Padişah İkinci Abdülhamid Han; Şark meselesi adı altında, Avrupalı devletler tarafından istenilen reformların, Hıristiyan tebea için önce muhtariyet sonra istiklal; Osmanlı Devleti için de zayıflama ve parçalanma anlamına geldiğini, yaşanan tarihi tecrübeler vasıtasıyla gayet iyi biliyordu. Bu yüzdendir ki, bütün gücü ve maharetiyle Doğu Anadolu’yu kurtarmaya, orada bir Ermenistan devletinin kuruluşunu engellemeye, Rum ve İngiliz emperyalizminin hareket kabiliyetini azaltmaya çalıştı. Bunun için takib ettiği politikanın esası şunlardır:
1. Devletin askeri ve mülki otoritesini maddeten ve manen Doğu Anadolu’da tesis etmek.
2. Bütün Anadolu halkının menfaatini koruyan reformlar yapmak, sadece Ermeniler lehine yapılacak olanları reddetmek.
3. Resmi kuvvet ve otoritenin yetersiz kaldığı yerlerde, mahalli kuvvet ve otoritelerden faydalanmak.
4. Doğu Anadolu’ya batı taraftarı ve hayranı memurları yollamamak.
5. Büyük devletlerin reform isteklerini geciktirmek ve uygulamamak.
6. Ermenilerin olup bittileri karşısında kalmamak için Müslüman halkı, özellikle aşiretleri silahlandırmak ve onları müteyakkız hale getirip uyandırmak.
7. Avrupalı misyonerlerin faaliyetlerini engellemek veya kontrol altında bulundurmak.
8. Ermenilerin çıkaracağı her türlü hadiseye zamanında müdahale etmek veya ettirmek.
9. Aşiretlerden askeri birlikler teşkil etmek.
Sultan Abdülhamid, bilhassa bu son madde ile doğuda kurulacak askeri alayların çeşitli faydaları olacağını ümid etmekteydi. Doğu Anadolu’da asayişin bozulmasına sebeb olan aşiretler bu olaylar sayesinde hem inzibat altına alınmış, hem de Ermeniler karşısında teşkilatlandırılmış olacaktı. Ayrıca Rus ordularına karşı kullanılabilecekti. En mühimi ise, yabancı devletlerin aşiretler üzerindeki tahrik ve propagandası önlenmiş olacaktı.
Bu sırada Doğu Anadolu aşiretleri 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının ortaya çıkardığı otorite boşluğu sebebiyle birbirleriyle mücadeleye girişmişlerdi. Ayrıca merkezi otoritenin temsilcileri olan mahalli otoriteyi de dinlemez bir hale gelmişlerdi. Bölgede tampon bir Ermeni devletinin kurulmasını isteyen İngiltere de aşiretlerin bu tutumunu teşvik ederek onları tahrike başladı ve her türlü desteği vadetti. Bu tahrik ve destekler neticesinde bazı aşiret reisleri Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlere başladılar.
Tehlikeyi sezen İkinci Abdülhamid Han, hiçbir devlet nizamı tanımayan aşiretleri medenileştirmek, disiplin altına alarak eğitmek ve aralarındaki kavgalara son vererek bu yöndeki aksiyonu devlet menfaatine kullanmak üzere Hamidiye alaylarının kurulmasını emretti (1890).
Dördüncü ordu kumandanı Müşir Zeki Paşanın da desteklediği bu projeye, paşaların büyük bir kısmı karşı çıktı. Buna rağmen Abdülhamid Han, Zeki Paşayı bu işle görevlendirdi. Kendisine Erzincan’ı merkez seçen Müşir Zeki Paşa 1891 ilkbaharında faaliyete geçti. İlk iş olarak Mirliva Mahmud Paşayı Van, Malazgirt, Hınıs taraflarına gönderip aşiretlerden Hamidiye Alaylarının teşkilini başlattı. Bu faaliyet beş yıl sürdü. 1896’da Erzincan, Dersim, Erzurum, Diyarbakır, Van, Malazgirt, Urfa ve doğuda daha birçok yerde Hamidiye Süvari Alayı meydana getirildi. Bu dönemde sadece Erzurum vilayeti dahilinde 8 alay kuruldu.
1891’de ilk olarak çıkarılan elli üç maddelik nizamnamede Hamidiye Süvari Alaylarının nasıl kurulacağı ve özelliklerinin nasıl olacağı açıklanmıştır. Buna göre; bu alayların isimleri Hamidiye Süvari Alayları’dır. Bu alaylar, dört bölükten az, altı bölükten fazla olmayacaktır. Her bölük; dört takımdan, her takım da 32 neferden noksan, kırk sekiz neferden fazla olmayacaktır. Her alay en az 512, en fazla 1152 kişiden meydana gelecektir. Her dört alay bir liva sayılacak. Büyük aşiretlere bir veya birden fazla alay, küçük aşiretlere ise bir kaç bölük kurma hakkı verilecek. Ancak alay kurulması ve eğitim maksadıyla aşiretlerin birleştirilmesi önlenecek, merkezi otoritenin veya ordu kumandanlarının emri ile sadece savaş zamanında birleştirilecekti. Her alaydan iki çavuş ordu-yu hümayun merkezine gönderilip mekteb alayında eğitime tabi tutulacaktı. Ayrıca her alaydan bir çocuk seçilerek İstanbul’a gönderilecek, orada süvari mektebinde tahsil gördükten sonra mülazımlık (teğmen) rütbesiyle memleketine ve alayına dönecekti.
Belirtilen esaslarda kurulan Hamidiye Alaylarına katılmak için her aşiret severek müracat ettiğinden, hepsini alma imkanı olmuyordu. Hamidiye Alaylarının sayısı ilk zamanlar 50 civarında iken, zamanla 100’e yaklaştı. Alaylara katılmak için güneydeki Arap kabileleri de müracaat ediyorlardı. Hatta 17 ve 18. asırlarda devlete karşı isyan eden ve zarar veren, Haleb civarındaki Şummar Arap Kabilesi de Hamidiye Alayları teşkil etmişti. Hamidiye Alaylarına katıldıktan sonra zararlı durumdan çıkmış, Birinci Dünya Savaşında güneydeki cephede büyük faydalar sağlamışlardı. Libya’da kurulan Hamidiye Alayları da 1930’lara kadar İtalyanlara karşı mücadele ettiler.
Söz konusu nizamnamenin hazırlanıp kabul edilmesiyle, Müşir Zeki Paşanın nezaretinde Hamidiye Alayları kuruldu. 1891’de pekçok aşiret reisi İstanbul’a gelerek Sultan İkinci Abdülhamid Hanı ziyaret ettiler ve bağlılıklarını arz ettiler. Sultan İkinci Abdülhamid Han da onların her birine hediyeler ve nişanlar vererek taltif etti. Böylece merkezi otorite ile aşiretler arasında önceden olmayan diyalog kurulmuş oldu. Fakat her şeye rağmen Hamidiye Alaylarıyla dirlik düzenlik sağlamak kolay olmuyordu. Aşiret hayatına alışmış insanlardan muntazam askeri birlikler meydana getirmek zordu. Bu durumları bilen Sultan İkinci Abdülhamid Han, aşiretlere karşı devamlı hoşgörü ve sabırla muamele edilmesini tavsiye etti. Hatta iradelerinin birinde; “Normal askeri birlikler gibi hareket etmeleri imkansız ise de, hiç olmazsa bu sayede disiplin altına alınmış ve neticede günün icablarına göre, az da olsa, eğitilmiş olurlar.” dedi.
Askeri yönden stratejik önemi haiz yerlerde teşkil edilen Hamidiye Alaylarının her birine, bir tarafında Kur’an-ı kerimden bir ayet, diğer tarafında ise padişah armasıyla işlenmiş kırmızı atlastan sancaklarla, beyaz ipek kumaşa yaldızla yazılmış fermanlar verildi. Zaman zaman Erzincan’a gelerek Müşir Zeki Paşaya bağlılıklarını bildiren aşiret reisleri, 1893’te kalabalık bir grup halinde İstanbul’a giderek Padişah tarafından kabul edildiler.
Hamidiye Alaylarıyla ilgili ilk nizamnamenin dört yıllık uygulamasından sonra elde edilen tecrübeler ışığında, 1896 yılı başlarında yeni nizamname hazırlanarak yürürlüğe girdi. Birinciye göre daha ayrıntılı olan nizamnamede yeni hükümler yer aldı. Ayrıca alay ve bölük kadrolarının yetiştirilmesiyle ilgili yeni hükümler ve uygulamalar getirildi. Bütün askeri okulların kapısı aşiret çocuklarına açıldı. Aşiretleri devlete yakınlaştırmak ve devletle kaynaştırmak için aşiret mektebi açıldı ve pekçok aşiret çocuğu yetiştirildi.
Hamidiye Alaylarının kurulmasıyla Sultan İkinci Abdülhamid Hanın aşiret reisleri ve din adamlarıyla olan sıkı münasebetleri neticesinde, merkezi otorite kuvvetlenerek çarlık Rusyasının Türkiye üzerindeki emelleri, İngilizler ve Fransızların, Ermenileri kışkırtma yoluyla çıkarmak istedikleri olayların yanında, kan davası ve aşiret kavgalarının önüne geçildi. İmar faaliyetleri hızlanarak yeni tesisler kurulup sosyal ve iktisadi gelişmelere sebeb olundu. İstanbul ile Diyarbekir arasında ve bölgede telgraf hatlarıyla diğer muhabere vasıtaları Hamidiye Alayları sayesinde gelişti.
O günkü şartlarda Doğu Anadolu’nun ve diğer bölgelerin sosyal ve iktisadi meselelerinin hallinde çok büyük rolü olan Hamidiye Alayları, siyasi bakımdan emperyalist devletlerin ve azınlıkların hedefi haline geldi. Çünkü bu güçler ve azınlıklar gayelerine ulaşabilmek yolunda Sultan İkinci Abdülhamid Hanı ve Hamidiye Alaylarını en büyük mani görüyorlardı. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın tahttan indirilmesinden sonra, iktidara yerleşen İttihad ve Terakki, Hamidiye Alaylarının teşkilatını lağvetti. Aşiret hafif süvari alayları adıyla yeniden düzenlendi ve sayıları da azaltılarak 24’e indirildi. Doğuda meydana gelen Ermeni isyanlarında önemli faydası görülen bu alaylar, Balkan Savaşında yerinden oynatılmadı.
1913 yılında, alaylar yeni bir teşkilatlanma içerisine sokularak ihtiyat süvari alayları adı altında, iki fırka halinde, merkezi Erzurum olan dokuzuncu kolorduya bağlandılar. Birinci Dünya Harbinde doğuda dinç ve zinde olarak Ruslara karşı kahramanca çarpışan bu alaylar, pek çok kahramanlık gösterdiler ve Rus birliklerini ric’ate zorladılar. İran, Rus, İngiliz, Fransız ve Ermeni saldırılarına karşı devletin yanında mücadele veren bu alayların pekçok neferi, çarpışmalar esnasında şehid düştü.