Osmanlı İmparatorluğu'nda Dilencilik

Kısaca: Osmanlı'da dilencilik, Osmanlı kültürünün bir parçası olarak tarihçiler ve sosyologlar tarafından ele alınmış bir olgudur. ...devamı ☟

Osmanlı'da dilencilik, Osmanlı kültürünün bir parçası olarak tarihçiler ve sosyologlar tarafından ele alınmış bir olgudur. Devletin Dilencilere Genel Bakışı Osmanlı tarihinin her döneminde yardımı hak eden yoksullarla, yardım hak etmeyen kesimler arasında bir ayırım yapılmış olduğu söylenebilir. Özellikle dilenciler konusunda böyle bir ayrıma sıklıkla rastlanabilir. Çalışamayacak durumdaki dilencilere Cer kağıdı verilir ve tayin edilmiş olan başbuğun sorumluluğu altında mesleklerini icra etmelerine göz yumulurken, çalışabilecek durumda olduğu halde dilenciliği tercih ettiği düşünülen kimseler yakalanıp kürek ve kalebentlik gibi çeşitli cezalara çaptırılmıştır. 18. yüzyıl

18. yüzyıl

ın sonlarından itibaren dilencilere ilişkin politikalarda değişme başlamıştır. Bu değişim, tek tek bireylerin üretken kapasitesinin önemsenmesine ve bedensel ve fiziki cezalandırmalardan, daha çok ıslah ve terbiye eksenli bir uygulamaya doğru yavaş da olsa bir geçiş olarak değerlendirilebilir. Bu yönelimle dilenciler, devletin pozitif sosyal politikalarının doğrudan muhatapları haline dönüşme yoluna girmişlerdir. Bu tarihlerde devletin, meşru gördüğü yoksullara ilişkin yaklaşımında da önemli değişiklikler vardır.

18. yüzyıl

dan önce meşru dilencilerin dilencilik yapmalarına göz yumulurdu, hatta rencide edilmemeleri konusunda hassasiyet gösterilirdi.

18. yüzyıl

ın ikinci yarısından itibaren, bu kimselere nakdi yardımlar yapılmaya başlandı. Bu uygulamalar tekil olmakla birlikte merkezi devletin dilenciliği meşru ve gayr-i meşru biçimleriyle topyekun ortadan kaldırmaya niyetlendiği durumlar olması son derece önemlidir. Galata kadısı, topçubaşısı ve voyvodasına gönderilen 1792 tarihli hüküm bu konuda ilginç bir örnektir. Hükümde çalışamayacak durumda olan hasta, yaşlı ve sakat kimselerin hastanelere yerleştirilmeleri ve mümkünse tedavi edilmeleri, çalışabilecek durumda olan dilencilerin ise memleketlerine gönderilmeleri istemiştir. “Devletin öncelikli gündemini, kamusal mekanları dilencilerden temizlemek ve gelip geçenlerin dilenciler tarafından rahatsız edilmelerinin önünün alınması oluşturmuştur”. Osmanlı açısından dilenciler ekmekle sorumlu oldukları toprakları terk edip İstanbul’a gelmişlerdir (Çiftu çubuk kaçkunu), ve hemen ait oldukları yere geri gönderilmeleri gerekmekdir. Yine

18. yüzyıl

ın ikinci yarısından itibaren çalışamayacak durumda olan kişilerin de dilenmesine artık izin verilmemeye başlanmıştır. Bu kişilerin kamusal mekanda gezinmeleri önlenmeye ve geçinmeleri için de nakdi yardımlar yapılmaya başlanılmıştır. Devlet dilencilere yeni uygulama yapmakla beraber eski uygulamalar da devam etmiştir. Meşru görülen yoksulların dilenmesine müsaade edilmiştir. 1788 tarihli bir belgede belirtildiği üzere, Anzur Çeşri Mustafa Paşa Mahallesi'nde oturmakta olan ve tamamen kör olan Makro adlı kişi, arzuhalinde geçimini dilencilikle sağladığını ve cizyesini ödeyemediğini belirtmiştir. Makro’nun dilencilik yapmasına izin verilmiş ve ismi de cizye defterinden silinmiştir. II. Mahmud Dönemi II. Mahmud döneminde İstanbul’da yeni düzenlemelere gidilmiştir. II. Mahmud “Se’ele” (Dilenciler) Müdürlüğü veya Fukara Müdürlüğü adı altında birim oluşturmuş ve 1834 yılında, Süleyman Ağa adlı birini bu göreve atamıştır. Bu kişinin maaşı devlet tarafından karşılanmıştır. Bu yenilik Dilenciler Kethüdalığı'ndan, Fukara Müdürlüğü'ne geçiştir. Bu yenilik, II. Mahmud döneminde merkezi devletin, dilenciliği denetim altında tutma arzusunda olduğunun bir işaretidir. Devletin dilencilere yönelik politik değişimlerinin bir etkeni de, kırsal kesimlerden özellikle

18. yüzyıl

ın ikinci yarısından itibaren bir göç başlamış olmasıdır. Devlet de bu göçün önüne geçebilmek için tam önlem almıştır.teşekkürler. 19. yüzyıl

19. yüzyıl

ın ikinci yarısından itibaren, ekonomideki iyileşme, İstanbul’a göçü azaltmıştır. Ancak yüzyılın son çeyreğinde bu istikrarlı ortam bozulmuştur. Maliye bir kriz ortamına girmiştir. Devlet borçlarını ödeyemez hale gelmiştir. Özellikle 19. asırda kaybedilen savaşlar yüzünden bir göç dalgası olmuş ve İstanbul yoğun bir nüfus göçüne maruz kalmıştır. Devletin bu göçle baş edebilmesi oldukça zor olmuştur. 1890’lı yılların gazetelerinde, dilencilerle ilgili kaygılar ortaya konmuştur. Birçok gazetede dilencilerin şehrin görüntüsünü bozduğu ileri sürülmüştür. Bu durumun Osmanlı’nın dışardaki imajını zedelediği belirtilmiştir. Meclis-i Vükela, 26 Ekim 1905 tarihli oturumunda bu konuyu gündemine almıştır. Dahiliye Nezareti, köprü üzerinde dilenciliğin önlenmesine ilişkin bir talimatname hazırlamıştır. Teklife göre Darülaceze görevlileri yakalanan her bir vakayı dikkatle inceleyecekler ve gerçekten yoksul olanları Darülaceze’ye, taşralı olanları da memleketlerine göndereceklerdir. Anne-baba sahibi çocuklar ailelerinden kefalet alınmak şartıyla iade edileceklerdir. Cüzzam hastalığına sahip olanlar ise Üsküdar’daki Miskinler Dergahı'na gönderileceklerdir. Elit Tabakanın Dilencilere Bakışı Osmanlı elitinin dilenciler hakkındaki görüşleri gazetelerden görülebilmektedir. 28 Ekim 1900 tarihli Sabah gazetesinde yer alan bir yazıda, dilenciler dört sınıfa ayrılmaktadır: * İlk sınıf, aile sahibi olmayarak alil, sakat, velhasıl maişetlerini tedarike gayri muktedir olan mesakinlerden oluşmaktadır. Bu kişiler kendileri için yapılacak olan müessesat-ı aide-i hayriyesine gönderileceklerdir. Bu kişilerin sayısı fazladır. Dolayısıyla vilayetlere gönderilmesi uygun görülmüştür. * İkinci sınıf, alil ve sakat fakat aile sahibi bulunanlardan oluşmaktadır. Bunların kendileri Darülaceze’ye, çocukları da Darüleytan, Darüşşafaka veya ıslahhanelere konulmalıdır. * Üçüncü sınıf, çocuklar, genç kızlar ve velisiz kadınlardan oluşmaktadır. Bunlardan tese‘ül eden (dilenen) hamisiz çocuklar ile genç kızlar ıslahhanelere, diğerleri “müessesat-ı münasibe-i hayriyye’ye” gönderilmelidir. Burada ayrıca bazı genç kızların dilencilik maskesi altında fuhuş yaptığı vurgulanıyor. * Son sınıf da çalışmaya gücü yettiği halde dilencilik yapanlardan oluşmaktadır. Sabah gazetesinin yazarına göre dilencilerin çoğu bu sınıfa dahildir. Bu kimseler en önemli tehlike olarak görülmekte, sadece memleketlerine gönderilmesi yetmemekte bunların üretken hale gelinmesi için uğraşılmalıdır. Fakat halen dilencilik yapacak olurlarsa cezai tedbirlere başvurulması önerilmektedir. Sabah gazetesinde çıkan yazılardan anlaşılacağı üzere, Abdülhamid rejimi, dilencileri önlemediği gerekçesiyle eleştirilmektedir. Habere göre; “Dilencilerin sokaklardan toplanılması hakkında artık nafile yere söz söylemeyeceğiz. Fakat hiç olmazsa geceleri köprü üzerindeki dilencilerin toplanılması hakkında zabıtanın nazarı dikkatini celb etmek arzusundan kendimizi men edemedik” haberiyle belirtilmektedir. II. Abdülhamit Dönemi II. Abdülhamit döneminde dilencilere barınak olarak, Darülaceze kurulmuştur. Devrine göre oldukça modern sayılan bir yapıdır. Abdülhamid bu kurumu sadece dilenciliği kontrol altına alma amacıyla kurmamıştır. Darülaceze, bir yandan Abdülhamid’in yoksul halkın yegane koruyucu olduğu şeklindeki imajını güçlendirmek diğer yandan da Osmanlı Devleti’nin modern görüntüsünü pekiştirmek üzere gündeme getirmiştir. Darülaceze her ne kadar II. Abdülhamit’in iktidar sembolü ise de dilenciliğe karşı mücadele kapsamında gündeme alınmıştır. Zira Darülaceze'nin açıldığı gün olan 31 Ocak 1896 tarihinden birkaç gün sonra konuyla ilgili iki ayrı nizamname yayınlanmıştır: # Tese’ülün Men’ine Dair Nizamname # “Nizamname-i Dahile]] (Bu nizamname de gazete yazarlarının yazdıklarından pek farklı değildir. Ancak çalışamayacak durumda olanların dilencilik yapmalarına izin verilmiştir. Nizamnamede çalışabilecek durumda olanlar için, ilk yakalandıklarında kefaletle bırakılacaklarına, taşralı olanların memleketlerine geri gönderileceklerine, aynı kişiler ikinci kez dilencilik yaparken yakalandıkları taktirde, İstanbullu olup olmadıklarına bakılmaksızın taşraya sürüleceklerine işaret edilmektedir. II. Meşrutiyet Dönemi II. Meşrutiyet devrinde dilenciliğin ve serseriliğin önlenmesi konusunda Osmalı eliti ile hükümet arasındaki ayrılıklar ortadan kalkmıştır. Meşrutiyet rejimi öncelikle, Abdülhamid döneminden miras kalan sosyal refah sisteminin paternal (tek kişi) ve monarşik görünümünü ortadan kaldırıp, refah sistemini bürokratik ve seküler (dünyevi) bir zemine oturtmak arzusunda olmuştur. II. Meşrutiyet döneminde ayrıca dilencilik, serserilik ve potansiyel suçluluk kavramları kapsamı içinde değerlendirilmeye başlanılmıştır. Bu yeni yasa daha çok şehirdeki yoksul ahalinin kontrolünü sağlamaya yöneliktir. Bu konu ayrıca, Osmanlı polisine sosyal ve ahlaki kontrolleri yükleyerek polisin toplumdaki konumunu yükseltmiştir.

Kaynaklar

Vikipedi

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.