Roma hukuku, ne bir kişinin ne de bir kaç kişinin eseri. Tersine bu hukuk yüzyıllar boyunca gelişmiş ve bu gelişme Roma Tarihi boyunca sürüp gitmiştir. Zaman zaman çeşitli toplamaların konusu olan bu hukuk kuralları, son olarak Bizans İmparatoru Justinianus’un girişimiyle –İstanbul’da- toplanıp bir araya getirildi. Justinianus Roma hukukunun, eski Romanın yarattığı en büyük eserlerden biri olduğunu biliyor ve bu hukuka karşı büyük bir hayranlık besliyordu. Kendi girişimi üzerinedir ki, yüzyıllar boyu işlenip gekişmiş olan Roma hukuku kaynakları yani Romalı hukukçuların eserleri ile imparator kanunları bir araya toplandı.
Justinianus’un gerçekleştirdiği bu eserin büyük önemi, Roma hukukunun gelecek nesiller için korumuş ve saklamış olmasıdır.
Bu eser, 12.yüzyıldan başlıyarak İtalya’da Bolonya Üniversitesinde derin incelemelere ve çalışmalara konu oldu. Ortaçağın sonlarına doğru, bu Roma hukuku öğretimi, Bolonya’daki beşiğinden çıkarak Batı Avrupa ülkelerine ve oaradan da bütün dünyaya yayıldı.
Roma hukukuna gösterilen bu yakın ilginin ve onun gitgide yaygınlaşmasını altında, Batı’da o sıralarda doğan kapitalizm büyük rol oynar. Roma hukukunun bir çok ilkeleri, özellikle mülkiyetle ilgili kuralları kapitalizme uygun düşüyordu çünkü.
Roma'da hukuk
Tarihte Roma şehri ve buna bağlı ülkelerde ilkçağlardan ortaçağın başlangıcı kabul edilen Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışına (M.S. 476), ayrıca Bizans’ta da 1453’e kadar uygulanan hukuk sistemi.Üç tarihi safha geçirmiştir. İlk safha M.Ö. 1. asra dek olan devredir ki bu devrede Roma şehir hukuku (ius quiritium) sadece hür Roma vatandaşlarına tatbik ediliyor, yabancılar ius gentium denilen diğer bir hukuk sistemine tabi tutuluyordu. Roma’da o zamanlar hürlerin ve kölelerin beraber yaşaması yanında, hür Roma vatandaşlarının da hür Romalı aslından gelen patriciler ile azaplı veya ecnebi menşeli plebler olarak ayrıldığını, Roma haricinde yaşayanların da barbar denilerek hukuken yok sayıldığını nazara almak gerekir. Kaza mercilerine müracaat imkanı çok mahdut olup şahsi adalet fikri ve aile reisinin tam hakimiyeti mevzubahisti. Mevzuatta koyu bir şekilciliğin hüküm sürdüğü bu devre hakkında M.Ö. 450’de hazırlanan Oniki Levha Kanunu etraflı bilgi vermektedir. Praetor ismi verilen vazifeliler halk arasındaki ihtilafları halledecek davanın şartlarını tespit ve ilan edendi. Böylece bunlar hukuk kaidelerinin teşekkül ve tekamülünde mühim bir rol oynamışlardır. Dava mercii ise hakemlerdi. Bu arada ister istemez daha az şekilci olan ius gentiumun gösterdiği usullerden faydalanılmıştır. Halk arasında yerleşik örf ve adet kaidelerinden meydana gelen ve Roma vatandaşlarının medeni hukukunu tanzim eden ius civilenin şumulü Roma vatandaşlığını kazanma imkanının herkese tanınması ile genişlemiştir. Aynı şekilde M.Ö. 3. asırda Roma’nın yabancı ülkelerle münasebetlerinin artması bu münasebetlere tatbik olunmak üzere herkes için muteber ius gentium’ü geliştirmiştir. Dolayısıyla ius civile ile ius gentium arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Birincisinin gelişmesi kanun, ikincisinin ki praetorlar marifetiyle olmuştur.
Roma Hukukunun ikinci safhası hukukçuların hakimiyet devridir. Önceleri kanunları senato yaparken, sonra imparatorların müdahaleleriyle Roma Hukuku çetrefil bir hal almış, bunu hukukçuların tefsir etmesi gerekmiş, bu, karışıklığı, daha da arttırmıştı. Bununla beraber bu hukukçuların eserleri bilhassa M.S. 3. asrın başında yazılan Gaius’un Institutiones’i eski çağ hukuk anlayışı ve bilhassa Roma Hukuk tarihi hakkında mühim bilgiler vermektedir.
M.S. 3. asırdan itibaren mutlak monarşinin tam hakimiyetiyle kaza vazifesi hakemlerden devletin memuru olan hakimlere verildi. Bu safhada imparatorların koyduğu kaideler, örf adet kaidelerinin ehemmiyet cihetiyle önüne geçmiştir. Batı Roma İmparatorluğunun M.S. 476 yılında yıkılmasından sonra Bizans’ta hakimiyetini devam ettiren Roma Hukuku, İmparator Justinianus’un 530 yılında Corpus Luris Civilis adlı eseri meydana getirmesiyle sistematize edilmiştir. Bu eser Roma Hukukunun tedvini sayılmaktadır. Roma Hukuku sadece Roma’da değil Latin ve Cermen ülkelerinde bu ülkeler hukukçularının İtalya’da tahsil görmeleri sebebiyle yayılmış, buralarda hakim yerli kültür ve hukuk kaideleriyle karışarak bu şekliyle hem kanun olarak tatbik edilmiş, hem de üniversitelerde okutulmuştur. Bu ülkelerin başında Fransa, İtalya, Almanya ve İsviçre gelmektedir. Anglosaksonlarda (İngiltere gibi) tesiri çok az olmuştur. Türkiye’de, hukuk inkılabından sonra İsviçre’den aldığı Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu ile Hukuk Usulü Kanunu Almanya’dan aldığı Ticaret ve Ceza Usul Kanunu, İtalya’dan aldığı Ceza Kanunu ile Roma Hukukunun modern çağdaki tesir sahasına giren bir ülkedir. Hukuk fakültelerinin birinci sınıflarında haftada 4 saat Roma Hukuku okutulmaktadır.
Roma Hukuku ilk ve ortaçağlar hukuk hayatına hakim olmuş bir sistemdir. Teferruatlı hükümler ihtiva eden şekilci ve kazuistik bir metodu vardır. Kaynağı, semavi dinlerden ve monoteizmden (tektanrıcılık) olmayan bir cemiyetin örf-adet kaidelerinden teşekkül ettiği için gayr-i insani ve ahlaka mugayyir hükümler taşır. İnsanlar arasında sadece hürriyet değil, tabiyet, neseb ve cinsiyet bakımlarından da kat’i tefrikler yapar. Kölelerin hali (bilhassa ilk devirlerde) çok fenadır. Efendi kölesini her işte kullanabileceği gibi isterse öldürebilirdi. Roma vatandaşı olmayanlar hukuken yok kabul edildiği gibi, Roma vatandaşlarının asiller (patrici) grubuna dahil bulunmayanları (plebler) hukuken 2. sınıf vatandaş sayılmaktadır.
Evin reisi olan babaların (pater familias) hak ve salahiyetleri çok geniş olup, yeni doğan çocuklarını isterse atalarına kurban ederek öldürür, isterse Tiber Nehrinin (Roma sınırı) ötesinde köle olarak satar, isterse hayatını bağışlar. aile reisinin hakimiyetinde bulunan aile fertleri erkek, yaşlı ve çocuk sahibi de olsalar hiçbir hukuki hakka sahip değildirler.
Kadınların hiçbir hakkı olmayıp babalarının, kocalarının ve bunlar yoksa erkek kardeşlerinin yahut oğullarının servetine dahil mal olarak görülmekte, miras ile intikal edebilmekte, alış-verişe konu olabilmektedir. Tabiatiyle hukuki muamele yapma ve miras hissesi alma hakkı bulunmamaktadır.
Hukuki borçlarını ödemekten aciz kimseler üzerinde alacaklılarının seçmece hakkı vardır, ya köle olarak satıp haklarını elde ederler, yahut alacakları nispetinde borçlunun vücudundan parçalar ayırıp alırlar. Hukuk kaideleri ve dava açabilme şartları her praetorun tayini ve sonraları imparatorların tahta çıkışı ile değiştiğinden tam bir hukuki belirsizlik mevzubahistir. Bilhassa cahil halkın hukuk kaidelerini bilmeleri mevzuatın çok ve karışık olması sebebiyle mümkün değildir. Kat’i şekil şartlarına uyulmadan yapılan akidler muteber değildir, mesela satım akdinde muayyen kelimelerin kullanılması ve satılan şeyin üzerine satıcı ve alıcının sırayla ellerini koymaları gerekir. Bütün bu şekilciliği, çetrefilliği ve adaletsiz hükümleri sebebiyle hiçbir ülkede aynen tatbik imkanı bulamamış, ancak buralardaki (başta Kıta Avrupası olmak üzere) hukuk sistemlerine tesir etmiştir.
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi
TCMT Insert - 1 ay önce