Ülke Deneyimleri
İki Latin Amerika ülkesi Şili ve Kolombiya`nın sermaye girişleri üzerine getirdiği, Malezya`nın da sermaye çıkışları üzerine getirdiği kontroller gelişmekte olan ülkelerin sermaye hareketleriyle mücadele etmelerinde önemli deneyimlerdir.
Şili Deneyimi
Latin Amerika`nın en güçlü ekonomilerinden birine sahip Şili 199198 yılları arasında sıcak paranın ülkeye girişine sermaye kontrolleri ile cevap vermiştir. Şili, fiyat (piyasa) yönlü kontroller uygulaması nedeniyle birçok akademisyen tarafından takdirle karşılanmıştır. Ayrıca Şili`nin 1994 yılında Meksika krizinden etkilenmemesi ve Asya krizini de hafif bir resesyonla atlatması bu ilginin nedensiz olmadığını gösterir.“Şilinin 1930`larda başlayan sermaye akımları üzerindeki kontrolü, 1970`lerin ortasına kadar devam etmiştir. 1970`lerin ikinci yarısıyla dereceli serbestleşme hareketi başlamış, 1980 Latin Amerika borç krizi sonrasında kontroller tekrar sıklaştırılmıştır” (Gallego, 2002: 4).
Ülkenin sermaye hareketlerine karşı en son kontrol uygulama girişimi 1989 sonrasında meydana gelen olaylar çerçevesinde gelişmektedir. 1989 yılında ülkenin enflasyonu önlemek için faiz yükseltmesi aynı tarih de vuku bulan sermaye bolluğu ile çakışınca ülkeye büyük bir sermaye girişi yaşanmıştır.
1990`lı yıllar boyunca ülkenin yüksek sermaye girişine maruz kalmasını: 1989 yılında gelişmekte olan ülkelerin borçlarının borç senetlerine dönüştürülmesi, 199293 yılları arasında Amerika`da son 30 yılın en düşük faiz oranlarının görülmesi ve 1995 sonrası Meksika Krizi`nden yara almaması nedenleriyle açıklayabiliriz.
“1970`lerde neoliberal deneyim sırasında, yabancı sermaye akımlarının ülkeye girişi tüketim patlaması ve yerel paranın değerlenmesine yol açmıştır” (Epstein, 2003a : 12). Otoriteler 70`lerin sonunda yaşanan durumun bir daha yaşanmaması için sermaye kontrollerine başvurmuşlardır.
Genel anlamda Şili kontrollerinin temel amaçları şunlardı:
* Para ve döviz kuru politikalarının çevrim karşıtı kullanma olanağının artırılmasıdır. Sermaye akımlarının yerel talebi aşırı şişirmesi nedeniyle cari işlemler hesabı giderek büyüyen açıklar verecektir. Bu koşullar altında, sermaye kontrolleri daha düşük faiz ve yerel paranın değerlenmesine yönelik sermaye akımlarını caydırmaktadır.
* Sermaye kontrolleri uluslararası finansal çevredeki ani değişmelere yerli ekonomilerin kırılganlığını azaltmaktadır. Toplam sermaye akımları içinde likit ve kısa dönemli yükümlülükleri azaltma ve yerli ekonomik ajanların yabancı dövizdeki açık pozisyonlarını sınırlamaya yönelik girişimler bu çerçevede düşünülmelidir.
* Sermaye kontrolleri, yabancı tasarrufların ekonomiye yerli tasarrufların tamamlayıcısı olarak katılmasını sağlamaktadır. Tüketimi finanse eden kısavadeli sermaye yerine üretken yatırımları finanse eden uzunvadeli sermaye akımlarına işaret etmektedir (Davis ve Villar, 2003: 19).
* Ülkenin 1989 sonrası yaşadığı sermaye girişleri ülkeyi enflasyonla mücadele ederken yakalamıştır. Normal koşullar altında, ülkenin yüksek faiz politikasıyla enflasyonu yenme arzusu yüksek faizin çekiciliğine yakalanan sermayenin ülkeye girişlerinin yol açtığı sorunlar nedeniyle gölgelenmektedir. “Toplam talebi kontrol etmek için gerekli yerli faiz oranlarının düzeyi faiz arbitrajı arayan sermaye akımları için teşvik oluyordu.” (Ariyoshi, 2000: 69).
Yüksek faiz için içeri giren sermaye akımları ülkenin parasının değerlenmesine neden oluyordu. Yerel paranın değerlenmesi ülkenin rekabetçiliğini de olumsuz etkilemekteydi. Politika yapıcıları bu duruma müdahalede aşağıdaki bir politika seti kullanmıştır.
* Sterilizasyon
* Kur Politikası
- Sermaye Kontrolleri
Ülkenin 1989 yılında başlayan sıcak para akımına karşı 1991 yılına kadar ağırlıklı olarak sterilizasyon politikası ile cevap verdiği görünmektedir Ülkenin sterilizasyon politikasını 1990`lı yılların ilk yarısında dönemin ikinci yarısına göre daha sert bir biçimde kullandığını söyleyebiliriz. Sterilizasyonun ülkeye maliyeti çok yüksek olmuştur. Kısmi sterilizasyon durumunda piyasaya yabancı döviz karşılığında yerel para verilmektedir. Merkez bankası elinde daha düşük faiz getiren yabancı parayı tutmaktadır. Maliyet bu nokta da ortaya çıkmaktadır. Tam sterilizasyon durumunda ise piyasa da kısmi sterilizasyon sonucu yükselen yerel para miktarı açık piyasa işlemleri yoluyla çekilmektedir. Bu durumda maliyet değişmemektedir. Fakat bu işlem sonrasında genellikle piyasa faiz oranı yükselmektedir.Yükselen faiz oranları spekülatif sermayeyi tekrar yurtiçine çekmektedir.” Bu durumda kısmi sterilizasyonun hem döviz kurunu hem de sermaye hareketlerini etkilemede daha başarılı olduğu iddia edilmektedir” (Ağcaer, 2003).”Sterilizasyon müdahaleleri büyük açık döviz pozisyon varlığı riskinden dolayı Merkez Bankası için önemli bir kayıp oluşturmaktaydı” (Le Fort, 2000: 3).
Kur politikası uygulamasına geçildiğinde, ülkenin 1980`li yıllardan başlayarak yönlendirilmiş sabit parite(Crawling Peg) yönlendirilmiş sabit aralık(Crawling Band) serbest kur uygulamaları gerçekleştirilmiştir. “Yönlendirilmiş sabit aralık sisteminde, ülke parasının değeri önceden açıklanmış sabit bir değer etrafında belirli limitler içinde dalgalanmaktadır. Fakat esas alınan sabit değer seçilmiş ekonomik göstergeler ve özellikle ödemeler dengesindeki gelişmelere bağlı olarak ayarlanabilmektedir. Yönlendirilmiş sabit parite sisteminde ise ülke parasının değeri sabitlenmiştir. Ancak bu sabit değer, aynı yönlendirilmiş sabit aralık sisteminde olduğu gibi o ülkenin seçilmiş ekonomik göstergelerine ve özellikle ödemeler dengesindeki gelişmelere bağlı olarak ayarlanabilmektedir” (Özdemir, 2000).
Yukarıda belirtilen iki uygulamanın karşıtları, uygulamaların enflasyonun kemikleşmesini sağladığını ve spekülatif saldırıya açık kaldıklarını belirtmektedirler. Bu uygulamaların taraftarları ise, bu uygulamaların sermaye kontrollerinin desteklenmesi durumunda hem spekülatif saldırıların önüne geçileceğini hem de imkansız üçleme hipotezinin geçerliliğini yitireceğini savunmaktadırlar. Bu tartışmalar bir kenara bırakıldığında, yönlendirilmiş sabit aralık uygulamasında sermaye akımlarının neden olduğu yerli paranın değerlenmesine karşı müdahale, sermayenin çıkışı anında yaşanan yerli paranın değer yitirmesine karşı daha etkili olmaktadır. 1989 yılında kurun bandı iki yönde yüzde 3`den yüzde 5` e, 1992 yılında yüzde 5`den yüzde 10`a, 1997 yılında ise yüzde 10`dan yüzde 12.5`e genişletilmiştir. “Bu düzenlemelerin amacı yerel paranın değerlenmesine izin vermek ve yabancı rezerv birikiminden kaynaklanan parasal baskıları azaltmaktı” (Davis ve Villar, 2003: 12).
Şili uygulamasının ülkenin yerel parasının değerlenmesini önleyip önleyemediği literatürde hala tartışma konusudur. Ülkenin para otoritesi bandın genişlemesine izin verirken ülkenin verimliliğinin diğer ülkelere nazaran daha yüksek olacağını düşünmüştür. Aynı zamanda 1990`lı yılların ikinci yarısı itibariyle yerel paranın değerlenmesine yönelik baskılara ve bu baskıların maliyetlerine katlanmak giderek güçlenmiştir. “Gelişmekte olan ülkelere sermaye girişlerinin sonucu olan uluslararası rezerv birikimi parasal baskılar meydana getirmiş, sterilizasyonun maliyetleri giderek artmış ve Merkez Bankası`nın yerel paranın değerlenmesi yönündeki baskılara direnmesi giderek güçleşmiştir” (Davis ve Villar, 2003: 17).
Şili hükümetinin enflasyon hedeflemesini yerel paranın kısmi değerlenmesi ile birlikte götürdüğünü söyleyebiliriz. Çünkü yerel paranın kısmi değerlenmesi ülkedeki fiyatları aşağı çekecektir.“Aynı dönemde diğer Latin Amerika ülkelerine oranla yerel paranın değerlenmesi sınırlı kalmıştır. 199095 yılları içerisinde yıllık yüzde 2.5 düzeyinde yerel paranın değerlenmesi, aynı dönemde cari işlemler açığının yıllık olarak ülkenin milli gelirine oranının yüzde 2.4 olması oldukça tutarlı görünmektedir” (Davis ve Villar, 2003: 11). Band uygulaması içerisinde nominal kur dönemin büyük bir bölümü boyunca bandın alt bölümüne yapışık bir şekilde hareket etmiştir. Dönem boyunca Şili ekonomi otoriteleri döviz kurunun istikrarını sağlamak için sürekli piyasa müdahalelerde bulunmuşlardır. Ayrıca band uygulaması yerel paranın aşırı değerlenmesine yönelik baskıları, değer yitirmesine yönelik baskılardan daha rahat kontrol ettiği görülmektedir.
Davis`e göre; “band uygulaması içerisinde yerel paranın değer yitirmesine yönelik bir baskı ile karşılaşıldığında piyasaya döviz sürülmesi, yerel faizlerin artırılması veya bandın genişletilmesi gerekecektir. Aksi yönde bir baskı ise; piyasadan döviz çekilmesi, yerel faizlerin düşmesi veya bandın genişletilmesi yoluyla çözülecektir” (Davis, 2003: 14).
Görüldüğü üzere band uygulamaları yerel paranın değer yitirmesi yönündeki baskılara karşı güçsüz görünmektedir. Şili`nin 1999 yılında yaşadığı ılımlı resesyon da ve 2000 yılında serbest kur`a geçişinde band uygulamasının bu eksik yönü önemli rol oynamıştır. Ülkenin 1992 yılında yerel parasını dolar yerine 3 dövizden oluşan bir sepete bağlaması (Dolar, Yen, Mark) spekülatif akımların caydırılması yönündeki girişimlerinden biri olarak görülmektedir.
Sermaye çıkışları önündeki engellerin kaldırılması Şili uygulamasının en tartışılan yönlerinden biridir. Emeklilik fonları ve ülke içerisinde varolan büyük finansal kurumların yurtdışına çıkış yapmaları önündeki engeller 1991 yılında dereceli olarak kaldırılmaya başlamıştır. Şili ekonomi kurmayları sermaye girişlerinin yaptığı baskıyı sermaye çıkışları yönündeki hareketlerle azaltmak istemişlerdir.
”Çıkışların serbestleştirilmesiyle yerel piyasa işlem gören değerlere olan talep düşeceğinden aynı değerlerin fiyatları da düşecektir.Bu sermaye girişi için cazip bir neden olarak görülmektedir. Aynı zamanda sermaye çıkışlarının önündeki engellerin kaldırılması yine sermaye girişi için cazip bir neden olarak görülmektedir” (Ariyoshi, 2000: 74).
“Ülkenin 98 sonunda yaşadığı ılımlı resesyon`da sermaye çıkışlarının serbestleştirilmesi büyük rol oynamıştır” (Davis, 2003).
Şili`nin sermaye girişlerinin etkilerini azaltmak için kullandığı en önemli silah sermaye kontrolleri olarak görülmektedir. Ülkenin sermaye girişlerinin etkilerini azaltmak için hem doğrudan hem de dolaylı kontroller uygulamıştır. Doğrudan kontroller sadece ülke içerisindeki yabancı doğrudan yatırımlar ve yabancı portfolyö yatırımlarının bir yıl kalması zorunluluğu ile vücut bulmuştur. Şili`nin dolaylı sermaye kontrollerine 1981 sonrasında yerel finansal düzenlemelere ağırlık vererek başlamıştır. Ülkenin 1981 yılında krize sürüklenmesinde ülke içerisinde denetlenmeyen bankacılık sisteminin rolü büyüktür.
“Finansal sektörden kaynaklanan nedenler; hızla özelleştirilen bankaların kamunun rutin kontrol ve gözetim mekanizmalarına dahi aldırış etmemeye başlaması,banka dışı finans kurumlarının sayısının finansal aracılık talebindeki artışa bağlı olarak çok hızlı bir şekilde artması, bankacılık sektöründe yoğunlaşmanın yüksek olması, yoğun dış kredi kullanımı ve azalan denetime bağlı olarak “ahlaki risk” problemleridir” (Tulay, 2000: 42).
Aynı zamanda ülkenin yerel finansal düzenlemeler konusunda da 1989 sonrası yoğun çaba içerisinde olduğu görülmektedir. “Bankalar yabancı ticari krediler haricinde yabancı dövizle borç vermeleri, bankaların rezerv ya da sermayelerinin yüzde 20`si düzeyinde dövizde açık pozisyonda kalmaları ve vade uyuşmazlıkları gibi temel konularda düzenlemeler yapılmıştır” (Le Fort, 1998).
“Bu düzenlemeler hem bankaların dövizde açık pozisyonda kalmalarını sınırlamış hem de vade uyuşmazlığını sınırlandırarak Merkez Bankası`nın kriz anında döviz kurunu faiz oranlarını yükselterek müdahale etmesini olanaklı kılmıştır” (Pontes, 1999 :18).
(Davis, 2003: 28), akım olarak borçlanma üzerindeki kısıtlamaların iyi çalıştığını fakat stok yükümlülükler üzerinde yerel finansal düzenlemelerin olmamasının ülkede hızla büyüyen parasal uyuşmazlığa neden olduğunu ileri sürmektedir. Ülke içinde bankaların yerel firmalara ve halka yabancı dövizden borç vermesinin devam etmesi,özel sektörün ülke dışından borçlanması ve uzun vadeli borçların kısa vadeli borçlara dönüştürülebilmeleri, ülkenin yerel parasının değer yitirmesine yönelik baskıların arttığı anda borçlanan kişilerinde kendi pozisyonlarını kapatmak için satışa geçmelerine neden olarak yerel paranın değer yitirmesine yönelik baskıları güçlendirecektir.
Şili hükümeti rezerv gereksinimini 1991 yılında yürürlüğe koymuştur. Ülkenin rezerv gereksinimi uygulaması, konuya tabi olan sermayenin kanunda öngörülen kısmı kadar miktarının Şili merkez bankası bünyesinde belli bir süre için karşılıksız olarak tutulmasından ibarettir. Bu uygulama literatüre “kazançsız rezerv gereksinimi” olarak geçmiştir.
Uygulamanın ilk döneminde kazançsız rezerv gereksinimine konu olan oran yüzde 20 olarak belirlenmiştir. Bu dönemde kazançsız rezerv gereksinimine konu olan işlemler ticari krediler haricindeki bütün yabancı borçlanma işlemleridir.”Ticari krediler ve borç yaratmayan akımlar rezerv gereksiniminden muaf tutulmuştur” (David, 2003: 4).”Politika uygulaması özellikle kısa dönemli borçlanmayı sınırlamak için tasarlanmıştı” (Le Fort, 2004: 4). Merkez bankasına yatırılan para yabancı borçlanmaya konu olan para birimi cinsindendir. Bu paranın merkez bankası hesabında ne kadar süre kalacağı sermaye işleminin uzunluğuna bağlıdır. 1991 yılındaki ilk uygulamaya göre; 90 günlük işlemler 90 gün, 90 gün ile 12 ay arasındaki işlemler işlem uzunluğu kadar, 12 aydan uzun işlemler ise 12 ay boyunca merkez bankası bünyesinde tutulacaktır. Şili ekonomi yönetimi bu uygulamaya geçiş yaptığı tarihten 10 gün sonra merkez bankası bünyesinde tutulan paraların karşı taraf tarafından satın alınmasını sağlayacak bir uygulamaya imza atmıştır.Ülkenin bir yıl` a kadar olan yerli krediler üzerinden aldığı yüzde 1.2 düzeyindeki vergi dış borçlanma içinde geçerli olmuştur.
1992 yılında rezerv gereksinimine konu olan işlemlere bankalardaki döviz tevdiat hesapları da dahil edilmiştir. “Aynı yıl makroekonomik istikrarı sağlamak için yerel faiz düzeyi artırılmak istenmiş, fakat bu artırımın sermaye girişlerini artıracağı düşünülerek kazançsız rezerv gereksinimi %30 a€˜a yükseltilmiş ve gereksinime tabi tutulan sermayenin merkez bankasında tutulma süresi vade farkı gözetmeksizin 1 yıl olarak düzenlenmiştir” (Le Fort, 1996: 21).
1995 yılı rezerv gereksinimin en etkili olduğu yıl olarak görülmektedir. New York borsasında işlem gören Şili kağıtları da bu uygulamaya dahil edilmiştir. 1996 yılında ise spekülatif olduğuna inanılan doğrudan yatırımların bu uygulamaya dahil edilmesine karar verilmiştir. 1998 yılında dış borçlanmanın maliyetini ve Asya krizinin yan etkilerini azaltmak için rezerv gereksinimi önce yüzde 10`a sonra yüzde 0`a düşürülmüştür
Kazançsız rezerv gereksiniminin vergi cinsinden maliyeti hesaplanırken şu formül kullanılmıştır: t= r(i +s) .T/1r/D
Bu formül içerisinde ;
t: Kazançsız rezerv gereksiniminin vergi cinsinden maliyeti
r: Kazançsız rezerv gereksinimin oranı
i: Yabancı faiz oranı
s:Risk primi
T: Kazançsız rezerv gereksinimin süresi
D: Yabancı yatırımın işlem süresi
Kazançsız rezerv gereksiniminin makro değişkenler üzerindeki etkisi hakkında literatürde kısıtlı sayıda fikir birliği vardır. Şili ekonomi otoritelerinin kazançsız rezerv gereksinimi uygulamalarının en önemli nedenleri para politikasını bağımsız bir şekilde uygulamak ve kısa vadeli sermaye hareketlerini caydırmaktı. Şili 89 yılı itibariyle faiz farkını istediği derecede yüksek tutabilmiştir. Ülkenin enflasyon ile mücadelesinde bu gelişmenin büyük rolü olmuştur. 2002 yılı itibariyle ülkede enflasyon oranı %6 düzeyindedir. Kazançsız rezerv gereksinimin ülkeye giren sermayenin toplam miktarını azaltıp azaltamadığı birçok ekonometrik çalışmaya konu olmuştur. Bu noktada hatırlatılması gereken noktalar kazançsız rezerve gereksinimin 1991 yılında uygulanmaya başlamasından itibaren doğrudan yatırımların çok hızlı bir şekilde yükseldiği ve diğer özel akımların vadesinin önemli derecede kısaldığıdır. 199697 yılları arasında diğer özel yatırımların artmasının nedenini ülkenin Meksika krizinden etkilenmemiş olmasından dolayıdır.
“Kısa dönemli sermaye akımları karşısında ülkenin kırılganlığını azaltacak düzenlemeler sermaye girişlerini artırabilir” (Cordella, 2002).
Aynı zamanda (Villar ve Rincon, 2003), kazançsız rezerv gereksinimin sermaye akımlarının hacmini etkilemediği sonucu çıkaran çalışmaların eşzamanlılık sorunlarını çözemediğini belirtmiştir.Yazarlara göre; kazançsız rezerv gereksinimi yerel faizleri, yerel faizlerde sermaye akımlarını etkilemektedir. Rezerv gereksinimi yerel faizleri yükseltecektir. Faizlerin yükselmesi sermayenin ülkeye girmesi için cezbedici neden olacaktır. Bu anlamda sermaye akımları üzerinde rezerv gereksinimin etkisi belirsiz olacaktır. Ülkenin toplam yabancı borcu içerisinde kısa vadeli borçların miktarı önemli düzeyde azalmıştır. 1989 yılında toplam dış borç içerisindeki kısa vadeli borç yüzde 25 düzeyinden 1998 yılında yüzde 15 düzeyine inmiştir. Kısa vadeli borçların ülkenin milli geliri içindeki payı yüzde 14 düzeyinden yüzde 6 düzeyine düşmüştür.
Kazançsız rezerv gereksiniminin yararları aşağıda sıralanmıştır.
* Parasal bağımsızlık: Yerli ve yabancı faiz arasındaki farktan doğacak arbitrajı önlediği ölçüde, para politikasının hem şoklara hem de enflasyona karşı mücadelesinde yararlı olmuştur.
* Dış Borç: Kazançsız rezerv gereksinimi ülkenin kısa vadeli borç miktarını azalttığı ölçüde, ülkenin krizlere karşı kırılganlığını azaltmıştır.
* Sermaye girişlerin kompozisyonunu değiştirme: Kazançsız rezerv gereksinimi sermaye girişlerin kompozisyonunu kısa vadeden uzun vadeye çekmiştir.
Ülke aynı zamanda daraltıcı mali politikalar eşliğinde yüksek seviyede mali fazla vermiştir.
“Bu mali fazla 198897 yılları arasında ortalama her yıl ülkenin milli gelirinin yüzde 2.6 kadardır. Bu fazla sterilizasyonun enflasyonist etkileri, rezerv birikiminden kaynaklanan maliyetler ve Merkez Bankası`nın uluslararası oranlardan daha yüksek faiz uygulaması sonucu ortaya çıkan maliyeti karşılamaya yardım etmiştir” (Ariyoshi, 2000: 72).
Şili`nin kazançsız rezerv gereksinimi uygulamasının sonuçları aşağıda sunulmuştur.
* Tüm sermaye akımları içinde kısa vadeli işlemlerin payını azaltmıştır.
* Para politikasına yerli parayı aşırı düzeyde değerleme baskısı yapmadan yabancı faize görece yerli faizi yükseltmiştir.
* Rezerv gereksinimi hızlı yabancı borç birikimini ve cari işlemler dengesinin bozulmasını önleyememiştir (Davis, 2002).
Prof. Davis, 1999 ılımlı resesyona ülkeyi götüren nedenlerin: “1996 ve 1997 yıllarında artan sermaye akımına karşın ülkenin rezerv gereksinimini artırmaması, sermaye çıkışlarına getirilen serbestliğin emeklilik fonları tarafından kötüye kullanılması, stok borç yönetiminin gözardı edilmesi ve yabancı döviz cinsinden borçlanmaların durdurulamaması olduğunu belirtmektedir” (Davis, 2002,2003) .
Malezya Sermaye Kontrolleri
Malezya hükümetinin serbestleşme deneyimi 1970`li yılların ortalarında başlamıştır. Ülkenin literatürde daha çok 1998 yılında sermaye çıkışları üzerine getirdiği sermaye ve döviz kontrollerine değinilmesine rağmen ülkenin 1994 yılında sermaye girişleri üzerine getirdiği kontroller es geçilmektedir. (Palma, 2000)
Ocampo, 1994 yılında uygulamaya konulan sermaye girişleri üzerindeki doğrudan kontrollerin kısakeskinşok içerikli bir doğaya sahip oldukları,bu sayede Şili ve Kolombiya uygulamasına nispetle daha etkili olduklarını savunur (Ocampo, 2002).
Ocampo, 3 ülkede uygulanan kontrollerin etkisini incelemek amacıyla sermaye girişleri, yerel faiz oranı, döviz kuru değişkenlerinden oluşan bir indeks oluşturmuş, kısa dönemde Malezya kontrollerinin diğer uygulamalardan daha etkili olduğu sonucuna varmıştır. Ülkenin 1990`lı yılların ilk dönemlerinde karşılaştığı büyük hacimdeki sermaye hareketlerine karşı verdiği tepki sterilizasyon politikası olmuştur. Bu politikanın büyük hacimde girişler karşısında etkisiz kalması ve faizleri yükseltmesi ekonomi kurmaylarını 1994 yılında doğrudan sermaye girişlerini kısıtlayıcı önlemler almaya yöneltmiştir.
“Yerleşiklerin bir yılın altında Malezya para piyasasında işlem gören hisse senetlerini satması, ticari bankaların yerleşik olmayanlarla ticari olmayan forward ve swap işlemlerinin yasaklanması, bankaların dış yükümlülük pozisyonlarına sınırlamalar getirilmesi ve ticari bankaların hesaplarında yabancı bankalara ait yerel para hesaplarına kazançsız rezerv gereksinimin uygulanması bu dönemde gerçekleşmiştir” (Ariyoshi, 2000: 95).
Bu uygulamaların yürürlüğe girdiği zaman diliminde faiz hadleri düşürülmüştür. Uygulamaların birçoğu 1994 yılının sonunda kaldırılmıştır. Uygulama kısa vadeli sermaye hareketlerinin 1994 yılı içerisinde keskin bir şekilde azalmasını sağlamıştır. 1997 yılında Tayland`ın ulusal para birimi thai`ın devalüe edilmesiyle başlayan Asya Krizi, Malezya ile birlikte Doğu Asya ülkelerini derinden etkilemiştir. Krizden çıkış konusunda Güney Kore, Endonezya ve Tayland hükümetleri IMF öncülüğünde(destekli) politikalar izlerken, Malezya hükümeti ise IMF yardımı almaksızın ve temelde IMF`in krizden çıkış için öngördüğü politikaların tam tersini yürürlüğe koyarak krizi aşmaya çalışmıştır.
IMF destekli politikalar:
* Dalgalı kur rejimi
* Faiz oranlarını yükseltme
* Sıkı maliye politikası(özellikle faiz dışı fazla)
* Geniş özelleştirme uygulamalarını içermektedir.
Malezya hükümetinin uyguladığı program:
* Sabit kur rejimi
* Faiz oranlarını düşürmek
* Genişletici maliye politikası
* Sermaye kontrolleri uygulamalarını içermektedir.
Ülkenin kriz karşısında aldığı ilk önlemler faizlerin yükseltilmesi ve yerel paranın değer yitirmesine izin vermek olmuştur. Basit bir anlatımla ülke sermaye kontrollerini uygulamadan önce IMF tipi krizden kurtuluş politikası izlemiştir. Malezyalı otoriteler ortodoks politikalar yürürlüğe koydular. “Kasım 1997 tarihinde faizler yükseltildi ve hükümet harcamalarında yüzde 18 kesinti yapıldı” (Kaplan ve Rodrik, 2002: 9).
Bu politika ülkeyi daha derin bir kriz sürecinin içine sürüklemiştir. “Ülkenin politika değişiminin ilk sinyalleri yerel faizlerin azaltılması yönündeki girişimlerde görülmektedir.Faizleri düşürmeye yönelik girişimler offshore piyasalarda ülkenin yerel parasına karşı büyüyen spekülasyon tarafından kesilmekteydi” (Kaplan ve Rodrik, 2002 : 9). Bu saldırılar karşısında çaresiz kalan ve ekonomisi küçülmeye devam eden ülke yönetimi 1 Eylül 1998 tarihinde sermaye kontrollerini uygulamaya koymuştur. Malezya hükümeti bu dönemde keynesyen mantığa dayanarak genişletici politikalar benimsemiştir. Resesyon batağından bir ekonomiyi çıkarmak için kullanılacak en önemli politika araçları genişletici para ve maliye politikalarıdır. Gelişmiş ülkelerde bu tür uygulamalar uluslararası finans çevreleri tarafından normal karşılanırken, gelişmekte olan ülkelerin aynı yönde olan girişimi uluslararası finans kesimi olağandışı olarak karşılamaktadır. Aynı kesim gelişmekte olan ülkelerde bu yönde girişimleri, sermaye çıkışıyla tehdit etmektedir.
“Malezya hükümetinin hayata geçirdiği uygulamalar uluslararası alanda büyük bir tabu olarak görülen sermaye kontrollerinin de yeniden tartışılabilir hale gelmesini sağlamıştır” (Knor, 2002).
“Malezya deneyiminin bir başka benzeri bulunmamaktadır. Çünkü bu ülke toparlanma sürecinde başarılı sonuçlar veren, geniş kapsamlı sermaye kontrolleri uygulamayı başaran tek ülke olarak kabul edilmektedir” (Işık, 2004: 11). 1994 yılındaki uygulamanın 1998 sonrası uygulamaların daha rahatça bir biçimde yapılmasını sağladığını söyleyebiliriz.
1 Eylül 1998 tarihinde Malezya Ekonomi yönetimi aşağıda sunulan kontrolleri yürürlüğe koymuştur.
* Döviz kuru 1 ABD Doları = 3,80 ringgit olarak sabitlenmiştir.
* Yabancıların forward ringgit alım ve satımı izne tabi kılındı.
* Ringgite dayalı tüm varlıkların satışının onaylanmış yerli bir aracı kurum vasıtasıyla yapılması zorunlu hale getirilerek offshore ringgit piyasalarının kapanması sağlanmıştır.
* Doğrudan yabancı sermaye yatırımı sonucu yapılan satışlardan elde edilen gelirin değişimi ve yurtdışına transferi hariç, yabancıların yurtdışı hesaplarında tuttukları ringgiti dövize çevirmek için Merkez Bankası onayı alması zorunlu kılınmıştır.
* İhracat ve ithalat ödemelerinin döviz ile yapılma zorunluluğu getirilmiştir. Diğer taraftan, tüm cari işlemler hareketi için serbestçe döviz temin edilmiş ve Malezya mallarını ihraç eden yabancılara da ticari kredi sağlanmıştır.
* Yurtdışına çıkarken yolcuların yanlarında bulundurabilecekleri para miktarı Malezya vatandaşları için 10.000 ringgit, yabancılar için ise 1.000 ringgit olarak sınırlandırılmıştır.
* Yabancıların Malezya menkul değerlerinin satışından elde ettikleri geliri yurtdışına transfer etmeden önce 12 ay ülkede tutmaları zorunlu kılınmıştır.
1999 yılında kontrollerde yapılan değişiklikler aşağıda sunulmuştur;
* 5 Şubat 1999 tarihinde yatırımların yurtdışına çıkarılabilmesi için Malezya`da en az 1 yıl süreyle tutulması zorunluluğu aşamalı vergi sistemiyle değiştirilmiştir. Bu tarihten önce Malezya`ya giren sermaye, yurtdışına çıkarılmak istenmesi durumunda şu vergilere tabi kılınmıştır: Malezya`ya girişinden sonraki 7 ay içinde çıkarılıyorsa %30, girişinden sonraki 7 ve 9. aylar arasında çıkarılmak isteniyorsa %20, girişinden sonraki 9 ve 12. aylar arasında çıkarılmak isteniyorsa %10,1 yıldan uzun kalan sermayenin yurtdışına çıkarılmasında vergi alınmayacaktır.
* 15 Şubat 1999 tarihinden sonra Malezya`ya girecek fonlar için sermayenin giriş veya çıkışında vergilendirilmesi söz konusu olmayıp, ancak bir yıldan önce Malezya dışına çıkarılması durumunda bunlardan sağlanacak karın %30`u, bir yıldan sonra çıkarılması durumunda ise %10`u oranında vergilendirilecektir.
Görüldüğü üzere Malezya hükümeti sermaye çıkışları üzerine doğrudan kontroller getirmiştir. Buradaki amaç faiz indirimi yapılırken sermaye çıkışı tehditini yok etmektir.
“Malezya yeni ekonomi bakanı Diam Zainuddin, Malezya`nın yeni kontrollerinin Çin modeli temelinde şekillendiğini belirtmiştir” (Wade ve Veneroso, 1998: 6)
“Ülkenin yerel parasını dolara karşı sabitlemesi hem yatırımcıların hem de spekülatörlerin önündeki belirsizliği kaldırmıştır. Piyasanın ötesinde bir devalüasyonla, kur üzerinde doğabilecek spekülasyonlar baştan önlenmiştir” (Güneş, 2003).
Yazarın görüşüne bir ilave yapmak gerekirse piyasanın ötesinde yapılan devalüasyon ülkenin hızlı iyileşmesinin özellikle ihracatının yüksek düzeylere çıkarmasına olanak sağlamıştır. Ülkenin sermaye çıkışları üzerinde sert önlemler aldığı açıktır. Aynı dönemde hem Tayvan hem de Hong Kong spekülasyona karşı sıkı önlemler almıştır.
“1998 yılının Ağustos ve Eylül aylarında, serbest piyasacılığın timsali niteliğindeki Hong Kong yönetimi, hedge fonların yoğun saldırıları karşısında Hong Kong dolarına ve Hong Kong hisselerine zarar verebilecek çeşitli spekülatif ticaret şekillerine kısıtlamalar koydu. Tayvan hükümeti de Ağustos sonu ile Eylül başında spekülatörlere karşı müdahalelerini yoğunlaştırarak ülke içi ve dışına para akışını dizginledi” (Wade, 1998:39)
Ülkenin kriz sürecindeki temel sorununun ülkeye giriş yapan sermayeden ziyade çıkış yapan sermaye olarak görünmektedir. Ülke aynı dönem içerisinde genişletici makro politikalar izlemiştir. Ülkenin genişleyici ekonomi politikalarının sayesinde faiz oranı 10 Haziran 1998 yılında yüzde 11 den 16 Aralık 1998 tarihinde yüzde 6.6 düzeyine düşmüştür. Aynı dönemde genişletici yönde hareket eden maliye politikasının gelişimi de ilgi çekicidir. Malezya bütçesi 1997`de yüzde 4, ve 1998 yılı içerisinde %1 oranında fazla vermişti. Altyapı yatırımları artırılmış ve bütçe açığın GSMH`ye oranı yüzde 4.2`e yükselmiştir. Bu Malezya`nın yıllardır sürdürdüğü bütçe fazlası verme geleneğinden köklü bir kopuşu ifade ediyordu. Ülke kendisine kıyasla daha önce krize giren Güney Kore ve Tayland`la aynı dönemde bir iyileşme sağlamıştır. Ülke son 5 yıl içerisinde(2001 yılındaki yüzde 0.7 hariç) ortalama yüzde 6 düzeyinde büyüme oranı yakalamıştır. Adı geçen iki ülkenin IMF` den büyük oranda destek alarak büyümeleri Malezya`nın başarısını açıkça ortaya koymaktadır. (Kaminsky ve Schmukler, 2000, Edison ve Reinhart, 1999)
(Kaplan ve Rodrik, 2002, Işık, 2004) Malezya`nın IMF desteği alan Güney Kore ve Tayland a€˜dan daha hızlı bir biçimde iyileştiğini ve kontrollerin birçok değişken üzerinde olumlu etkide bulunduğunu ileri sürmektedirler.
Kaynakça
- Yılmaz,Engin, "Türkiye`de Finansal Krizlerin Nedeni Olarak Sermaye Hareketleri ve Kontrolüne Yönelik Önlemler", Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 2004