Erken teşhis edilen glokom, gözde daha fazla yıpranma oluşmadan kontrol altına alınabilir. 30 yaşını aşmış erişkinler her yıl düzenli göz muayenesi olmalı, göz tansiyonunu kontrol ettirmeli ve gerekirse görme alanı inceleme testleri yaptırmalıdır.
Glokom yüksek göz içi basıncının neden olduğu retina ve optik diskte sinir lifi harabiyeti yapan ve optik sinir atrofisi sonucu görmeyi tehdit eden kronik progresif bir göz hastalığıdır.
Glokom teriminin kökü eski Yunan yazmalarından gelmekle birlikte, görme kaybı ile yükselmiş göz içi basıncı arasındaki ilişkiden ilk defa X ve XIV yüzyıl arap yazmalarında bahsedilmektedir. XVII yüzyılda Banister tarafından Avrupa literatürüne sokulmuş ve glokom terimide Guthrie ( 1823 ) tarafından kullanılmıştır.
XIX yüzyılda Donders Von Graefe ve Müllerin çalışmaları ile başlayan glokom üzerindeki araştırmalar halen bir çok araştırmacının yoğun çalışmaları ile devam etmektedir.
Glokom tek başına bir hastalıktan ziyade göz içi basıncının, optik sinir başının normal fonksiyonlarını olumsuz etkileyecek kadar yüksek seyretmesi ile karakterize bir hastalık grubudur.
Glokom birçok ülkede önlenebilir körlük nedenleri arasında başta gelmektedir. Yaygınlığı iş gücü kaybı ve sakatlık açısından bakıldığında önemli bir toplum sağlığı sorunu olması nedeniyle bu konuda çalışmalar çok sayıda olmuş ve birçok alternatif tedavi metotları geliştirilmiştir.
Yaşam süresinin uzaması ile birlikte glokom hastası sayısının da artacağı öngörülmektedir. 2000 yılında tüm Dünya’ da 66,8 milyon glokom hastasının olacağı ve bunların 6,7 milyonunun glokoma bağlı olarak iki gözde görme yeteneğini kaybedeceği tahmin edilmektedir ( TOG 2001 – 4). Genel popülasyonun 10 000 de 28 i olarak bildirilen sıklık 40 yaşın üzerindeki popülasyonda % 0.5 - 1 arasındadır. ABD ve İngiltere’ de edinsel körlüklerin % 20 si glokoma bağlıdır. ABD’ de 2 milyon glokomlu olduğu, 1 milyon kişinin de hastalığından habersiz yaşadığı ve glokom nedeniyle oluşan legal körlüklerin, tüm körlüklerin % 11’ ini oluşturduğu bildirilmiştir (33). Bu sonuçlarında gösterdiği gibi tanının erken konulması, görme ve görme alanının korunması açısından önemlidir.
Glokom hastalığı günümüzde önemli bir halk sağlığı problemi olmakla birlikte, halen dünyada körlüğün en önde gelen nedenlerinden biridir. Glokom tek bir hastalık olmayıp yüksek göz içi basıncı, retina sinir lifi kaybı, cup disk değişiklikleri ve görme alanı kaybı ile karakterize hastalıklar gurubudur.
Glokomun cerrahi tedavisinde altın bir standart olarak yerini halen koruyan trabekülektomi ilk kez Sugar tarafından tanımlanıp, 1968 yılında cairns tarafından geliştirilmiştir. Ancak bu tekniğin sığ ön kamera, koroidal dekolman, hipotoni, flep ile ilgili sorunlar ve endoftalmi riskinde artış gibi komplikasyonların olabileceği bilinmektedir (1-4). Son yıllara kadar bu teknikte çeşitli antimetabolitlerin eklenmesi ve ayarlanabilir sütür kullanımı dışında çarpıcı bir gelişme olmamıştır.
Geçmişte ön kameraya girmeden glokomu cerrahi olarak tedavi etme girişimleri olmuştur. Krasnovun sinusotmisi schlem kanalını tam kat açmayı ön görmekte fakat teknik tam anlaşılamamakta, Kozlovun tanımladığı derin sklerektomide ise diseksiyonun derinliği belirsiz kalmakta ve sonuçlar tam olarak verilmemektedir. Bu nedenle her iki teknikte yeterince ilgi görmemiştir. Bu iki tekniğe ilave olarak yakın zamanda Stegman’ nın tanımladığı Viskokanalostomi işlemide perforan olmayan trabeküler cerrahi olarak tanımlanmıştır.
Viskokanalostomi aslında derin sklerektomi işlemine ilave olarak, schlem kanalına yüksek viskoziteli viskoelastik madde verilmesinden ibaret bir işlemdir.
1991 yılında Stegman tarafından tanımlanan bu tekniğin en önemli avantajları external filtrasyonun olmaması ve parasentez dışında göz içine girilmemesidir. Dolaysıyla görme kaybı, katarakt oluşumu, geç rehabilitasyon sığ ön kamera, koroid dekolmanı kistik bleb ve endoftalmi gibi komplikasyonlara nadiren yol açmaktadır. Tekniğin öğrenme döneminde zorluklar olmasına rağmen ciddi bir komplikasyon oluşmamakta ve sorun çıktığında kolaylıkla trabekülektomiye geçilebilmektedir.