Haraç
Alm. Tribut (m), Kopfsteur (f), Fr. Tribut (f), capitation (f), İng. Tribut, land tax. İslâm hukûkunda, zorla alınıp gayri müslimlere bırakılan veya sulh ile alınıp, gayri müslimlere âit olan toprakların mahsûlünden alınan vergi. Lügatte haraç, “darlık, sıkıntı, meşakkat veya bir yerden, bir kimseden zorbalıkla alınan para” mânâlarına kullanılmaktadır.Haraçlı toprağın sâhibinden mahsûlün vergisi olarak beşte bir, dörtte bir, üçte bir ve yarısı kadar miktârlar alınabilir. Bunlardan birini takdîr yetkisi devlet başkanına âittir.
İslâm toprak hukûkunda şahıs mülkü olan arâziler öşürlü ve haraçlı arâziler olmak üzere iki kısma ayrılır. Zorla alınıp da, kâfirlere bırakılan sulh ile alınan kâfir topraklarından haraç alınır. Haraçlı toprağı, sâhibi, Müslümana vakfetse veya satsa yine haraç verilir. Kâfir ölürse, vârisleri haraç vermek zorundadır. Vârisi kalmazsa Beytülmâlın (devlet hazinesinin) olup haraç düşer, yâni verilmez. Hükûmet bu mîrî (devletin olan) toprağı satar veya vakfederse, alan haraç vermez, öşür verir (Bkz. Öşür). Beytülmâlın toprağını, hükûmet kirâya verirse, her sene alınan kirâ haraç yerine geçer. Ayrıca öşür de alınmaz. Çünkü, haraç alınan yerden öşür alınmaz. Beytülmâla âit toprağı, devlet başkanından başka kimse satamaz. Haraçlı toprak sâhibi Müslüman olsa veya bu toprağı vakfetse, yine haracı verilir. Osmanlıların son zamanlarında, Beytülmâla âit mîrî toprakların çoğu devlet tarafından vakfedilmiş veya millete satılmış, her iki şekilde de öşürlü olmuştur. Böylece, Anadolu ve Trakya’daki toprakların hemen hepsi öşürlü olmuştur. Öşürlü olmayan toprak, haraçlı olur.
Müslümanların savaş, istilâ ve barış yoluyla düşman ülkesini ele geçirip, arâzisinin mülkiyet ve tasarruf hakkını Müslüman olmayan vatandaşlara bıraktığı topraktan veya mahsûlünden alınan haraç miktârını tesbit ve takdir yetkisi devlet başkanına âittir. Haraç miktârını devlet başkanı, tâyin ettiği memurları vâsıtasıyla da yaptırabilir. Haraç, mahsûlün beşte biri, dörtte biri, üçte biri, yarısı kadar olabiliyordu. Haracın bu miktarları arâzinin verimlilik derecesi, ekilip dikilen ürünün cinsi ve sulama şekline göre değişirdi.
Şehirlerin topraklarına, maktu (kesin) bir mikdâr ücret takdir edilip, bunun üzerinden senede bir defâ haraç alınırdı. Buna “Harâc-ı muvazzaf” denir. Muvazzaf, muayyen, belli edilmiş demektir. Arâzi mahsûlünün en az beşte biri ve en çok yarısı kadar alınan haraca da “Harâc-ı mukâseme” denir. Topraktan yılda kaç defâ mahsûl elde edilirse, her hâsılattan, tâyin edilen miktarda haraç alınır. Toprak sâhibi, haraçlı arâzisini istemeyerek ekmez veya terk ederse yine haraç alınır. Bir özür sebebiyle ekmemiş, terk etmişse haraç alınmazdı. Haraçlı arâzi kirâya verilirse, haracı toprak sâhibi verir. Âriyette ise, âriyet alana âit olurdu.
Haraç da, cizye gibi bütün Müslümanların umûmî menfaatı için harcanan fey mallarındandır. “Fey” savaştan sonra, Müslüman olmayı kabul etmeyenlerden zorla alınan mallardır (Bkz. Fey). Bunlar, yol, köprü, han, okul, câmi, mahkeme gibi umûmî ihtiyaçlara ve millî savunmaya, devlet ve milleti yaşatmak için çalışan vazîfelilere harcanırdı. Başka yerlere harcanmamasına çok dikkat edilirdi. Beytülmâlın dört hazînesinden birinde mal tükenir ise, diğer üç hazînesinde bulunan maldan buraya ödünç olarak aktarılırdı. Ancak haraç ve cizyenin bulunduğu kısımdan alınan mallar ödünç olmaz ve geri iâde edilmezdi. Zîrâ bu bölüm umum masraflara harcanırdı.