Osmanlıda Toprak Idaresi

Kısaca: Osmanli Devleti'nin kurulus döneminde ve bu devletin ekonomik, sosyal ve askerî gelismesinde önemli derecede rol oynayan etkenlerden biri de süphesiz ki toprak sistemidir. Bu sistemin gelismesi ile ilgili müesseseler, devlete bir dinamizm veriyordu. Bu sebepledir ki ortadan kalkip tarihe mal olusuna kadar toprak, bu devletin hayatinda önemli bir rol oynamisti. ...devamı ☟

Osmanli Devleti'nin kurulus döneminde ve bu devletin ekonomik, sosyal ve askeri gelismesinde önemli derecede rol oynayan etkenlerden biri de süphesiz ki toprak sistemidir. Bu sistemin gelismesi ile ilgili müesseseler, devlete bir dinamizm veriyordu. Bu sebepledir ki ortadan kalkip tarihe mal olusuna kadar toprak, bu devletin hayatinda önemli bir rol oynamisti.

Bir toplumun, devlet olabilmesi için, bazi hususiyetleri tasimasi gerekir. Toprak (ülke) bu hususiyetlerin basinda gelmektedir. Çünkü her bagimsiz devletin, hak ve selahiyetlerini, mutlak surette kullanabildigi, belirli sinirlarla tesbit ve tayin edilmis bulunan cografi bir toprak parçasi diye tarif edilen "ülke" kavrami, ancak belli bir topraga sahip olmakla mümkün olabilir.

Islam öncesi Türklerinde toprak, biri fertlerin digeri de cemaatin olmak üzere iki kisma ayriliyordu. Islam öncesi Türk devletlerinin, kismen yerlesik de olsa, göçebe hayat tarzi ve an'anelerine göre bir mülkiyet telakkisine sahip olduklari bilinmektedir. Hayvanlarina otlak vazifesi görmesinden dolayi göçebeler için topragin ehemmiyeti büyüktü. Eski Türklerde otlaklar, fertlerin degil, kabile veya cemaatlerin mülkiyetinde bulunuyorlardi. Yedisu havalisinde oturan Kazak-Kirgizlarin isledikleri topraklarda, özel mülkiyet ve cemaat mülkiyeti olmak üzere iki tip mülkiyet vardi. Özel mülkiyete dahil bulunan arazi, kabilenin müsterek mülkiyetinde bulunan topraklarin paylasilmasi ve sahis ile kabileye ait olmayan bos yerlerin benimsenmesi suretiyle meydana gelmisti. Hususi mülkiyette sahibi, tam anlamiyla toragi temellük eder. Öldügü zaman arazi, ogullarina miras kalir. Ancak varis bulunmadigi zaman söz konusu olan toprak cemaata kalir. Cemaat içerisinde yeni bir aile kurulunca, cemaat ona idaresindeki araziden bir hisse verir. Sayet verilebilecek yeni bir arazi yoksa, cemaat tarafindan onun için, bir arazinin tedarik edilmesine çalisilirdi. Cemaat mülkiyetine ait olan arazi, muayyen parçalara ayrilarak bir kira karsiliginda geçici olarak fertlerin istifadesine terk edilirdi. Bu arazinin kiracilar elinde birakilma müddeti, muhtelif yerlerde toprak, su ve ekim sartlarina göre degisiyordu.

Türklerin Islam'i kabul edip Islam medeniyeti içindeki yerlerini almalarindan sonra, dini, iktisadi ve ictimai hayatlarinda degisiklikler meydana geldi. Bu sebeple Müslüman Türkler, her konuda oldugu gibi toprak hukuku ve idaresi bakimindan da Islami prensiplere bagli kaldilar. Bunun içindir ki, Islam toprak hukuku ile ilgilenenler tarihi açidan bu sistemi dört ana devreye ayirirlar. Bunlar:

a)Islamiyetin baslangicindan Hz. Ömer'in halifeligi dönemine kadar olan devre,

b)Hz. Ömer devri,

c)Abbasi ve Selçuklu devri,

d)Osmanli devri.

Islam medeniyeti içerisinde basli basina bir devreye konu olabilecek olan Osmanli toprak uygulamasi, gerçekten toprak hukuku bakimindan büyük bir önem arz eder. Filhakika Osmanlilar, birçok müessesede oldugu gibi toprak mevzuunda da kendisinden önceki müslüman devletlerin tatbikatindan istifade etmislerdi. Zaten onlara bigane kalmalari da mümkün degildi. Bu sebepledir ki devlet, henüz bir beylik durumunda oldugu zaman bile, Islami bir sistemin yerlesmesi için çalisiyordu. Bunun içindir ki bu Müslüman unsurlar (göçlerle gelen ve uçlarda yasayan göçebe Müslüman Türkler) Osmanli Beyligi'ni siyasi ve kültürel bakimlardan, klasik Islam geleneklerinin ihyasini hedef tutan bir devlet olmaya dogru gelistirdiler. Osman Gazi'nin halefleri, tedricen "sultan"lar haline geldiler. Onlarin etrafinda karakterini dil ve irktan ziyade din ve medeniyetin tayin ettigi bir "Osmanlilar cemiyeti" tesekkül etti.

Islam aleminde bir gelenek olarak, Osmanlilardan önceki müslüman devletlerde ve özellikle Büyük Selçuklularda görülen ikta sistemi, Büyük Selçuklulardan sonra gelen bütün Türk Islam devletlerinde uygulanmistir.

Selçuklularin, askeri mukataalar ihdas etmeleri, hanedanin, kendi baslica dayanagi olan Türk unsuruna mensup kütleleri yabanci sahalarda yerlestirmek, onlara hem toprak vermek hem de lüzumunda askeri bir kuvvet olarak faydalanmak fikrinden dogmustur. Bu suretle yavas yavas topraga baglanan göçebeler, hem bir karisiklik amili olmaktan çikiyor, hem de devlete kuvvetli bir askeri dayanak teskil ediyorlardi. Bu usulün ehemmiyet ve faydasi, bilhassa Bizans'tan zapt edilen yeni sahalarda daha açik bir sekilde görünüyordu. Kismen harplerde ve fetihlerde imha veya esir edilen ve kismen de yerlerinde birakilan yerli ahaliden kalmis genis Anadolu topraklari, Selçuklularin takib ettikleri ikta sistemi sayesinde yavas yavas Türklesti.

Osmanlilarin, kendilerinden önceki Müslüman Türk devletlerinden mahirane bir usul ile alip tatbik ettikleri timar sistemi, Osman Gazi ile baslar. O, zapt ettigi bütün yerleri timar olarak silah arkadaslari ile askerlerine veriyordu. Itaat eden yerli halki da yerinde birakiyordu. Hatta o, arkadaslarindan bazilarinin uysal ve itaat eden ahaliyi herhangi bir sebeple yerlerinden kaçirmalarina engel oluyordu. Âsikpasazade'ye göre o: "Her kime kim bir timar virem ani sebepsiz elinden almayalar ve hem ol öldügü vakitte ogluna ve eger küçücük dahi olsa vireler. Hizmetkarlari sefer vakti olicak sefere varalar, ta ol sefere yarayinca. Ve her kim kanun düzse Allah andan razi olsun. Ve eger neslimden bir kisi bu kanundan gayri bir kanun koyacak olursa edenden ve ettirenlerden Allah Teala razi olmasin" demistir. Selçuklu uygulamasi ile ayni özellikleri tasiyan bu sözlerden su sonuçlar çikmaktadir:

1- Sebepsiz yere hiç kimsenin timari elinden alinamaz.

2-Timar sahibinin ölümü halinde timari ogluna intikal eder.

3-Ogul sefere gidemeyecek kadar küçükse, harbe gidecek yasa gelinceye kadar onun yerine hizmetkarlari sefere gideceklerdir.

Anadolu'da, Osman Gazi ile baslayan timar sistemi, ondan sonra gelen torunlari tarafindan devam ettirildi. Gerçekten de Orhan zamaninda timar tevcihlerine dair bir çok tarihi kayit bulunmaktadir. Ayrica gazilerin yani timar erlerinin yeni zaptedilen uslara yerlestirildigi hakkindaki rivayetler de timarlarin askeri özellik ve mahiyetlerini daha iyi anlamamiza vesile olmaktadir. Hatta timarlarda bulunan yerli halk da zaman zaman sipahilerle birlikte kendi din kardeslerine karsi harplere katiliyorlardi. Rumeli fetihleri baslayinca timar sistemi oralarda da uygulanmaya basladi. Gelibolu havalisinin Yakub Ece ile Gazi Fazil'a timar olarak verildigi ilk tarihi kaynaklarda belirtilmektedir. Sultan I. Murad devrinde Rumeli fütuhati ehemmiyet kazaninca Anadolu'dan pekçok halk ve bazi Türk asiretleri oradan alinip Rumeli'ye iskan ettirildiler. Bu yeni gelenlerin geçimlerini saglamak için onlara toprak tahsis edilmesi gerekiyordu. Bu durum sebebiyle, timar sistemi daha da yayginlik kazanmaya basladi.

Baslangiçta "Has" ile "Timar" seklinde ikiye ayrilmis olan birlikler, I. Murad döneminde yeni bir kategorinin katilmasi ile üç kisma ayrildilar. Rumeli Beylerbeyi Lala Sahin Pasa ölünce, onun yerine Kara Ali oglu Kara Timurtas Pasa beylerbeyi olmustu. Dirlikleri yeniden düzenlemek isteyen Kara Timurtas Pasa, "Has" ile "Timar" arasinda "Zeamet" adi ile yeni bir derece ihdas etti. Tedrici bir tekamül takib ettigi muhakkak olan bu toprak sistemi, topragin mülkiyet haklari ile ilgili degildir. Böylece rakabesi (possesio) devlet elinde alikonulmus topraklar rejimi, Osmanli Devleti'nde en genis ölçüde ve en serbest bir sekilde tatbik edilebilmistir. Bu rejimde, topragin menfaati kendisine birakilan sinif, topragi fiilen isleyen reayadir. Burada sunu da hemen belirtelim ki, Osmanli reayasinin sahip bulundugu haklar, Avrupa'daki "Serf'lerin sahip oldugu haklar ile kiyas edilemeyecek kadar daha medeni, daha insani ve daha mütekamildir. Konuyu daha netlestirmek ve bir fikir vermek üzere Osmanli reayasinin muasiri olan Avrupa'daki serflikten ve onlarin durumundan kisaca söz etmek gerekir.

Avrupa'da topraga yerlestirilmis olan köle (serf, çiftçi) bazi isleri hür insanlar gibi yapamaz. O, birçok haktan mahrumdur. Derebeylik sisteminin getirdigi feodalizme göre serfler, hukuki bakimdan diger insanlardan tamamen farkli bir hüviyete sahiptirler. Asagidaki maddeler, onlarin nasil bir statüye sahip olduklarini ortaya koyacaktir:

a- Istedikleri ile evlenemezler, baska senyörlerin serfleri veya hürlerle evlenemez.

b- Serflerin mirasi hür olan insanlarinki gibi varislerine intikal etmez, sahipleri istedikleri gibi mirasa müdahale edebilirler.

> c-Istedikleri meslegi seçme, çalisip çalismamada serbestlikleri yoktur.

d-Efendilerinin angarya islerinde çalismak ve belli zamanlarda onlara hediye takdim mecburiyetleri var.

e- Serfleri cezalandirmak efendilerine aittir.

f-Serfler, ruhban sinifi ve manastirlara giremezler, mahkemelerde hür bir insana karsi sahidlikleri kabul edilmez.

Serflerin içinde bulundugu bu duruma karsilik Osmanli reayasi hür insanlardi. Onlar ,her türlü hukuki statüye sahiptirler. Serf veya ortakçi kullarla bir ilgileri yoktur. Bu sebepledir ki, Avrupa feodal toplum yapisinda görülen köylü isyan ve ihtilallerine, son derece karisik dini ve sosyal gruplari bünyesinde toplayan Osmanli Devleti'nde tarihin hiç bir döneminde rastlanmaz. Sinif tesekkül ve kavgasina zemin hazirlamayan Osmanli toplum yapisi, baska toplumlarla kiyasi mümkün olmayan sosyal bir özellik arzeder. Bati insaninin yüzyillar boyu sürdürdügü sinif mücadelesini ve kölelikten kurtulma savasinin izlerini Türk ictimai hayatinda görmek mümkün degildir.

Osmanli Devleti kuruldugu ve daha sonra feth ettigi memleketlerde, bir çesit toprak köleliginin mevcud oldugu düzensiz bir derebeylik nizami ile karsilasmistir. Bu nizamin, toprak münasebetlerinde sebep olacagi düzensizlikleri önlemek için mevcud toprak düzenine sür'atle müdahale etmis, topraga dayanan asalete son vermek suretiyle, topragi isleyenleri serf olmaktan çikarmis, derebeylik yerine timar sistemini, serf yerine timar sahibi olan sipahi ile aralarinda sadece akdi bir münasebet bulunan, bir çesit ayni hak sahibi kiraciya benzer toprak mutasarriflarini ikame etmistir. Böyle bir toprak düzeni ise topragin mülkiyetinin devlette olmasiyla mümkündür. Iste bunun içindir ki Osmanli hükümdarlari, Islam fetihlerinin baslangicinda oldugu gibi, fethedilen topraklarin bir kisminin mülkiyetini halka birakirken, bir kisminin rakabesini hazine için alikoymus ve sadece tasarruf hakkini halka tefviz etmistir.

Baslangiçta, arazinin mülk ve miri olarak ikiye ayrildigi Osmanli Devleti'nde, bilahare arazinin tamamina yakin bir kismi miri rejime tabi tutulmustur. Üsküp ve Selanik kanununun basina koydugu mukaddimesinde Ebu Suud Efendi (898-982/1490-1574), arazinin miri olus sebeplerine temas ederken ayni zamanda, Islam hukukuna göre arazinin mahiyetinden de söz eder. Ona göre:

"Bilad-i Islamiyede olan arazi, muktezay-i seriat-i serife üzre üç kisimdir:

Bir kismi arz-i ösriyyedir ki hin-i fetihte (fetih esnasinda) ehl-i Islam'a temlik olunmustur. Sahih mülkleridir (gerçek mülkleridir). Sair mallari gibi nice dilerlerse tasarruf ederler. Ehl-i Islam üzerine ibtidaen harac vaz'i, na mesru olmagin (mesru olmadigi için) ösür vaz' olunmustur. Ekerler, biçerler, hasil olan gallenin ösründen gayri asla bir habbe alinmaz. Âni dahi kendiler fukara ve mesakine virürler. Sipahdan ve gayridan asla bir ferde helal degüldür. Arz-i Hicaz ve arz-i Basra böyledir.

Bir kismi dahi arz-i haraciyedir ki, hin-i fetihte keferenin ellerinde mukarrer kilinup kendilerine temlik olunub üzerlerine hasillarindan ösür yahut sümün yahud subu', yahud südüs, nisfa degin (1/10, 1/8, 1/7, 1/6, 1/2) arzin tahammülüne göre harac-i mukaseme vaz' olunup yilda bir miktar akça dahi harac-i muvazzaf vaz' olunmustur. Bu kisim dahi sahiplerinin mülk-i sahihleridir. Bey'a ve siraya (satma, satin alma) vesair enva-i tasarrufata kadirdirler. Istira edenler dahi vech-i mezbur üzerine ekerler biçerler, harac-i mukasemin ve harac-i muvazzafin verirler. Ehl-i Islam istira etseler dahi kefereden alinagelen haraclari sakit olmaz (haraçlari düsmez). Bi kusur eda ederler. Egerçi ehl-i Islam'a ibtidaen harac vaz' olunmak mesru degildir. Amma bekaen alinmak mesrudur. Mutasarrif olanlar eger ehl-i zimmettir eger ehl-i islamdir madem ki ellerinde olan yerleri ziraat ve hiraset edüp ta'dil eylemeyeler asla dahl ve taarruz olunmaz nice dilerler ise tasarruf ederler. Fevt oldukta sair emval ve emlakleri gibi vereselerine intikal eder. Sevad-i Irak arazisi böyledir. Kütüb-i ser'iyyede mestur ve meshur olan arazi bu iki kisimdir.

Bir kisim dahi vardir ki, ne ösriyyedir ne de vech-i mezbur üzerine haraciyyedir. Âna arz-i memleket derler. Asli haraciyedir. Lakin sahiplerine temlik olundugu takdirde fevt olup verese-i kesire mabeynlerinde taksim olunup her birine bir cüz'i kit'a degüp her birinin hissesine mabeynlerinde taksim olunup her birine bir cüz'i kit'a degiip her birinin hissesine göre haraclari tevzi ve tayin olunmakta kemal-i suubet ve iskal olup belki adeten muhal olmagin rakabe-i arazi, beytü'l-mal-i müslimin içün alikonulup reayaya ariyet tarikiyla virülüp ziraat ve hiraset idüp, bag, bahça ve bostan idüp hasil olandan harac-i mukasemin ve harac-i muvazzafin vermek emr olunmustur. Sevad-i Irak'in arazisi eimme-i din mezheblerinde bu kabildendir.

Bu diyar-i bereket siarin arazisi dahi bu uslub üzerine arz-i memlekettir ki, arz-i miri demekle maruftur. Reayanin mülkleri degüldür. Ariyet tarikiyla tasarruf idüp ziraat ve hiraset idüp ösür adina harac-i mukasemesin ve çift akçasi adina harac-i muvazzafin virüp madem ki, ta'til itmeyüp vücuh-i merkume üzerine tamir idüp hukukun eda ederler kimesne dahl ve taarruz eylemeyüp fevt oluncaya degin nice dilerler ise tasarruf ederler. Fevt oldukta ogullari kendilerin makamlarina kayimlar tafsil-i mezbur üzerine tasarruf ederler. Ogullan kalmaz ise hariçten tamire kadir kimesnelere ücret-i muaccele alinip tapuya verilip anlar dahi tafsil-i sabik üzere tasarruf ederler."

Görüldügü gibi devlet, reayanin elindeki topragin miras yolu ile parçalanmasi, serbest alisveris usulü ile gelisigüzel sahip degistirmesi ve borç için hacz edilmesi gibi sebeplerie müstakil küçük köylü isletmelerinin mevcudiyetini tehlikeye düsüren muameleleri önleyici hükümler koymustu. Bu yüzden kanunnamelerde "yer beyliktir", yerde bey'u sira ve hibe ve miras vesair tasarrufat ser'an ve örfen memnudur denilmektedir.

Müslüman Devletlerde arazinin miri olus sekillerini söyle siralayabiliriz:

a) Fethedilen arazi, galiplere (fatihlere) tevzi, veya mahalli halk elinde birakilmayarak devlete (beytü'l-mal) mal edilmek suretiyle. Islam hukukuna göre devlet baskani bu arazi ile ilgili olarak istedigi gibi tasarrufta bulunabilir.

b) Fetih esnasinda nasil muamele gördügü belli olmayan arazi.

c) Mülk araziden olan topragin, malikinin mirasçi birakmadan ölmesi ve vasiyette bulunmamasi halinde arazinin hazineye intikal etmesi ile.

d) Topragin, mururu zaman (zaman asimi) ile sahibi bilinememek yüzünden hazineye intikali suretiyle.

e) Rakabesi devlete ait olmak üzere ihya edilen ölü (mevat) toprak.

Osmanli toprak sisteminde "emiriyye" denilen arazi de iki kisma ayrilmaktadir. Bunlar:

1- Arazi-i emiriye-i sirfa (beytü'l-male ait)

2- Arazi-i emiriye-i mevkufa (vakfa ait)

Tafsilatina girmeden,sadece kaç kisim olduguna isaret ettigimiz arazi-i emiriye, 1274/1858 tarihli arazi kanunnamesinin 3. maddesinde söyle tarif edilmektedir:

"Arazi-i emiriyye, beytü'l-male ait olarak ihale ve tefvizi, taraf-i Devlet-i Aliyye'den icra olunagelen tarla ve çayir ve yaylak ve kislak ve korular ve emsali yerlerdir ki, mukaddema ferag ve mahlulat vukuunda sahib-i arz itibar olunan timar ve zeamet ashabinin ve bir aralik mültezim ve muhassillarin izin ve tefviziyle tasarruf olunur iken, muahharan bunlarin ilgasi hasebiyle el-haletu hazihi taraf-i Devlet-i Aliyye'den bu hususa memur olan zatin izin ve tefviziyle tasarruf olunup mutasarriflari yedlerine balasi tugrali tapu senetleri verilir."

1858 tarihli arazi kanununa göre Osmanlilarda arazi: a- Arazi-i Memluke, b- Arazi-i Emiriye, c- Arazi-i Mevkufa, d- Arazi-i Metruke, e- Arazi-i Mevat olmak üzere bes gruba ayrilmaktadir:

> a- Arazi-i Memluke: Mülkiyet yolu ile tasarruf edilen topraklar olup dört kisimdan ibarettir: 1- Kasaba ve köylerdeki arsalar olup yarim dönümlük yerlerdir. 2- Emiriye topraklardan mülkiyete dönüstürülen yerlerdir. 3- Ösri topraklardir. 4- Haraci topraklardir.

Arazi-i Memlukeye malik olanlar, mallarini diledikleri gibi kullanir, isler, satar, hibe veya vakf edebilir. Bütün bu muamelat için fikhi hükümler tatbik edilir.

b- Arazi-i Emiriye: Devlete ait olup fertlere, tarla, otlak, yaylak, kislak vs. olarak tahsis edilen yerlerdir. Eskiden timar ve zeamet sahipleri tarafindan kullanilan bu topraklar, arazi kanunnamesi hükümlerine göre tapu ile tasarruf edilir hale getirilmistir.

c- Arazi-i Mevkufa: Toplumun menfaati göz önünde bulundurularak vakf edilmis olan topraklardir. Vakfi yapan (vakif) tarafindan tesbit edilen sartlara göre kullanilir.

d- Arazi-i Metruke: Toplumun menfaati için yapilan yollar, köprüler ile köy ve kasaba halkinin birlikte istifade edebilmesi için birakilan mera, koru vs. gibi yerlerdir.

e- Arazi-i Mevat: Köy, kasaba ve fertlere tahsis edilmemis bulunan ve imar bölgeleri disinda birakilmis olan topraklardir.

Bu sistem, devlete ait miri arazinin, savaslarda yararliligi görülen, kale yapim ve tamirinde bulunan, devlete hizmet eden mücahidlere, askerlere ve diger bazi hizmet erbabina dagitilarak, bu kimselerin, kendilerine verilen araziye ait örfi ve ser'i vergileri toplamasi seklinde belirlenebilir. Topragin "rakabe" denilen çiplak mülkiyeti devlete, kullanma ve yararlanma hakki timar sahibine aittir. Daha önce de temas edildigi gibi toprak üzerindeki bu hak, babadan ogula intikal etmekte, ancak timar sahibinin topragi satmasi, hibe etmesi, bagislamasi, rehine koymasi veya miras olarak intikal ettirmesi mümkün degildir.

Osmanli Devleti'nde, miri arazi rejiminin sonucu olarak timar (dirlik) adi verilen bir sistem ortaya çikti. Bu, daha önceki Müslüman devletlerdeki "Ikta" sistemi ile ayni olmakla birlikte ona göre biraz daha gelismisti. Osman Gazi'nin fetihleri ile ortaya çiktigini daha önce gördügümüz bu uygulama, I. Murad döneminde teskilatli ve sistemli bir kurum haline geldi. Önceleri timar ve has diye ikiye ayrilan dirliklere bu devirde Kara Timurtas Pasa yardimiyla "zeamet" diye mali yönde ikinci derecede bulunan bir kisim daha ilave edildi.

Devlette, büyük bir fonksiyonu bulunan timar sistemi, Osmanli toprak rejiminin temelini teskil ediyordu. Zira bu toplumda iktisadi, ictimai, askeri ve idari teskilatlarin tamami büyük ölçüde toprak ekonomisine dayanmaktaydi. Toplum hayatinda en küçük vazife sahibinden, devletin en üst kademesinde bulunan hükümdara varincaya kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar, geçimlerini toprak ürünleri ile sagliyorlardi.

Toprak taksimatinin en küçük bölümü olan timar, geliri 3 bin ila 20 bin akça arasinda degisen askeri dirliklere verilen bir isimdir. Devrin imkanlari göz önünde bulundurularak bir kisim asker ve memurlara geçimlerini temin hususunda böyle bir kaynak saglanmistir. Nitekim bu manada "zeamet ve timar ki defi a'da için tayin olunan mal-i mukateledir ve asker dahi bunlari tasarruf edenlerdir denilmektedir. Keza, Islam Ansiklopedisindeki genis makalesinde Barkan da bu mevzuda sunlari söylemektedir:

"Osmanli Imparatorlugunda geçimlerini veya hizmetlerine ait masraflari karsilamak üzere bir kisim asker ve memurlara, muayyen bölgelerden kendi nam ve hesaplarina tahsil selahiyeti ile birlikte tahsis edilmis olan vergi kaynaklarina ve bu arada bilhassa defter yazilarindaki senelik geliri 20 bin akçaya kadar olan askeri dirliklere verilen isimdir." Kendisine böyle bir imkan taninan kisi (timar sahibi, sipahi), buna karsilik bazi vazifelerle mükellef tutulmaktadir. O, batidaki toprak sahiplerinin, serflerine karsi takindiklari tavir gibi bir pozisyonda bulunamaz. Keza, timari içinde meydana gelen olaylara, toprak sahibi sifatiyle müdahalede bulunamaz. Zira "Osmanli Imparatorlugunun adli düzeni icabi, herhangi bir cezanin tatbiki için bütün suçlarin kadi mahkemeleri önünde usulü vechiyle tesbit edilerek hükme baglanmis bulunmasi lazimdir. Ne kadar kudretli kisiler olurlarsa olsunlar, timar sahipleri reayanin hukuk ve ceza davalarina bakmak ve onlara ceza tayin etmek yetkisine sahip degildi. Hatta diger askeri sinif mensuplari gibi, timar sahiplerinin de kendi reayasi ile beraber ayni mahkemeler önünde, ayni kanunlara göre muhakeme edilerek hüküm giymeleri icabediyordu. Mahkeme karari olmaksizin, kimsenin hapsedilmesi, zincire vurulmasi, iskenceye tabi tutulmasi veya para cezasi ödemesi caiz degildi." Osmanlilarda topragin rakabesi devlete aittir. Bununla beraber, çiftçinin vermekle mükellef tutuldugu vergiyi dogrudan dogruya devlet degil ve fakat onun adina bir maas karsiligi olarak herhangi bir memur alir ki, böyle bir memuriyeti bulunana sipahi, bu tatbikata da, "timar sistemi" adi verilmektedir. Sipahi, timari içinde çalisanlara haksiz bir ceza veremiyecegi gibi, onlara angarya da yükleyemez. Zira Osmanlilarda, timari içinde, sipahinin bir kisim topraklari kendi nam ve hesabina isleten ve bu maksatla idaresi altinda bulunan reayanin isgücünü angarya mükellefiyetleri ile kullanmak mecburiyetinde olan büyük bir çiftlik sahibi durumunda olmadigi anlasilmaktadir. Ayni sekilde, miri arazi tasarruf eden bir reaya ile sipahi arasinda, büyük ölçüde ekonomik bir farklilasma görülmez. Birisi, idariaskeri vazifeler karsiligi toprak gelirinden istifade ederken, digeri sadece emek karsiligi bu ürünlerden faydalanmaktadir. Osmanli cemiyetindeki bu iki sinif insanin emeklerini toprak geliri ile karsilamasi, maddi farklilasmayi ortadan kaldiran önemli bir amil olmustur.

Sipahi, reayadan miktar ve cinsleri kanunlarla tesbit ve tayin edilmis olan bir kisim vergiden fazlasini tahsile selahiyetli degildi. Selahiyetini tecavüz edenden de dirligi, bir daha geri verilmemek sartiyle alinirdi. Nitekim, 14 Muharrem 973 (12 Agustos 1565) de Sivas Beylerbeyi, Sivas ve Arapkir kadilarina yazilan bir hükümde, Divrigi Beyi Kasim'in seriat ve kanuna aykiri olarak reayaya haksizlik ettiginin mahkeme tarafindan tesbit edilmis olmasi cihetiyle, sancaginin tebdiline karar verildigi bildirilmektedir. Ayni seneye 973 (1565) ait baska bir belgeye göre Avlonya Kadisina yazilan bir hükümde de mezkur kazaya bagli Aspurokilise adindaki köyde timar tasarruf eden Burhan oglu Ahmed Sipahi, ehl-i senaattan olmak, çesitli kötülük ve haksizliklari bulunmakla hapsedilmesi ve timarinin elinden alinmasina dair tafsilatli bilgi verilmektedir. Ekonomik ve sosyal durumlari ile dini inançlari tamamen farkli, çesitli kavimlere mensup kimseleri sinirlan içinde barindirarak onlari tebea edinen Osmanli Devleti, böylece timar sahibinin yapabilecegi herhangi bir haksizligin önünü almis oluyordu.

Sipahi, miri arazinin halka tefvizinde, devletin bir temsilcisi olarak vazife görmektedir. O, arazinin gerçek sahibi degildir. Bunun içindir ki devlet, timarlarin kapali bir sistem halinde çalismasini engellemek, onlari devamli kontrol etmek ve gerektiginde müdahalede bulunmak için devamli surette buralara çesitli memurlarini gönderir. "Timar sahiplerinin kendilerine tahsis edilmis olan arazi ve reayaya ait ser'i veya örfi bir takim hak ve resimleri (vergi) kendi nam ve hesaplarina toplayip onlarin gelirleri ile birtakim vazifelerin ifasini temin ettiklerini biliyoruz. Bununla beraber, sipahi timarlarini, mali bakimdan harice karsi tamamiyle kapali ve müstakil bir bütün, bir müafiyet (imnunite) sahasi olarak kabul etmek de mümkün degildir. Çünkü vergilerin toplanma sekli ile aidiyyeti hususlari, siki bir sekilde merkeziyetçi bir devlet teskilati tarafindan mürakebe edilmekte ve sipahi timarina, muhtelif hak ve vazifeler dolayisiyle birçok devlet memuru girip çikmaktadir."

TIMAR SISTEMININ TEKÂMÜLÜ Osmanlilarda, Osman Gazi ile baslayan timar sistemi, Yildirim Bayezid zamaninda Timur'la yapilan savastan dolayi bir duraklama devresine girmisti. Bu hal, Fatih devrine kadar tesirini göstermistir. Fatih Sultan Mehmed, devletin artan ihtiyaçlarina uygun olarak, devlet teskilatini tanzim etmek ve bu arada timar sistemini gelistirmek için yeni kanunlar çikarmistir. Nitekim o, timar sisteminin düzenlenmesi, timar topraklarinin arttirilmasi ve aksakliklarin giderilmesi konusunda önemli yeniliklerde bulunmustu. Onun, aslinda devlete ait olup çesitli yollarla devletin elinden çikarak mülk veya vakif haline gelmis olan topraklan tekrar miri haline getirmesi operasyonu meshurdur. Bu dönemde bütün vakif ve mülkler gözden geçirilerek 20.000'den fazla köy ve mezra vakif veya mülk olmaktan çikarilip sipahilere dagitilmistir.

II. Bayezid (1481-1512) zamaninda timar teskilatinda pek büyük bir degisiklik yapilmadi. Yavuz Sultan Selim (1512-1520) devrinde timar sistemi mükemmel bir sekilde islenmis, sipahi ve "cebelu"lerin miktari 1514 yilinda 140 bin kisiyi bulmustu.

Timar teskilati, Kanuni Sultan Süleyman devrinde tekamülünün zirvesine ulasmistir. Kanuni'nin timarlarla ilgili fermanlari bu hususta çok açik birer delil teskil etmektedirler. Keza bu dönemdeki timar sayisindan ve "cebelu" miktarindan da haberdar bulunmaktayiz. Nitekim, Kanuni zamaninda irili ufakli 37521 timar vardi. Bunlardan 6620 Rumeli, 2614 Anadolu, 419 Haleb ve Sam vilayetlerinde bulunuyordu. Bunlardan 9653'ü kale muhafiz timari, geriye kalan 27868'i ise tamamiyle eskinci timari idi. Bahis mevzu 27868 eskinci timari sahiplerinin, harbe beraber götürmek mecburiyetinde olduklari "cebelu" (veya cebeli) denilen silahli ve zirhli askerlerle 70-80 bin kisilik atli bir timarli sipahi ordusu teskil ettikleri tahmin edilmektedir. Padisahin hassa ordusu demek olan Istanbul'daki KapiKulu Ocaklarinin bu devirdeki mevcudu ise henüz 27 bin civarinda idi. Kanuni zamaninda bütün müesseseler gibi dirlik (timar) sistemi de tekamülünün zirvesine ulasmistir. Bu dönemdeki timarli asker sayisinin yukanda verilenden daha fazla oldugu ve bunun 200 bin civarinda bulundugu da söylenmektedir.

Osmanli toprak düzeninde dirlikler, üç kisma ayriliyordu. Bunlar:

a) Has: Padisah, vezir ve ileri gelen devlet adamlarina tahsis edilip, senelik hasilati 100 bin akçadan fazla olan yerlere (dirliklere) denirdi. Her has sahibi, gelirinin her bes bin akçasi için bütün masraflari kendisine ait olmak üzere bir "cebelu" yetistirmek ve beraberinde harbe götürmek mecburiyetindeydi. Haslar irsi degildir.

b) Zeamet: Senelik hasilati 20-100 bin akça arasinda degisen dirliklerdir. Bu gelirin 20 bin akçasi kiliç hakki oldugundan, zeamet sahibi bunun disinda kalan her bes bin akça için bir "cebeli"yi yetistirmek ve harbe götürmek zorundaydi. Zeametler, devlet merkezinde bulunan hazine ve timar defterdarlarina, zeamet kethüdalarina, sancaklardaki alay-beyine kale dizdarlarina, kapicibasilara, hacegan-i divan-i hümayuna ve müteferrikalara tevcih olunurdu. Bunlarin büyük bir suçu görülmedikçe zeametleri ellerinden alinmazdi.

c) Timar: En küçük kategoriyi teskil eden ve senelik geliri 3.000-20.000 akça arasinda olan dirliklerdir. Bu dirlikte, cinslerine göre kiliç hakki degismektedir. Nitekim, Rumeli'de bulunan Budin, Bosna, Timasvar beylerbeyliklerindeki 6000'lik tezkireli timarlarin kiliçlari 3'er bindir. Anadolu, Karaman, Maras, Rum, Diyarbekir, Erzurum, Haleb, Sam, Bagdad ve Kibris eyaletlerindeki tezkireli timarlarin kiliçlan ise 2 bindir. Kiliç hakkinin disinda kalan her üç bin akça için timar sahibi bir "cebeli" yetistirmek zorundadir.

Osmanli toprak rejiminde her dirligin çekirdegini teskil eden ve "kiliç" adi verilen bir kisim vardir. Timarlar, kiliç tabir edilen ve hiç degismeyen bir çekirdek kismi ile bu kisma zamanla ilave edilmis olan hisselerden tesekkül eder. Timarlarin bulundugu yer ve durumuna göre farklilik arz eden her "kiliç"a bir timar sahibinin tayin edilmis olmasi lazimdir. Bir kiliç yerine iki kisi tayin edilemez. Bu, her sancaktaki zeamet ve timarlarin büyüklü-küçüklü dagilis seklinin ve kadro mevcutlarinin ayni kalmasini temin için bas vurulmus bir çaredir.

TIMAR ÇESITLERI Osmanli toprak düzeninde, timarlari siniflandirmak güç ve ince bir is olmakla birlikte onlari tiplerine göre birkaç kisma ayirabiliriz. Bunlar:

1. Timar arazisinin mülk olarak verilip verilmemesine göre:

a) Mülk timarlar: Anadolu'nun bazi vilayetlerinde mevcud olan bu tip timar sahipleri, sefer aninda yerlerine "cebelu"lerini gönderebiliyor, kendileri ise sefere istirak etmeyebiliyorlardi. Bu mükellefiyetini yerine getirmeyen timar sahibinin bir yillik geliri hazine tarafindan alinirdi. Fakat timar baskasina verilmezdi. Ölümü halinde ogluna, yoksa diger mirasçilarina kalirdi.

b) Mülk olmayan timarlar: Bunlar, hizmet mukabili varidatinin bir kisminin tahsisi suretiyle verilen timarlardir ki, Osmanli timarlarinin çogu bu nevi'dendir.

2. Timar sahiplerinin gördügü islere göre:

a) Eskinci timarlari: Bunlarin sahipleri alay beyinin sancagi altinda sefere eserler (giderler). "Cebeli"leri ile birlikte sefere gitmek zorunda olan bu tip timarlarin mutasarriflari, sefere esmedikleri zaman timarlan ellerinden alinirdi. Osmanli toprak sisteminde bu nevi'den olan timarlar çogunlukta idi.

b) Mustahfiz timarlari: Bu timarlarin sahipleri, mensubu bulunduklari kale muhafazasinda bulunurlardi.

c) Hizmet timarlari: Bazi serhadlerde bulunan camilerin imamet ve hitabetinde bulunanlar ile saraya hizmet edenlere verilen timarlardir.

3. Verilis sekillerine göre: Timarlarin, beylerbeyi tarafindan veya Istanbul'dan verilmesine göre siniflandirilmasi ile ilgilidir. Buna göre timarlar ikiye ayrilmaktadir:

a) Tezkireli: Beylerbeyilerin, bir tezkire ile devlet merkezine teklif ettikleri timarlara bu isim verilirdi.

b) Tezkiresiz: Beylerbeyilerin, kendi beratlari ile verdikleri timarlara da tezkiresiz adi verilir.

Küçük timarlarin dagitilmasinda beylerbeyilerin selahiyetleri büyüktü. Muhtelif eyaletlerde degisik baremlerde olmak üzere defter yazilari belirli bir rakamin altinda olan timarlarin sahiplerini beylerbeyiler kendi tugralarini tasiyan beratlarla dogrudan dogruya tayin edebiliyorlardi. Daha büyük bir gelir saglayan timarlarda ise beylerbeyi, o timara hak kazanmis olan sipahinin eline bir "tezkire" vererek tayinini devlet merkezine teklif eder. Bu sipahinin berati, devlet merkezinden verilirdi. Beylerbeyinden böyle bir tezkire alan sipahi, Istanbul'a giderek 6 ay içinde beratini almak zorunda idi. Aksi takdirde timarinin gelirinden faydalanamazdi.

Dogrudan dogruya beylerbeyi tarafindan verilen tezkiresiz timarlarin defter geliri düsüktür. Bunlarin en büyügü Rumeli'deki eyaletlerle (Budin, Bosna, Timasvar vs.) Sam, Haleb, Diyarbekir, Erzurum ve Bagdad bölgelerinde 6000, Anadolu ve Kibris eyaletlerinde 5000, Karaman, Zülkadiriye ve Rum eyaletlerinde de 3000 akçalik geliri olan timarlardir.

Osmanli timar sisteminde dikkat edilen hususlardan biri de tezkireli timarlarin bozulup tezkiresiz hale getirilemeyisidir.

4. Mali durumlarina göre:

a) Serbest timarlar: Timar sahibinin "resm-i arus", "resm-i tapu", "kislak", "yaylak", "cürüm, cinayet" vs. gibi vergileri, alma hakkina sahip bulundugu timarlardir, (dirliklerdir). Bunlar, vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, nisanci, defterdar, divan katipleri, çavuslar çeribasilari, sübasilar ve dizdarlar gibi yüksek rütbeli idare amirleri ile memur ve askerlerin has ve zeametleridir. Bunlar, bazi imtiyazlara sahiptirler.

b) Serbest olmayan timarlar: Böyle bir timari tasarruf eden sipahinin, serbest timar tasarruf eden gibi bir yetkisi yoktur. Onun için yukarida adi geçen vergileri kendi nam ve hesabina alamaz.

Çesitli yönleri ile tedkik ettigimiz timar sisteminin geçirmis oldugu merhaleler ile farkli sebeblere bagli olarak aldiklari degisik isimleri gördük. Beldiceanu, kendine göre ve özellikle timar tasarruf eden kimselere göre ayri bir siniflandirma yapmaktadir.

TIMAR SISTEMININ BOZULMASI VE ORTADAN KALKMASI Kanuni Sultan Süleyman devrinde, tekamülünün zirvesine erisen timar sistemi, bu padisahin ölümünden sonra bozulma temayülü göstermeye baslamis olacaktir. Koçi Bey (? 1640), 992 (1584) tarihine kadar timarlarin kiliç ehli elinde ve ocakzadelerde bulundugunu, bu sinifa yabanci ve kötü kisilerin girmedigini keza timarlarin büyükler ile ayanin sepetine de girmedigini belirterek o ana kadar bir bozulma belirtisi görülmedigine isaret eder. Fakat XVI. asrin sonlarina dogru timarlarin iltizam usulü ile verilmesi, bunun neticesinde mültezimlerin fazla kar saglayabilmeleri için reayaya haksizliklarda bulunmalari, bozulmanin baslangici sayilmaktadir. III. Murad (1574-1595) devrinde bozulma emareleri, daha belirgin bir sekil almisti. Zira bu devrede eski kanunlara riayet edilmeyerek çesitli yollardan timar sahibi olan kimseler türedi. Bununla ilgili olarak Koçi Bey, "bosalan timar ve zeametler de eski kanunlara aykiri olarak Istanbul tarafindan verilmeye baslandi. Ileri gelenler ve vükela, bosalan yerleri adamlarina ve akrabalarina verip, Islam memleketinde olan timar ve zeametin seçmelerini ser'-i serife ve yüksek kanuna aykiri olarak kimini mülk olarak, kimini vakif olarak, kimini vücudu sihhatta olan kimselere emeklilik olarak verip bütün zeamet ve timar, ileri gelenlerin yemligi oldu. Bu bozukluklar, devletin en secaatli, güçlü, san ve sevkete sebep olan askerinin harap olmasina sebep oldu. Halbuki parali asker, asagi tabaka halkindan devsirilirse hiç bir yararligi olmaz. Aksine bunlar, baris günlerinde azginlik ve isyana sebep olup ser aleti olduklarindan epeyce zamandan beri taskinligin ardi arkasi kesilmemektedir. Bu beylerbeyliklerinde ve sancakbeyliklerinde, vezirlerin agalarin, müteferrika, çavus ve katipler zümresinde, dilsiz, cüce taifesinde, padisah nedimlerinde bölük halkinin ileri gelenlerinde bir çok timar ve zeametler olup, kimi hizmetkarlari üzerine, kimi azadsiz kullan üzerine berat çikarmislardir. Nam adamlarinin olup, mahsulü kendileri yerler. Içlerinde öyleleri vardir ki, yirmiotuz belki, kirkelli kadar zeamet ve timari bu yoldan alip, ürününü kendileri yeyip, sefer-i hümayun olunca, cebe ve cevsen yerine aba ve kebe giydirip birer semerli beygir ile sefere gönderirler. Kendileri evlerinde zevk ve safa, seyir ve sohbette olurlar" diyerek bozulmanin sebep ve sekillerini göstermeye çalismistir.

Iltizam usulünün dogmasi, timarlarin akraba ile yakinlara dagitilmasi ve rüsvetin ortaya çikmasi sonucu, timar sahiplerinin askere gitmemesi üzerine bas gösteren bozulmanin sebeplerini söyle siralayabiliriz:

a) Merkezi devlet bürolarinda timar kayitlarinin son derece karisik bir hale düsmesi. Timar sahiplerinin seferlerde yapilmasi gerekli yoklamalarinin türlü tesirler altinda iyi bir sekilde yapilamamasi ve bu yoklamalarin daha sonraki timar dagitimi için iyice muhafaza edilmemesi.

b) Bos kalan timarlarin, istihkak sahiplerine verilmesi yerine bir kenara ayrilarak (sepete konarak) çesitli hileli yollarla bazi nüfuzlu kisilerin adamlarina verilmesi.

c) Is adami vasfindaki yeni timar sahipleri, sefer zahmetinden, baç ve can korkusundan halas olup safa ve huzur içinde kar ve kazançlari ile mesgul olabilmek için, harp zamanlarinda timarlarini bir takim aracilara, seferden dönüste bu timarlardan eski sahipleri lehine feragat etmek sartiyle, devir ve tahvil ettirmenin yolunu bulmakta idiler.

Görüldügü gibi timar sisteminde, reaya, sipahi ve devlet olmak üzere üç temel taraf bulunmaktadir. Bunlarin, birbirlerine karsi nasil davranmalari gerektigi, kanunname, adaletname ve zaman zaman isdar edilen fermanlarla tesbit edilmisti. Bununla beraber bu üçlünün bazan birbirlerine karsi olan yanlis davranislari, Osmanli sosyoekonomik tarihinin en önemli konusu olmustur. Bilindigi gibi dirlik sisteminde devlet, arazinin rakabesine yani çiplak mülkiyetine sahiptir. Sahib-i arz veya timar sahibi adiyla da anilan sipahi ise devlete ait araziyi isleten, devletin reayadan alacagi vergileri toplayan kimsedir. Sipahi, topladigi bu paralarin bir kismini kendine ayirmakta, kalan kismi ile asker besleyip bu askerlerle birlikte seferlere istirak etmektedir. Bu durumu ile sipahi, miri topragi isleyen bir devlet memurudur. Bu bakimdan, reaya üzerinde herhangi bir tasarruf yetkisi bulunmamaktadir. O, sorumlulugu altinda bulunan topraklarda devletin otoritesini temsil etmektedir.

Reaya ise üzerinde yasadigi topraklan isleyip bunlarin vergisini devlet adina sipahiye vermek zorundadir. O asirlarda halkin elinde nakit para pek fazla bulunmadigindan vergileri ayni (mahsul) olarak öderlerdi. Reaya bu mahsulü teslim etmek üzere kendisine en yakin pazara götürmek zorunda idi. Sipahi, reayanin bunu daha uzaktaki pazara götürmesini isteyemezdi. Bundan baska reayaya eziyet edilmesine, maddi ve manevi külfet yüklenmesine (angarya) izin verilmezdi. Devlet, sipahi, reaya üçlüsünün statüleri ve karsilikli mükellefiyetleri "Tahrir Defterleri"nin basinda yer alan sancak kanunnamelerinde genis ve etrafli bir sekilde belirlenmistir. Ayrica siyasetname nevinden olan eserlerde devletin bekasinin reaya ile mümkün oldugu ifade edilmektedir. Nitekim Katib Çelebi (Düsturu'l-Amel li Islahi'l-Halel, Istanbul 1280, s. 124) söyle demektedir: "Evvela reaya ve beraya selatin ve ümeraya vediat-i ilahiye oldugundan gayri La mülke illa bi'rrical, vela ricale illa bi's-seyf vela seyfe illa bi'l-mal, vela male illa bi'rraiyye, vela raiyye illa bi'l-adl."

Farkli sebeplere bagli olarak bozulmaya yüz tutan timar sisteminin islahi için, çesitli tedbirlere bas vurulmus olmakla beraber, bu gidisin önü bir türlü alinamamistir.

Kurulusundan beri, Osmanli Devleti'nin ekonomik, sosyal ve askeri tarihinde büyük bir rol oynayarak önemli bir hizmet ifa etmis olan timar rejimi, birkaç asirdan beri buhranlar içinde geçen hayatinin son safhasinda sessiz sedasiz bir sekilde ve herhangi bir sarsintiya sebep olmadan ortadan kalkti. Tarihe mal olmasi çesitli safhalar geçiren bu sistemin ilk tatbikati, 1703 senesinde Girit adasinda basladi. Ülkenin diger mintikalarindaki timarlar ise 1812 yilindan itibaren mahlul oldukça (bosaldikça) baskasina verilmemeye baslandi. Bu uygulama ile timar sahiplerinin sayisi gittikçe azalmaya yüz tuttu. Nihayet, Yeniçeri Ocagi'nin lagv edilmesi ile muntazam ve disiplinli bir askeri sinif vücuda getirildikten sonra, intizamlarini büsbütün kaybetmis olan timar sahiplerinin de eskiden oldugu gibi kendi hallerine birakilmasi uygun görülmedi. Bu sebeple H. 1263 (M. 1848) senesinde bütün timar sahipleri kaydi hayat sartiyla ve yarim timar bedeli ile emekliye sevk edilerek timar sistemine son verildi.

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Osmanlı Yunanistanı
3 yıl önce

idarecisi durumuna geldi. Fakat birçok Yunan yerleşim yeri tamamen Osmanlı idaresi altındayken, Atina ve Rodos gibi bazı Yunan şehirleri kendi belediyelerini...

Kudüs Sancağı
6 yıl önce

itilaf devletleri tarafından ele geçirildiğinde Osmanlı İdaresi lağvedilerek İşgal Edilmiş Düşman Toprakları Yönetimi-İEDTY (OETA South) adı altında yönetildi...

Bosna-Hersek tarihi
3 yıl önce

süre boyunca Macarlar ve Sırplar'a karşı topraklarını savunmak zorunda kalmıştır. 1463 yılında Osmanlı idaresi altına geçen Boşnaklar aynı zamanda Müslümanlığı...

Alman Seferi
3 yıl önce

komutanlığındaki Osmanlı ordularının Alman toprakları üzerine yaptığı askeri seferdir. Osmanlı Devleti; Alman idaresindeki Macar topraklarını almak, Alman...

Rumeli Eyaleti
3 yıl önce

Eyaleti, Balkan Yarımadası'ndaki fetihler devam ederken ele geçirilen toprakların idaresi için 1362 yılında merkezi Edirne olmak üzere I. Murad'ın emri ile...

Rumeli Beylerbeyliği, 1363, 1826, Arnavutluk, Bulgaristan, Edirne, Manastır, Osmanlı Devleti, Sancak, Sofya, Tarih
Koron
3 yıl önce

nüfuslu bir belediyedir. Koroni şehrinin idaresi Osmanlı Padişahı II. Bayezid döneminde Venediklilerden Osmanlılara geçti. I. Süleyman'ın 1532 yılında çıktığı...

Koron, Edirne Antlaşması, II. Bayezid, Mora Yarımadası, Osmanlılar, Venedikliler, Yunanistan
San Remo Konferansı
3 yıl önce

Konferansı, I. Dünya Savaşı'ndan sonra, 18-26 Nisan 1920'de, Osmanlı topraklarının paylaşılması ve Osmanlı ile yapılacak olan Sevr Antlaşması'nın şartlarını hazırlamak...

San Remo Konferansı, San Remo Konferansı
Ceneviz Cumhuriyeti
3 yıl önce

kontrolündeki bir maonanın idaresi altında bağımsızlığını sürdürmüş, bu tarihten sonra ise Piyale Paşa'nın fethi sonucunda ada Osmanlı'ya bağlanmıştır. Doğu Akdeniz’de...

Ceneviz Cumhuriyeti, 12. yüzyıl, 13. yüzyıl, 1492, 1499, 1528, 1538, 1768, 1797, 18. yüzyıl, 1805