Mirac Gecesi

Kısaca: Mirac Gecesi İslam dininin kıymet verdiği mübarek gecelerden. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın beden ve ruh ile beraber, uyanık iken göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü, Allahü tealanın emri ile Cennet ve Cehennem'in kendisine gösterildiği gece. Mirac, lügatte “merdiven” demektir. Yüksek bir yere çıkılan alet, vasıta veya yükseğe çıkmak manalarına gelir. Mirac hadisesi, Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Peygamber oluşunun dokuzuncu yılına rastlayan Receb ay ...devamı ☟

Mirac Gecesi İslam dininin kıymet verdiği mübarek gecelerden. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın beden ve ruh ile beraber, uyanık iken göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü, Allahü tealanın emri ile Cennet ve Cehennem'in kendisine gösterildiği gece. Mirac, lügatte “merdiven” demektir. Yüksek bir yere çıkılan alet, vasıta veya yükseğe çıkmak manalarına gelir. Mirac hadisesi, Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Peygamber oluşunun dokuzuncu yılına rastlayan Receb ayının 27'nci gecesinde vuku bulmuştur. Mirac, Peygamberimize verilen bir mucizedir. (Bkz. Mucize)

Allahü tealanın Muhammed aleyhisselama olan ihsanlarının en şereflilerinden biri de O'nu Miraca çıkarmasıdır. Bu mucizeyi O'ndan başka hiçbir peygambere vermemiştir. Mirac gecesinde Resulullah'ın Mekke'den Mescid-i Aksa'ya götürüldüğü Kur'an-ı kerim'de açıkça bildirilmektedir. Allahü teala, İsra suresinin başında mealen; “Kulumu (Muhammed'i) gece Mescid-i Haram'dan (Mekke'den) Mescid-i Aksa'ya (Kudüs'e), ayetlerimizi göstermek için götürdüm.” buyuruyor. Peygamberimiz de, “Beden ile gittim” buyurdu. Sadece rüyada ruh ile gittiği miracları da olmuştur. Peygamberlerin rüyaları da vahiydir (Bkz. Vahiy). Önceden ruh ile olan miraclar, cesetle olarak miraca hazırlamak için idi.

Resulullah efendimiz peygamberliğini Mekkeli müşriklere açıkladığı zamandan beri, müşriklerin türlü sıkıntılarına maruz kaldı. Allahü tealanın dinini herkese duyurmak ve onları saadete, kurtuluşa kavuşturmak için gece-gündüz uğraşıyordu. Dokuz senede çok az sayıda insan Müslüman olmuştu. Mekke halkı iman etmiyor, Müslümanlara çok sıkıntı veriyordu. İşkenceye başlamış, işi azdırmışlardı. Resulullah çok üzüldü. Hicretten bir yıl önce, elli iki yaşında idi. Zeyd bin Harise'yi alarak Taif'e gitti. Taif halkına bir ay nasihat etti. Hiç kimse iman etmedi. Alay ettiler. İşkence yaptılar. Yuhaladılar. Çocuklar taşa tuttular. Ümitsiz, üzüntülü, yorgun geri dönerken mübarek bacakları yaralandı. Zeyd'in başı kan içinde kaldı. Çok sıcak bir saatte, yol kenarında, bitkin halde oturdular. Orada bulunan bağ sahibi, Rebi'aoğulları zengin Utbe ve Şeybe adında iki kardeş, köleleri Addas ile birer salkım üzüm gönderdi.

Resulullah üzümü yerken besmele okudu. Addas Hıristiyan idi. Bunu işitince şaşırdı: “Yıllarca buralardayım. Kimseden böyle söz duymadım. Bu nasıl sözdür?” dedi.

Resulullah; “Sen neredensin?” buyurdu.

Addas; “Nineveliyim.” dedi.

Resulullah; “Yunus aleyhisselamın memleketinden imişsin.” buyurdu.

Addas; “Sen Yunus'u nereden tanıyorsun? Onu, buralarda kimse bilmez.” dedi.

Resulullah; “O benim kardeşimdir. O da, benim gibi Peygamber idi.” buyurdu.

Addas; “Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sahibi yalancı olmaz. Ben inandım ki, Sen Allah'ın Resulüsün.” dedi. Müslüman oldu. ”Ya Resulallah, yıllarca bu zalimlere, bu yalancılara kulluk ediyorum. Herkesin hakkını yiyorlar. Herkesi aldatıyorlar. Hiç iyi tarafları yok. Dünyalık toplamak, şehvetlerini yapmak için her alçaklığı göze alıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Sizinle birlikte gitmek, size hizmetle şereflenmek, cahillerin, ahmakların size yapacağı saygısızlıklara hedef olmak, mübarek vücudunuzu korumak için feda olmak istiyorum.” dedi.

Resulullah, tebessüm buyurdu; “Şimdi efendilerinin yanında kal! Az zaman sonra, adımı her yerde işitirsin. O zaman bana gel.” buyurdu. Bir müddet istirahat edip, yaralarını, kanlarını sildiler. Mekke'ye yürüdüler. Karanlıkta şehre girdiler. Birkaç ay Mekke'de çok sıkıntılı geçti. Her taraf düşman idi. Gidilecek bir yer yoktu. Doğruca amcası Ebu Talib'in kızı Ümm-i Hani'nin Ebu Talib Mahallesinde bulunan evine geldi. Ümm-i Hani, o zaman iman etmemişti. Kapıyı çaldı. Ümm-i Hani; “Kimdir o?” dedi.

Resulullah; “Amcan oğlu Muhammed'im. Kabul edersen, misafir geldim.” buyurdu.

Ümm-i Hani; “Senin gibi doğru sözlü, emin, asil, şerefli misafire can feda olsun. Yalnız, teşrif edeceğinizi önceden bildirseydiniz, bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek birşeyim yok.” dedi.

Resulullah; “Yiyecek, içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibadet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir.” buyurdu.

Ümm-i Hani, Resulullah'ı içeri alıp, bir hasır, leğen, ibrik verdi. Gelen misafire ikram etmek, onu düşmandan korumak, Araplar için en şerefli vazife sayılırdı. Bir evdeki misafire zarar gelmesi, ev sahibi için büyük yüzkarası olurdu. Ümm-i Hani düşündü. Bunun Mekke'de düşmanları çok. Hatta öldürmek isteyenler var. Şerefimi korumak için, sabaha kadar onu gözeteyim, dedi. Babasının kılıcını alıp, evin etrafında dolaşmağa başladı.

Resulullah, o gün çok incinmişti. Abdest alıp, Rabbine yalvarmağa, af dilemeğe, kulların imana gelmesi, saadete kavuşmaları için duaya başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü idi. Hasır üzerinde uyuyuverdi.

O anda, Allahü teala, Cebrail aleyhisselama:

Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Bu halde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbir şey düşünmüyor. Git! Habibimi getir! Cennet'imi, Cehennem'imi göster. O'na ve O'nu sevenlere hazırladığım nimetleri görsün. O'na inanmıyanlara, sözleri, yazıları ve hareketleriyle O'nu incitenlere hazırladığım azapları görsün. O'nu ben teselli edeceğim. O'nun nazik kalbinin yaralarını ben gidereceğim, buyurdu. Cebrail aleyhisselam, bir anda Resulullah'ın yanına geldi. Mışıl mışıl uyur gördü. Uyandırmaya kıyamadı. İnsan şeklinde idi. Mübarek ayağının altını öptü. Kalbi, kanı olmadığı için soğuk dudakları, Resulullah'ı uyandırdı. Cebrail'i (aleyhisselam) hemen tanıdı ve; “Ey Cebrail kardeşim. Böyle vakitsiz niçin geldin. Yoksa bir hata mı ettim. Rabbimi gücendirdim mi? Bana acı haber mi getirdin?” buyurdu ve Rabbinin darılacağından çok korktu.

Cebrail aleyhisselam; “Ey bütün yaratılmışların en üstünü! Ey Yaratanın sevgilisi! Ey peygamberlerin efendisi, iyilikler menbaı, üstünlükler kaynağı olan şerefli Peygamber! Rabbin sana selam ediyor. Seni kendine davet ediyor. Lütfen kalk. Buyur, gidelim, dedi. Kabe yanına geldiler. Orada, bir kimse geldi. Göğsünü yardı. Kalbini çıkardı. Zemzem suyu ile yıkadı. Yine yerine koydu. Sonra Cennet'ten gelen Burak adındaki beyaz hayvana binip, bir anda Kudüs'te, Mescid-i Aksa'ya geldiler. Cebrail aleyhisselam kayayı parmağı ile deldi. Burak'ı oraya bağladı. Geçmiş peygamberlerden bazısının ruhları insan şeklinde orada idi. Cemaatle namaz için adem, Nuh, İbrahim peygamberlere, imam olmalarını sıra ile söyledi. Hiçbiri kabul etmedi. Özür dilediler. Kusurlu olduklarını söylediler. Cebrail aleyhisselam Habibullah'ı ileri sürdü. Sen varken, başkası imam olamaz, dedi. Namazdan sonra, mescitten çıkıp bilinmeyen bir mirac ile, bir anda, yedi kat gökleri geçtiler. Her gökte bir büyük peygamberi gördü. Cebrail aleyhisselam Sidre'de kaldı ve kıl kadar ilerlersem, yanar, yok olurum, dedi. Sidretülmünteha, altıncı gökte bulunan büyük bir ağaçtır. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem Cennet'i, Cehennem'i, sayısız şeyleri görüp, Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde Kürsi, Arş ve Ruh alemlerini geçip, bilinmeyen, anlaşılmayan, anlatılamıyan şekilde, Allahü tealanın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekansız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Rabbiyle konuştu. Hiçbir mahlukun bilemeyeceği, anlayamayacağı nimetlere kavuşup, bir anda, Kudüs'e ve oradan Mekke-i mükerremeye, Ümm-i Hani'nin evine geldi. Yattığı yer henüz soğumamış, leğendeki abdest suyunun hareketi durmamıştı. Dışarda dolaşan Ümm-i Hani uyuklamış, bir şeyden haberi olmamıştı. Kudüs'ten Mekke'ye gelirken Kureyş'in kervanına rastladı. Kervandaki bir deve ürktü, yıkıldı.

Sabah olunca, Kabe yanına gidip miracını anlattı. İşiten kafirler alay etti. Muhammed aklını kaçırmış, iyice sapıtmış, dediler. Müslüman olmağa niyetli olanlar da vazgeçti. Birkaçı sevinerek Ebu Bekir'in (radıyallahü anh) evine geldi. Çünkü, bunun akıllı, tecrübeli, hesaplı bir tüccar olduğunu biliyorlardı. Kapıya çıkınca hemen sordular:

“Ey Ebu Bekr! Sen çok kerre Kudüs'e gittin, geldin. İyi bilirsin, Mekke'den Kudüs'e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer?” dediler:

Hazret-i Ebu Bekr; “İyi biliyorum. Bir aydan fazla.” dedi.

Kafirler bu söze sevindi. Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur, dediler. Gülerek, alay ederek ve Ebu Bekr'in de kendi fikirlerinde olduğuna sevinerek:

“Senin efendin, Kudüs'e bir gecede gidip geldiğini söylüyor, artık iyice sapıttı” diyerek, Ebu Bekir'e sevgi, saygı ve güvence gösterdiler.

Hazret-i Ebu Bekr, Resulullah'ın mübarek adını işitince; “Eğer O söylediyse inandım. Bir anda gidip gelmiştir.” deyip içeri girdi. Kafirler neye uğradıklarını anlayamadı. Önlerine bakıp gidiyor ve; “Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebu Bekr'e sihir yapmış.” diyorlardı.

Hazret-i Ebu Bekr hemen giyinip, Resulullah'ın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle; “Ya Resulallah! Miracınız mübarek olsun! Allahü tealaya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlayan yüzünü görmekle, kalpleri alan, ruhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nimetlendirdi. Ya Resulallah! Senin her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana feda olsun!” dedi. Ebu Bekr'in sözleri kafirleri şaşırttı. Diyecek şey bulamayıp dağıldılar. Şüpheye düşen, imanı zayıf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi. Resulullah o gün Ebu Bekr'e “Sıddik” dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi.

Kafirler bu hale çok kızdı. Müminlerin kuvvetli imanına, Peygamberin her sözüne hemen inanmalarına, O'nun çevresinde pervane gibi toplanmalarına dayanamadılar. Resulullah'ı mahcup ve mağlup etmek için, imtihan etmeye yeltendiler:

“Ya Muhammed Kudüs'e gittim, diyorsun. Söyle bakalım. Mescidin kaç kapısı, kaç penceresi var?” gibi şeyler sordular. Hepsine cevap verirken, Hazret-i Ebu Bekr, öyledir ya Resulallah, derdi. Halbuki, Resulullah edebinden, hayasından karşısındakinin yüzüne bile bakmazdı. Buyurdu ki: “Mescid-i Aksa'da etrafıma bakmamıştım. Sorduklarını görmemiştim. O anda Cebrail (aleyhisselam), Mescid-i Aksa'yı gözümün önüne getirdi, (televizyon gibi) görüyor, sayıyordum. Sorularına, hemen cevap veriyordum.” Yolda, develi yolcular gördüğünü söyledi; “İnşaallah Çarşamba günü gelirler.” buyurdu. Çarşamba günü güneş batarken, kervan Mekke'ye geldi. Fırtına eser gibi olduğunu, bir devenin yıkıldığını söylediler. Bu hal müminlerin imanını kuvvetlendirdi. Kafirlerin düşmanlığını arttırdı.

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

Bu konuda henüz görüş yok.
Görüş/mesaj gerekli.
Markdown kullanılabilir.