Osmanlı Devletinde solak ortaları ilk defa Yıldırım Bayezid döneminde kuruldu. Solak ortalarında her ortanın en eskisinin Solakbaşı olması kanundu. Fatih zamanında ve İstanbul’un fethi esnasında solak mevcudu iki yüz kadardı. Kanuni Sultan Süleyman devrinde her solak ortasında seksen nefer varken, sonradan herbir orta, yüz nefere çıkarılmıştır. Maaş defterlerinde bu suretle solakbaşılarıyla beraber yüz birer adet nefer solak görülmekte olup, bundan sonra solakların adedi artmamıştır.
Hükümdarın sefere gidişinde köprü, su geçidi, ormanlık gibi tehlikeli ve hayvanı ürkütecek yerler geçilirken, solakbaşılar padişahın atının yularından tutarlardı. Su geçilirken, solaklar hünkarın yanına yaklaşarak iki tarafında yer alıp, suyu yürüyerek veya yüzerek geçerlerdi. Sultan Dördüncü Murad, Revan Kalesi yakınında Diki Nehrini kabarma esnasında atıyla birlikte geçerken, yanında bulunan solaklardan biri suya kapılıp boğulma tehlikesi içine girmişti. Sultan, tek eliyle solağı havaya kaldırıp nehrin kıyısına kadar o halde taşımış ve ayrıca kendisine bir kese de altın bahşiş vermişti.
Muharebe meydanında dört solakbaşı ile dört kethüda ve dört odabaşı hükümdarın yanında dururken, dört yüz kemankeş, yani okçu solak, padişahı her taraftan çepeçevre çevirir, hatta silahdar, rikapdar, çuhadar vesaire gibi hükümdarın en yakınlarını bile atın yanına sokmazlardı.
Solaklar, başlarına bir buçuk karış yüksekliğinde döğme yaldızlı ve ön tarafı selvi biçiminde yeşil sorguçlu bir tas, sırtlarına saçaklı entari, bunun üstüne dolama tarzında entari kaftan, bacaklarına kırmızı çakşır, ayaklarına sarı mest, bunun üzerine de sarı çizme giyer, bellerine yaldızlı som kemer bağlarlar, bu kemere de gümüş kabzalı uzun bir kama sokar, ellerinde baltaya benzer bir silah taşırlardı.
Solak sınıfı 1829’da kaldırıldı.