Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından az önce eğitimini tamamlamak üzere, babasının isteğiyle İsviçre'ye gitmiş, ancak okul yaşamından pek hoşlanmamıştır. Cenevre'de kaldığı süre içinde Fransızca'sını ilerleten Ataç, bu arada tiyatroya merak sarmış, arkadaşlarının sahnelediği Hamlet'te "balıkçı" rolünü oynamıştır. Bu merak onun yazarlığa tiyatro eleştirisi ile başlamasının başlıca nedenidir. Ataç çocukluğundan beri tiyatroya düşkün olduğnu belirtmiş, 'Kuşdilindeki salaşta satıcıların bağırtıları, çıngırak sesleri arasında perdenin açılıp Kel Hasan'ın tuhaflıklar etmesine bayıldığını' ve 'Şehzadebaşı'ndan bir takım eçiş büçüş vodvilleri dinleyip onların monologlarını anlatmaya çalıştığını' söylemiştir.
Ataç, Cenevre'de alışamadığı okulu yarım bırakmış, dileği gibi özgür bir öğrenim yapmıştır. Orada Claire adlı bir kıza tutulmuş, evlenmeyi tasarlamış, ancak babasının ölümü üzerine para gelmemeye başlayınca bu tasarısından vaz geçmiştir. İsviçree iş bulamayınca Mondros Mütarekesi sırasında İstanbul'a dönmüş, bir süre Darülfünun'da edebiyat derslerini izlemiş, ardından sınavla Fransızca öğretmeni olmuştur. 1921-1925 yılları arasında Nişantaşı Lisesi, Vefa Sultanisi, İstanbul Sultanisi ile Üsküdar ve Adana Liseleri'nde öğretmenlik yapmıştır.
Ataç, Ticaret Bakanlığı'na bağlı Ticaret Müdüriyeti Umumiyesi Mütercimliği'nde, aynı bakanlığın Heyet-i Tahririye Müdürlüğü'nde (1926) bulunmuş, tekrar Milli Eğitim Bakanlığı'na dönerek ilkin Talim ve Terbiye Dairesinde mütercimlik yapmış, ilk Tedrisat Dairesi Şube Müdürlüğü görevlerinde çalıştıktan sonra (Ekim 1926 - Eylül 1927) yeniden öğretmenliğe atanmıştır. Ankara, İstanbul liselerinde, İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu'nda, Gazi Eğitim Enstitüsü'nde (1927 - 1945) çalışmıştır. Bir süre Basın Yayın Umum Müdürlüğü'nde Yayın Şefi olarak görev yapan Ataç, daha sonra Cumhurbaşkanlığı mütercimliğine getirilmiş, bu görevden 1952 yılında emekli olmuştur.
1953 Eylül'ünde 'şeker' hastalığına yakalanan Ataç'a doktorlar sigara (bir tutkunuydu sigaranın) ve içki içmemesini öğütlediler. Çok sevdiği eşi Leman hanım 1954 yılında fıtık ameliyatı oldu. 1955'te yeniden hastalandı, mide kanseri teşhisi konup ameliyat edildi ama iyileşemeyerek aynı yıl 48 yaşında öldü. Bu olay Ataç'ı derinden sarmış, ardı ardına hastalanmış, üremiye böbrek ve karaciğer bozuklukları eklenmiş, 1957 yılının 17 Mayıs günün Numune Hastanesi'nde 59 yaşında ölmüştür.
Yazın yaşamı
Yarattığı düşsel kişilik Keziban'ın bir konuşmalarında: "Siz bir tutsaksınız, edebiyat tutsağı. Edebiyat sizi avucunun içine almış, bir dakika salıvermiyor. Her düşüncenize, her duygunuza edebiyat karışıyor" dediği ve kendisini "edebiyatı, sanatı kendine dert edinmiş, gece gündüz edebiyat düşünen bir adam" olarak niteleyen Ataç'ın ilk yazısı 1921 yılında Dergah dergisinde çıkmıştır. Bu yazının Ahmet Haşim'in yeni çıkan Göl Saatleri adlı şiir kitabı üzerine olduğunu belirten Ataç, daha sonra tiyatro eleştirileri yazmaya başlamıştır.Ancak, Ataç'ın Dergah'ta, okurlara unutturmak istediği bir şairlik dönemi vardır. Çok yıllar sonra "Bir sanat adamı olmaktı, sanat eserleri yaratmaktı benim dileğim" diyen Ataç'ın 20 Kasım 1921 tarihli Dergah'ta yayımlanan 'Yalnızlık' adlı şiirinin ilk iki dörtlüğü şöyledir: "Bir uzak keman sesi / Gibi titrek, perişan / Şimdi ölmek hevesi / Yükseliyor ruhumdan" / "- Ben her sönen güneşten / Biraz elem topladım / Herşey sükut ederken / Matemimle ağladım". Ancak, kendi sözleriyle "şair olmadığını, olmayacağını anlatan" Ataç, şiiri bırakıp 1922 yılında Falih Rıfkı (Atay)'ın çağrısıyla Akşam gazetesinde yazmaya başlamıştır. Bu yazılarda Ataç, özellikle tiyatro ile ilgilenmektedir. Ataç'ın tiyatro yazıları ve eleştirileri üzerine bir çalışması bulunan metin And, bu has edebiyat adamının 1921 - 1957 arasında çeşitli gazetelerde yayımlanmış 112 adet tiyatro ile ilgili yazısını saptamıştır.
And, tiyatro eleştirmenliğini şöyle değerlendirmektedir. Ataç'ın: "Hep bir seyirci gibi davranmıştır, kendi kişisel beğenisini içtenlikle kağıda döken bir seyirci gibi. Sahne gerisini fazla kurcalamayan, tiyatro üzerine teknik bilgiler saçmayan, meslekten bir adam gibi bilgiç konuşmayan bir seyirci. Öyle kupkuruya tiyatroyla ilgilenen bir yargıç değil, tiyatroda olmaktan hoşlanan, bunun sevincini duyan ve yaşantısını okurlarıyla paylaşan bir seyirci".
Sanatçı olamayacağını anlatan Ataç, daha sonra doğrudan yazın yapıtlarına, yazın sorunlarına yönelir eleştiri ve deneme yazmayı başlıca uğraş edinir. Tiyatro yazıları da giderek seyrekleşir. Kendini dil devrimine, Türkçenin arılaştırılmasına adar, bu arada sayısız çeviri yapar.