Bu olaydan sonra Anber Ağa çocuğu evlat edindi ve yetişmesi için büyük emek harcadı. Bu arada hıfza çalıştığı ileri sürülürse de gelini hıfzını Medine'de tamamladığını , bu nedenle İstanbul'da alıkonulduğunu söylemiştir.
İlk musiki derslerini Kuruçeşme'deki Muhsin-zade Abdullah Bey'in yalısında Kadıasker Mustafa İzzet Efendi'den ders alarak başladı. Musiki sanatında biraz ilerledikten sonra, 1863 yılında Fatma Sultan'ın eşi Nuri Paşa'nın konağına imam tayin olundu. "Aradan yıllar geçmişti;bir Ramazan günü Abdülaziz camiye gelmişti. Hünkar mahfili altında (Mukabele) okuyan genç bir hafızın sesi ve okuyuş tavrı dikkatini çekti;kendisini takdir ve taltif etti. Ertesi hafta yine aynı camiye gelmiş olan padişah, Medeni Aziz Efendi'yi ikinci imamlıkla saraya aldırttı. "Sarayda bulunduğu yıllarda , 1864'den itibaren Latif Ağa'nın öğrencisi oldu.
1863'de evlendi ve Ortaköy'e yerleşti. Sultan Aziz'in tahttan indirilmesinden sonra , kendi isteği ile saraydan ayrıldı. Evi yanınca Beşiktaş'ta Abbasoğlu mahallesine taşındı. Saraydan ayrıldıktan sonra 1878'de Galata'daki "Tütün Gümrüğü"ne girerek sarığını çıkarıp fes giydi. Bu idare 1879'da kaldırılınca "Posta-Telgraf" idaresi muhasebe kalemine atandı. Bundan sonra Şeyhülislam Hayri Efendi'nin aracılığı ile "İlmiye" mesleğine geçti. Bu işinde uzun süre kalamadı;Hayri Efendi ile geçinemediği için eski işine döndü. Sultan II. Abdülhamid döneminde ve Cemaleddin Efendi'nin şeyhülislamlığı sırasında ikinci kez "Mısır Mevleviyeti" payesi ile yeniden "İlmiye Sınıfı"na girdi. 1890'da Selanik Mevleviyeti, ölümünden altı ay önce(1894) ise Edirne Mevleviyeti ile taltif edildi.
Aziz Efendi'nin bir de eğitimcilik yönü vardır;çeşitli okullarda çalışmış, hayli öğrenci yetiştirmiştir. 1881 yılında Suphi Paşa'nın zamanında "Nehari Kız Sanayi Mektebi" müdürlüğüne getirildi. 1883'de aynı okulun "Leyli"bölümünü de yönetti. Münif Paşa 1887 yılında "Kız Rüştiye Mektepleri"nin genel müfettişi oldu. Kanuni Âma Nazım Bey, Âma Ali Bey, Leyla Hanım başlıca öğrencileridir.
1895 yılı sonbaharı ortalarında hastalanarak aralık ayında Bebek'teki evinde öldü. Eyüb Çürüklük Mezarlığı'na defnedildi. Ölümü ile ilgili olarak Nuri Şeyda Bey şu tarih mısraını söylemiştir:
Hak Aziz'i yevm-i Mahşer'de eder elbet aziz
Medeni Aziz Efendi musiki alanında çocukluğundan başlayarak , ölünceye kadar süren geniş, ateşli bir öğrenme ve öğretme yılları geçirmiştir. Oğlu diyor ki, (En çok sevdiği ve aşıkı bulunduğu seçme eserleri her nerede duysa uzak-yakın demiyerek gider, öğrenirdi. )İşte çocukluğundan başlayan bu heves ve sevgi onu günün birinde yaşadığı devrin musiki ustaları sırasına geçirdi. Evi bütün musiki sevenlere açıktı. Her eseri her isteyene öğretmekte bir an bile tereddüt etmez, usanmaz, yorulmazdı. O devir musikişinaslarından bir kısmının, eser verme ve öğretme hususundaki hasislikleri düşünülürse, şu hali Aziz Efendi'nin musiki hayatında bir meziyet olarak telakki edilmesi icab eder.
Arnavutköy'deki sultan saraylarında saraylı kadınlara, Fethi Paşa ve Atiye Sultan'ın cariyelerine, "Vekil-Vüzera" konaklarına derse giderdi. Duygulu bir bestekar, iyi bir edebiyatçı, kudretli bir musiki hocasıydı.
Aziz Efendi, musikimizin dini ve ladini kısımlarında muhtelif makam ve şekillerde, pek çok sözlü eserler vücude getirmiştir. Kendisine asıl şöhretini temin eden şüphesiz bu alandaki çalışmalarıdır. Mesela, şu anda hatırımıza gelen hicaz makamında ve ağır düyek usulünde,
Yar açtı taze yare sad-pareme Gayrı el çek ey Felek vakıf değilsin çareme
güfteli şarkısı ile yine Hicaz makamında ve Türk Aksağı usulünde,
Ey çerh-i sitemger dil-i nalana dokunma Hicr alemidir ettiğim efgane dokunma Ey tiğ-i elem yareledin cismimi, bari Cananıma nezreylediğim cana dokunma
güfteli şarkı, onun en çok sevilen ve dinlenen eserlerindendir. Hele onun seslerle işlenmiş küçük bir minyatür tablo kadar zarif, şu hüzzam şarkısı ne kadar renkli ve güzeldir:
Kerem eyle mestane kıl bir nigah Şarab iç süzülsün o çeşm-i siyah Bu bezm-i safadır gel ey ru-yi mah Şarab iç süzülsün o çeşm-i siyah
Medeni Aziz Efendi'nin bestekarlıkta önem ve kıymet verdiği hususlardan biri güfte meselesidir. Malumdur ki, bir kısım bestekarlarımız besteleyecekleri güftelerin mana ve mahiyetlerini hiç de göz önünde turmamışlardır. Muhtelif şekillerdeki bestelerimiz hakkında(Bestesi çok güzel, fakat güftesi nafile) gibi hükümler hala ağızdan ağıza dolaşır durur. Bunun sebebi ya bestelenecek güftenin gelişigüzel seçilişinden doğan laubalilik, bir aldırmazlık, yahut bestekarın güfte seçişindeki iktidarsızlığıdır. Buna üçüncü olarak hatır ve gönül gayretini de ilave edebiliriz. Halbuki Medeni Aziz Efendi'nin bestelediği bir çok eserin güftesi onun kendi duygu ve heyecanlarının birer ifadesi olduğu gibi, başkalarının nazmettiği şiirlerin de mana ve mahiyet özelliklerini kendi kalbine nakşettikten sonra, onlara aynı zamanda melodilerle ifade edilen bir renk, bir ifade verirdi. Hakikaten bestekarlığın en önemli şartlarından biri olan bu uygulamada bütün bestekarlarımızın aynı titizliği göstermesi içten arzulanan bir keyfiyettir.
Aziz Efendi icrakarlıkla da uğraşmıştır. İyi tanbur ve lavta çalarmış, piyano da öğrenmiştir. Kız mekteplerinde piyano dersleri verirdi. Fakat onun en mükemmel icraatı sesi idi. Bildiği bütün eserleri, hususiyle kendi bestelerini hafif, tatlı, ölçülü sesi, ve kendine mahsus bir tavır ve eda ile okurmuş. Esasen Aziz Efendi, hanendeliği iki kısma ayırmaktadır. Bir kısmı elleri şakaklarında, gözleri ve şah damarları fırlamış, şişmiş, ağızları çarpılmış, müthiş bir işkence aletinin tazyiki altında kıvranan biçareler gibi bütün hüner ve marifeti, sesleri kısılıncaya kadar avaz avaz haykırmakta bulanlardır ki, bunların şu lüzumsuz tatsız tuzsuz feryatları, onun kendi tabiriyle(bağırmak ve haykırmak) tır. Diğer kısmı ise, okudukları eserlerin bütün özelliklerini derin bir sanat ve sanatkarlık haz ve zevki içinde ölçülü, muvazeneli bir ses ve tavırla dinleyenlerin kulaklarına, kalblerine adeta fısıldarlar. İşte onun nazarında asıl okumak ve okuyuculuk budur. Aziz Efendi muhtelif ses cinslerinin tizlik ve pestlik hadleri hakkında edindiği teknik bilgiye dayanarak her okuyucunun her eseri aynı düzenle okuyamayacağı fikrini, pek doğru ve haklı olarak daha o zaman ortaya atmış bulunuyordu. Bir de Aziz Efendi, gazel dediğimiz ve bir anın hassasiyetini ses ve sözle ifade eden irticali beste şekillerinde güfteyi melodi üzerinde bölerken, aralarına (Aman, of, hey, ilah. . . )gibi metrelerce uzayıp giden ve güftenin lafzı ve manevi değerini bozan , klişeleştirilmiş kelime yığınlarından fevkalade çekinir ve bunu konuşma arasında (Efendime söyleyim, şey, falan-filan) gibi yersiz ve lüzumsuz sözlere benzetirmiş.
İşte Medeni Aziz Efendi'nin bilhassa bestekarlık ve okuyuculuk hakkındaki şu fikir ve kanaatinin daha şuurlu ve daha ilmi çalışmasının zamanı çoktan gelmiştir.
Dini ve dindışı musikimizin bütün inceliklerini kavrayan bir sanatkar olarak her formda eser vermiştir. İlahi, Beste, Semai ve Şarkı bestelemiştir. Bilinen eserleri bir beste ile kırk üç şarkıdır.
Musikimize değerli hizmetleri geçmiş bestecimizi saygıyla ve rahmetle anıyoruz. . .
Hazırlayan:Tahir AYDOĞDU
Kaynak:Türk Musikisi Tarihi. . . . . . Dr. Nazmi özalp