Tarihçe
Denizli MÖ III yy ortalarında Selefkilerden antiokhas II tarafından eşi Laodike`nin adına kurulan laodikeia şehrinin yerine geçmiştir. Pilinius`a göre daha önce Diospolis ve sonra Phoas adlı kasabaların bulunduğu yerde kurulan Laodikeia şimdiki Denizli`nin 6 km kuzeyinde Eskihisar köyü yakınında bir tepe üzerine yerleşmişti. 1887 ve 1957 de bu bölge kazı ve araştırmalar yapılmış olup birçok şehir kalıntısı gün yüzüne çıkartılmıştır.VII ve X yy`lar arasında Müslüman akınları sırasında şehre Lazkie adı verilmiş; Türklerin kullandıkları Ladik adı bundan türemiştir.
Malazgirt savaşında (1071) sonra yöreye büyük Türkmen boyları yerleşti. XI-XIII yy`lar arasında bölge Selçuk Türkmenleri ile Bizans arasında sık sık el değiştirmiştir.
Bu süreçte meydana gelen depremin sonucunda şehir kısmen terkedilmiş ve şimdiki yerinde yeniden oluşmaya başlamıştır. Bir süre Ladik adı yeni kurulan şehir için kullanılmıştır.
Şehrin bugünkü adı XIII . y.yıldan sonra kullanılmaya başlandı. Bu ad önceleri Donguzlu(Donuzlu) Tonguzluk şeklindeyken sonradan Dengizli(Denizli) olmuştur.
XIII:y.yıl sonunda Selçuklu veziri Sahip Ata`nın oğullarına verilmiştir. Selçuklular zayıf düşünce Kütahya`da yerleşen Germiyanlılar onların yerini aldı. Denizli`de Germiyanlıların Ladik beyleri veya inanç oğulları denilen bir kolu hakim bulunuyordu. Bu sırada Ahilerde Denizli`ye yerleşerek zaviler kurmaya başladılar. 1339 da Yıldırım Beyazıt`ın eline geçen şehir 1402`de Timur tarafından Germiyanoğularına geri verildi. Bir süre sonra yine Osmanlı Hakimiyetine girdi.ve Kütahya`ya bağlı bir kaza haline geldi.
XVII. yy ortalarında buradan geçen Evliya Çelebi şehirde 24 mahalleye bölünmüş 3600 ev bulunduğunu kaydeder. Şehir içinde `` Kale içi`` denilen dört köşeli yapıda o zaman da bedesten ve dükkanlar bulunuyordu.
XIX yy sonlarında şehir nüfusunun 15-17. bin civarında olduğu tahmin ediliyordu. XX yy başlarında Nüfusun 20 bine geçtiği 1883 `de Denizli Aydın Vilayeti içinde kurulan bir sancağa merkez olduğu ve bu sancak ta 1924 vilayet halini aldı. Şehrin Demiryolu ağına 1891 yılında bir kolla bağlandı. Milli mücadele sırasında (1920) Yunan cephesi saray köyün kuzeyinden Büyük Menderes`e uzandığı halde Denizli işgal edilmemiştir.
Kızılhisar tarihi
Kızılhisar şimdiki Kaya mahallesinin bulunduğu yer ve civarında Milattan Önce 1500-1400 yılarında Etiler (Hititler) tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Kızılhisar 200 yıla yakın Etiler İmparatorluğunun, M.Ö 1200 yılarında Jonlar - Akarların, M.Ö 800 yılında Lidyalıların, M.Ö 546 yılında Perslerin, M.Ö 440 yılında Kayralıların M.Ö 334 yılında Makedonyalıların (Büyük İskender İmparatorluğu) M.Ö 133 yılında da Roma İmparatorluğunun İdaresinde kalmıştır.
M.S 395 yılında Roma imparatorluğunun parçalanmasıyla Doğu Roma İmparatorluğunu sınırları içinde kalmış olup, M.S 1077 yılında Anadolu Selçuklularının yaptıkları savaş neticesinde Roma idaresinden kurtularak 1308 yılına kadar Selçukluların idaresi altına girmiştir.
Bu devrede 1147- 1148 yıllarında haçlı seferlerinin akınlarına maruz kalmışlardır. (Haçlı seferleriyle ilgili ayrı bir konum bu kitap da yer almıştır.)
Kızılhisar yöresi Selçukluların idaresinde iken 1277 yılında Cengiz İmparatorluğunun akınlarına da hedef olmuştur. 1292 yılında Eski Anadolu Selçukluların`dan ve Cengizhanlarının idaresine giren Kızılhisar 1402 yılında Timur tarafından Germiyanoğuları Beyliğine bağlanmıştır.
1929 yılında eski Anadolu Selçukluların dan ve Cengiz İmparatorluğunun tanınmış şahsiyetlerinden Ketykavlis`un ölümü ve 1300 yılında İlhanilerin tahtına sahip Ebusait Bahadır: Han`ın küçük olması dolayısıyla Kızılhisar, Gölhisar sultanlığı tarafından idare edilmiştir.
Gölhisar sultanı Mehmet Çelebinin 1325 yılında ölmesi üzerine 1326 yılında Germiyanlılarla savaş ilan edilmiş ve bu sene içinde Kızılhisar ve yöresi Kütahya`da bulunan Germiyanlıların eline geçmiştir.
1402 yılında Timur, Denizli`den Kızılhisar`a uğramış ve buradan Burdur ve Isparta-Uluborlu istikametine gitmiştir. 1429 yılında Germiyanoğlu Yakup Bey Osmanlılardan korkarak 2.Murat`a bir vasiyetname ile Germiyan Beyliğini ve Kızılhisar yöresini kesin olarak Osmanlı İmparatorluğuna bağlamıştır.
Böylece Kızılhisar 1429 yılından İstiklal Harbine kadar Osmanlı İmparatorluğunca idare edilmiştir.
Kızılhisar adının menşei
Romalılar zamanında kurulan yerleşim yerinin ismi bazı kaynaklarda (CARYSTUS-KARISTOS) olarak geçmesine rağmen asıl adının bu dönem için KARİA olduğu bir gerçektir.
Kızılhisar, Selçuklular zamanında (Kepez-Yerlikaya) ismi verilmiş ve 1300-1310 yıllarında taş ve tuğla`dan yapılan küçük bir Hisar sonunda Kızılhisar olarak isim değiştirilmiştir. Bu isimde Tuğla ve Toprağının kırmızı olması nedeniyle verilmiştir. Halk dilinde bu yerde kızıl isimli asi bir şahıs vardır, Kendisine karşı gelenleri astırırmış ve bundan dolayı Kızılasar ismi verilmiş denilmekte ise de bu tamamen bir rivayet den ibarettir.
Osmanlı İmparatorluğunun idaresine girdikten sonra hisar bakımsızlığı nedeniyle yıkılmış,temelleri toprak altında kalmıştır.
Hisar`dan 400-500 metre kadar güney ve doğu istikametinde 4 metre eninde ve yüksekçe yapılmış olan avlu duvarlarının toprak yüzünde görülen temellerinin bir kısmı 951 yılına kadar belirli bir vaziyet de idi. Bu temeller Yenice Mahallesi içinde sonradan kurulan Numune Semtindeki evlerin altında ve avlularında kalmıştır. Mithatpaşa İlkokulunun bulunduğu yer ile batı ve kuzey tarafları hisarın avlusu olup,bu yere sonradan ağalar tarlası ismi verilmiştir. Bu avlu ve tarla içine yakın zamana kadar su kuyusu mevcuttu.
Hisarın büyük avlu duvarındaki taşların sökülerek evlerin temellerine konduğu anlaşılmıştır. Hisar da 1954 yılından sonra yıkılmıştır.
Kızılhisar`ın 1924 yılında Osmanlı imparatorluğunun sınırları içine alınmasından sonra Değirmen Deresi önündeki cevizler(Karaağaçlar), Honaz dağı eteğindeki Eğri Kavak, Alaylı,Harami(Akmazca), Yağlıhan,Kısmen Boyralı- Karacaören,Meleş- Menengeç ve en sonrada (1960 yılında) Umurtakta bulunan küçük oba ve köyler yerinden kaldırılarak burada toplanmasıyla büyümüş olan Kızılhisar, mahalleler kurulduğunda Kaya,Orta,Pınarcık,Aşağı ve Yenice olmak üzere 5 mahalleye ayrılmış ve 5 muhtarlık tarafından idare edilmeye başlanmıştır.
Kızılhisar yöresindeki ve yukarıda isimleri belirtilen küçük oba ve köyler, oğuz Türkleri-Türkmenler tarafından kurulduğu, adet, ırk, dil, din ve ananelerine bağlı bulundukları bir gerçektir. 1 Haziran 1987 tarihinde Belediye Meclis kararı ile İlçenin ismi Serinhisar şeklinde değiştirilmiştir.
Haçlı seferlerinde Kızılhisar
Kazıkbeli Savaşı
Fransa Kralı VIIX Louis`in kumandasındaki 2 inci haçlı ordusu 1147 yılında Efes`e gelmiş ve oradan Menderes nehri boyunca yürüyüşüne devam etmiştir. Bu ordudan ayrılan ve daha çok Almanlardan mürekkep bir haçlı öncü kuvveti 1147 senesinin sonlarında Kazıkbeline gelmiş ve burada pusu kuran Kızılhisar ve Yöresinden toplanmış Türk Kuvvetleri tarafından yok edilmiştir.
Bundan sonra 6 Ocak 1148 tarihinde yürüyüşe geçen Fransız kuvvetleri Kazık Belinin alt tarafına geldiler. Kazıkbeli geçidi 7 Ocak 1148 tarihinde aşılacaktı. ve Fransız Kralı bugünü tamamen bu geçide hasretmiş bulunuyordu. Haçlılar ilerledikleri sırada, daha önceleri burada perişan edilen Alman haçlılarının cesetlerini görünce savaş nizamına girdiler. Birkaç gün önce Denizli yöresindeki yenilginin öcünü almak için pusu kuran Türkler Kazıkbeli`nin tepesinden Haçlıların hareketlerini izliyorlardı. Haçlılar savaşçı birliklerini öncü ve artçı ikiye ayrılmış olarak kazıkbeline doğru yürüyorlardı,planlarına göre öncüler suretle Kazıkbeli`nin düzlük yerine varacak orayı Emniyete alıp,çadırlara kurarak kamp yerini hazırlayacaktı. Nitekim Geoffroi de Rancon kumandasındaki öncü kuvvetleri bir mukavemetle karşılaşmaksızın Kazıkbelinin en yüksek yerine vardı, Fakat saat sabahın henüz dokuzu idi, öncü kumandanı bugünkü yürüyüşü az bulmuştu. Rehberleri de geçidi aşmaya tavsiye ettiler ve az uzakta kamp kurmaya elverişli bir ova bulunduğunu söylediler. (Kızıl çukur ovası) Fransız öncü kuvvetleri kazık belini terk ederek Kızılhisar ovasına indi ve çadırlarını kurarak istirahata çekildi. Türklerin kuvveti onlara nispeten az olduğu için fazla mukavemet gösteremediler. Artçı kuvvetleri de önceden kararlaştırıldığı gibi Geoffroi`nin Kazıkbeli`nin düzlüğünde durup çadırları kurduğundan emin ve orasının da çok uzak olmadığını görerek hareketini ağırlaştırmıştı.
Bizzat bu savaşta bulunan bir haçlı müellifi (yazarı) şöyle anlatıyor.
Dağ sarp ve kayalıktı,tepesi bulutlara değecek kadar yüksek bir dağın(Honaz dağı) yamacında yürüyorduk ve Aşağıda Vadinin derinliklerinde sular,cehennem içine düşüyor gibiydi. Ordu bu arızalı yolda ilerledi. (ımırdat`tan Kazıkbeli`ne gelen eski yol) Savaşçılar birbirini itiyor, kalabalık her geçen an biraz daha büyüyordu, nihayet sıkıştılar ve süvarileri düşünmeden burada tıkanıp kaldılar.
Yük hayvanları uçurumun derinliklerinde akisler yaparak aşağıya düşüyorlardı. Kayalar yerinden kopuyor, düşerken insanları ve hayvanları eziyordu. Herkes yanlış bir adım atıp uçuruma yuvarlanmaktan ve başkaları düşerken kendisine çarpmasından korkuyordu.
Türkler bu kalabalığı ok yağmuruna tutarak kendilerini toplamalarına meydan vermiyorlardı. Saatlerin ilerlediği ölçüde, Haçlılardaki karışıklık daha da arttı, Mamafih bu Türklere kafi gelmedi, aksine daha cüretli oldular. Türkler öncüden daha uzun bir zaman için korkmadıklarından ve artçıyı da henüz görmediklerinden bize karşı saldırdılar, birden atılarak hatlarımızı yardılar ve kalabalığı koyun gibi doğradılar. Bundan gökleri ve kralımızın kulaklarını delen bir çığlık hasıl oldu. Kral şimdi felaketin ne olduğunu gördü, ama bu sırada gökten yaklaşan karanlıktan başka bir yardım gelmedi. Ancak karanlık çökerken Türk hücumunun tahribatı durdu.
Haçlı müellifi sonradan savaş hakkında daha fazla tafsilat veriyor:
Türkler, haçlı kuvvetlerinin kargaşalığını görerek, hemen harekete geçip, Kazıkbeli yolunu kestiler, Haçlılar ancak Türklerin içinden geçerek yardıma koşabileceklerdi. Türkler önce uzaktan şiddetli bir ok yağmuruna tuttular ve sonrada kılıçlarıyla saldırdılar. İlk anda birçok kayıplar verdik. Türkler Fransa kralından daha asil ve kudretli olan Alman imparatorunun ordusunu yendiklerini söyleyerek savaşıyorlardı. Her iki tarafta uzun müddet inat ve şiddetle dövüştü. Türkler Haçlıların bir çoğunu öldürdü, büyük bir kısmını da esir aldılar. Haçlı ordusu bu feci durumda iken, sonradan bize savaşı anlatan Rahim Odon de Deuil, kralın bulunduğu artçıyı göndermişti, onlara başımıza gelen bütün felaketi anlattım savaşçılar heyecanla silahlarına koştular, lakin yolun hayli arızalı oluşu yüzünden süratle hareket edemediler. Bu sırada yanında bir miktar asil olduğu halde Kral savaşın içine atıldı, bu mücadelede atını kaybetti, yanındaki şövalyelerde teker teker Türk oklarıyla öldüler. Türkler ağır zırh giymiş Haçlıların hareketine engel olmak için atları da öldürüyorlardı. Kral ve şövalyelerin bu ani hücumu bir kısım haçlıların kurtulmasına yol açtı, fakat Kral Türklerin arasında kalmıştı, bu çarpışmada Kral, sayıca az lakin pek ünlü muhafız kısmını kaybetti. Fakat soğuk kanlılığı toplayıp, bazı ağaç köklerine tutunarak süratle bir kayanın üzerine çıktı.
Kazıkbeli savaşı hakkında bir kaynakta iki değişik rivayet naklediyor.
Türkler muharebe meydanına hakim olunca, çevrelerinde az Türk bulunduğu sırada birkaç Fransız askeri, kralın atından tutarak onu yakında bulunan bir tepeye çıkardılar ve geceye kadar orada kaldılar. Lakin herhangi bir yoldan inmenin Türkler içinde kalmaktan daha akıllıca olduğuna hükmettiler. Kral her taraftan Türklerle çevrili idi. Ordusu kaybolmuştu, kimse gidecek yolu bilmiyordu. Nihayet kalabalığın yaktığı ateşi fark ederek oraya vardılar. Türkler de karanlıktan on öncülere ait zannederek, takip etmediler, geri döndüler.
Diğer rivayet ise, kralın bir tepede yanında bir Haçlı kuvveti ile kaldığını zikreder, Türkler onu tanımıyordu, kral bu tepede kendisini cesaretle savundu. Gecenin çöktüğü, karanlığın dövüşleri ayırdığı sırada bir ağaç altına çekildi. Sonra dallarına çıkarak, uzun zaman kendisini Türklere karşı müdafaa etti. Türkler karanlık ve kralın yardımına gelen kuvvetlerden dolayı Kazıkbelin den uzaklaştılar.
Bunlardan Odon de Deuil`in zikrettiği ilk şekli tercih etmeliyiz. Zira maruf Fransız tarihleri de, bu kaya üzerindeki savaşı hep zikrettiği ilk şekli tercih etmeliyiz. Zira maruf Fransız tarihleri de,bu kaya üzerindeki savaşı hep zikrederler. Kral Kayanın üzerine çıkınca onu esir almak için Türkler de ardından tırmanmaya çalıştılar. Uzaktan bazıları ok atıyordu. Zırhlı oklarda kendisini korudu ve kayayı çıkmak isteyenleri de kılıcıyla durdurdu. Türkler onun kral olduğu bilmediklerinden, esir etmenin güç,bu zamanda ani bir saldırıdan çekildikleri için, karanlık bastırmadan evvel ganimet toplamak için dağıldılar. Kral,daha sonra sahipsiz bir atat binerek askerlerine iltihak edebildi. Fransa kralını Türklere esir düşmekten gecenin ve ganimet arzusunu kurtardığı muhakkaktır. Zira bu kazıkbeli savaşında öyle çok mal ele geçmiştir ki,Türk ülkesi harçlılardan alınan ganimetlerle dolmuştu.
KAZIKBELİ SAVAŞI diye adlandırılan bu savaş haçlıları pek üzmüştü. Zira onlara göre `` Fransa`nın en güzel çiçekleri, Şam duvarları altında meyve vermeden solmuşlardı.`` Franzsı ordugahının uzun boylu anlatılan kederli halini tasvir etmiyoruz. Fakat gece, hemen kendilerini toplamışlar daha ciddi tedbirler almışlardı. Fakat Türklerde `` Zayıflığımızı öğrendikten sonra daha cüretli epeyce ganimet aldıktan sonra daha da hars olarak bize taciz ediyorlardı.`` Buna karşılık haçlılarda toparlanmışlardı. Türkler bu kalabalık orduyu saldırmak yerine geçecekleri yolu takip ederek mahfetme yolunu tuttular.
Haclılarda Kazıkbelinden hareketle Kızılhisar ovasından geçerek Acıpayam ovasından ve kıyıları bataklık iki ırmaktan geçtiler. İkinci ırmak yakında iki tepe vardı, Birsni Türkler tutarak ``Başlarından yoldukları saçları yere atmışlardı.`` Bu durum haclı müellifene göre, bu topraklardan hiç bir şekilde ayrılmayacaklarına işarettir.Fakat her tarafı tahrip ederek çekildiklerinden buradan çıktılar. Ançak haclı ordusunda alcık baş göstermiş, önce atlar maf olmuş bunları yiyen şovalyeler ve ordu güçlükle Gölhisar tarafından Antalya`ya varabilmişti.
II. Haclı seferi sırasında gayet dost hane olan Türk-Bizans münasebetlerinin bozulmasından sonra Leodikya Türk akınlarına uğradı. 1157 `de Alaşehir`e gelen Manuel Kommones ,Türk topluluklarına girerek yağma ve tahribe koyulmuş Selçuklu Kuvetlerinin uzak oluşundan istifade ederek bütün etrafı yakıp yıktıktan sonra İstanbul`a dönmüştü. Türk Kuvvetlerinin bunun intikamını alacağını iyi bilen Kommones Türk akınlarını önlemek için Homa ve Honaz istikamlarını tahkim ve techiz etti ise de Türk kuvvetleri yollarının kapatılmış olmasından yılmadılar. 1158 senesinden Karaağaç ovasından akınla ansızın Leodikya üzerine indiler. Böylece Bizans imparatorunun Türk topraklarında yaptığı tahribin öcünü aldılar.
1192`den sonra Bizanslılarla Selçuklular Burdur ve Gölhisar yöresinde karşılaşmışlar. Konya Sultanı, Osman ve Hüsamettin Beyleri birer Tümen askerle bu mıntıkaya göndermiştir. Önce birlikte hareket ederek Bizanslıları yenen bu Kumandanlar sonra ayrılmışlar, Hüsamettin Bey Çal, Osman Bey ise Karaağaç yani bugünkü Acıpayam yöresini zapta koyulmuşlardır. Osman Beyin bir lakabı da Yatağan baba olup, Savaşa yata yata kazanmasından almıştır. Bunun ordusunda bulunan bir Selçuklu Prensinin tedavi olduğu pınara Sultan pınarı denilmiş mıntıkadaki bir çok köy isimleri bu fetihle ilgili olmuştur. Fetih den sonra buraları bir prensle kumandana verilmiş ve vefatlarında Yatağan`a gömülmüşlerdir.
İbni Saide göre Kızılhisar Yöresi
1261 yılında Karaağaç ovasından (Kızılhisar yöresinden) geçen İbni Said Toğurlu- Toğuzlu dağları ve bunun etrafında 200.000 hane (Beyt-Çadır) bir Türkmen halkının oturduğunu yaşadığını belirtmiştir. Bu yer Karaağaç ovası ile Beşler yaylasında Honaz dağına kadar olan kısımdır. Ayrıca bu Türkmenlere `` Uç`` denir demiştir. Bundan da anlaşılıyor ki Kızılhisar ve yöresi UÇ Türkmenlerinin İlk yurdudur. Bundan sonra bu Uç Türkmenleri Karaağaç ve Kızılhisar yöresinde yerleşip küçük köyler kurmuşlardır.
1261 yılı öncesi ve sonrası Uç Türkmenlerinin başlarında Kahraman Uç Gazisi sıfatına taşıyan Mehmet Bey kardeşi İlyas Bey, akrabası Ali, Salur ve Sevinç Beyler vardı. O tarihlerde Türkmenler kırmızı külah giyerlerdi, Mehmet Beyin emri ile kırmızı külahlar değiştirilip,yerine ak külah giymişlerdir.
Kızılhisar yöresi ve Türkmenler
Kızılhisar ve Karaağaç yöresi toprakları 1200 yılı başlarından itibaren Uç`un güneybatı kanadını teşkil ediyordu. Bu kesimlerde kalabalık bir Türkmen nüfusu muhtevi idi. Bu Türkmenler önceleri Bizans elinde olan zengin Ege topraklarında cihat için yığılmışlardı. İlk Fetih yıllarında sahillere kadar bütün Batı Anadolu`ya yayılmış olan Türkmenler için her iki Devletin de kontrolünden uzak bu ``Uç`` bölgesi göçebe hayat şartlarını idame ettirmeye elverişli bir barınak ve faaliyet sahası vazifesini görüyordu. Doğudan devamlı şekilde Anadolu içlerine gelen ve Selçuklular tarafından düşman toprakları istikametinde sevk edilen yeni aşiretlerinde katılmasıyla buradaki Türkmen unsuru gittikçe artan bir yoğunluk kazanıyordu. Bizzat Selçuklularda bu hususta destekleyici rol oynamışlardı.Zira Selçuklular vaktiyle Devletlerinin kurucusu bu Türkmenleri ``Uç`` lara sevk ettiler. Ve kendileri Büyük Selçuklularda olduğu gibi bazı milletler den toplanan orduya dayandılar. 1192 yılında, savaşlar da cesur askerler temin etmekte ünlü olan bu Uç Türkmenlerin Selçuklu siyasi hayatında da bir kurucu usur olmuşlardır.
1274`de vefat eden İbni Said`e göre bu Türkmenler Selçuklular devrinde Rum Diyarını fetheden Türk soyundan çokluk bir kavimdir. Türkmenlerde başka yerlere gönderilen kilimler yapılır. Buranın sahilinde Marki isimli bir körfez vardır, Burası seyyahlarca meşhurdur. Buradan İskenderiye ve başka yerlere kereste gönderilir. Burada bulunan nehir üzerinde bir köprü vardır,Barış zamanlarında indirilir ve harp çıktığı zaman kaldırılır. Bu Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında sınırdır. Antalya`nın kuzeyinde Toğurlu-Tokuzlu dağı vardır. Burada ve bunun etrafında ikiyüzbin çadır Türkmen oturur ve bunlara ``Uç`` denir. Buralarda güzel yay imal edilir.
Bir başka kayıtta da bu malumatın Moğollardan evvelki devreye ait olduğu veçhile 1204 `den sonraki zamanlardır. İbni Said`in bu söylediklerini daha sonraki bir çok tarihi hatıranın karıştığı görülmüştür. Türklerle Rumlar arasında sınır olduğu zikredilen nehir bahsedildiği gibi Karaağaç ovasından çıkan Dalaman çayı olduğu kadar da Menderes Nehridir. Nitekim bunun üzerinde kurulan ve 1243`de Türk ve Bizans garnizonları arasında münasebeti temin eden köprü burada bahsedilen köprüdür. 1177`de aynı yerde köprü başında Ata Bey Bizanslılarla çarpışırken şehit düşmüştür.
Belirtilen yörelerde, bilhassa ALİ KARAAÄAÇ mıntıkasında Türkmenlerin büyük bir kesafet de bulundukları başka kaynaklar tarafından da teyit edilmektedir.1332-1333`de Karaağaç ve Kızlhisar ovasından geçen İbni Battutta Karaağaç ovasının Türkmenlerle meskun olduğunu söylemektedir. İlhanlı Hükümdarı Argunhan`a bir harita yapan Kubbeddin Talamaniye dağlarının ``Uç Türkmenleri`` elinde olduğunu yazmıştır. Hayli kalabalık olan bu Türkmen Nüfusu bu yörede Anadolu`nun en kesif OÄUZ boylarının yer isimlerini vermişlerdir. Bu dahi mevcut bazı köylerin isimlerinden anlaşılacağı üzere bu Türkmenler Avşar ulusuna ve aralarında bazı Uç oklu boylar da bulunmakla beraber daha çok Bozoklara mensupturlar. Bu yöre Türkmenlere arasında kayılarında önemli sayıda olduğu malumdur. Yatağan- Söğütova arasındaki yer Kayıyayla ismini taşımaktadır. Kayılar belki 1261 isyanına karışır. Menteşe yöresine gittiklerinden sonraki hadiselere pek az karıştılar.ve Avşarlar Türkmenler arasında temayüz ettiler. Önceleri kona göçe yaşayan Türkmenler sınır boylarına kadar yerleşik hayata geçtiler. Hayatlarını akıncılıktan ziyade kilim imal ve ticaretiyle sağlayan Türkmenler bu kilim imal sanatını orta Asya`dan getirmiş olabilecekleri başka bir kayıt da belirtilmektedir.
Güney batı Anadolu da büyük bir işgal eden Türkmenlerin mahalli kabile beylerinin idaresinde olduğu muhakkaktır. Bugün dahi Karaağaç bölgesinde `` Türkmen Beyleri`` hanedanları bulunması, asıllarının bu zamana kadar uzadıkları intibaını vermektedir.
Türkmenler 13`ncü yüzyılda henüz kabilelerinin ismini taşıyan beylerin idaresinde idiler. Yiva ve Salur beyler gibi. Bunlar şüphesiz ki, daha çok oğuz boyundandırlar. Bu Türkmen mıntıkasının doğusunda Afşar Bey`in idaresindeki AFŞARLAR keza batıda da bir başka Afşar beyinin bulunduğunu biliyoruz. Diğer bir faal boyuda Yazır beylerinin hakimiyet mücadeleleri 19`ncu yüzyıla kadar devam etmiştir.
Denizli ve Karaağaç yöresi, Türkmenlerle meskun olduğundan bir çok defalar Selçuklu Sultanlarının bir sığınak yeri olmuştur. Gııyaseddin Keyhusrev buraya gelmiş ve diğer bir Selçuklu Sultanı İzzeddin ise, Besuday`ı oyalayarak bir fırsatını bulup Rum diyarına İznik`e gitti.
Moğollara karşı önceden Selçuklulara tutan Türkmenler bu sadakalarına pek fena bir karşılık görünce Selçuklulardan iyice soğudular. Çünkü Bizanslılar yanında olan eski sultan İzzettin Keykavus taht mücadelesinde kendisine bir miktar yardımcı asker veren Bizans İmparatoruna, Denizli havalisini terk etmişti. Bu durum Türkmenleri tamamen kızdırdı. Yoğun halde yerleşen Türkmenlerden Bizanslılar tutunamadılar ve Denizli yöresi 1259 senesinde tekrar Türkmenlerin eline geçti. Bundan sonra Türkmenler Sarayköy`den Antalya-Alanya`ya kadar olan bu bölgede ilk Türkmen beyliğini kurdular. Bu beyliğin sıklet merkezinin yakın vakte kadar ``ASİ KARAAÄAÇ``diye anılan Acıpayam yöresi olduğu muhakkak Türkmen beyliğinin başına sahne olarak İlhanlı Hükümdarı Hulagu tarafından Kuşlar isimli bir zatı (kumandan-Şahne) tayin etmiştir. Dini liderleri de Yatağan Baba olması muhtemel görülmektedir.
Türkmenler arasında olan Mehmet, kardeşi İlyas, akrabası Ali ve Sevinç Beyler 1259 senesinde büyük başarı göstermişler ve Mehmet Bey`i Türkmenler baş olarak tanıyorlardı. 1261`de Türkmenler Selçuklu Sultanına baş kaldırarak doğuya doğru akın ettiler ve Konya-Antalya kervan yolunu kestiler. Mehmet Bey, Selçuklu Veziri M. Pervane`nin daveti üzerine Kayseri`ye gittiği zaman bile Türkmenler sağa-sola sataşmakta geri sataşmaktan geri durmadılar.
Türkmenlerin Selçuklulara karşı bu tutumları, zayıf bir Selçuklu Devletini yaşatmak isteyen Moğollar tarafından iyi karşılanmadı. İlhanlı Hükümdarı Hulagu adam gönderip yanına çağırdığı halde gelmeyen Mehmet Bey`i Rükneddin`e teşvikiyle asi ilan etti. Bu durum İlhanlılara karşı beliren umumi mukavemetle ilgili olduğu anlaşılıyor. Zira Mısır tarihleri de bunlardan bahseder. HULAGU, Selçuklu Sultanı Rükneddi`e ve Anadolu`daki Mogol kuvvetlerine ferman göndererek Mehmet Bey ve maiyetindeki Türkmenler üzerine yürümelerini emretti. Müttefik Moğol ve Selçuklu ordusu, Türkmenler üzerine yürüdüğü sırada Mehmet Bey`in damadıolan Ali Bey, eniştesine kırılarak Selçuklulara iltihak etti.
Ali Bey Türkmenlerin gizli geçitlerini bildiğinden müttefik ordusu ansızın Türkmen ülkesine girerek bir çok esir almıştır.
Türkmen kuvvetleriyle müttefik ordusu, ``Sahra yı Talamaniye`` de (Karaağaç ovasında) karşılaşmışlar, savaşı kendilerini ihanet eden Ali Bey yüzünden kaybeden Türkmenler, dağlara kaçmışlardır. Bu savaşın Karaağaç ovasında cereyan ettiği, hatta ASİ`lik keyfiyetinin bundan geldiği şüphesizdir. (Halk annesi de, bu Asiliğin Germiyan hakimiyetini kabul etmeden doğduğu görüşündedir. Türkmenlerin reisi Mehmet Bey savaştan sonra Bozdağa kaçmıştır. Mehmet Bey sığınıp tahkim ettiği dağlardan itaat etmek için adam göndermiş, müttefiklerde yeminle bunu kabul etmişlerdir. Mehmet Bey ile diğer Türkmen Beyleri dağlardan inerek Sultan Rükneddin`in yanına gönderilmişlerdir.
Selçuklu Sultanı bu isyanı bastırıp ``Uç`` işlerini de yola koyduktan sonra Karaağaç ovasından ayrılarak Uluborlu`ya geldiğinde Mehmet Bey`i öldürterek damadı Ali Bey`i Türkmenlerin başına müstakilen Bey yaptı ve böylece Türkmenler Selçuklu ve dolayısıyla İlhanlı hakimiyeti altına girmiş oldu.
Türkmenlerin bu isyanının bastırılması hayli sert olmuştur. Uç Türkmenlerinin reisi olan Ali Bey`den muhtelif kaynaklar bahsederler. İbni Haldun da geçen Ali Bey`in, Denizli emiri ve Cenubi Bizans Uç`u kumandanı olduğunu M. Halil Yivanç söylemektedir. Baybars`ın Anadolu`yu terk edişinden sonraki olaylar sırasında Ladik emiri olarak olarak zikredilen Ali Bey`in bu isyanda adı geçen şahısla aynı olduğu muhakkaktır. Ali Bey sonradan Denizli`de bir beylik kuracak olan İnanç Oğullarının atasıdır. Keza bu isyanda adı geçen Türkmen Beylerinden İlyas Bey`de Hamidoğlu Dündar Beyin babasıdır.
Türkmenlerin (Oğuz Türklerinin) Kızılhisar ve Acıpayam yöresine geldiklerinde bu ovada Karaağaç Balamut ağaçlarının çok olmasından dolayı bu yere Karaağaç ismini vermişlerdir. Türkmenlerin Selçuklulara karşı baş kaldırmalarından dolayı da ASİ KARAAÄAÇ denilmiştir. Bu rivayete göre de Afşar oymağına mensup KARAAÄAÇ BABA`nın ismine izafeten Karaağaç adı verildiği söylenmektedir.
1864 yılında Asi Karaağaç yöresinin Konya vilayetine bağlanması üzerine (ASİ) ismi kaldırılarak Garbin Karaağaç ismi verilmiş ve bu isim de Garbi Karaağaç`ın kaza olduktan çok sonraları dahi kullanılarak 20`nci asırda da ACIPAYAM ismi verilmiştir.
Selçuklular-Oğuzlar; Türkmenler ve Afşarlar aynı ırk ve soydandırlar.