Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye
1- "İlm-i fıkh, mesail-i şer'iyye-i ameliyeyi bilmektir." İlm-i Fıkh: Fıkıh ilmi Mesail: Meseleler Mesail-i şer'iyye-i ameliye: Amellerle ilgili şer’i/hukuki meseleler2- "Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir." Örnek: Yitik bir malı koruyup sahibine verme niyetiyle alan kişinin, malın helak olması halinde onu tazmin etmesi gerekmezken; söz konusu malı sahiplenme niyetiyle almış olması halinde tazmini gerekir. Örnek 2: Bir devlet büyüğüne ibadet niyetiyle secde edilmesi küfür, bunun saygı amacıyla yapılmış olması sadece günah olarak görülmüştür.
3- "Ukudda itibar mekasıd ve meaniyedir; elfaz ve mebaniye değildir." Ukud: Akitler, anlaşmalar Mekasıd: Maksatlar Meani: Manalar Elfaz: Lafızlar, sözler, cümleler Mebani: Açıklamalar
Bu madde, niyet ile ifade arasında aykırılık bulunduğu zaman geçerlidir. Yoksa lafız tamamen bir kenara atılacak değildir. Ayrıca bu madde, lafızların asıl manalarından başka manalarda da kullanılabileceği göz önüne alınarak tespit edilmiştir. Kaidede "ukud" kaydının bulunması, yeminlerle ilgili hükümleri istisna etmek içindir; zira yeminler amaca göre değil, kullanılan lafızlara göre değerlendirilir. Kısastan af gibi.
Örnek:
4- "Şekk ile yakin zail olmaz." Şekk: Bir şeyin varlığına ve yokluğuna eşit derecede kani olmak Yakin: Bir şeyin varlık veya yokluğundan birine, bir delil sebebiyle, aklın kesin olarak veya kuvvetli bir zanla karar vermesi Zail olmak: Yok olmak
Yani: Var olduğu yakinen bilinen bir şeyin aksine kesin delil bulunmadıkça, sonradan meydana gelen bir şüphe ve tereddütten dolayı onun yok olduğuna hükmedilmez; yakin, ancak yakin ile zayi olur.
Örnek: Abdestli olan bir kişi, abdestinin bozulup bozulmadığından şüpheye düşse, abdestinin bozulduğuna dair kesin bir bilgi olmadıkça bu şüpheye itibar edilmez, bu abdestle kıldığı namazlar sahih kabul edilir.
5- "Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır."
Yani: Geçmişte sabit olduğu kesin olarak bilinen bir şeyin, aksine bir delil bulunmadıkça geçmişteki haline itibar edilir.
Örnek: Kayıp kişinin hayatta olduğu geçmişte kesin olarak bilinmekte iken, öldüğüne dair kesin bir delil bulunmadıkça hayatta olduğu kabul edilir. Dolayısıyla, bu durumdaki kişinin ölümüne dair kesin bilgi elde edilmedikçe, malları mirasçılarına paylaştırılamaz.
6- "Kadim kıdemi üzerine terk olunur." Kadim: Başlangıcını kimsenin bilmediği şey, eski Kıdem: Eskilik
Örnek: Bir evin yağmur suları, eskiden beri komşusunun bahçesine akmaya devam ettiği halde, komşusu, "bundan sonra akıtmam" diyemez. Çünkü bu uygulama "kadim" olmuştur.
7- "Zarar kadim olmaz"
Örnek: Yayaların geçişini engelleyecek şekilde yapılmış balkonlar, kamu sağlığını tehdit eden kanalizasyon ve çöplükler, ne kadar eski uygulamalar olursa olsun kaldırılır veya tamir edilip zararları giderilir.
8- "Bir zamanda sabit olan şeyin hilafına delil olmadıkça bekasıyla hükmolunur." Beka: Kalıcılık
Örnek: Bir kimsenin başka birine borçlu olduğu, ikrar veya başka bir delille sabit olduktan sonra bu şahıs, borcunu ödediğini veya kendini bu borçtan ibra edildiğini iddia etse, söz, yeminle birlikte alacaklıya ait olur.
9- "Bir emr-i hadisin akreb-i evkatına izafeti asıldır." Emr: İş Hadis: Sonradan gerçekleşen Akreb-i evkat: En yakın vakit İzafet: Bağlantı
Konu, yeni ortaya çıktığı kabul edilen durumun ortaya çıkış tarihi ile ilgilidir. Mevcut durumun sonradan mı meydana geldiği, yoksa eskiden beri mi var olduğu, tartışma konusu değildir.
Örnek: Bir kimsenin, ölmeden önce bir ikrarda bulunduğu sabit olsa, bu ikrarın ne zaman meydana geldiğinde anlaşmazlık çıkması halinde, aksine bir delil olmadığı sürece bu ikrarın ölüm hastalığı (maraz-ı mevt) esnasında meydana geldiğine hükmedilir.
10- "Beraet-i zimmet asıldır." Beraet-i zimmet: Kişinin temiz ve borçsuz olması
Örnek: Ödünç alan kişi, ödünç malı iade ettiğini iddia ederse, bu kaide gereği onun sözüne itibar edilir.
11- "Sıfat-ı arızada asl olan ademdir." Sıfat: Asli ve arızi olmak üzere ikiye ayrılır. Hayat, sağlık gibi, bir şeyin zatıyla kaim olan sıfatlar, "asli" sıfatlardır. Mesela hayat, insanın sıfatıdır ve hayat olmazsa insan yaşayamayacağı için bu sıfat, asli sıfattır. Ticaret malının kusurlu olması gibi, sonradan meydana gelen sıfatlar ise "arızi" olarak değerlendirilir. Adem: Yokluk
12- "Kelamda asl olan mana-yı hakikidir." Asl olan: Tercih edilen Mana-yı hakiki: Gerçek anlam, sözlük anlamı. Bir söz duyulduğunda akla gelen ilk anlam. Mecaz: Kelimenin sözlük anlamında kullanılmayıp, ona benzeyen başka bir anlamda kullanılmasıdır.
13- "Tasrih mukabilinde delalete itibar yoktur." Tasrih: Sarih. Kendisiyle maksadın tam olarak ve açıkça ortaya çıktığı lafızdır. Mukabil: Karşı Delalet: Alamet, nişane. Bir şeyin halinden başka bir şeyin anlaşılmasıdır.
14- "Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur." Mevrid-i nass: Nassın bulunuğu yer, hakkında nass bulunan konu. Nass: Vahiy ile sabit olan ifade, Kur’an ayetlerine ve hadislere verilen ortak ad; kanun metni. İctihad: Nassın bulunmadığı bir konuda bir alimin, araştırmaları sonucu belirttiği görüşü Mesağ: İzin; ruhsat; cevaz.
15- "Ala hilafil kıyas sabit olan şey saire makisun aleyh olamaz." Ala hilafil kıyas: Kıyas kuralına ters olarak Sair: Başka Makisun aleyh: Kendisi üzerinden kıyas yapılan nass, hüküm; asl.
16- "İctihad ile diğer ictihad nakz olunmaz." İctihad: Nassın bulunmadığı bir konuda bir alimin, araştırmaları sonucu belirttiği görüşü Nakz olunmak: Geçersiz kılınmak, bozulmak
17- "Meşakkat teysiri celb eder." Meşakkat: Zorluk, sıkıntı Teysir: Kolaylaştırma Celb etmek: Çekmek
18- "Bir iş dıyk oldukta, müttesa’ olur." Dıyk olmak: Daralmak Müttesa’: Genişletilen
19- "Zarar ve mukabele bi’z-zarar yoktur." Mukabele bi’z-zarar: Zararla karşılık vermek
20- "Zarar izale olunur." İzale olunmak: Yok edilmek
21- "Zaruretler, memnu olan şeyleri mübah kılar." Zaruret: Yasak olan şeyin işlenmesini caiz kılan özür Memnu: Yasaklanmış Mübah: Yapılıp yapılmaması serbest olan
22- "Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunurlar."
23- "Bir özür için caiz olan şey, ol özrün zevali ile batıl olur." Caiz: Uygun, mahzursuz Zeval: Ortadan kalkmak Batıl olmak: Geçersiz olmak
24- "Mani zail olunca memnu avdet eder." Mani: Engel Zail olmak: Ortadan kalkmak
25- "Zarar kendi misli ile izale olunamaz."
26- "Zarar-ı ammı def' için, zarar-ı has ihtiyar olunur." Zarar-ı amm: Geniş kapsamlı zarar Zarar-ı has: Dar kapsamlı zarar İhtiyar olunmak: Tercih edilmek
27- "Zarar-ı eşedd, zarar-ı ehaff ile izale olunur." Zarar-ı eşedd: Çok şiddetli zarar Zarar-ı ehaff: Daha hafif zarar İzale etmek: Gidermek, yok etmek
28- "İki fesat tearuz ettiğinde ehaffı irtikab ile a’zamının çaresine bakılır." Tearuz etmek: Çatışmak Ehaff: Daha hafif A’zam: Daha büyük İrtikab: Yapmak, tercih etmek
29- "Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur." Ehven: Daha iyi Şerreyn: İki kötü, zararlı şey İhtiyar olunmak: Tercih edilmek
30- "Def-i mefasid celb-i menafi’den evladır." Def’: Gidermek Mefasid: Kötü ve zararlı şeyler Celb: Elde etmek, çekmek Menafi’: Yararlı şeyler Evla: Daha iyi
31- "Zarar bikaderi’l-imkan def olunur." Bikaderi’l-imkan: İmkanlar elverdiğince Def’ olunmak: Giderilmek
32- "Hacet umumi olsun, hususi olsun, zaruret menziline tenzil olunur." Hacet: İhtiyaç Umumi: Genel Hususi: Özel
33- "Iztırar gayrın hakkını iptal etmez." Iztırar: Zaruret hali. Kişinin hayati tehlike karşısında, normalde yapmaması gereken şeyi yapmak zorunda kalma durumu Gayr: Başkası İptal etmek: Geçersiz kılmak
34- "Alınması memnu’ olan şeyin, verilmesi dahi memnu' olur." Memnu’: Yasaklanmış
35- "İşlenmesi memnu’ olan şeyin istenmesi dahi memnu’ olur."
36- "Adet muhakkemdir." Muhakkem: Hakem kılınan
37- "Nasın istimali bir hüccettir ki, anınla amel vacip olur." Nas: İnsanlar İsti’mal: Uygulama Hüccet: Delil Anınla: Onunla Amel: İş Vacip olmak: Gerekmek
38- "Âdeten mümteni olan şey, hakikaten mümteni gibidir." Mümteni: Mümkün olmayan
39- "Ezmanın tegayyürü ile ahkamın tegayyürü inkar olunamaz." Ezman: Zamanlar Tegayyür: Değişmek Ahkam: Hükümler
40- "Âdetin delaletiyle mana-yı hakiki terk olunur." Mana-yı hakiki: Gerçek anlam, sözlük anlamı, birinci anlam.
41- "Âdet ancak, muttarit yahut galip oldukta muteber olur." Muttarid: Düzenli
42- "İtibar gaalib-i şayia olup nadire değildir." Galib-i şayi’: Çok yaygın Nadir: Az
43- "Örfen maruf olan şey, şart kılınmış gibidir." Maruf: Bilinen
44- "Beynet-tüccar maruf olan şey, aralarında meşrut gibi¬dir." Beyne’t-tüccar: Tüccarlar arasında Maruf: Tanınan, bilinen Meşrut: Şart kılınmış
45- "Örf ile tayin nas ile tayin gibidir." Tayin: Belirlemek Nas: Kanun
46- "Vücudda bir şeye tabi olan, hükümde dahi ona tabi olur." Vücud: Varlık Örnek: • Satın alınan kilidin anahtarı. • Sütü için alınan ineğin kendi sütünü emen yavrusu. • Satılan gebe hayvanın karnındaki yavrusu. • Öldürülen hamile bir kadının sadece kendisi için diyet ödenir, çocuk için ayrıca diyet olmaz.
47- "Tabi olan şeye ayrıca hüküm verilmez." Örnek: • Bir hayvanın karnındaki yavru ayrıca satılamaz. • Taşınmaz bir malın geçiş ve suyolu gibi hakları, taşınmaz malın kendisinden ayrı olarak alınıp satılamaz.
48- "Bir şeye malik olan kimse, o şeyin zaruriyyatından olan şeye dahi malik olur." Zaruriyyat: Ayrılmaz parça durumunda olan şeyler. Örnek: • Bir evi satın alan kişi, onun yol hakkını da almış olur. İstisna: Yeraltı suları, genel olarak kamu yararına ait sulardandır. Dolayısıyla bir yere sahip olmak, onun altındaki sulara sahip olmayı gerektirmez.
49- "Asıl sakıt oldukta, fer’i dahi sakıt olur." Fer’: Tabi olan Sakıt olmak: Düşmek, hükümsüz olmak Örnek: • Alacaklı olan kimse alacağından vazgeçse, bu borç için kefil olan kişinin kefillik sorumluluğu da sona erer. Fakat alacaklı kefili ibra etse asıl borçlunun sorumluluğu kalkmış olmaz.
50- "Sakıt olan şey avdet etmez." Avdet etmek: Dönmek Örnek: • Kişinin, sattığı malın ücretini alabilmek amacıyla malı elinde tutma hakkı vardır. Ancak ücreti almadan malı teslim etmişse, bu hakkı ıskat etmiş sayılır. Ücreti ödemediği için o malı müşteriden geri isteyip elinde tutma hakkını artık kullanamaz. • Alacaklı, alacaklıya borcunu hibe etse, bu hibesinden geri dönemez. • Bir arsada yol hakkı bulunan kimsenin rızasıyla orada bir bina yapılsa, o kimsenin yol hakkı sakıt olur.
51- "Bir şey batıl oldukta anın zımnındaki şey de batıl olur." Batıl: Geçersiz Oldukta: Olduğunda Zımn: Altındaki anlam; kapalı ifade
52- "Asıl sabit olmadığı halde fer'in sabit olduğu vardır." Fer’: Asl’a tabi olan
53- "Mani ve muktezi tearuz edince mani takdim olunur." Mani: Engelleyici unsur Muktazi: Gerektirici unsur Tearuz etmek: Karşı karşıya gelmek, çatışmak Takdim olunmak: Öne geçirilmek
54- "Aslın ibkası ifası kabil olmadığı halde bedeli ifa olunur." İfa: Yapmak, ödemek Kabil olmak: Mümkün olmak
55- "Bizzat tecviz olunmayan şey, bitteba tecviz olunabilir." Bizzat: Kendisi, kendi başına Tecviz olunmak: Uygun görülmek, onaylanmak Bitteb’a: Tabi olmakla
56- "İbtidaen tecviz olunamayan şey bekaen tecviz olunabilir." İbtidaen: Başlangıçta Bekaen: Sonunda
57- "Beka, ibtidadan esheldir." Beka: Devam ettirmek İbtida: Başlamak Eshel: Daha kolay
58- "Teberru’ ancak kabz ile tamam olur." Teberru’: Bedelsiz akitler (Hibe, hediye, sadaka gibi) Kabz: Karşı tarafın malı eline alması
59- "Raiyye, yani teb’a üzerine tasarruf maslahata menuttur." Raiye, teb’a: Devlet başkanı veya başka bir idarecinin yönetimi altında bulunan bütün insanlar. Maslahat: Fayda Menut:
60- "Velayet-i hassa velayet-i amme'den akvadır." Velayet: İster razı olsun ister olmasın, başkası üzerine tasarruf etmektir. Velayet-i hassa: Dar kapsamlı, yakın, özel velayet Velayet-i amme: Geniş kapsamlı, uzak, genel velayet Akva: Daha kuvvetli
61- "Kelamın i’mali, ihmalinden evladır." İ’mal: İşlemek Evla: Daha iyi
62- "Bir kelamın i’mali mümkün olmazsa ihmal olunur."
63- "Manayı hakiki müteazzir olduğunda mecaza gidilir." Müteazzir: Zor
64- "Mütecezzi olmayan bir şeyin bazısını zikretmek, küllünü zikir gibidir." Mütecezzi: Parçalara ayrılan Küll: Hepsi
65- "Mutlak ıtlakı üzere cari olur. Eğer nassen yahut delaleten takyid delili bulunmazsa." Mutlak: Manası genel olup, herhangi bir kayıtla kapsamı sınırlandırılmamış, cüzleri belirlenmemiş sözcük. Itlak: Bir ibarenin veya sözün kayıt ve şarta bağlı olmayarak, delalet ettiği manaya hamledilmesi Cari olmak: Geçerli olmak Takyid: Sınırlandırmak
66- "Hazırdaki vasıf lağv, gaibdeki vasıf muteberdir." Hazır: Konuşma anında orada bulunan Gaib: Konuşma anında orada bulunmayan Vasıf: Özellik Lağv: Söylenip söylenmemesi itibara alınmayan söz. Muteber: İtibar edilen
67- "Sual cevabda iade olunmuş addolunur." Addolunmak: Sayılmak
68- "Sakite bir söz isnad olunmaz. Lakin maraz-ı hacette sükut beyandır." Sakit: Susan kişi İsnad olunmak: Dayandırılmak Maraz-ı hacet: İhtiyaç anı, burada, konuşulması gereken an Sükut: Susmak Beyan: Konuşmak, bir şey ifade etmek
69- "Bir şeyin umur-u batınada delili, o şeyin makamına kaim olur." Umur-u batına: Görünmeyen, gizli işler Delil: Alamet Makamına kaim olmak: Yerine geçmek
70- "Mükatebe, muhataba gibidir." Mükatebe: Yazmak Muhataba: Konuşmak
71- "Dilsizin işaret-i ma'hudesi, lisan ile beyan gibidir." İşaret-i ma’hude: -Özellikle erbabınca- bilinen işaretler Lisan: Dil
72- "Tercümanın kavli her hususta kabul olunur." Tercüman: Konuşmaları tercüme eden kişi Kavil: Söz
73- "Hatası zahir olan zanna itibar yoktur." Zahir: Açık İtibar: Değer, önem
74- "Senede müstenid olan ihtimal ile hüccet yoktur." Sened: Dayanak Müstenid: Dayanan Hüccet: Delil
75- "Tevehhüme itibar yoktur." Tevehhüm: Herhangi bir delile dayanmayan soyut ihtimal
76- "Burhan ile sabit olan şey, ıyanen sabit gibidir." Burhan: Kesin delil Iyan: Açıkça, gözle görülmüş
77- "Beyyine müddei için ve yemin münkir üzerinedir." Beyyine: Açıklama, delil getirme Müddei: İddia eden Münkir: İnkar eden
78- "Beyyine, hilaf-ı zahiri isbat için, yemin aslı ibka içindir." Hilaf-ı zahir: Görünenin tersi İbka: Olduğu hal üzere devam ettirme
79- "Beyyine, hüccet-i müteaddiye ve ikrar, hüccet-i kasıradır." Hüccet-i müteaddiye: Etkisini sadece ilgili şahısta göstermeyip, başkasının hakkına da sirayet eden delil İkrar: Açıktan söylemek; kabul etmek Hüccet-i kasıra: Etkisini sadece ilgili şahısta gösteren başkasının hakkına sirayet etmeyen delil
80- "Kişi ikrarı ile muahaze olunur." İkrar: Açıktan söylemek; kabul etmek Muaheze olunmak: Sorumlu tutulmak
81- "Tenakuz ile hüccet kalmaz. Lakin mütenakızın aleyhi¬ne olan hükme halel gelmez." Tenakuz: Tutarsız konuşmak, birbirine zıt düşünceler ortaya atmak; iki sözden her birinin, diğerinin ispat ettiği hükmü nefyetmesi; yani ikisinden birinin yanlış birinin doğru olmasıdir. Mütenakız: Çelişen Halel: Zarar
82- "Şartın sübutu indinde ona muallak olan şeyin sübutu lazım olur." Sübut: Sabit olmak, gerçekleşmek İndinde: Yanında, katında Muallak: Asılı, bağlantılı
83- "Bikaderil-imkan şarta riayet olunmak lazım gelir." Bikaderil-imkan: Mümkün olduğunca, imkanlar elverdiğince Riayet olunmak: Uyulmak
84- "Va’dler suret-i ta’liki iktisa ile lazım olur." Va’dler: Suret-i ta’lik: İktisa:
85- "Bir şeyin nef’i zamanı mukabelesindedir." Nef’: Fayda Zaman: Tazmin etme Mukabele: Karşılık
86- "Ücret ile zaman müctemi olmaz." Zaman: Tazmin Müctemi olmak: Bir arada bulunmak
87- "Mazarrat menfaat mukabelesindedir." Mazarrat: Zararlar Mukabele: Karşı
88- Külfet ni'mete ve ni'met külfete göredir." Külfet: Zorluk
89- "Bir fiilin hükmü failine muzaf kılınır ve mücbir olmadıkça amirine muzaf kılınmaz." Fail: Fiili yapan Muzaf kılınmak: Bağlanılmak, yüklenilmek Mücbir olmadıkça: Zorlamadıkça Amir: Emreden
90- "Mübaşir, yani bizzat fail ile mütesebbib müctemi oldukta hüküm, faile muzaf kılınır." Mübaşir: Bir şeyi bizzat yapan Mütesebbib: Sebep olan kişi Müctemi: Toplanmış
91- "Cevaz-ı şer'i, zamana münafi olur." Cevaz-ı şer’i: Kanuni izin Zaman: Tazmin Münafi: Aykırı, zıt
92- "Mübaşir, müteammid olmasa da zamin olur." Mübaşir: Bir şeyi bizzat yapan Müteammid: Kasıtlı Zamin: Tazmin eden
93- "Mütesebbib müteammid olmadıkça zamin olmaz." Mütesebbib: Sebep olan Müteammid: Kasıtlı Zamin: Tazmin eden
94- "Hayvanatın kendiliğinden olarak cinayet ve mazarratı hederdir." Hayvanat: Hayvanlar Mazarrat: Zararlar Heder: Boşa gitme; zararın hükümsüz olması ve tazmin gerektirmemesi
95- "Gayrın mülkünde tasarrufla emretmek batıldır." Gayr: Başkası Tasarruf: Sahip olma ve kullanma; yönetme Batıl: Geçersiz
96- "Bir kimsenin mülkünde onun izni olmaksızın ahar bir kimsenin tasarruf etmesi caiz değildir." Âhar: Başka
97- "Bila-sebeb-i meşru' birinin malını bir kimsenin ahz eylemesi caiz olmaz." Bila-sebeb-i meşru’: Kanuni bir sebep olmaksızın Ahz eylemek: Almak
98- "Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü o şeyin te¬beddülü makamına kaimdir." Sebeb-i temellük: Tebeddül: Değişmek
99- "Her kim ki kendi tarafından tamam olan şeyi nakz etmeğe sa'y ederse sa'yi merduddur." Nakz etmek: Bozmak Sa’y etmek: Gayret etmek, çalışmak Merdud: Reddedilmiş, geçersiz
100- "Kim ki; bir şeyi vaktinden evvel isti’cal eyler ise mahru¬miyetle muateb olur." İsti’cal eylemek: Aceleyle istemek Muateb olmak: Azarlanmak, cezalandırılmak