç de gerçekçi değildir.
1984 yılında ise, Emin-Bedia-Hakan Ünkan üçlüsünün hazırlamış olduğu Türk Sanat Musıkisinde Temel Bilgiler adlı yayında yeni bir dönem anlayışına tanık oluyoruz. Adı geçen eserde Türk Musıkisinin Dönemleri başlığı altında şu dönemler yer almaktadır.
1. İlk bilimsel dönem(Başlangıç ve hazırlık dönemi) (900-1450)
2. İlk klasik dönem (1450-1720)
3. Son klasik dönem (1700-1880)
4. Yeni klasik dönem (Neoklasik Dönem) (1850-Günümüz)
Bu dönem anlayışı içinde dikkatimizi çeken ilk olgu, dönemlerin adlandırılmasındaki mantık hatasıdır. Çünkü, bilimsel dönem ile klasik dönem arasında hiçbir organik bağ yoktur.Bir başka deyişle, klasik kelimesi ezgi anlayışı ve biçimsel kurallarla ilgili olmasına karşın, bilimsel kelimesi tümüyle metodoloji ile ilgilidir. Bunun yanında, bilimsel dönem’den sonra gelen klasik dönem adlandırması, bu dönem içinde bilimsellik olmadığını çağrıştırdığı için, bu adlandırmanın yanlış olduğu gerçeği de karşımıza çıkmaktadır.
Bu dönem anlayışı içinde dikkatimizi çeken ikinci olgu ise, klasik kelimesidir. Burada, bu kelimenin anlamı üzerinde çok kısa da olsa durmakta büyük yarar vardır:
Bilindiği gibi, dilimize fransızcadan geçmiş olan bu kelimenin iki önemli anlamı bulunmakta olup, ilk anlamı sanatta kuralcı’lığı içermektedir. Bir başka deyişle, bilinen kurallara göre oluşturulmuş olguların genel adı klasik’tir.
Kelimenin ikinci anlamı ise, üzerinden çok zaman geçtiği halde değerinden yitirmeyen olgu olarak açıklanmaktadır. Klasik kelimesinin bu anlamlarını müziğe uygulayacak olursak, klasik şarkı deyişinden, hem bilinen kurallara göre üretilmiş şarkı, yani, A(a+b)+B(c+b) biçimiyle zemin+ nakarat + meyan+nakarat olarak üretilmiş şarkı, hem de, çok eski olduğu halde, değerinden hiçbir şey yitirmemiş, hala hazla seslendirilen ve dinlenebilen şarkı anlaşılır. Buradan hareketle, klasik müzik deyişi de aynı anlamları içerir. Yani, ya kuralları belli olan müzik, ya da, eski olduğu halde değerinden yitirmemiş müzik anlamlarını içerir.
Konuyu klasik dönem deyişine yöneltecek olursak, bu kez, kelimenin ilk anlamıyla karşı karşıya kaldığımızı anlarız. Yani, belirtilen dönem içinde, müzik anlayışının yansıması olan müzik üretiminde aynı kuralların egemen olduğu anlaşılır. Bir an için, adları belirtilen dönemler içinde ezgi ve biçim anlayışında aynı kuralların egemen olduğunu varsayarsak(?), Emin-Hakan-Bedia Ünkan’ın dönem anlayışlarında karşımıza çıkan bir diğer çelişki, ilk klasik dönem’ deki ezgi ve biçim anlayışında varolan kuralların, son klasik ve yeni klasik dönemlerde değiştiği düşüncesinin ortaya çıkmasıdır ki, bu anlayış kökünden yanlıştır. Özellikle neoklasik de denilmiş olan ve 1850’den günümüze kadar geçen zaman dilimini kapsayan yeni dönem’in kendi içinde dahi biçim ve ezgi anlayışında yoğun bir değişimin varolduğu dikkate alındığında, bu adlandırmanın yanlışlığı daha da belirginleşir. Örneğin, Rakım Elkutlu-Sadeddin Kaynak-Refik Talat-Şerif Muhiddin Targan aynı ezgi ve biçim anlayışına sahip değildirler. Bunun yanında, ilk klasik dönem ile son klasik dönem arasındaki farkı anlamak da olası değildir. Çünkü, bu adlandırmanın çağrıştırdığı iki olgu vardır. Birincisi, ilk klasik dönem’de var olan ezgi ve biçim anlayışı son klasik dönem’de de devam etmiş ve bu dönemin bitiminde ortadan kalkmıştır, ki, bu durumda ayrı dönem nitelemesi yanlıştır, ya da, son klasik dönem’ de ilk’ine göre yeni bir ezgi ve biçim anlayışı vardır. Bu durumda da, dönemi, yine klasik olarak nitelemek bir başka yanlışlık olarak dikkati çekmektedir.
Kısacası, klasik kelimesiyle adlandırılan dönemlerde, gerek kelimenin içerdiği anlamdan, gerek dönemlerin farklı olması gerekliliğinden kaynaklanan adlandırma yanlışlıkları kaçınılmazdır. Dolayısıyla, yanlıştır. Zaten bu adlandırma, tümüyle batıdan öykünme bir görünümdedir. Yanlışlığın temelinde yatan asıl çelişki de budur. Ulusal bir müzik türünün tarihsel dönemlerini, uluslararası müziğin tarihsel dönemlerine uydurmak, büyük bir yanlışlıktır. Kaldı ki, uluslararası müzikte varolan barok evre, klasik dönem, romantik dönem gibi adlandırmalarda temel mantık, bu adlandırmaların tüm sanat dallarını kapsamasıdır. Örneğin, özü, yoğun süslemeye ve gösterişe dayalı barok evrede varolan sanatın tüm alt türlerinde, yani, resim, heykel, mimari, müzik ve diğer sanat dallarında, yoğun bir süsleme anlayışı egemendir. Evlerdeki möbleden perdelere, duvarlara kadar, yani iç mimaride dahi yoğun bir süsleme anlayışı egemendir. Bundan ötürü bu evre, barok evre olarak adlandırılmıştır. Benzer olarak klasik dönemde de aynı mantık vardır. Bu dönemde, sanatın tüm alt türlerinde biçim ve biçimi oluşturan kurallar egemendir. Güzellik, mutlak biçim anlayışı içinde aranır.
Sonuç olarak, ulusal bir müzik türü olan Türk Müziği’nin dönemlerini, uluslararası müzik tarihini belirleyen dönem anlayışıyla açıklamak gerçekçi değildir.
Ercüment Berker’in 1985 yılında yayınlanan Türk Müziği Tarihi’ne ilişkin dönem anlayışı ise, biraz önce sözünü ettiğimiz Emin-Hakan-Bedia Ünkan üçlüsünün dönem anlayışıyla büyük benzerlikler taşımaktadır.
Ercümet Berker’e göre Türk Müziği Tarihi altı ayrı dönem içinde incelenmelidir. Bu dönemler şunlardır:
1. Başlangıcından Maragalı Abdülkadir’e (1360-1435) kadar uzanan hazırlayıcı dönem.
2. Maragalı Abdülkadir’den Itri’ye(1435-1712) kadar uzanan ilk klasik dönem .
3. Itri’den Dede Efendi’ye(1712-1778) kadar uzanan son klasik dönem.
4. Dede Efendi’den Zekai Dede’ye (1778-1825) uzanan neoklasik dönem .
5. Zekai Dede’den Hüseyin Sadeddin Arel’e(1825-1955) kadar uzanan romantik dönem .
6. Hüseyin Sadeddin Arel ile başlayıp halen devam etmekte olan reform dönemi (1955-Günümüz).
Görüldüğü gibi, bu dönem anlayışı, Emin-Hakan-Bedia Ünkan üçlüsünün dönem anlayışı ile, özellikle adlandırmalarla ilgili olarak çok büyük benzerlikler göstermektedir. Bu nedenle, bu adlandırmalara ilişkin yaptığımız eleştiri, Ercüment Berker’in dönem anlayışı için de geçerlidir. Dolayısıyla, Berker’in dönem anlayışları da sağlıkı değildir.
1976, 1987 ve 1991 yıllarında yayınlanan Türk Musıkisi Ansiklopedisi ve Türk Musıkisi Teknik ve Tarih adlı kitaplarında, Yılmaz Öztuna, Türk Müziği Tarihi’ni; XIII. asırda Türk Musıkisi, XIV. asırda Türk Musıkisi gibi başlıklar altında, yani, yüzyıllar içinde incelemiştir. Aynı zamanda değerli bir tarihçi olan Yılmaz Öztuna’nın bu yaklaşımı, bu ana kadar eleştirdiğimiz dönemler dikkate alındığında, çok daha gerçekçi ve sağlıklı görünmektedir26.
Son olarak, 1989 yılında yayınlanan Türk Musıkisi Tarihi/Derleme adlı kitabında, Nazmi Özalp’in de, önceden eleştirdiğimiz dönem anlayışıyla hareket ettiğini görüyoruz. Özalp’e göre dönemler şu şekilde sıralanmaktadır :
1. Hazırlık dönemi
2. Klasik dönem
3. Romantik edebiyat dönemi
4. Son dönem
Bu dönemlere ilişkin hiçbir tarih vermeyen Özalp’in bu dönem anlayışı, önceden andığımız dönem anlayışı ile benzerlikler taşımaktadır. Bu nedenle, daha önce yaptığımız eleştiri, Özalp’in yanlış olarak nitelediğimiz yukarıdaki dönem anlayışı için de geçerlidir27. Özalp’in dönem anlayışı ile ilişkili olarak dikkatimizi çeken ikinci olgu ise, adı geçen eserinde, bu dönemlerin adlarını verdikten sonra, Başlangıcından XVI. yüzyıl sonuna kadar Türk Musıkisi, XVII. yüzyılda Türk Musıkisi gibi başlıklar altında, bir bakıma Yılmaz Öztuna’nın belirttiğimiz dönem anlayışı içinde Türk Müziği Tarihi’ni dönemlendirmektedir, ki, bu olgu, Özalp’in, bir bakıma önceden adlandırdığı dönemlere kendisinin de inanmadığını gösteren bir çelişkiden başka bir şey değildir.
Böylece, bu ana kadar yapılagelmiş dönem anlayışlarını eleştirileriyle birlikte açıklamış olduk. Kuşkusuz ki, burada akla gelen soru, ‘madem ki bu dönem anlayışları ya eksik, ya da yanlış, o halde Türk Müziği Tarihi’nin dönemleri ve bu dönemleri oluşturan tarihler nelerdir ?’ sorusudur.
Bu soruya sağlıklı yanıt verebilmek için, Türk Müziği Tarihi kavramından ne anladığımızı net olarak ortaya koymamız gerekir.
Önceden bir şema halinde de belirttiğimiz gibi, ulusal bir müzik türü olan Türk Müziği, birçok alt türü içerir. Dolayısıyla, Türk Müziği Tarihi denilince, adını andığımız bu türlerin tümünün yer aldığı bir tarih anlaşılmalıdır. Bu nedenle, Türk Müziği Tarihi içinde yer alacak dönemler, adlarını andığımız bu türlerle ilgili tüm olguları, yani; besteci, beste, öğretim kurumları, yazarlar ve eserleri, etkileşimler vd olguları içermelidir. Tarih içinde yer alacak dönemler, dönemlerin adları ve bu dönemlerin bitiş ve başlangıç tarihleri ise, mutlaka, yukarıda saydığımız olguların değişmesine, yeniden oluşmasına ya da yapılanmasına neden olacak olaylarla ilgili olmalıdır. Çünkü, yüzyıllar boyu, ezgi ve usul anlayışı bağlamında geleneksel ölçülerini koyu bir muhafazakarlık, hatta, akıldışı bir tutuculukla korumuş, dolayısıyla, 19. yy’ın ilk yarısına kadar ezgisel ve ritimsel olarak kesin çizgili bir değişimi gerçekleştirememiş müzik anlayışımızın, bu ana kadar açıkladığımız dönemleri yaratan mantıkların dışında bir mantıkla adlandırılması gerektiği açıktır. Bu mantıkta bulunması gereken temel ilke ise, müziğin organik yapısına ilişkin değişimlerin ötesinde, kuramsal, türsel değişim, yayılım ve yeni atılımların dikkate alınmasıdır İşte, bu nedenle biz, Türk Müziği Tarihi’ni aşağıdaki dönemler içinde ele alarak inceleyeceğiz.
Türk Müziği Tarihi’nde Dönemler
1. Oluşum Dönemi : Bu dönem, insanın dünya üzerinde ilk ortaya çıkışından, Türkler’in İstanbul’u aldığı 1453 yılına kadar geçen zaman dilimini kapsar.
Oluşum dönemi, aşağıdaki evreleri içerir :
a) Birinci Evre: İnsanın ilk ortaya çıkışından, Türkler’in oluşturduğu ilk devlet olan Hun Devleti’nin kurulduğu MÖ 3. yy’a kadar geçen zaman dilimini içerir. Bu evre, aynı zamanda tüm ulusların ortak evresi olma özelliğini göstermektedir.
b) İkinci Evre: Hun Devleti’nin kurulduğu MÖ 3.yy’dan, Türkler’in büyük bölümünün islamiyeti kabul ettikleri 10.yy’a kadar geçen zaman dilimini kapsar.
c) Üçüncü Evre: İslamiyetin Türkler tarafından kabul edildiği 10. yy’dan, Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1299 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
d) Dördüncü Evre: Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1299 yılından, İstanbul’un Türkler tarafından alındığı 1453 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
2. Gelişim Dönemi: 1453 yılından, Lale Devri’nin bitimi olan 1730 yılına kadar geçen zamanı kapsar.
3. Doruk Dönemi: 1730 yılından, mehterhane’nin kaldırılarak, yerine, batılı anlamda boru takımının kurulduğu 1826 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
4. Değişim Dönemi: 1826 yılından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılına kadar geçen zaman dilimini kapsar.
5. Atılım Dönemi: 1923 yılından, Hüseyin sadeddin Arel’in İstanbul Belediye Konservatuvarı’na atandığı 1943 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
6. Yeni Dönem: 1943 yılından günümüze kadar geçen zaman dilimini kapsar*.
- Kuşkusuz ki, bu dönem de, ileride doğal olarak evrelere ayrılacaktır. Sözgelimi; 1960'lı yıllarda başladığını kabul edebileceğimiz arabesk evre, 1990'lı yıllarda başladığını kabul edebileceğimiz pop evre gibi.
Onur Akdoğu