İslamiyetin ilk yıllarında ve daha sonraki harplerde ihtiyaç duyulduğu zaman kadınlar savaşa katılır, yaralıları tedavi ederlerdi. Nitekim Uhud savaşında hazret-i Fatıma savaşta yaralanan Peygamber efendimizin yaralarını bizzat sarıp tedavi etmişti. Sonraları kurulan İslam devletlerinde yardımlaşma ve harp yaralılarını tedavi, çeşitli şekillerde yapıldı.
Selahaddin-i Eyyubi 1192 yıllarında Üçüncü Haçlı Seferinde, Saint Jean Şövalyelerinin Müslüman Türk karargahına gelerek Hıristiyan yaralıları ile meşgul olmalarına, tedavi etmelerine izin vermişdi.
Birinci Napolyon, 1798 tarihinde Akka Kalesini muhasara ettiği zaman, ordusunda veba çıkıp yayılmış ve hastalığa karşı çaresiz kalınca, düşmanı olan Müslüman Türklerden yardım istemek zorunda kalmıştı. O zamanki bir Fransız eserinde şöyle yazılmaktadır: “Türkler ricamızı kabul ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz giyinmiş, ak yüzlü kimselerdi. Evvela dua etdiler ve sonra ellerini bol su ve sabun ile uzun uzadıya yıkadılar. Hastalarda zuhur eden hıyarcıkları neşterle yardılar. İçindeki sıvıyı akıtarak yaraları tertemiz yıkadılar. Sonra hastaları ayrı ayrı yerlere koydular ve sağlamların mümkün olduğu kadar onlara yanaşmamasını tenbih ettiler. Hastaların elbiselerini yakıp yeni elbiseler giydirdiler. En nihayet ellerini yıkadılar ve hastaların bulunduğu yerlerde öd ağacı yakarak tekrar dua ettiler. Bizden hiçbir ücret veya hediye kabul etmeden yanımızdan ayrıldılar.”
Osmanlı ordusunun özel hekimbaşısı vardı. Harpte hekimbaşı maiyeti ile beraber ordunun gittiği yere gitmek mecburiyetindeydi.
İnsanlara merhamet etmeyene, Allahü teala yardım, merhamet etmez.
Allah'ın sevdiği ev, yetim bulundurulan ve ona iyilik yapılan evdir.
İnsanların en iyisi insanlara hizmet edendir.
Kalbinde merhameti olmayanın imanı yoktur.
Hadis-i şerifleri Müslümanların merhametli, hayırsever olmalarını emretmektedir. Dinimizde zekat vermek farzdır. Sadaka ise durumu müsaid olanların ihtiyaç sahiplerine yaptıkları yardımlardır. Osmanlı Devletinde vakıflar, aşhaneler insanlara hizmetin en güzel misalleridir.
Müslümanlar arasında İslamiyetle başlayan, felaketzedelere, muhtaçlara ve yaralılara yardım, Avrupa'da 19. yüzyılda ve kısmen ortaya çıkmıştır. İnsanların isteyerek bu işe koşmamaları Avrupa'da yardım yapılabilecek idari teşkilatlar kurmayı mecbur etmiştir. Zira muhtaçlara, kazazedelere yardım elini uzatmak, bir inanç gereğidir. İnançlar zayıflayıp bu iş yapılmadığı zaman bir kuruluşa ihtiyaç duyulur.
Osmanlılarda, kurulduğu yıllardan beri belli bir sistem ve kural içinde muhtaçlara, kazazedelere, yaralılara yapılan yardım, 1877 yılında teşkilatlandırılıp bir cemiyet şekline geldi.
1877'de beyaz üzerine kırmızı hilal bayrak sembol kabul edilerek Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti kuruldu. 1923'te Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti, 1935'te Türkiye Kızılay Derneği adlarını aldı.
Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti, 1877'deki Osmanlı-Rus Savaşında, cephe gerisinde 9 seyyar hastahane, İstanbul'da 4 hastahane açarak buralarda 25 bin yaralı ve hasta askere baktı. 1897'deki Türk-Yunan Harbinde cemiyet 2 hastahane vapuru kiralayarak yaralı ve hasta askerleri İstanbul'a taşıyıp tedavi etti.
İstanbul'da baş gösteren kolera salgını ve 1911'deki büyük Aksaray yangını Hilal-i Ahmer'in barış yıllarında kayda değer ilk ve geniş faaliyetleri oldu. Bundan sonra arka arkaya gelen Trablusgarb, Birinci ve İkinci Balkan harpleriyle, Birinci Dünya Harbi, Hilal-i Ahmerin üç kıta üzerindeki aralıksız, çok geniş ve sıkışık, fedakarlıklarla dolu uzun bir devresini teşkil eder.