Platon Kimdir
Kısaca: Soylu bir aileye mensup olan Platon, M.Ö. 428 yılında Atina'da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür. ...devamı ☟
Platon, hocası Sokrates gibi sokaklarda ve pazar yerlerinde öğretim yapmak istemiyordu; tam tersine ne yaptığını bilmeyen kuru kalabalıktan uzak bir yerde bir okul kurarak, seçkin öğrenciler yetiştirmeyi düşünüyordu. Atina'nın batısında bulunan ve adını bir Yunan kahramanı Academios'tan alan bölge, bu amaç için çok uygundu. Platon meşhur okulu Akademi'yi burada kurdu. Bu dönemde, Akademi bölgesinde esin perileri Müzler için bir tapınak, öğrenciler ve öğretmenler için odalar, toplantı odaları, konferans salonları ve yemekhaneler yapılmıştı. Ancak öğretimin nasıl yürütüldüğüne ilişkin yeterli bilgiye sahip değiliz. Büyük bir olasılıkla Sokrates'in diyalektik yöntemi uygulanmış, yani öğretim esnasında konferans yöntemi yerine tartışma yöntemi benimsenmiştir. Platon'un amacı, öğrencilerine bilgi aşkını aşılayarak, onları filozof bir yönetici olarak yetiştirmektir; bu yüzden ahlak ve siyasete ağırlık vermiş, ancak bunları mantık ve matematikle temellendirmeyi ihmal etmemiştir.
Akademi bu haliyle daha çok özel bir öğretim kurumunu andırmaktadır. Her yaştan öğrencisi vardır; fakat öğrenciler, sınavdan geçirilmez ve eğitimlerini tamamladıklarını gösterir özel bir diploma ile ödüllendirilmez; yalnızca doğruyu araştırmakla görevlidirler.
Platon'un ölümünden sonra Akademi'nin başına kız kardeşinin oğlu geçmiş ve Platon'un düşüncelerinin yerleşmesi ve gelenekselleşmesi için uğraşmıştır. Akademi uzun bir süre seçkin yöneticilerin yönetiminde ve denetiminde, seçkin öğrenciler yetiştirmiş ve 6. yüzyılın başlarında bir Pagan okulu olduğu gerekçesiyle Bizans İmparatoru Justinianus tarafından kapatılmıştır. Hıristiyanların tehditlerinden kaçan öğretmenlerden ve öğrencilerden bazıları, Sasani Kralı Anuşirvan'ın (M.S. 531-579) Cundişapur'da kurmuş olduğu tıp okuluna sığınmışlardır. Bu, uygarlık tarihi açısından çok önemli bir gelişmedir; çünkü buraya yerleşen Yunan filozofları ve hekimleri, birkaç yüzyıl sonra İslam Dünyası'nda yeşerecek olan bilim ağacının tohumlarını atacak ve böylece bilim ve felsefe Atina'dan Bağdad'a taşınacaktır.
Justinianus'un Akademi'yi kapatmasının nedeni Pagan etkisini ortadan kaldırmaktı; ancak bu yolla, istemeden de olsa, Hıristiyanlığın en büyük rakibi olan Doğu uygarlığının (ve bu arada İslam uygarlığının) güçlenmesine yardımcı olmuştur.
Platon, barbarlarla dost olmasa da, onlara karşı Aristoteles kadar katı bir tutum içerisinde de değildir. Mısır'a yapmış olduğu gezi sırasında, Mısırlıların bilimleri, dinleri ve yaşam biçimlerine ilişkin bilgi edinmiş ve Mısır uygarlığının Yunan uygarlığından daha önce geliştiğini ve onun biçimlenmesine yardımcı olduğunu anlamıştır. Bu husus, Timaios adlı diyalogunda açıkça görünmektedir. Burada Solon ile bir Mısırlı rahip arasında geçen bir konuşma cidden çok ilginçtir. Rahip Sais,
"Ah Solon Solon... Siz Yunanlılar daha dünkü çocuksunuz." deyince, Solon bu söylediklerinin ne anlama geldiğini sorar ve bunun üzerine rahip şu karşılığı verir :
"Ruh olarak sen ve siz çok gençsiniz; çünkü ne eski geleneklere ne de yüzyıllar öncesinden gelen bir bilime sahipsiniz ."
Platon Mezopotamyalılara ilişkin fazla bir bilgiye sahip olmasa da, Asur hükümdarı Ninos'un kanunlarına atıfta bulunması, bu uygarlığa tamamen yabancı olmadığını göstermektedir. Yapıtlarında görülen astroloji anlayışı büyük ölçüde Babillilerden gelmiştir.
Yunanlıların sürekli düşmanları olan Persleri ise, Platon çok iyi tanımaktaydı. Olasılıkla Herodotos ve diğer Yunan tarihçilerinin yapıtlarını okuyarak Achaemenidian İmparatorluğu'na hayranlık duymuştur. Perslerin otokrasisi, ona, Yunanlıların demokrasisinden daha sempatik görünüyordu.
Platon'a göre, insanlar bir mağaranın içinde yaşarlar ve yüzleri mağara girişinin karşısında bulunan duvara dönük olduğu için sadece ve sadece buraya düşen gölgeleri görebilirler; duyumlarımız yoluyla varlığından haberdar olduğumuz bu görünümler, gerçek değil, gerçeğin iyiden iyiye bozulmuş gölgeleridir; gerçeği görmek isteyen bir kimsenin, akıl yoluyla duyusal zincirlerden kurtularak başını mağaranın girişine çevirmesi ve orada geçit töreni yapmakta olan ideaları, yani görüntülerin oluşumunu sağlayan gerçek biçimleri seyretmesi gerekir. Bu nedenle bu alemde duyumsadığımız varlıklar birer gölgedir ve asıl var olan şeyler, bu gölgeler ve bu yanılsamalar değil, onların ardındaki ölümsüz idealardır. Mesela bir at ne kadar olağanüstü olursa olsun, zamanla bozulur ve kaybolur; oysa at ideası ezeli ve ebedidir, değişmez.
Öyleyse, değişim içinde bulunan görüntülerin bilgisini bir yana bırakarak, hiçbir zaman değişmeyen ideaların bilgisine ulaşmak gerekir; felsefenin amacı bu olmalıdır; gerçek bir filozof, bu aldatıcı görünümlerin ardına saklanmış olan mutlak bilgiyi, yani ideaların bilgisini yakalayabilen kişidir. Platon böylece bilginlerin yolunu da çizmiş olmaktadır; çünkü İlkçağ ve Ortaçağ'da bilim ve felsefe birbirlerinden ayrı birer etkinlik olarak görülmemiştir.
Son diyaloglarındaki dualist eğilim, Zerdüştçülükten kaynaklanıyordu ancak bu etki, büyük bir olasılıkla dolaylı bir yoldan gelmiş olmalıydı; çünkü Platon'un diyaloglarında Zerdüşt ismine sadece bir yerde rastlanmaktadır. Ayrıca felsefesinde, Hint felsefelerinin izleri de görülmektedir.
Platon, Phaidon adlı diyalogunda, bir filozofun ölmekten mutlu olacağını, çünkü ruh ideasının ölümsüz olduğunu söylemektedir. Bu anlayış sonraları yaygınlaşacak ve insanı anlamlandırmaya çalışan düşüncelerin merkezine oturacaktır.
Yapıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, Platon daha çok ahlak ve siyasetle ilgileniyordu. Devlet, Yönetici ve Kanunlar adlı kitaplarında ideal bir devletin nasıl olması gerektiğini sorgulamış ve savunduğu görüşler, daha sonra Farabi ve İbn Sina gibi İslam filozoflarının siyaset anlayışlarının biçimlenmesine büyük katkılarda bulunmuştur.
Matematik, Platon'un gözünde çok önemli bir bilimdi; çünkü onunla gerçek bilgiye, yani Tanrı İdeası'na ulaşmak olanaklıydı; zaten Tanrı'nın kendisi de bir matematikçiydi.
Platon'a göre, matematik, gölgeler alemi ile idealar alemi arasında bir ara alem veya iki alemi birbirine bağlayan bir geçittir. Mesela, ister doğada bulunsun isterse bulunmasın, geometrik biçimler bu ara alemin varlıklarıdır ve bu nedenle mükemmel değillerdir; bunlarla ilgilenenlerin, teğetlerin bir daireye veya bir küreye birden fazla noktada değdiklerini kabul etmeleri gerekir; ancak ideal bir daire veya ideal bir küre söz konusu olduğunda yalnızca bir değme noktasının bulunacağı zihinsel bir soyutlama ile kavranabilir. İşte bu nedenlerle, Platon Akademi'nin kapısına "Geometri bilmeyen bu kapıdan girmesin." diye yazdırmıştır. Platon uygulamalı matematiği sevmemiş ve bu nedenle cetvel ve pergelin dışında bir araç kullanmaya yanaşmamıştır.
Platon da doğaya Pythagorasçılar gibi bakar ve gerçeğin kilidini açacak anahtarın aritmetik ve geometri olduğuna inanır. Matematikle ilgili orijinal denebilecek bir çalışması yoktur; katkıları daha çok felsefidir. Tanımları düzeltmiş ve mantıksal bağlantıları güçlendirmiştir. Ancak geometrik analiz, Platon'a değil, Kioslu Hipokrates'e atfedilmektedir.
Platon'un matematiğe ilişkin görüşleri ve çalışmaları sonucunda, matematik, diğer bilimler arasında seçkin bir konuma yerleşecek ve yüzyıllardan beri süregelmekte olan bilimsel eğitim ve öğretimin esas öğesini oluşturacaktır.
Düzgün çok yüzlülerin Platon tarafından keşfedildiği söylenmekteyse de, ondan çok daha önce bilinmekteydi. Ancak Platon beş düzgün çok yüzlüyle, beş öğeyi eşleştirmiş ve dörtyüzlünün ateşi, altıyüzlünün toprağı, sekizyüzlünün havayı, onikiyüzlünün suyu ve yirmiyüzlünün eteri simgelediğini bildirmiştir; ama Platon atomcu değildir ve Aristoteles'le birlikte atomcu görüşe karşıdır.
Yunan biliminin Babil bilimiyle bağlantısını gösteren diğer bir kanıt da Cumhuriyet'te bulunmaktadır. Platon birisi en kısa gebelik süresini (216) diğeri ise evrenin büyümesi veya küçülmesi için geçen süreyi (12.960.000) gösteren iki sayı verir :
216 = 2³ + 3³ + 4³ = 2³ x 3³ ve 12.960.000 = 60 = 3600² = 4800 x 2700 Bu sayılar, Platon'a göre çok anlamlıdır; mesela 12.960.000'in eşdeğeri olan 3600² uyumu ve başka bir eşdeğeri olan 4800 x 2700 ise uyumsuzluğu gösterir; evren bu ikisi arasında gelir ve gider. Aslında 3600, Babillilerin kullanmış oldukları altmışlık dizgenin birimlerinden biridir ve 12.960.000 ise,
12.960.000 = 3600 x 3600 = 360 x 36.000 360 günlük 36.000 yıla karşılık gelir. Berossos'a (M.Ö. III. yüzyıl) göre, 36.000 yıllık periyot, daha sonra magnus platonicus annus olarak adlandırılacak olan bir Babil Devridir. Nippur ve Sippar'daki Asurbanipal Kütüphanesi'nde bulunan bölme ve çarpma cetvellerinde de 12.960.000 sayısı kullanılmıştır. Öyleyse bu bir rastlantı olamaz; Pythagorasçılar gibi Platon da Babillilerden etkilenmiş olmalıdır.
Platon'a göre evren küreseldir ve merkezinde Yer bulunur; Yer, küresel ve hareketsiz bir gökcismidir ve evren, Yer'in de merkezinden geçen eksen çevresinde 24 saatte bir dönüş yapar; Güneş, Ay ve gezegenler bu hareketle taşınırlar ama onların da kendilerine özgü hareketleri vardır. İşte bu hareketleri yüzünden, gezegenler, ekliptik kuşağı üzerinde spiral dolanımlar yaparlar. Açısal hızları ise şu sıraya göre azalır : Ay, Güneş, Venüs, Merkür, Mars, Jupiter, Satürn. Yer'e olan uzaklıklarına gelince, Yer-Ay uzaklığı 1 birim olarak alındığında, Güneş'in 2, Venüs'ün 3, Merkür'ün 4, Mars'ın 8, Jupiter'in 9 ve Satürn'ün ise 12 birimdir. Bu sıralamadan anlaşıldığına göre, olasılıkla yanlış gözlemlere dayanan Platon, içgezegenleri, yani Merkür ve Venüs'ü Güneş'in üstüne yerleştirdiği gibi, Venüs'ü de Merkür'ün önüne almıştır. Ay'ın, Güneş'in ve içgezegenlerin dolanım sürelerini bilmektedir; ama diğerlerine ilişkin hiçbir bilgi vermez. Yaşlılık döneminde, günlük hareketin Yer'in dönmesinden kaynaklandığı savını ileri sürdüğü söylenmişse de, bu konuyu aydınlatacak nitelikte kanıtımız yoktur.
Platon, Pythagorasçıların müzik kuramından çok etkilenmişti. Timaios'ta, insanlar tarafından duyulması olanaklı olmayan bir evren müziğinden söz etmiştir. Ona göre, bu müzik, gezegenlerin farklı aralıklarda ve farklı biçimlerde dolanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu görüş, Platon'u uyumlu bir evren anlayışına götürmüş ve sonuçta matematik bilimi, bir taraftan müziğe diğer taraftan da astronomiye bağlanmıştır. Bu üçlü, uzun yıllar birlikteliğini koruyacaktır.
Platon'un oldukça kısa olan Epinomis adlı diyaloğu, bazı araştırmacılar tarafından Yunanlıların ilk kutsal kitabı olarak kabul edilmektedir; ancak bu yapıtta yer alan görüşler, Babil'i de kapsayan Achaimenian İmparatorluğunun magi adı verilen Zerdüştçü rahipleri tarafından Yunanca'nın konuşulduğu bölgelere taşınmıştır. Bu diyalogdaki tartışmalar çok açık değildir ama bazı konular oldukça ilginçtir. Sayılar son derece önemlidir; Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerinde sayısal bir düzenliliğin mevcut olduğuna inanılmaktadır; beş düzgün çokyüzlü, beş ögeye karşılık gelir; ruh bedenden daha yaşlı ve daha kutsaldır; düzen, akılla ve düzensizlik ise akılsızlıkla eşdeğerdir; öyleyse gökyüzünün üstün düzeni, üstün bir aklın varlığını telkin eder; gezegenler kutsaldır. Bu görüşlerde ve inançlarda Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarının derin izlerini görmek olanaklıdır; Yunanlılar, Zerdüşt rahipleri aracılığıyla bu görüşleri almışlar ve geliştirmişlerdir.
Platon'a göre, astronomi bilimine, yalnızca bilimsel bilginin doruğu gözüyle değil ama aynı zamanda rasyonel bir teoloji gözüyle de bakılabilir. Ancak astronomi ve ilahiyat bilgisi için öncelikle matematik bilimini öğrenmek gerekir. İyi niteliklerle donanmış üstün yöneticiler, bir gökbilimci-tanrıbilimci olmalıdır; böylece Platon, filozof-yönetici savının yanına gökbilimci ve tanrıbilimci bir yönetici savını da eklemiş olmaktadır. Astronomi tarihi açısından, bu değerlendirmenin iyi ve kötü sonuçları olmuştur; iyi sonucu, bu yaklaşımın ardından, astronominin diğer bilimlere oranla seçkin bir konuma yükselmiş olmasıdır; kötü sonucu ise, ilahiyatla karışarak laikliğini yitirmesidir; bu karışım, yani astronomi ve ilahiyat karışımı zamanla yeni bir ürünün, astrolojinin doğuşuna neden olacaktır.
Gezegenlerin düzgün dolanımları bir Tanrı'nın var olduğunu ilham eder. Nasıl bir saatin mekanizması ve düzenli işleyişi, onun bir yapıcısı ve bir ustası olduğunu ama bu yaratıcının saatin içinde değil dışında bulunduğunu düşündürürse, gezegenlerin dolanımları da, tıpkı bunun gibi, gezegenlerin birer tanrı olmadıklarını, ancak bu düzenli dolanımlarının ardında akıllı ve becerikli bir ustanın, yani bir Tanrı'nın bulunduğunu sezdirir. Bu görüş, sonraları Hıristiyan ve Müslüman filozofları ve ilahiyatçıları tarafından Tanrı'nın varlığının en önemli kanıtlarından biri olarak kullanılacaktır.
Epinomis, Yunanlıların astrolojik nitelikteki ilk kutsal kitabı olmakla birlikte, tam bir astroloji kitabı değildir. Ayrıca bu yapıttan Platon'un astrolojiye inanıp inanmadığını çıkarsamak da olanaksızdır. Ancak burada yer alan görüşler, daha sonraları Yunan ve Latin uygarlıklarını büyük ölçüde etkileyecektir.
Platon'un politik görüşlerini anlayabilmek için , yaşadığı dönemi kısaca gözden geçirmek gerekir. Peleponez Savaşları sırasında henüz bir çocuktu ama yalnızca Atina'nın başarısızlığını görmekle kalmamış, demokrasinin çöküşünü de görmüştü. Ergenlik dönemine geldiğinde, önce ayaktakımının ve sonra da aristokrasinin cinayetlerine tanık olmuştu. 24 yaşındayken, 30 tiran görev yapıyordu ve her şey gün geçtikçe daha da kötüye gidiyordu. M.Ö. 399'da sevgili hocası Sokrates ölüme mahkum edildi ve Platon arkadaşlarıyla birlikte Atina'yı terketmek zorunda kaldı. Politik kargaşa ona çok büyük bir acı veriyordu; dostlarının suçlanması ve hocasının ölüme mahkum edilmesi dayanılır gibi değildi. Atina, o sıralarda, yönetim konularının tartışılabileceği bir yer değildi; Isparta ve Girit ona daha uygun bir çevreymiş gibi görünüyordu. Bu kötü koşullar nedeniyle, siyasi yapıtlarını yazarken bir takım ütopik hayallere dalıyor ve zihninde kurmuş olduğu mükemmel bir devlete sığınıyordu.
Bu ütopik devletin yapısına bakmadan önce, bu dönemde sofistler arasında egemen olmaya başlayan iki ana görüş üzerinde kısaca durmak gerekir. Bunlardan birine göre, insanlar doğuştan iyi ve eşittirler, ama kötü toplumsal düzen onların yapılarını bozar; bu nedenle bir süre sonra, güçlüler güçsüzleri ezer ve yasalar güçsüzleri ezmek için kullanılır. Diğer görüşe göreyse, insanlar doğuştan ne iyidirler ne de eşittirler. Doğada sadece güçlülerle güçsüzler vardır ve güçlüler güçsüzleri ezer; bu bir doğa kanunudur. Bu nedenle insan haklı olmaya değil, güçlü olmaya bakmalıdır. İlk yaklaşımı Atina, ikincisini ise Sparta devleti temsil etmektedir.
Atina'da demokrasi vardı; ama bu demokrasi akla uygun bir demokrasi olmadığı için, büyük bir kargaşa yaşanıyordu. Devleti yönetenler, yurttaşlık hakkına sahip olan 150.000 kişi arasından, alfabe sırasına göre belirleniyordu ve böylece bir kimse, yetenekli olup olmadığına bakılmaksızın devlet yönetiminde söz sahibi olabiliyordu. Platon bunun bir yanıyla doğru, diğer bir yanıyla yanlış olduğu kanısındaydı. Her vatandaşın devlet yönetiminde söz sahibi olması güzel bir şeydi, ama bu kimselerin devletin en yetenekli yurttaşları arasından seçilmesi gerekirdi; aksi taktirde Atina'da olduğu gibi büyük bir kargaşa yaşanacak ve bunun önü alınamayacağı için devlet çökecekti. İşte bu nedenle, Sparta ve Girit'teki aristokratik devlet, ona daha güzel görünüyordu.
Platon, ideal bir devlet tasarımından önce, bir toplumun nasıl doğduğunu incelemiştir; ona göre, toplumların oluşma nedeni, insanların kendi kendilerine yetmemeleridir; kısacası, insan ancak yardımlaşarak yaşayabilen bir varlıktır; bu durum fırıncı, tacir, çoban, çiftçi ve mimar gibi çeşitli mesleklerin doğmasına ve bu meslek erbabının yardımlaşmasına neden olur.
Fakat insanlar, kendilerinin ve yakınlarının geleceklerini güven altına almak için, daima gereksinimlerinden fazlasını isterler; daha çok altın, daha çok gümüş ve daha çok fildişi biriktirmeye çalışırlar. Yavaş yavaş üstünde yaşadıkları topraklar kendilerine yetmez olur ve komşularının topraklarına tecavüz ederler. Savaşlar çıkar; öyleyse bir de koruyuculara ve bekçilere gereksinim vardır.
Giderek, yurttaşlar arasındaki anlaşmazlıkları giderecek mahkemeler ve hastaları iyileştirecek hastaneler gibi daha karmaşık kurumlar belirir; ancak Platon, adaleti mahkemelerde aramaya karşıdır. Bu konuda şöyle der :
"İnsanların doğruyla eğriyi kendi kendilerine ayıramayıp mahkeme ve yargıca başvurmaları, adaleti başkalarından beklemeleri çirkin bir şey değil midir?"
Platon hekimlerle ilgili olarak da bir şeyler söyler; bir hekimin görevi, hastalarını en kısa sürede iyileştirmektir, yoksa hasta bedenlerini sürüklemelerine yardımcı olmak değildir:
"İşte Asklepios, bu gerçeği biliyordu. Bu nedenle, hekimliği, yalnızca bedenleri sağlam olup da geçici bir hastalığa tutulmuş insanlar için kullandı."
Sağlıksız bireylere ise, hayat hakkı tanımıyordu:
"Hekimler, yurttaşlar arasında bedenleri ve ruhları iyi olanlara bakmalı, böyle olmayanları ise ölüme terketmelidir."
Platon'un düşlediği devlet, Atina'dan küçüktür ve içinde yaşayanlar, yöneticiler, koruyucular ve diğerleri olmak üzere üç sınıfa ayrılmıştır. Diğerleri diye adlandırdığı insanlar, nüfusun yüzde seksenini oluşturur. Aslında bu yapılanma insan ruhunun akıl, cesaret ve iştah gibi üç önemli özelliğini yansıtır. Yöneticiler, toplumun aklını, koruyucular cesaretini ve diğerleri ise iştahını temsil eder. Bu toplumsal yapılanma geçici değil, kalıcıdır; bu gruplardan birine mensup olan bir birey, diğer bir gruba geçemez. Bu nedenle araştırmacılar, Platon'un devlet modelinin Hintlilerin kast sistemine çok benzediğini düşünmektedirler.
Platon, halkı bir koyun sürüsüne benzetir; yöneticiler bu sürünün çobanları, koruyucular, yani askerler ise çoban köpekleridir. Öyleyse, insanları yönetmek aslında bir sürüyü yönetmekten farklı değildir; Sami dinlerinde de bu anlayışa rastlanmaktadır.
Bu kalıtsal oligarşiyi koruyabilmek için çözülmelere ve bozulmalara karşı direnmek gerekir. Çözülmelerin ve bozulmaların başlıca nedeni, maddi ve cinsi iştahtır. Bu nedenle Cumhuriyet'in seçkinleri, komünist bir anlayış içerisinde olmalı ve yalnızca serveti değil, fakat aynı zamanda eşleri ve çocukları da toplumsallaştırmalıdır. Platon'a göre bu ahlaksızlık değildir; çünkü bu yolla herkes birbirine sevgili ve herkes birbirine kardeş olacaktır; çocuklar, toplumun çocukları olduğu için devlet tarafından yetiştirilecek ve kısacası devlet ile aile özdeşleşecektir.
Platon'a göre, zenginlik ve fakirlik, iyi insanları bozar ve işe yaramaz bir hale getirir; kısacası bunlar devlete sokulmaması gereken iki büyük düşmandır. Biri insanı sefahate ve atalete sürükler, diğeri ise bayağılaştırır ve aşağılaştırır.
Platon, yönetici gruba mensup olan vatandaşların nasıl yetiştirilmeleri gerektiği üzerinde de durur. İnsan, bir beden ile bir ruhtan mürekkep olduğuna göre, jimnastik yoluyla bedeni, müzik yoluyla da ruhu eğitmek gerekir; jimnastik ve müziğin uyumu, bireylerde bilim aşkını doğurur. Öğretimin amacı, insan ruhunun gücünü iyiden yana çevirmektir; yoksa görme gücü vermek değildir; çünkü görme gücü insanlarda zaten vardır ama kötüden yana çevrilmiştir.
Platon müziğin bütün türlerine izin vermez; devletinde, yalnızca erdeme yönelten müziğe yer verir. Edebiyat ve şiir için de aynı yaklaşımı benimser ve özellikle şairleri toplumundan uzak tutar; çünkü şairler, görüntüler evreninin görüntüsünü sunmak gibi anlamsız ve değersiz bir işle uğraşmaktadırlar. Bu nedenle Homeros'un okunmasına sıcak bakmaz.
Başa geçen kimselerin, bir topluma baş olmaktan daha üstün niteliklere sahip olmaları gerekir. Mesela zengin olmalıdırlar; ama istenen zenginlik, altın zenginliği değil, akıl ve erdem zenginliğidir. Kendi çıkarlarına düşkün, açgözlü kişiler başa geçer ve başta bulunmayı keselerini doldurmak için iyi bir fırsat olarak sayarlarsa, orada düzen diye bir şey kalmaz; çünkü herkes, başa geçmek için birbirini ezer ve bu iç kavgada, hem kendilerinin ve hem de devletin başını yer.
Yönetici olacak bir kişinin, öncelikle filozof olması gerekir; çünkü filozoflar, idealar alemine yükselmiş ve orada doğrunun ve iyinin gerçek örneklerini görmüşlerdir. Böylece devletin başında olanlar, gölgeler için çarpışmayacaklar, başa geçmek büyük bir ayrıcalıkmış gibi kim başa geçecek diye birbirlerini yemeyeceklerdir. En çok istenen şey, bir devlette başa geçmeyi en az isteyenlerin başa geçmesidir. Bunun karşıtı olan durumlarda, devlette ne dirlik kalır ne de düzen.
Platon devletin başına geçeceklere öncelikle matematik ve astronomi bilimlerinin öğretilmesi gerektiğini söyler :
"Geometri, her zaman için varolanı bilmeye yarar; doğup öleni bilmeye değil... Ruhumuzu gerçeğin özüne yükseltmeye, bizlerde bilim sevgisini doğurmaya yarar... Üstelik öteki bilimleri daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Bu bakımdan, geometri bilenle bilmeyen arasında büyük bir uçurum vardır."
İnsanları bilimlere götürecek yöntem ise diyalektiktir :
"Demek ki sana göre diyalektik, bilimlerin doruğu ve tacıdır. Onun üzerine koyabileceğimiz başka hiçbir şey yoktur...Yalnız diyalektik yöntem, varsayımları birer birer atarak, ilkenin ta kendisine kadar yükselir ve orada kendini sağlama bağlar."
Platon'a göre, kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur; şu halde kadınlar da erkeklerin yapmış oldukları işleri yapabilirler :
"Demek ki bekçilerimizin kadınları da çırılçıplak soyunacak, değerleri elbise yerine geçecek, onlar da savaş ve barışta devletin bütün bekçilik işlerini erkeklerle paylaşacak ve başka bir iş görmeyeceklerdir. Yalnız cinslerinin zayıflığı gözönünde tutularak, onlara erkeklerden daha kolay işler verilecektir. Daha iyiye ulaşmak için, soyunup bedenini çalıştıran kadınlara gülen insanlara gelince, bu insanlar dereyi görmeden paçalarını sıvamış oluyorlar; neye güldüklerini ve ne yaptıklarını bilmiyorlar. Çünkü her zaman için doğru bir şey varsa, o da, yararlının güzel ve zararlının ise çirkin olduğudur."
Platon'un bu donmuş devlet biçimi, bireyselliğe ve özgürlüğe karşıdır; ancak bir toplumda bireysellik ve özgürlük yok edilmişse, orada kaçınılmaz olarak gerçek de yok edilmiştir.
Platon
3 yıl önceedu/archives/fall2017/entries/plato/>. Platon (Gutenberg #1)26 Eylül 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. (İngilizce) Platon (Gutenberg #2)26 Eylül...
Eflatun, Akademi, Alfred North Whitehead, Anaksagoras, Antik Yunanca, Aristoteles, Atina, Demokritos, Eflatun (anlam ayrım), Episteme, Felsefe PortalıYayla
3 yıl önceYayla veya plato, yüksek yerlerdeki derin akarsu vadileriyle yarılmış, deniz yüzeyinden yüksekte kalan, düz arazi şeklidir. Yükseklikleri beş yüz metreden...
Yayla, Yayla, İstanbul, Yayla (Coğrafya), Yayla, Edirne, Anlam ayrımElealı Zenon
3 yıl öncegelmektedir. Plato, Zenon ve Parmenides'in ziyareti vesilesiyle Zenon'un yazılarının "ilk kez Atina'ya getirildiğini" söylüyor. Platon ayrıca Zenon'un...
Elealı Zenon, Elealı ZenonKindî
7 yıl önceAvrupası'nda "Alkindus" adıyla tanınan, ilk İslam filozofudur. Felsefesinde, Platon, Aristoteles ve Plotinus'un görüşlerinin bir sentezini yapmıştır. Felsefenin...
Meşşaîlik
7 yıl öncemeşşailik, Plotinus'un yorumladığı şekliyle Platon'un öğretilerini de içine alır. Burada bir tür Aristotales ile Platon uzlaştırılması ya da sentezi söz konusudur...
Meşşaİ®lik, Meşşaİ®likÇinghay
6 yıl önceyüksek platolardan oluşur.Sıradağlar arasında geniş vadiler, tepelik alanlar ve masadağlar yar alır. Büyük bir düzlük olan Qaidam Havzası platonun kuzeybatısındadır...
Euler Teoremi
3 yıl önceHer bir çokyüzlü için K + Y − A {\displaystyle K+Y-A} sayısını hesaplarsak her zaman sonucun 2 olduğunu görürüz. Bu sadece Platon katıları için değil tüm...
Orta Sibirya Platosu
3 yıl öncekm²'den büyük bir alana yayılır. Platonun en yüksek noktası 1.701 m (5.581 ft) yüksekliğiyle Putorana Dağları'dır. Platonun kuzey sınırını Putorana Dağları...
misafir - 9 yıl önce