Kerbela denince akla ilk defa hazret-i Ali’nin oğlu hazret-i Hüseyin’in şehit edilmesi gelir. Abbasilerin son zamanlarında Kerbela, hurmalıklar içinde bulunan ve suyunu Fırat’tan alan küçük bir şehir haline geldi. Osmanlı Sultanlarından Kanuni Sultan Süleyman 1534/1535 (H.941) tarihinde sık sık tahribe uğrayan hazret-i Hüseyin türbesi ile Necef’teki Ali türbesini ziyaret ederek, Kerbela’daki Hüseyniyye adındaki bir kanalı tamir ettirdi ve rüzgarların kumlar ile örttüğü sahaları yeniden bahçe haline getirtti. Ayrıca bazı inşaatlar da yaptırdı. Üçüncü Murad Han (1574-1595) da 1585’te Bağdat Valisi Ali Paşa vasıtasıyla, hazret-i Hüseyin’in eski türbesini imar ettirdi. On dokuzuncu yüzyılda bir ara Vehhabilerin, tahribatına uğramışsa da, Osmanlı Devleti, valileri tarafından şehre hükümet konağı yaptırılmış ve pazar yeri genişletilmiştir.
Kerbela’nın ehemmiyeti ve zenginliği, özellikle hazret-i Hüseyin’in türbesini ziyarete gelen çok sayıda ziyaretçi yüzünden olmakla beraber, ayrıca Necef’e ve Mekke’ye gidecek hacılar için bir istasyon, aynı zamanda iç Arabistan ile yapılan ticaret bakımından, çöl hududunda mühim bir ticaret merkezi olmasından ileri gelmektedir. Kerbela’nın Basra demiryolu ile bağlantısı vardır. Nüfusunun yarıdan fazlasını İranlılar, geri kalanını da şii Araplar meydana getirir. Bunlar arasında kuvvetli aşiretler de vardır. Asıl Kerbela, doğu taraftaki yarım daire şeklindeki hurmalıklar ve hazret-i Hüseyin’in kabrinden ibarettir. Şehrin batısında ise, çöl manzaralı yaylada Şiilere ait mezarlıklar vardır. Hazret-i Hüseyin’in makamı, 108x82,5 m büyüklüğündeki bir avlu içinde bulunur. Bu avlunun duvarları boydan boya Kur’an-ı kerim sureleriyle kaplıdır. Türbe, geniş bir teşkilata sahiptir.
Bugün dahi Şii halk arasında bu türbenin civarında gömülenlerin Cennete girecekleri inancı yaygındır. Bu yüzden birçok yaşlı ve sakat Şii, hayatlarının son günlerini yaşamak üzere bu türbe civarına gelir öldüklerinde, türbe yakınlarına defnedilir.