Osmanlı Edebiyatı

Kısaca: On üçüncü asırda verilen eserler pek az olmasına rağmen çeşitli bölgelerde bir parıltı durumunda kalır. Anadolu’da Türk Edebiyatının ne zaman başladığını kestirmek zordur. Selçuklular zamanında bir sözlü edebiyatın varlığı dâima mevcuttu. Fakat Anadolu’da ilk eserlerin neler olduğu bilinmemektedir. ...devamı ☟

Osmanlı edebiyatı
Osmanlı Edebiyatı

Osmanlı Devleti zamanında ortaya konan edebiyat. Selçukluların dağılmasına kadar bir varlık gösteremeyen ve sadece konuşma dilinde kalan Oğuz Türkçesi, Türkiye Selçuklu Devleti’nin yıkılması üzerine, ortaya çıkan beyliklerin hükümet merkezlerinde birden bire serpilmeye başlamış ve yeni yeni kültür merkezleri ortaya çıkarmıştır. Orta Türkçe’nin Oğuz kolu böylece Selçuklu Türkçesinden sonra yerini, Osmanlı Azeri sahası Türkçesini birleştiren Eski Anadolu Türkçesine bırakmıştır. Beylikler devrinde Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kültür merkezleri teşekkül etmiş, halkın kültüre yönelmesi; tebeanın terbiyesi için müellifleri Türkçe yazmaya zorlamış, beyler de bu hale yardımcı olmuşlar ve Türkçe’ye gereken değeri vermişlerdir. Karamanoğlu’nun Türkçe üzerinde durmasına rağmen beylikler içerisinde kültür faaliyetlerinin en fazla olduğu beylikler, Germiyan ve Osmanlı beylikleri olmuştur. On üçüncü asrın son çeyreğinde Türkçe, resmi yazışma dili olarak kendisini göstermiştir. Müelliflerin Türkçe eser yazmaları başlıca şu sebeplere bağlı idi: 1- Padişahların ve emirlerin isteği ile Türkçe eser yazmaları ve bunlarla kültür faaliyetlerini desteklemeteri, 2- Tamamen Türk olan tebeanın Türkçe öğrenme istekleri, 3- Tarikat büyüklerinin halkı irşad maksadı ile Türkçe yazıp, söylemeleri, 4- Müellifin, mensubu bulunduğu millete ilim yönünden hizmette bulunması, hayır dua ile anılma ve unutulmama düşüncesi, 5- Meslek gayreti, 6- Mevzuda çeşitlilik ortaya koyma düşüncesi, 7- İbret için eser yazma, 8- Müelliflerdeki Türkçe şuuru. On üçüncü asırda verilen eserler pek az olmasına rağmen çeşitli bölgelerde bir parıltı durumunda kalır. Anadolu’da Türk Edebiyatının ne zaman başladığını kestirmek zordur. Selçuklular zamanında bir sözlü edebiyatın varlığı daima mevcuttu. Fakat Anadolu’da ilk eserlerin neler olduğu bilinmemektedir. Devrin içinde bulunduğu kargaşa, bütün yazılanların kaybolmasına sebeb olduğu sanılmaktadır. II. Murad Han zamanından itibaren Anadolu’da Türk birliğinin kurulmasından sonra bütün kültür faaliyetleri Osmanlı sarayına taşındı. Türklüğün en büyük yazı dili olan Oğuz Türkçesi ile, sayısız eserler vücuda getirilerek, Osmanlı, Türk kültürünün hamisi olarak tarihteki yerini aldı. Türk dili devlete izafeten Osmanlıca olarak adlandırıldı. On üçüncü asırda karşılaşılan simaların başında, eserlerinde yer yer Türkçe kelimelere ve mülemmalara yer veren Mevlana Celaleddin-i Rumi (1207-1273) görülmektedir. Bunu takiben oğlu Sultan Veled’in (1226-1312) Türkçe manzumeler yazması, ayrıca hakkında çok fazla bilgi bulunmayan, Bahaeddin Veled’in talebelerinden olduğu söylenen Ahmet Fakih’in, dünyanın geçiciliğini ve rüya olduğu konu edilen 83 beytlik Çarhname’si ile Evsaf-ül-mesacid adlı Mesnevileri bu asırda zikredilmesi gereken eserlerin başında gelmektedir. Bunun yanında, Şeyyad Hamzanın Yusuf ile Zeliha’sı ile Dasitan-i Sultan Mahmud Mesnevisi zikre değer eserlerdir. Diğer taraftan tasavvufi ve dini konuları işlemekle beraber, İran şiirinin özelliklerini taşıyan gazellerinde mazmunlara yer vererek Osmanlı edebiyatının temelini ve nüvesini teşkil eden ve divan şiirinin ilk temsilcisi sayılan Hoca Dehhani bu asrın önemli şairlerindendir: Yine bu asırda Battalname, Danişmendname yazıya geçirilmiştir. On üçüncü asrın ikinci yarısından sonra, yalnız devrinin değil, her zaman ve her yerde kendisini kabul ettiren edebiyatımızın en büyük şairlerinden olan Yunus Emre yetişmiştir. Selçuklu devri sonu ile Osmanlı devri başında yaşıyan, şiirlerine mecmualarda rastlanan Yunus Emre’nin nereli olduğu belli değildir. Yadigar olarak bıraktığı, dili çok açık ve anlaşılır olan Divan’ından, onun tahsilli, İslami ilimlere vakıf bir Türk dervişi olduğu ve bir çok yerleri dolaştığı anlaşılmaktadır. Eserlerinde ilahi aşkı, varlık-yokluk ile hayat ve ölümü işleyen, Yunus Emre kadar ölümü içli ve samimi anlatan şair çok azdır. Yalnız kendisinden sonra bazı Yunuslar ortaya çıkmış ve şiirleri onlarınki ile karıştırılmıştır. On dördüncü asırda, on üçüncü asra göre eserlerin bir hayli çoğaldığı, konu ve türde çeşitliliğin arttığı görülmektedir. Bu yüzyılda Yunus Emre’nin Divan’ından başka divanlar görülmeye başlandı, özellikle Mesnevi alanında yazılan eserler, bu devrin edebi hareketine çeşitlilik ve canlılık kazandırmıştır. Gerçekte bu asır, klasik edebiyatının kuruluş devridir. Dini, tasavvufi, ahlaki konular dışında eser veren şairler çoğalmış ve din dışı Mesneviler bir hayli fazla yazılmıştır. Manzum aşk ve macera hikayeciliğine yer verilmesi, mesnevi tarzının gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Yunus Emre’nin 1307’de yazdığı 562 beytlik Risalet-ün-nüshiye’si asrın ilk Mesnevisidir. Dini destani Mesneviler, edebi ve ilmi mahiyetteki Mesnevilere nisbetle daha fazla görülür. Bu asırda yazılan Mesnevilerin sayısı, ele geçmeyenler hariç elli sekizi bulmaktadır. Bu Mesnevilerden bazıları beyler adına yazılmıştır. Bunlar arasında Maktel-i Hüseyn, Felahname, Tabiatname, Hurşidname ve İskendername sayılabilir. Bu yüzyılda Türkçecilik şuuru ile karşılaşılmaktadır. Şairlerin hemen hepsi bu açıdan eserlerini vermeye çalışmışlardır. Türkçe hakkında eserlerinde çeşitli görüşlere yer vermişlerdir. Bu yüzden Anadolu’da, bir milli edebiyat çağının açılmasında rol oynamış ve millete değer vererek kalıcı eserler bırakmayı başarmışlardır. Anadolu sahasında olmaları bakımından siyasi birliğin yanında ve sonradan Osmanlıların gayreti ile kültür alanında sağlanan birlik gozönüne alınarak, bu asrın bütün şair ve müelliflerini, hangi sahada olursa olsunlar, Osmanlı Türk edebiyatının bir başlangıcı olarak almak gerekmektedir. On dördüncü asırda yazılan Mesneviler kısmen, kurulmakta olan Divan edebiyatı ile Halk edebiyatı arasında gerek mevzu, gerekse tür itibariyle bir köprü teşkil eder. Bunun yanında bir milli birlik arayışı da devrin eserlerinde görülür. Ayrıca dini konular ağır basar. Bütün bunlardan ayrı olarak Dede Korkut Hikayeleri önceki asırda teşekkül etmesine rağmen bu asırda yazıya geçirilmiştir. On beşinci asırda Osmanlı edebiyatı gelişerek yaygın bir temele yerleşmiştir. Bu asrın başında Ankara savaşı (1402) gibi arzu edilmeyen bir hadisenin bulunması, Anadolu siyasi birliğini geciktirdiği gibi, kültürdeki dağınıklığın da devamına sebeb olmuştur. On beşinci asrın önceki asırlardan farkı edebiyatta Mesnevi türünün devam etmesinin yanında, nesir eserlerin ve divanların fazlalaşması, milliliğe önem verilerek tarih şuuru açığa çıkarak, Osmanlı tarihinin yazılmaya başlanmasıdır. Bu asırda da dini mesneviler ağırlık kazanır. Bunların başında Ahmedi’nin ve Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i gelmektedir. Ayrıca didaktik olan ve nasihatname türünden eserler de görülmektedir. Ayrıca tasavvufi eserler de mevcuttur. Sultan İkinci Murad Han’ın devrine kadar, mesnevi alanında verilen eserler yirminin üstündedir. Bu asırda ve bütün bir Osmanlı Türk edebiyatında varlığını sürdürecek ve günümüze kadar Türk milleti tarafından tutulacak eserlerin başında, Süleyman Çelebi’nin 1410 yılında tamamladığı ve Bursa’da yazdığı Mevlid’i (Vesilet-ün-necat) gelmektedir. Bu asır eserlerinin arasında Yazıcı Salih’in Şemsiyye’si, Ahmedi’nin; İskendername, Çemşidü Hurşid ve Tervih-ül-Ervah’ı yanında Camasbname Tercümesi, Vasiyet-i Nuşinrevan, Mensurname, Tıbb-i Nebevi Tercümesi sayılabilir. Sultan İkinci Murad Han bu asrın ikinci çeyreğinde ilim ve kültür hayatına büyük bir canlılık getirmiştir. San’ata, ilme ve fenne düşkünlüğü, şairliği, ilim adamlarına verdiği kıymet sayesinde artık Osmanlı sarayını Türk ve İslam dünyasının merkezi haline getirmeye başlamıştır. Kuruluşundan beri devletin hayatında görülen kültür faaliyetleri ancak İkinci Murad Han devrinde şahsiyetini bulmuş ve pek çok eserin milli açıdan te’lif ve tercüme edilmesine, hatta bu padişah adına manzum ve mensur pek çok eserin yazılmasına ve Osmanlı Edebiyatının gelişmesine sebeb olmuştur. Devrinde Osmanlı sarayı, ilmin ve san’atın merkezi haline gelmiştir. Murad Han’ın etrafında Hacı Bayram-ı Veli, Emir Buhari gibi devrini ahlaki yönden dirilten ve cemiyetin terbiyesini üstlenen büyükler, Molla Yegan, Molla Gürani, Alaaddin-i Tusi, Şerafeddin-i Semerkandi, Acem Sinan, Alaaddin Ali Arabi, Fahreddin-i Acemi ve Seydi Ali Acemi gibi Arabistan’dan, Türkistan’dan ve Kırım’dan gelmiş alimler yer almıştır. Tezkirelerin kaydettiğine göre, Osmanlı padişahları arasında ilk şiir söyleyen de ikinci Murad Han’dır. Zamanında Türk-Siyasi birliğinin kurulmaya başlanması ile kültür ve san’at faaliyetleri Osmanlı sarayına taşınmıştır. Devrinde yazılan mesneviler konu itibariyle daha ziyade dini, tasavvufi, aşk ve macera, tarih-hamasi, ahlaki ve dini, destanımsı-efsanevi, nasihatamiz, ansiklopedik ve mizahidir. Bunlara örnek olarak Balıkesirli Devletoğlu Yusuf’un Kitab-ul-Beyan’ı, Muhammed Hatiboğlu’nun Ferahname’si, Şeyh Elvan-ı Şirazi’nin Gülşen-i Raz’ı, Yusuf Sinaneddin’in Hüsrev ü Şirin’i sayılabilir. 126 beytten meydana gelen ve Şeyhi tarafından yazılan Harname’de, Osmanlı edebiyatı içinde ilk defa mizaha ve hicve yer verilmiştir, İlhamını Arapça bir atasözünden alan Şeyhi, eserinde tabii ve canlı bir dil kullanmıştır. 1436’da Muinüddin bin Mustafa tarafından yazılan Mesnevi-i Muradiyye, 14.404 beytten ibaret olup, devrin en hacimli eseridir ve Mevlana’nın Mesnevi’sinin birinci defterinin tercüme ve şerhidir. Sultan İkinci Murad zamanında yazılan ve mevzuu bakımından dikkati çeken tek eser Gelibolulu Zaifi tarafından yazılan ve Sultan’ın savaşlarına yer veren Gazavat-i Sultan Murad İbni Muhammed Han adlı eseridir. On dördüncü asrın diğer eserleri arasında Kasım bin Muhammed Karahisari’nin İrşad-ül-mürid ilel-Murad’ı, Kemaleddin bin Îsa el-Dumeyri’nin Hayat-ül-Hayavan’ı, Mansur bin Muhammed Şirvani’nin Tuhfe-i Muradi’si, Mercimek Ahmed’in Kabusname Tercümesi, Yazıcıoğlu’nun Tarih-i Âl-i Selçuk’u, İbn-i Celaleddin’in İbn-i Kesir Tarihi Tercümesi, Muhammed bin Kadı Manyas’ın Aceb-ül-U’cab’ı, Arif Ali Molla’nın Danişmendname’si, Mustafa bin Seyyid’in Cevahirname-i Sultan Muradi’si, Mehmed bin Abdüllatif’in Bahr-ül-Hikem’i, Hızır bin Abdullah’ın Kitab-ül-Edvar’ı, Mü’min’in Tahire-i Muradiyye’si ile Miftah-ün-nurve Hazan-is-sürur adlı eserlerin zikredilmesi gerekir. On beşinci yüzyılda Osmanlı sarayının kudretli şairi Şeyhi idi. Sultan İkinci Murad’dan sonra Şeyhi, yerini Ahmed Paşa’ya bıraktı. Fatih zamanında Osmanlı Türkçesi’nin en güzel sesini aksettiren Ahmed Paşa, Sultan-üş-şuara (şairlerin sultanı) ünvanını almıştır. İnce, zarif, nüktedan, keskin zekalı ve hazır cevap bir şair olan Ahmed Paşa, aynı zamanda Fatih’in sohbet arkadaşı idi, Ahmed Paşa ile Osmanlı edebiyatına nazirecilik de girmiştir. Yine tarih düşürme san’atı da onda önemli yer tutmaktadır. Bu asırda Necati, Türkçe’yi en güzel bir şekilde kullanan şairlerin başında gelir. Bu yüzden sesi asırlara hakim olarak te’siri devam etmiştir. Devrin diğer şairleri arasında Hümami, Atayi, Safi, Cemali, Adni, Nisani, Melihi, Sadi-i Cem, Mesihi ve Aydınlı Visali sayılabilir. On beşinci asırda divanların çoğalmasına karşılık mesnevi edebiyatı da varlığını devam ettirmektedir. Yusuf ile Zeliha, Kıyafetname, Tuhfetü’l-Uşşak, Leyla ve Mecnun ve Mevlid adlı eserlerden meydana gelen Hamse sahibi Akşemseddinzade Hamdullah Hamdi, mesnevi yazanların başında gelmektedir. Devrin diğer bir mesnevi şairi de Edirneli olan ve Revani diye de anılan meşhur İlyas Şüca Çelebi’dir. Divan’ından başka İşaretname adlı bir Mesnevisi vardır. Şiirlerinde mahalli renklere rastlanılan Revani’nin İşaretname’si ile Osmanlı edebiyatında yeni bir konu işlenmiştir. On altıncı asrın başlarında konulardaki çeşitlilik daha da genişleyerek, Osmanlı edebiyatı çok fazla bir gerçekçiliğin içine girmiştir. Ayrıca Sinan Paşa’nın Tazarruname’si, Maarifname’si ve Tezklret-ül-evliya’sı ile Ali bin Hüseyin’in Tac-ül-Edeb adlı eserleri bu asırda yazılanlar arasında saymak gerekir. On beşinci asırda Halk edebiyatı olarak Hacı Bayram-ı Veli ile başlayan bir ekol, daha ziyade tekke içi edebiyatı olarak devam etmiştir. Din dışı mevzularda ise, Osmanlı destanları, bir destan havası içinde, efsanevi Osmanlı tarihini işleyerek Halk edebiyatı sahasında yeni bir çığır açmıştır. Fakat bunların bazıları tam olarak ele geçmemiştir. On altıncı asır, şair padişahlarla devam eder. Bu durum, taşrada şehzade mahfillerine kadar genişlediği gibi, şiirlerinin bir kısmını Osmanlı Türkçesi ile terennüm eden ve Osmanlı Devleti’ne bağlı Kırım hanları sarayına kadar uzanmıştır. Böylece hükümdarların ilimden ve şiirden kültür faaliyetlerine katılıp hoşlanmaları, alimleri ve şairleri etrafına toplamalarına sebeb oldu. Devletin bu asırda ulaştığı sınırlar göz önüne alınınca, gerek mahalli ve taşralı, gerekse İstanbul içinden edebiyatın hemen her sahasında saymakla bitmez şairlerin yetişmesi devrin bir başka hususiyetidir. Ayrıca bu asırda sakinameler, kırk hadisler, şehrengizler, gazavatnameler ve bu cinsten eserler olan Selimnameler, Süleymannameler, hicivler, tarikler, makteller, şikayetname gibi mektublar, işleniş tarzı ne olursa olsun, bir mevzu genişliğine sebeb olmuşlardır. Başta Divan’ı olmak üzere, Şevahüd-ün-Nübüvve, Ne-fehat-ül-üns, İbretname, Şeref-ül-insan, Maktel-i İmam-ı Hüseyn, Hüsn ü dil, Letaif gibi eserlerin yazarı olan Mahmud Lamii (1472-1532) bu asır edebiyatçılarındandır. Tokatlı Kemalpaşazade ise, on altıncı asrın ikinci çeyreğinde Divanı, Esrarname tercümesi, Yusuf ile Zeliha ve ikinci Bayezid’in işareti üzerine yazdığı Tevarih-i Âl-i Osman adlı eserleri ile dikkati çeker. Asrın; cild cild gazel yazan, bir noktada Baki gibi kudretli şairlerin yetişmesini sağlayan şairi Zati’dir (1471-1546). Sahaflar’daki dükkanını, şiir mahfili haline getiren Zatinin en büyük eseri Divan’ıdır. Ayrıca Mesnevi olarak Şem’ü Pervane, Ahmed ü Mahmud, Siyer-i Nebi ve Mevlid gibi eseri vardır. Kanuni Sultan Süleyman devrinde taşradaki sesler de İstanbul’da yankılanmıştır. Bunlardan birisi, Azeri Türk edebiyatı içinde dil bakımından yer alsa bile, gönüldeki bağla İstanbul’a bağlanan Fuzuli’dir. Diğeri ise, Vardar yenicesinden seslenen Hayali’dir. Otuz civarında eser veren Fuzuli’nin Bağdad gibi büyük bir kültür merkezinde yaşamasının, eserlerinin çeşitliliğinde ve konuları işleyişindeki derinlikte önemli bir te’siri olmuştur. Divan’ı yanında Leyla ile Mecnun ve mensur Hadikat-us-Sueda’sı mühim eserlerdendir. Ayrıca mektubları zikre değer. Bu asırda mizah edebiyatının temsilcisi, genç yaşta hayatını kaybeden şair Figani’nin sadece bir Divançe’si vardır. Trabzonlu olan bu şair, 1532 senesinde bir iftiraya kurban giderek öldürülmüştür. Gazali de bu yönü ile tanınan asrın diğer bir şairidir. Asrın üçüncü çeyreğinde ölen Emri de, muamma ve tarih düşürmeye hevesli olmasına rağmer, hiciv şiiri yazan şairler arasında yer alır. Ayrıca bu devrin divan sahibi olan iki büyük şairi Nev’i ile Ruhi-i Bağdadi’dir. Kırk yaşına geldiği zaman şair, cengaver kudretli büyük bir hükümdarın ölümüne ağlayan ve mersiyesi ile canlı ve içli bir şekilde bu hadiseye yer veren, devrin ünlü hocalarından ders gören, medrese havasının çekiciliğine kapılan ve yetişmesi ile şeyhülislamlık makamına liyakat kesbeden, hasılı asrın ikinci yarısını dolduran ve Kanuni Sultan Süleyman Han’a candan bağlı olan şair Baki (1526-1600) asrın Sultan-üş-şuarasıdır. Söz dizmede ve seçmede ona yetişen şair yoktur. San’atı yüce, hissi ve duyuşu derin olan Bakiyi daha sonra taklid eden şairler çıkmış ve Baki mektebi kurulmuştur. İmparatorluğun dört bir yanından ses veren şairler onun gibi söylemeye gayret ederek bu mektebin devamını te’min etmişlerdir. Divan’ından başka Mealimü’l-Yakin, Fezailü’l-Cihad gibi mensur eserleri vardır. Mesnevi edebiyatı on altıncı yüzyılda görülen divanlarla eşit durumdadır. Kara Fazlı (? -1563), Nahlistan adlı mensur hikayesi yanında, Lehcet-ül-Esrar, Hüma ve Hümayun ile Gül ü Bülbül adlı Mesnevileri yazmıştır. Bu asırda Mesnevi türünde Azeri İbrahim Çelebi’nin Nakş-ı Hayal, Ravzat-ül-Envar’ı, Bursalı Cenani’nin Mahzen-el-Esrar’ı, Riyaz-ül-Cinan ve Cila-ül-Kalb adlı mesnevileri ve Larendeli Hamdi’nin Kıssa-i Leyla vü Mecnun’u sayılabilir. Bu asrın Gencine-i Rab, Kitab-i Usal, Yusuf ü Züleyha, Şah u Geda ve Gülşen-i Envar adlı mesnevileri ile hamse sahibi olan Taşlıcalı Yahya Lamii Çelebi’nin yanında mesnevileri ile ayrı bir yer tutar. On altıncı asırda nesir sahasında belli başlı eserler tarih ve tezkire alanında verilmiştir. Bu sahada Kemalpaşazade Şemsüddin Ahmed’in Tevarih-i Âl-i Osman’ı, Tosyalı Celalzade Mustafa Çelebi’nin (1494-1517) Tabakat-ül-Memalik fi Derecet-il-Mesalik’i, Lütfi Paşa’nın (1488-1563) Asaf-name ve Tevarih-i Âl-i Osman’ı, Selaniki Mustafa Efendi’nin Ruzname-i Hüma-yun’u, Hoca Sadeddin Efendi’nin Tac-üt-Tevarih adlı eserleri yer almaktadır. Devrin başka bir tarihçisi Gelibolulu Ali’dir. En mühim eseri Künh-ül-Ahbar’dır. Beylikler devrinden on altıncı asra kadar hemen her sahada gittikçe genişleyen Osmanlı edebiyatında, şiir mecmualarıyla başlayan zevk üstünlüğü, bu asırda tezkirelerin ortaya çıkmasına sebeb olmuştur. Tezkirecilik daha önceleri İran ve Çağatay Türkçesi edebiyatlarında görülmüştür. Osmanlı tezkirecileri bilhassa kendilerine örnek olarak, Devletşah ve Nevai tezkirelerini seçmişler ve bu klasik tarzın takipçisi olmuşlardır. Bu asrın tezkirecilerinin başında divan sahibi olan Sehi (öl. 1548) Heşt Behişt adlı tezkiresiyle ilk sırada yer alır. Latifi’nin (1491-1582) kendi adı ile anılan Latifi Tezkiresi, Âşık Çelebi’nin (1520-1572) Mesair-üş-şuara’sı, Kınalızade Hasan Çelebi’nin Tezkiret-üş-şuara’sı, Gelibolulu Ali Efendi’nin Künh-ül-Ahbar adlı eserinin son bölümü, Ahdi’nin Gülşen-i Şuara’sı bu asırda yazılan tezkirelerin başlıcalandır. Ayrıca Mecma-un-nezair ve Cami-ül-meani gibi antolojiler de bu asırda görülen şiir mecmualarıdır. Bu yüzyılda ayrıca seyahat edebiyatı da başlamıştır. Seydi Ali Reis (öl. 1562) bu sahada Kitab-ül-Muhit ve Mir’at-ül-Memalik adlı eserleri yazmıştır. Bundan başka Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si bu asırda yazılmıştır. Bu asırda da Halk edebiyatında, tekke şairleri ön planda yer almaktadır. Bunlar arasında Şeyh İbrahim Gülşeni, Ahmed-i Sarban ile Ümmi Sinan’ın önemli mevkileri vardır. Ayrıca Muhyiddin Üftade (öl. 1580) Seyyid Seyfullah Halveti ve İdris-i Muhtefi (öl. 1615), bu asırda yetişen mutasavvıflar arasında yer alır. Bunların hepsi devlete bağlı, millete inanan, bir bakıma halkın terbiyesini üzerine alan tekke şairleridir. Fakat bu asrın azılı Osmanlı düşmanı ve ihtilalci şair Pir Sultan Abdal’ın halk edebiyatında devlete ihanet yönünden ayrı bir yeri vardır. Halk edebiyatı içinde bu asrın zikre değer diğer şairleri; Kul Mehmed, Öksüz Dede, Çıldırlı Hayali ve Köroğlu’dur. Bir celali eşkıyası olduğu söylenen Köroğlu, kendi adı ile anılan Köroğlu Destanı’nın kahramanıdır. Te’sirleri on yedinci asır Osmanlı saray edebiyatına da ulaşan bu edebiyat sayesinde, divan şiirinde bile mahallilik ortaya çıkmış, hatta devrin Nedim gibi ünlü şairleri bu cereyanın içinde türkü bile yazmıştır. On yedinci asırda halk edebiyatı, yine tekke ve saz kolu olmak üzere iki kolda genişlemiştir. Bu yüzyılın tekke edebiyatı içinde yer alan başlıca şahsiyetleri; Âdem Dede, Aziz Mahmud Hüdai ve Niyazi-i Mısri’dir. Bu şairlerin hepsi bir tarikate mensup olup, evliyanın büyüklerindendirler. Onlar meydana getirdikleri mahfillerde, halkı irşad ve terbiye yönüne gitmişler ve te’sirli şiirler söyleyerek eserler meydana getirmişlerdir. Âdem Dede, mevlevi olup, zeki, nüktedan, arif ve hoşsohbet bir zat idi. Arapça ve Farsça şiirlerinin yanında, Türkçe gazelleri de vardır. Onun en mühim özelliği Mevlevilik içinde hece ile Yunus tarzında şiirler söylemesidir. Aziz Mahmud Hüdai ise, Celvetiye yolunun kurucusudur. Divan’ından başka Nefais-ül-Mecalis ve Cami’ül-Fezail adlı eserleri vardır. Niyazi-i Mısri, Halvetiyye yoluna mensup olup, Mısır’da tahsil gördüğü için Mısri denilmiştir. Yunus Emre’nin on yedinci asırdaki sesi olup bazı şiirlerini şerh etmiştir. Arapça ve Türkçe çeşitli eserleri mevcuttur. Osmanlı saz şairleri ise bu asırda alabildiğine çoğalmıştır. Muhtelif askeri topluluklar içinde saz şairleri yetiştiği gibi, ülkenin dört bir tarafında pek çok saz şairi çıkmıştır. Saz şairleri arasında en önde geleni, Karacaoğlan’dır. Şiirlerinden anlaşıldığı gibi, onun bütün devletin topraklarını dolaştığı görülmektedir. Zeki ve hisli bir Türkmen olan Karacaoğlan, halk dilini ve halk zevkinin bütün inceliklerini konuşturmuştur. Şiirinde içtimai mes’eleler, adetler, gelenek ve görenekler yer aldığı gibi, san’atlı söyleyişi, tasvirlere ve mecazlara yer vermiştir. Gevheri ve Âşık Ömer de devrin halk şairleridir. Gevheri, devrinin sosyal hayatına ve cemiyet davalarına fazla ilgi duymadığından, aşıkane duygularla söylediği şiirlerle tanınmıştır. Koşma, semai, türkü ve türkmani gibi şiirlerinde divan şairlerinin kullandığı kelime ve kafiyelere yer vermiştir. Âşık Ömer, savaşlara katılmasının verdiği bir halle; Rus, Avusturya ve Venedik harplerine aid manzumeler yazmıştır. Gezici bir şair olması, Âşık Ömer’in diğer bir yönüdür. Şiirlerine nazireler söylenmiştir. Bu asırda yetişen şairler arasında Kuloğlu, Katibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Öksüz Ali, Keşfi, Üsküdari, Memioğlu, Şahinoğlu, Mecnun da sayılabilir. Yine bu asırda Kerem ile Aslı, Âşık Garip gibi hikayeler teşekkül etmiş, Karagöz ve Kukla oyunu ortaya çıkmıştır. On yedinci asırda divan şiiri, devletin duraklama devrine girmesine rağmen yükselmesine devam etmiştir. Bu asrın padişahları da şiiri elden bırakmamışlardır. Adli mahlasını kullanan sultan üçüncü Mehmed ile şiirlerinde Peygamber efendimize duyduğu derin muhabbet ve saygıyı eksik etmeyen ve Bahti mahlası ile şiirler yazan sultan birinci Ahmed, Farisi’yi en iyi şekilde kullanan sultan İkinci Osman bu devrin şair hükümdarlarıdır. Bu asrın en büyük şairi Nefi’dir (1575-1635). Şiirlerinde şimşekler çakan bu şair, kelime seçmede çok mahir olup, şiirde ses unsuruna değer vermiştir. Şiirin mana ve söyleyiş bakımından kusursuz olması gerektiğine inanan Nef’i, divan şiirine heybetli söyleyiş kazandırmış, şiir lisanına kulağa hoş gelen bir aheng ve ses vermeye muvaffak olmuştur. Bu belki şairin keskin ve ince zekasının akisleridir. Kasideciliği ise, bir başka meşhur tarafıdır. Bu alanda edebiyatımızın en önde gelen siması olup, klasik edebiyatta kaside üstadı olarak bilinir. Şeyhülislam Yahya Efendi (1561-1644) güzel ve zarif gazelleriyle devrin diğer bir divan şairidir. Bu ilim ve devlet adamının aydınlığa açılan hür bir san’at havası vardır. Divanındaki şiirler on yedinci asır Türk san’at dünyasının duygu ve düşüncelerini aksettirmektedir. O, asrında Baki ile Nedim arasında bir köprüdür. En önemli eseri Divan’ıdır. Sakiname’si 77 beytlik küçük bir Mesnevidir. Fetvaları Feteva-yı Yahya adlı bir eserde toplanmıştır. Divan şiirinin üstad şairleri arasında yer alan Naili (öl. 1606) asrın kudret ve şiire mana derinliği veren şairlerindendir. Şiirlerine nazireler söylenmiştir. Şeyhülislam Bahai Efendi (1604-1653), devrin bir başka şairidir. Asrın önde gelen iki mevlevi şairi Neşati (öl. 1674) ve Cevri’dir (öl. 1654). Neşati, Edirne Mevlevi tekkesinin şeyhi olup, Nefi’nin te’sirinde şiirler söylemiştir. Cevri ise, Celaleddin-i Rumi’ye candan bağlı derviş, çalışkan ve san’atkar bir şairdir. Divan’ından başka, Hilye-i Çiharyar-i Güzin, Ayn-ül-Füyuz adlı eserleri vardır. Vecdid (öl. 1660), Fehim-i Kadim (öl. 1648), Nedim-i Kadim (öl. 1670), asrın diğer divan şairleridir. Bu asırda Azmizade Haleti, rubai tarzının üstadıdır. Divan’ından başka Sakiname’si ve Münşeat’ı vardır. Yaşı bakımından on sekizinci asrın ilk çeyreğine de taşan Nabi, on yedinci yüzyılın terbiye ve tefekkür ekolünü açan şairdir. Şiirlerinde açık fikre ve didaktik bir düşünceye yer vermiştir. Bu itibarla onda bir sadelik görülür. Rindane ve süfiyane söyleyişe sahiptir. Farsça şiirler de yazmıştır. Divan’ı, Hayriyye, Suname ve Hadis-i Erbain Tercümesi manzum; Fetihnarae-i Kemaniçe, Tuhfet-ül-Harameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysi ve Münşeat adlı eserleri ise mensur eserleridir. Bu yüzyılın Mesnevi edebiyatında Nevizade Atayi (1583-1636), ön sıralarda yer alır. Hamse’si; Âlemnüma, Nefhat-ül-Ezhar, Sohbet-ül-Ebkar, Hefthan ve Hilyet-ül-Efkar adlı eserlerden meydana gelmiştir. Yine bu asırda Miraciye ve Şehname’si ile Mesnevi edebiyatı içinde görülen Ganizade Nadiri (öl. 1626) bu sahada üzerinde durulması gereken bir şairdir. Asıl adı Alaeddin Ali olan Bosnalı Sabit, bu asırda Nabi mektebinin te’sirinde kalan bir başka mesnevi edebiyatı şairidir. Divan’ı bulunmasına rağmen, şöhretini Mesneviler ile yapmıştır. Zafername en önemli Mesnevisidir. Derename ve Berbername adlı Mesnevileri daha ziyade avamidir. Bu asrın nesrinde ön sırayı işgal edenler şiir dili yönünden sadelik gösteren Nergisi (öI. 1635) ve Veysi’dir (1561-1628). Nergisi mensur olarak bir hamse kaleme almıştır. Eserlerinde hiç alışılmamış ve kullanılmamış kelimelere yer veren Nergisi, söz güzelliğini san’atlı söylemede aramıştır. Devrin nesir sahasının kurucusu ve öncüsü olarak kabul edilir. Alaşehirli Veysi de nesirle şöhret bulmuştur. Şiirlerinde daha çok devrin içtimai mes’elelerine yer vermiştir. Dürret-üt-Tac fi Sahib-il-Mi’rac adlı siyer kitabından başka, Vakıaname, veya Habname-i Veysi adlı eserleri vardır. Divan’ının dili nesrine göre açık ve sadedir. Nesir sahasında önemli şahsiyetlerden biri de Katip Çelebi’dir (1609-1660). İlme bağlı ve ilmin zevkini tadan bir şahsiyettir. Cihannüma, Keşf-üz-Zünun, Fezleke ve Mizan-ül-Hak onun bıraktığı en mühim eserlerdir. Seyahat edebiyatı içinde yer alan Evliya Çelebi; ilmi, edebi ve tarihi bir şahsiyete sahiptir. On cildlik seyahat kitabı ile Osmanlı Devleti’nin her tarafından bilgiler getirmiştir. Yine bu yüzyılın nesir sahasında yetişen diğer şahsiyetleri tarihi eser yazanlar olup, bunların başında Tarih-i Peçevi’nin yazarı Peçevi İbrahim Efendi gelmektedir. Mustafa Naima (1655-1716) ise kendi adı ile anılan eserine Ravzat-ül-Hüseyn fi Hülasat-i Ahbar-ı Hafakayn adını vermiştir. Asrın kritiğini yapan eserler olarak karşımıza çıkmalarına rağmen, bu asırda görülen tezkireler on altıncı asır tezkirelerine kıyasla az sayıda kalırlar. Nesir sahasında yer alan bu eserlerin başlıcaları; Riyazi Mehmed Efendi’nin (1572-1644) Riyaz-üş-Şuara’sı Kafzade Faizi’nin Zübdet-ül-Eş’ar’ı, Ali Güfti’nin (öl. 1677) Teşrifat-üş-Şuara’sı, Âsım’ın (öI.1676) Zeyl-i Zübdet-ül-Eş’ar’ı sayılabilir. Yine on yedinci asrın nesir sahasında yazılan diğer önemli eserleri arasında mesnevi şerhleri de yer almaktadır. Devrin ilk büyük mesnevi şerhi, Ankaravi İsmail Rüsuhi Efendi’nin eseridir. Rusuhi mahlası ile şiirler yazmasının yanında yedi cildlik mesnevi şerhinden başka, Cami-ül-Ayat, Fakih-ül-Ebyat, Miftah-ül-Belaga, Misbah-ül-Fesaha ve Minhac-ül-Fukara adlı eserleri de vardır. Sarı Abdullah Efendi (15841660)’de asrın mesnevi şarihlerindendir. On sekizinci asırda Osmanlı edebiyatı, devletin düştüğü iç ve dış sarsıntılara rağmen, on yedinci yüzyıldaki kuvvet ve kudretinden bir şey kaybetmemiştir. Sadece bu asır edebiyatında cemiyete dönüklük ve bir mahallilik cereyanı görülmektedir. Bu devirde san’ata düşkün ve milletin refahını te’mine çalışan hükümdarlar da bulunmaktadır. Bu padişahların hayatlarında ve zamanlarında cereyan eden hadiseler de birbirlerine benzerlik gösterir. Asrın ilk çeyreğinde, şair ve san’ata düşkün olan sultan üçüncü Ahmed, Osmanlı Devleti’nin başında bulunmaktadır. Asrın sonunda ise, san’ata ve şiire düşkün divan sahibi bir şair olan sultan üçüncü Selim Han devletin başındadır. Ne yazık ki her iki padişah da isyanla tahttan indirilmiştir. Sultan üçüncü Ahmed zamanında Melik-üş-şuara ve Reis-i Şairan ünvanları ile taltif edilen Osmanzade Taib (öl. 1724) ile Seyyid Vehbi (öl. 1736), Neyli, Kami (öl. 1724). sultan üçüncü Ahmed’in nedimlerinden Ahmed Devri (öI. 1722), Nabi ve Ruhi ekollerinin bir nevi takipçisi olan Sami, İstanbullu Nazım, Selim Efendi (1661-1725), Damad İbrahim Paşa, İzzet Ali Paşa (öl. 1739) ve Şair Nedim (öI. 1730) gibi san’atkarlar yer almaktadır. Bunların hemen hepsi açık lisana yönelen ve mahallileşme cereyanına açık şairlerdir. İçlerinden Nedim, çağında sönük bir şair olarak görünse bile, yerli bir edebiyat cereyanının kudretli temsilcisidir. Lisanı temiz ve ahenklidir. Sade ve samimi bir söyleyişe sahiptir. Bir bakıma şiirlerinde semt semt İstanbul’u verir. Bu onun zarif bir İstanbul çocuğu olmasından ileri gelmektedir. Halk edebiyatında on yedinci yüzyılın Karacaoğlan’ı ne ise on sekizinci asrın Divan edebiyatında Nedim de o mesabededir. Hece vezni ile söylediği türküsü onu bir açıdan Halk edebiyatına yöneltmiştir. Asrın zineti olan diğer şairler, Tokatlı Kani (1712-1792), Rasih, Koca Ragıb Paşa (1699-1765), Fıtnat Hanım (öI. 1780) ve Şeyh Galip’tir (1757-1799). Bunlar arasında Koca Ragıp Paşa ile Şeyh Galib’in müstesna yeri vardır. Ragıp Paşa, mana derinliği veren beytleri ile Türk tefekkür edebiyatında müstesna bir mevkiye sahiptir. 1756 tarihinden itibaren ölünceye kadar sadrazamlık yapmış ve sarayın damadı olmuştur. Divan’ı ve Münşeat’ından başka, Fethiyye-i Belgrad adlı siyasi bir risalesi vardır. Osmanlı-Türk edebiyatının bu asırdaki en kudretli temsilcisi Şeyh Galib’dir. O, aynı zamanda Türk divan edebiyatının da en son temsilcisi sayılmaktadır. Şiirlerinde mana, duygu, tarz bakımından Baki, Nefi, Fuzuli, Nedim, Nabi gibi geçmiş Osmanlı şairlerinin etkisi vardır. O, şuaranın büyüklerini hakkıyla tanımış ve herbirinin verdiği hava ile şiirlerini ortaya koymuştur. Galib’in bir tarafı da halk edebiyatına yöneliktir. Bu, on yedinci asır tekke şairi Âdem Dede’nin te’sirinden kaynaklanmaktadır. Tarih manzumelerinin yanında Divan’ı ve Hüsn ü Aşk adlı bir Mesnevisi vardır. Bu itibarla o asrın mesnevi edebiyatı içinde yer alır. Mesnevi edebiyatı bu asırda varlığını Süleyman Mehmed Nahifi (öl. 1778), Sünbülzade Vehbi (öI. 1809), Enderunlu Fazıl (öl. 1810) gibi şahsiyetlerle sürdürmüştür. Nahifi daha çok Celaleddin-i Rumi hazretlerinin Mesnevi-i Şerifini aynı vezinde tercüme etmiştir. Ayrıca Divan’ı, Kaside-i Bürde Tahmisi ve Şerhi, Banet Suad Tahmisi ve Hilyet-ül-Envar’ı sevilen ve çok okunan eserleridir. Sünbülzade Vehbi, Reisi şairan ünvanını alan bir divan şairidir. Ancak Nabi yolunda oğlu Lütfullah için yazdığı Lütfiyye’si ile mesnevi şairleri içinde yer atır. Ayrıca Farsça-Türkçe lügat olan Tuhfe-i Vehbi’si ile Arapça’dan Türkçe’ye Nuhbe-i Vahli’sini yazmış ve bir bakıma lügatçilik sahasında yer işgal etmiştir. Her iki lügat da manzumdur. Bu asrın bir başka mesnevi şairi Enderunlu Fazıldır. Hubanname, Zenan-name ve Çenginame adlı eserleri vardır. Fazıl, eserlerinde daha çok mahallidir. Nedim tarzını kendisine göre devam ettirmiştir. Sahibzade Feyzullah da asrın bir başka mesnevi şairidir. Yüzyılın tarih yazarları ise, eserlerini mensur olarak vermişlerdir. Eserleri daha ziyade kendi isimleri ile anılır. Raşid’in (öl. 1735) tarihinden başka Sıhhatname ve Fütuhatname’si vardır. Münşeat’ı iki ayrı mecmuada toplanmıştır. Kendi adı ile anılan Raşid Tarihi ise, Naima’nın bir devamı durumundadır. İlmi, efendiliği, hoşsohbeti ve zekiliği sayesinde sevilmiş olan Çelebizade Âsım (1685-1760) hem şair hem de hattattır. Divan’ı, Münşeat’ı ve Acaib-ül-Letaif adlı küçük bir tercümesi vardır. Çelebizade Tarihi ise, mesleki icabı ortaya konmuştur. Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa’nın (1658-1724) en mühim eserleri Zeyl-i Fezleke ile Silahdar Tarihi’dir Defterdar Mehmed Paşanın Zübdet-ül-Vaka-i ve Vasıf Efendi (öl. 1806) Mahasin-ül-Âsar ve Haka-yık-ut-Ahbar adlı tarihleri bu asrın önemli tarih kitaplarıdır. Tezkireler bu asırda da varlıklarını devam ettirirlerse de on yedinci asır tezkirelerinden pek farklı değildir. Safai’nin Safai Tezkiresi, İsmail Behiç Efendi’nin Güldeste-i Rıyaz-i İrfan’ı ve Nühbet-ül-Âsar bi Zeyl-i Zübdet-ül-Eşar’ı, Salim’in Salim Tezkiresi, Ramiz’in Âdab-ı Zürefe’si, Saffet Mustafa Efendi’nin Saffet Tezkiresi, Akif Bey’in Mir’at-ı Şiir’i bu alanda yazılmış eserlerdir. Bu asırda seyahat edebiyatı içinde sefaretnameler ortaya çıkmıştır. Bunların yazarları eserlerinin adından da anlaşılacağı üzere yabancı ülkelerde sefirlik vazifesinde bulunmuşlardır. Yirmi sekiz Çelebi Mehmed Efendi, Sefaret name-i Fransa adlı eseri ile bu sahada ön planda gelir. Ahmed Resmi Efendi (1700-1738)’de Prusya Sefaretnamesi’ni sade, renkli ve gerçekçi bir şekilde yazmıştır. On sekizinci asırda halk edebiyatı Tekke kolu Diyarbekirli Ahmed Mürşidi ve Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri ile temsil edilir. Ahmed Efendi’nin eserinin adı Pendname olup, on bin beyte yakındır. İbrahim Hakkı hazretleri ise, İlahiname olarak adlandırdığı Divan’ında şiirlerini. toplamıştır. Ayrıca Marifetname’si büyük bir ilimler ansiklopedisidir. Her iki şair de şiirlerinde, heceye yakın aruz kalıplarını kullanmışlardır. Saz şairleri bu devirde daha çok savaşları konu almışlardır. Bunlardan Âşık Remzi, Âşık Mustafa, Âşık Kamil, Derviş Musa, Aşık Mehmed, Âşık Nuri önde gelen şairlerdir. Devrin iç mes’elelerini dile getiren şairlerin başında Hükmi mahlasını kullanan bir halk şairi görülür. Yine bu yüzyılda Cezayir Mağrib ocaklarında vazifeli ordu şairleri vardır. Benli Ali, Kara Hamza, Mağriboğlu ve Seferlioğlu bu ocağa mensup şairlerdir. Bu devirde ayrıca azınlıklar, bilhassa ermeniler arasından aşug adı verilen halk şairleri de yetişmiştir. Âşık Mecnuni, Âşık Vartan ve Âşık Cüvan bunlardan bazılarıdır. Osmanlı Devleti, on dokuzuncu asra karışıklıklar içinde girmiştir. Devlet düzenli ordudan mahrumdur. Artık yeniçeri ocağı asker olmaktan çıkmış, devletin başına gaileler açmaktadır. Avrupa’nın durumu da gün geçtikçe Osmanlı aleyhine gelişmekte idi. Sultan İkinci Mahmud Han zaruri olan yeniliklere devletin kapısını açmıştı. Onun ilk işi yeniçeri ocağını kaldırarak Asakir-i Mansure-i Muhammediye adında yeni bir ordu kurması oldu. Çeşitli mektepler açarak yeniliğe ayak uydurmaya çalışılan bu devirde, kıyafet inkılabı yapılmış ve Takvim-i Vekayi adında bir gazete çıkarılmıştı. Bu yenileşme hareketlerinin arkasından Hariciye nazırı Mustafa Reşid Paşa, İstanbul’da 1839 Kasım’ında, Gülhane hatt-ı hümayununu okuyarak Tanzimat’ı ilan etti. Encümen-i Daniş, daha sonra da Cemiyyet-i İlmiye-i Osmaniyye gibi Akademi mesabesinde ilmi cemiyetler kuruldu. Mecmua-i Fünun neşre başladı. Başta Mustafa Reşid Paşa, Âli Paşa ve Keçecizade Fuad Paşa gibi batı kültürü ile yetişen diplomat ekibler ile bu kültüre bağlı muallimler yetişti. Yeni ilimlerin kelime hazinesini Mütercim Âsım’in çalışmaları karşıladı. O devrin büyük lügatcısı idi. Burhan-ı Katı’ı üçüncü Selim Han’a, Kamus’u da ikinci Mahmud Han’a sunmuştur. Münşi ve tarihçi idi. Bu asırda gazetecilik, devrin bir başka yönünü veriyordu. Böylelikle her şey halka intikal ediyordu. İlk gazeteyi Villiam 1840 senesinde çıkarmaya başlamıştı. 1860’da ise, Agah Efendi, Tercüman-ı Ahval’i çıkardı. Bunu Şinasi ile Agah Efendi’nin birlikte çıkardıkları Tasvir-i Efkar adlı gazete takib etti. Asrın divan şairleri arasında başta Adli mahlası ile şiirler yazan sultan İkinci Mahmud gelmektedir. On sekizinci yüzyıl şairi Nedim’e benzer bir söyleyişle Enderunlu Vasıf (öl. 1824) dikkati çekerse de başarısı azdır. Keçecizade İzzet Molla (1785-1829) kendi hayatını ve yolculuğunu eserine katar. Mihnet-i Keşan’ı hicve kaçan ve hadiseleri gülünç gösteren bir eserdir. Bahar-ı Efkar ve Hazan-ı Âsar adlı iki divanı vardır. Akif Paşa devrin şairlerinden olup, Divan edebiyatının kendi tekamülü içinde yetişen bir şairdir. Hece vezni ile yazdığı mersiyesi onu halk şiirine çeker. Divan sahibi şeyhülislam Ârif Hikmet Bey de eski edebiyatın bir uzantısı olarak görülür. Eski şiir bu asırda Encümen-i şuara şairleri ile devam etmiştir. Bu asrın kadın şairleri Leyla Hanım, Şeref Hanım, Âdile Sultan’dır. Nesirde Esad Efendi vardır. O vak’anüvis bir tarihçidir. Divan’ı, Tarihi, Üns-i Zafer’i ve Şuara Tezkiresi vardır. Tezkiresinin adı Behçe-i Safaengiz’dir. Asrın diğer şuara tezkireleri Şefkat’in tezkiresi, Ârif Hikmet Bey’in yarım kalmış bir eseri, Davud Fatih Efendi’nin Hatimet-ül-Eş’ar’ıdır. Halk edebiyatı; tarihi ve an’anevi ictimailiğini bu asırda da devam ettirmiştir. Klasik halk şiirini devam ettiren şairler bulunmasına rağmen, aruzlu yazılmış gazeller, divanlar, müseddesler de söylemişlerdir. Hatta şiirlerinde divan şiirinin dilini, mazmunlarını kullanan şairler de mevcuttur. Mevzu itibariyle Kırım, Sivastopol ve Silistre gibi Ruslarla yapılan savaşlardan Nizip harbine kadar iç ve dış hadiselerin hepsi halk şiirine aksetmiştir. Ayrıca taklitli karakter örneği koyan sosyal satir örneği, Karagöz gibi halk hikayecilerinin ortaya koydukları çeşitli tipler, roman bilhassa tiyatro dalında Avrupai Türk edebiyatına te’sir etmiştir. Orta oyunu ise bilhassa bu asırda rağbet görmüş ve yayılmıştır. Ferhad ile Şerife Hanım hikayesi gibi çeşitli halk hikayelerinin doğduğu ve destanların söylendiği de bir gerçektir. Asrın tanınmış saz şairleri ise, Bayburtlu Zihni (1795-1859), Erzurumlu Emrah (öl. 1860), Aşık Dertli (1772-1845) ve isyancı şair Dadaloğlu’dur (öl. 1868). Asrın ikinci yarısından itibaren Osmanlı-Türk edebiyatı artık batı te’sirinde, romandan tiyatroya kadar çok fazla eser verecek ve cemiyet hayatında gazete büyük yer tutacaktır. Tanzimat, Osmanlı edebiyatında Avrupai bakımdan bir başlangıç noktası olarak görülür. Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa, Tanzimat devrini meydana getiren ilk şair, gazeteci ve yazarlar olmalarına rağmen, bir taraftan da eski edebiyata dönerler. Gazel ve kaside tarzını kullanmalarına rağmen, şiirlerinin muhtevası yenidir. Namık Kemal eski şiir an’anesine göre bir divan ortaya koymuştur. Şinasi daha çok gazeteci olarak görülür. Gazetede çıkan makalelerinden başka, Müntehabat-ı Eş’ar’ı, Şair Evlenmesi, Durub-i Emsal-i Osmaniyye gibi eserleri vardır. Ziya Paşa (1829-1880) bir tarafıyla daima eskiye bağlıdır. Külliyat-ı Ziya Paşa adıyla şiirleri Süleyman Nasyonel Sosyalistf tarafından toplanmıştır. Zafername, Paşa’nın hiciv üslubu ile yazdığı ve Âli Paşa’yı hedef aldığı bir diğer eseridir. Namık Kemal’e gelince, bunların içinde en çok eser verenidir. Baki te’sirinde yazdığı Vatan kasidesi az çok kendi ruh halini verir. Namık Kemal tiyatro sahasında Vatan Yahut Silistre, Gülnihal, Akif Bey, Kara Bela; roman sahasında İntibah, Cezmi gibi eserlerin sahibidir. Nesir sahasında Rüya, Celal Mukaddimesi, Me-Prison Muahezenamesi, Renan Müdafaanamesi, Mektuplar, Evrak-i Perişan ve Osmanlı Tarihi diğer eserleridir. Tanzimat edebiyatının ikinci devresini Ekrem-Hamid-Sezai mektebi teşkil eder. Recaizade Mahmud Ekrem (1847-1914) daha çok üstad Ekrem olarak anılır. Şiirlerinden başka hikaye, roman ve tiyatroları vardır. Nağme-i Seher, Yadigar-ı Şebab ve üç parçadan ibaret olan Zemzeme şiir kitaplarını meydana getirir. Pejmürde’si daha çok mensureleri ihtiva eder. Romanın adı Araba Sevdası’dır. Abdülhak Hamid’in (1857-1937) ilk şiir kitabı Hep Yahut Hiç adını taşır. Belde, Sahra, Makber, Ölü onun diğer şiir kitaplarıdır. Şiirlerinde yeni şekillere yer vermiştir. Makber adlı eseri, Türk mersiye edebiyatının şaheseridir. Osmanlı Devletinin yıkılışını ve Cumhuriyet’in ilk on dört senesini gören bu şairin; Macera-yi Aşk, Sabr u Sebat, Duhter-i Hindu, Nesteren, Tarık, Tezer, Eşber, Sardanapal Liberte, İbn-i Musa, Abdüllah-üs-Sagir ve Finten gibi tiyatro eserleri vardır. Ancak tiyatrolarının sahneye ayarlanması oldukça güçtür. Tarih ve millet şuuruna yer vermesi eserlerinin başka bir yönüdür. Samipaşazade Sezai bu iki edibin yanında daha sönük kalır. Sergüzeşt adlı romanı mühimdir. Bu devrede Ekrem-Muallim Naci çatışması ortaya çıkmıştır. Bu daha çok eski-yeni çarpışması olarak adlandmlmışsa da, Naci şiirde Ekrem kadar yenidir. Her ikisini de takib eden gençler vardır. Naci, Ekrem Bey’in Zemzeme’sine, Demdeme ile karşılık vermiştir. Ayrıca Istılahat-ı Edebiyye’yi yazmıştır. Naci’ye asrın en büyük padişahı sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından Tarihnüvis-i Âl-i Osman ünvanı verilmiş, maaş bağlanmış ve nişan tevcih edilmiştir. Naci’nin en mühim hususiyetlerden biri şiirinde açık dil kullanmış olması ve şarklı kalmasıdır. Medrese Hatıraları’nı, Muhaberat ve Muhaverat’ını, Ömer’in Çocukluğu’nu hep bu açık dille yazan Muallim Naci’nin, bazı şiirleri, Recaizade Mahmud Ekrem tarafından Talim-i Edebiyat adlı esere alınmıştır. Yetişmesinde manevi bir terbiyenin bulunması, kuvvetli inancı; şarkla garbı mukayeseye iktidarı, milli olmasını ve edebiyatımızın kendi içinde yenileşmesini isteyen bir şahsiyet olmasını te’min etmiştir. Şiirlerinde zenginlik ve millilik göze çarpar. İlk şiirlerini Tuna gazetesinde neşretmiştir. İlk şiir kitabı ise, Ateşpare’dir. Şerare, Füruzan, Sünbüle diğer şiir kitaplarıdır. Hamiyet veya Musa bin Ebü’l-Gazan ve Zatun Nitakayn adlı eserinin mevzuu İslam tarihinden alınmıştır. Ertuğrul Bey Gazi manzum eseri ise, Kayı Türklüğü’nün Anadolu’ya gelip yerleşmesini işler. Bu onun milli tarihe olan hürmetinin aksidir. Osmanlı şairleri, Esamii Islahat-ı Ebediyye diğer eserleridir. Recaizade’yi takib eden gençler, Tanzimat edebiyatının ikinci nesli Servet-i Fünun edebiyatı arasında bir köprü vazifesi görürler. Ara nesil olarak adlandırılan bu grup, daha çok edebi faaliyetlerini dergilerde gösterirler. 1861-1862 senelerinde devrin divan şiiri ile uğraşan şairleri Encümen-i şuarayı kurmuşlardır. Encümenin her hafta Salı günü Hersekli Ârif Hikmet Bey’in evinde toplantıları olurdu. Buraya devam eden şairler, Osman Şems Efendi, Manastırlı Hoca Naili, Manastırlı Faik, Ekrem Bey’in kardeşi Recaizade Celal, Ziya Bey, Namık Kemal, Kazım Paşa, Halet Efendi, Hakkı Efendi, Hersekli Ârif Hikmet ve Faik Memduh’tan ibaretti. Edebiyat-ı Cedide olarak adlandırılan Servet-i Fünun edebiyatı şiirde Mehmed Tevfik Fikret ile Cenab Şahabeddin, nesirde ise Halid Ziya ile temsil edilmiştir. Bu zümre içinde Süleyman Nasyonel Sosyalistf (1869-1927), Faik Ali (1876-1950), Ali Ekrem (1867-1937), Süleyman Nesib (1866-1917), Hüseyin Suad Yalçın (1867-1942), Hüseyin Siret (1872-1959), Ahmed Reşid Bey (1870-1956), Celal Sahir (1838-1935), şiir sahasında eser veren şairlerdendir. Halid Ziya (1865-1945), Mehmed Rauf (1874-1931), Hüseyin Cahid (1857-1957) roman ve hikaye alanında bu zümrenin önde gelen şahsiyetlerindendir. Ayrıca Cenab Şehabeddin, nesri ile de dikkati çeken bir şahsiyettir. Tanzimat devrinin eskseri paşaları da Avrupa edebiyatının içinde yer almışlardır. Yalnız Cevdet ve Münif Paşalar bu devrin ilim ve irfanına çok şeyler ilave etmişlerdir. Cevdet Paşa, büyük bir gayret, ilmi mesai sayesinde dev eserler ortaya koymuştur. Münif Paşa Mecmua-i Fünun’u çıkarmış ve tedrisat üzerine eğilmiştir. Süleyman Nasyonel Sosyalistf gibi Servet-i Fünun içinde yer alan ve Rıza Tevfik gibi şairler, daha sonra şiirlerinde, geçmiş günlerin hasreti ile sultan İkinci Abdülhamid Han’dan af dileyen şiirler yazmışlardır. Avrupai Türk edebiyatının kadın şairleri de vardır. Nigar Hanım (1862-1918), Fatma Aliye Hanım (1864-1924), Abdülhak Nihrünnisa Hanım (1865-1943) bunların başında gelirler. Emine Saniye Hanım ise, devrin kadın muharrirlerindendir. Bu asırda halk için eser yazan muharrirlerin başında Ahmed Midhat Efendi (1844-1913) gelmektedir Ebüzziya Tevfik (1843-1913) ise, Türk matbaacılığının unutulmaz simasıdır. Matbaacılıkta, devrin padişahı ikinci sultan Abdülhamid Han geniş imkanlar tanımış, ikinci Murad Han’la başlayan kültür faaliyetleri onunla dünyaya yayılmış, Osmanlı-Türk edebiyatı, ilim ve kültürüne aid eserlerin pek çoğu bu büyük kültür Padişahının hizmeti ile basılmıştır. İlk roman ve hikayecilerin arasında Nabizade Nazım’ın da büyük yeri vardır. Mizancı Murad, hem tarih hem roman yazarı olarak görülür. Ahmed Vefik Paşa (1823-1871) tiyatroda, bilhassa adaptasyon sahasında hizmetleri görülenler arasında yer alır. Ayrıca devrin milliyetçilik hareketleri içinde de bulunur. Süleyman Paşa (1838-1892) Ali Süavi (1839-1878), büyük lügat ve ansiklopedi yazarı Şemseddin Sami (1850-1904) bu akım içinde yer alırlar. Ancak Osmanlı Müelliflerinin yazarı Bursalı Tahir Bey (1861-1926), Necib Âsım (1861-1935), Veled İzbudak (1869-1950), Ahmed Hikmet Müftüoğlu (1870-1927), Mehmed Emip Yurdakul (1869-1944) bu cereyanın belli başlı san’atkarları durumundadırlar. Servet-i Fünun’dan sonra ise, popüler edebiyatı, Hüseyin Rahmi (1864-1944) ve Ahmed Rasim (1864-1932) devam ettirirler. Yirminci asır Osmanlı-Türk edebiyatının belli başlı edipleri Cumhuriyet devrinde de yaşarlar. Bu asrın şiirle uğraşan tek padişahı sultan beşinci Mehmed Reşad’dır. Asra girerken Fecr-i Ati Edebi zümresi ile karşılaşılır. Bu zümre içinde Şehabeddin Süleyman (1855-1967), Tahsin Nahid (1887-1918), Müfid Ratık (1887-1917), Emin Bülend (1886-1942), İzzet Melih, Fazıl Ahmed Aykaç (1887-1967) ve M. Behced Yazar yer almışlardır. Bu asrın milli edebiyat cereyanı içinde Ömer Seyfeddin (1884-1920), Ali Canip Yöntem (1887-1976), Ziya Gökalp (1876-1924), Fuad Köprülü (1890-1966), Hamdullah Suphi (1886-1966) yer alırlar. San’atta ve şekilde milliyetçiliği ise Enis Behic (1891-1949), Halid Fahri (1891-1971), Orhan Seyfi (1890-1972), Yusuf Ziya (1895-1947) aşık tarzı te’sirlerle şiirler yazar. ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾ 1) XIII XVI. Asır Dil Yadigarlarının Türkçe yazılış sebepleri (Kemal Yavuz) Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi-1983 Sayı: 27 2) Sultan II. Murad Devri Mesnevileri (Amil Çelebioğlu) Erzurum-1976 3) Kenz-ül-Kübera ve Mehekk-ül-Ulema (Kemal Yavuz) Erzurum-1982 4) Türkçeyi Devlet Dili Yapanlar (Kemal Yavuz) Türkiye Gazetesi, 3 Haziran 1983 5) Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri (Franz Babinger) 6) Rehber Ansiklopedisi; cild-17, sh. 57 7) Resimli Türk Edebiyat Tarihi 8) Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri (Kenan Akyüz) 9) XIX. Asır Türk Edebiyat Tarihi 10) Ziya Paşa (K. Bilgegil) Kaynak: Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi

İlgili konular

osmanlı devleti

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.

Türk edebiyatı
3 yıl önce

gelişen Türk edebiyatının ürünleri Halk edebiyatı ve Divan Edebiyatı olarak birbirinden farklı yanları olan iki kolda gelişti. Osmanlı sarayı çevresinde...

Edebiyat, Türkler, Türkçe, Roman, Hikaye, Klasizm, Sembolizm, Romantizm
Divan Edebiyatı
3 yıl önce

Klasik Türk edebiyatı, divan edebiyatı, yüksek zümre edebiyatı, havas edebiyatı, saray edebiyatı, enderun edebiyatı, klasik edebiyat, eski edebiyat veya tarz-ı...

Divan edebiyatı, Edebiyat
Tasavvuf edebiyatı
3 yıl önce

iran edebiyatı ile etkileşim söz konusudur. Fakat bu etkileşimin boyutu divan edebiyatındaki kadar büyük değildir. Dinî-Tasavvufî osmanlı edebiyatı İslâmiyet’in...

Tasavvuf edebiyatı, Ahmed Yesevi, Edebiyat, Efsane, Fıkra, Halk edebiyatı, Masal, Tarikat, Taslak, Yunus Emre
Tanzimat edebiyatı
3 yıl önce

Tanzimat edebiyatı, Tanzimat döneminin kültürel ve siyasi hareketlerinin sonucu olarak ortaya çıkmış edebiyat akımı. 3 Kasım 1839'da Mustafa Reşid Paşa...

Edebiyat, Türk Edebiyatı, Türkiye Cumhuriyeti, Edebiyat Tarihi
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı
3 yıl önce

Artık harf benzerliği de kurulan Batı edebiyatı daha yakından takip edilmiştir. Türk edebiyatı, batı edebiyatının yeniliklerini, akımlarını uygulamaya...

Osmanlı İmparatorluğu
3 yıl önce

Osmanlı İmparatorluğu veya Osmanlı Devleti (Osmanlıca: دَوْلَتِ عَلِيّهٔ عُثمَانِیّه, romanize: Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye), Oğuz Türklerinden Osman Gazi'nin...

Divan şairi
3 yıl önce

divan edebiyatı içinde eserler veren şairlere verilen addır. Eski Türk edebiyatını içerdiği gibi İslam coğrafyasındaki diğer dillerin edebiyatlarını da içine...

Kıbrıs Türk Edebiyatı
6 yıl önce

Kıbrıs Türk edebiyatı, Türkiye'ye paralel bir gelişim göstermiştir. Ancak, 1923-1955 arasında bir suskunluk dönemi yaşanmıştır. Kıbrıs'ta edebiyat geç kurumsallaşmıştır...