İmam-ı Malik, ilim ve hadis rivayetiyle meşgul olan bir ailede ve çevrede yetişmiştir. Dedesi Malik, babası Enes ve amcası Süheyl, hadis rivayeti yapmışlardır. Dedelerinden biri Medine’ye yerleşmiş, Eshab-ı kiramdan Ebu Amr’dır. Yaşadığı muhit, Peygamberimizin yaşamış olduğu veİslamın hükümlerinin vaz edildiği, Ebu Bekr, Ömer ve Osman (radıyallahü anhüm) zamanlarında İslamın merkezi olan ve çok ilim ehlinin bulunduğu Medine idi. Önce Kur’an-ı kerimi ezberledi. Kendisinin isteği ve ailesinin yardım ve teşvikiyle ilim öğrenmeye başladı. Bu hususta kendisine en çok annesi ilgi göstermiştir. Annesine, ilim tahsiline gitmek istediğini söyleyince, ona en güzel elbiselerini giydirerek sarığını sarıp; “Şimdi git oku, yaz!” demiştir. Ayrıca oğluna “Rabiat-ur-Rey’e git onun ilim edebini öğren.” demiştir. Bu teşvik üzerine Rabiat-ur-Rey’in derslerine devam edip, genç yaşta re’ye dayanan fıkıh ilmini öğrendi. Diğer alimlerin de derslerine devam etmiş, bilhassa yanından hiç ayrılmadığı hocası Abdurrahman bin Hürmüz’den çok istifade etti. Genç bir talebe olan Malik, hocasına karşı büyük bir hayranlık, muhabbet duyar ve üstün bir edep gösterirdi. O, hocası hakkında şöyle der: “Abdurrahman ibni Hürmüz’ün derslerine on üç sene devam ettim. Ondan öyle ilimler öğrendim ki, bunların bir kısmını hiç kimseye söylemiyorum. O bid’at sahiplerini red bakımından ve insanların ihtilaf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgilisiydi.”
İmam-ı Malik, muhitindeki bütün alimlerden faydalanmış ve ilim uğrunda büyük bir fedakarlık göstermiştir. Bu hususta her türlü zorluğa katlanmış ve herşeyini harcamış, hatta tahsil uğruna evini dahi satmıştır. Kendisi şöyle demiştir: “Öğle vakti hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah’ın azatlısı olan Nafi’ye giderdim ve kapısında beklerdim. Nafi, hazret-i Ömer’den nakledilen ilimleri ve onun oğlu Abdullah’ın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli sıcaktan korunmak için hiçbir gölge bulamazdım. Nafi, dışarı çıkınca edeple selam verirdim ve onu kırmadan arkasından içeri girip, Abdullah bin Ömer şu meselelerde ne buyurmuştur? diye sorardım. O da bu suallerimi cevaplandırırdı.”
İmam-ı Malik, Nafi vasıtasıyla hazret-i Ömer’in ve oğlu Abdullah’ın ilimlerini öğrendi. Ayrıca İbn-i Şihab ez-Zühri’den veSaid bin el-Müseyyib gibi zatlardan ilim öğrenmiştir. Bu hocalarından da ders almak için üstün bir gayret ve dep gösterirdi. İmam-ı Malik şöyle anlatmıştır:
Bir bayram günüydü. Bayram namazını kıldıktan sonra, bugün İbn-i Şihab’ın boş vakti olur diyerek evine gidip kapısının önüne oturdum. Hizmetçisine kapıda kim var, bak, dediğini duydum, o da kumral yüzlü talebeniz var, deyince, onu derhal içeri al, demesi üzerine beni içeri aldılar. Biraz bekledim. İbn-i Şihab yanıma gelip bana; “Herhalde evine gitmeden buraya geldin, yemek yemedin değil mi?” dedi. Daha ben, hayır, demeden yemek hazırlanmasını emredince, yemeğe ihtiyacım yok, diye mukabelede bulundum. Bunun üzerine, öyleyse söyle bakalım ne istiyorsun, dedi. Bana hadis-i şerif öğretmenizi istiyorum efendim, deyince, yazı yazacak sayfalarını çıkar, dedi. Ben de çıkardım ve bana kırk tane hadis-i şerif rivayet etti. Biraz daha rivayet etmesini isteyince, şimdilik bu kadar yeter, bunları ezberleyip nakledersen sen de muhaddis olursun, dedi.
İmam-ı Malik, Ehl-i beytten Ca’fer-i Sadık hazretlerinden de ilim almış, onun sohbetinde bulunmuştur. Bu hususta kendisi şöyle anlatır: “Cafer bin Muhammed’e giderdim, o çok yumuşak ve güler yüzlüydü. Yanında Resulullah efendimiz anılınca yüzü sararırdı. Onun meclisine uzun zaman devam ettim. Her görüşümde ya namaz kılar ya oruçlu olur veya Kur’an-ı kerim okurdu. Abdestsiz hadis-i şerif rivayet etmezdi. Manasız sözleri hiç ağzına almazdı. O, takva sahibi, zahid (dünyaya rağbet etmeyen) ve abid (ibadet eden) alimlerdendi. Yanına geldiğim zaman yastığını alır, mutlaka bana ikram ederdi.”
Birgün hocası Ebü’z Zinad’a hadis rivayet ederken rastlamış ve halkasına katılmamıştır. Daha sonra hocası; “Bizim halkamıza niçin oturmadın?” diye sorunca, şu cevabı vermiştir: “Yer dardı, oturamadım. Peygamber efendimizin hadis-i şeriflerini ayakta dinlemek, edepsizlik olur, diye ayakta dinlemek istemedim”
Netice itibariyle İmam-ı Malik, ilmini, İbn-i Şihab-üz-Zühri, Yahya bin Said, Muhammed ibni Münkedir, Hişam bin Amr, Zeyd ibni Eslem, Rabia bin Ebi Abdurrahman ve daha birçok büyük alimden almıştır. Üç yüzü Tabiinden, altı yüzü de onların talebelerinden olmak üzere dokuz yüz hocadan hadis-i şerif aldı. Ayrıca; Eshab-ı kiramın büyüklerinden hazret-i Ömer’in, hazret-i Osman’ın, Abdullah bin Ömer’in, Abdurrahman bin Avf’ın, Zeyd bin Sabit’in fetvalarını ve vahyin gelişine şahit olan, Peygamberimizi görüp onun hidayet nurundan aydınlanarak, O’ndan öğrendiklerini nakleden diğer Eshabın fetvalarını ve kendisinin yetişemediği Tabiinin fetvalarını da öğrenmiştir. Akaide dair bilgileri ve diğer bütün ilimleri öğrenip, zamanının en büyük alimlerinden olup, ictihad derecesine yükselmiştir.
Peygamber efendimiz; “Öyle bir zaman gelir ki, insanlar her tarafı ararlar, Medine’deki alimden daha alim bir kimse bulamazlar.” buyurmuştur. Süfyan ve Abdullah ibni Ömer’in azatlısı olan Nafi ve Zühri, Medine’deki alimden maksad İmam-ı Malik’tir demiştir. Bu hadis-i şerifte, onun geleceği ve üstünlüğü bildirilmiştir.
İmam-ı Malik tahsilini tamamlayıp ilimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra ders vermeye, hadis rivayet etmeye ve fetva vermeye başlamıştır. Bu işe başlamadan önce de zamanında bulunan büyük alimlerle ve faziletli kimselerle istişare yapıp, onların da muvafakatını aldı. Bu hususta kendisi şöyle demiştir: “Her isteyen kimse hadis rivayet etmek ve fetva vermek için mesçide oturamaz. İlim erbabı ve mescidde itibarı olan kişilerle istişare etmesi gerekir. Eğer onlar, kendisini bu işe ehil görürlerse o zaman oturup ders ve fetva verebilir. Ben, ilim sahiplerinden yetmiş kişi benim bu işe ehil olduğuma şahitlik etmedikçe, mesçide oturup ders ve fetva vermedim.”
İmam-ı Malik ilk önce Peygamberimizin mescidinde ders vermeye başladı. Hazret-i Ömer’in oturduğu yere oturur ve Abdullah bin Mes’ud’un oturduğu evde otururdu. Böylece onların yaşadığı yerde ve çevrede bulunurdu. İmam-ı Malik de İmam-ı A’zam gibi derslerini mesçitte verirdi. Vakidi der ki: “İmam-ı Malik mescide gelir, beş vakit namazda ve cenaze namazlarında bulunurdu. Hastaları ziyaret eder, gerekli işlerini görür, sonra mescide gidip otururdu. Bu sırada talebeleri etrafına toplanıp ders alırlardı. Daha sonra rahatsızlığı sebebiyle evinde ders vermeye başladı.”
İmam-ı Malik’in hadis dersleri ve vuku bulmuş meselelerle ilgili dersleri, yani fetva işleri olmak üzere iki türlü ders meclisi vardı. Günlerinin bir kısmını hadis-i şerif öğretmeye, bir kısmını da sorulan meselelere fetva vermek için ayırırdı. Derslerini evinde vermeye başladıktan sonra evine ders için gelenlere sordururdu, eğer fetva için gelmişlerse dışarı çıkıp fetva verirdi. Sonra gidip gusleder, yeni elbiselerini giyer, sarığını sarar, güzel kokular sürünürdü. Kendisine bir de kürsü hazırlanırdı. Bundan sonra gayet güzel bir kıyafetle, hoş kokular sürünmüş olarak, huşu içerisinde derse gelenlerin yanına çıkardı. Hadis-i şerif dersi bitinceye kadar öd ağacı yakılır, güzel bir koku yayılırdı. Hac mevsimi hariç diğer zamanda Medinelilerden isteyen herkes onun dersine gelirdi. Dersleri tamamen evinde vermeye başlayınca hac mevsiminde dersini dinlemek isteyenleri evi almazdı. Bunun için önce Medinelileri kabul eder, bunlara hadis rivayeti ve fetva verme işi bitince, sonra sırasıyla diğerlerini içeri alırdı. El-Hasan bin Rabi’ der ki: “İmam-ı Malik’in kapısındaydım. Onun çağırıcısı önceHicazlılar içeri girsinler, diye çağırdı. Onlar çıkınca Şamlılar girsin, diye çağırdı. Daha sonra Iraklılar girsin, diye çağırdı. Yanına giren en son ben oldum. Ebu Hanife’nin oğlu Hammad da aramızda idi.”
İmam-ı Malik derslerinde vakar ve ciddiyet sahibi olup, lüzumsuz sözlerden tamamen uzak kalırdı. Bu hususu, ilim tahsil edenler için de şart koşardı. Bir talebesi şöyle dediğini nakleder: “İlim tahsil edenlere vakarlı ciddi olmak ve geçmişlerin yolundan gitmek gerekir. İlim sahiplerinin bilhassa ilmi müzakereler sırasında kendilerini mizahtan uzak tutmaları gerekir. Gülmemek ve sadece tebessüm etmek, alimin uyması gereken adabdandır.”
Yine bir talebesi şöyle der: “İmam-ı Malik, bizimle oturduğu zaman sanki bizden biri gibi davranırdı. Konuşmalarımıza çok sade bir şekilde katılırdı. Hadis-i şerif okumaya ve anlatmaya başlayınca onun sözleri bize heybet verirdi, sanki o, bizi biz de onu tanımıyorduk.”
İmam-ı Malik elli sene müddetle ders ve fetva vermek suretiyle, insanların müşkillerini çözmüş ve kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Onun talebelerinin her biri memleketlerinin müracaat edilen alimleri ve rehberi olmuşlardır.
İmam-ı Şafii’nin İmam-ı Malik’in talebesinden olması, bu büyük imamın şeref ve üstünlüğüne kafidir. Kendisinden birçok kimseler ilim öğrenip, içlerinden büyük kimseler çıkmıştır. İmam-ı Şafii, Muhammed bin İbrahim bin Dinar, Ebu Haşim ve Abdülaziz bin Ebu Hazım, Osman ibni Hakem, Abdurrahman ibni Halid, Main bin Îsa, Yahya bin Yahya, Abdullah bin Vehb gibi talebeleridir ki, bunlardan bir kısmı da, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed ibni Hanbel, Yahya ibni Main ve diğer hadis alimlerinin üstatlarıdır. Celaleddin Süyuti, İmam-ı Malik’ten hadis rivayet eden 993 zatın isimlerini elif-ba sırasıyla Kitabü Tezyin-il-Memalik bi Menakıb-ıs-Seyyid İmam Malik adlı kitabında yazmıştır.
İmam-ı Malik, herhangi bir dini meselenin hükmünü tayin için, Kur’an-ı kerim’e, hadis-i şeriflere, ümmetin icmaına ve lüzum olduğunda kıyasa müracaat ederdi. Ayrıca Medine ehlinin ittifaklarını da, icmadan başka, müstakil bir delil kabul ederdi.
İmam-ı Malik’in bu usullere göre ictihad ederek çıkardığı hükümlere, Rivayet Yolu veya Hicaz Âlimlerinin Yolu denir ki, bu yolun imamı, İmam-ı Malik’tir. O, ictihadlarıyla Müslümanların işlerinde, amellerinde uyacakları bir yol gösterdi; bu yola Maliki mezhebi ve Ehl-i sünnet itikadında olan Müslümanlardan, amellerini, yani ibadet ve işlerini bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara Maliki denir.
Onun mezhebi daha çok Afrika’nın kuzeyinde yayılmıştır. Eskiden Hicaz, Basra, Mısır ve Endülüs’te; Sicilya, Fas ve Sudan’da da yaygındı. (Bkz. Maliki Mezhebi)
Maliki mezhebinde en meşhur fıkıh kitabıEt-Tefri’ fi’l-Füru’ ve El-İhkam-ül-Füsul kitaplarıdır. Bunlar Arapçadır.
Menkıbelerinden ve sözlerinden bir kısmı şunlardır;
İmam-ı Şafii buyuruyor ki: “Âlimler anıldığı zaman İmam-ı Malik onlar arasında parlak bir yıldız gibidir. Benim üzerimde minneti ve ihsanı ondan çok olanı yoktur.”
Hazret-i İmam, ilim bakımından ne kadar yüksek ise, ahlak, zühd, takva ve kerem bakımından da öyle yüksekti.
İmam-ı Malik, ilimde ve dinde çok edepliydi. Din bilgisine hürmet ve tazimi şaşılacak derecede fazlaydı. Bir hadis-i şerifi rivayete, anlatmaya başlıyacağı zaman abdest alır, sarığını ve elbisesini giyer, sakalını tarar, temizler, güzel kokular sürünürdü. Hiçbir şeyle meşgul olmadan edeple, oturduğu yerden, heybetli olarak anlatırdı.
Zehebi, Tezkiret-ül-Huffaz kitabında hazret-i İmam’ı şöyle anlatır: “Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet, sünnet-i seniyyeye uyma, fıkıhta, fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zattı. Fetva vermede aceleciliği sevmez, çok kere “Bilmiyorum!” derdi ve “İlmin kalkanı bilmiyorum demektir.” buyururdu.
Birgün halife Harun Reşid dedi ki: “Ya İmam senin kitaplarını çoğaltıp, her yere göndereceğim. Herkesin bunlara uymasını ve senin mezhebinde olmalarını emredeceğim.”
İmam-ı Malik hazretleri: “Ya halife, hadis-i şerifte; «Ümmetimin ihtilafı rahmettir.» buyuruldu. Âlimlerin ihtilafı Allahü tealanın rahmetidir. Hepsi hidayet üzeredir. Müslümanlar bu rahmetten mahrum bırakılamaz.” buyurdu. Bunun üzerine halife bu arzusundan vazgeçti. Harun Reşid, İmam-ı Malik hazretlerinden hergün evine gelip, oğlu Emin ile Me’mun’a ders vermesini istedi. İmam-ı Malik hazretleri halifeye buyurdu ki: “Ya halife, uygun olanı çocuklarınızın bizim eve gelip gitmesidir. Allahü teala, sizi daha aziz etsin! İlmi aziz ederseniz, aziz olur, zelil ederseniz zelil olursunuz. İlim bir kimsenin yanına gitmez, o ilmin yanına gelir. Bunun üzerine halife, İmam-ı Malik’ten özür diledi ve hergün çocuklarını imama göndererek ders aldırttı.
Buyurdular ki:
“İnsan kendisi için hayır işlemez, kendisine iyilik yapmazsa, insanlar da ona hayır ve iyilik yapmaz.”
“İlim, çok rivayet etmek değildir. İlim bir nurdur. Allahü teala bu nuru mümin kullarının kalbine koyar.”
“Mescide giren münafıklar, kafesteki serçe kuşlarına benzer. Kafesin kapısı açılır açılmaz uçarlar, kaçarlar.”
“Kendisine hayrı olmayan kimsenin başkasına hayrı olmaz.”
“Bir kimse kendini övmeye başlarsa değeri düşer.”
“Eğer elimde imkan olsaydı, Kur’an-ı kerimi kısa aklıyla, kendi görüşüne göre tefsir edenin boynunu vururdum.”
“İlim öğrenmek istiyen kimsenin vakarlı ve Allah’tan korkar halde olması lazımdır.
Eserleri:
Muvatta adındaki hadis kitabı çok kıymetlidir. Muvatta’yı kırk senede meydana getirmiştir. Başlangıçta içinde dört bin hadis-i şerif varken sonuna doğru bine indirmiştir. Çok alimler bunu şerh etmiştir. Şerhlerinden en meşhuru El-Müdevveret-ül-Kübra adlı eseridir. Muvatta, aynı zamanda ilk hadis kitabıdır. Bu kitapta ayrıca İmam-ı Malik’in ictihad ettiği fıkhi mevzular da bulunmaktadır. Biri, Yahya bin Leysi’nin rivayeti, diğeri de İmam-ı A’zamın talebesi Muhammed Şeybani tarafından yapılan iki rivayeti vardır. Bu eserinden başka Abdullah bin Abdülhakim Mısri tarafından rivayet edilen Kitab-üs-Sünen adlı fıkha dair bir eseri, kadere, kazai hükümlere dair ve fetvalarını bildiren Risale fil-Fetva gibi eserleri vardır.